Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

〆40: farewell. [final]

kırkıncı bölüm, final.
farewell, veda.

son: çiçekli yara bandının kapatamadığı yaralar

Na Jaemin ilk defa kabusum oldu.

27 Kasım, Na Jaemin ilk defa kabusum oldu ve ben uykumdan sıçrayarak uyandım. Ensemden akan ter yaralarımı sızlattı, parmak uçlarımdaki yaralar yaşayıp yaşadığımı kontrol etmek için burnuma, kalbime ve bedenime dokundu. Laura Jiseul Park maalesef ki yaşıyordu.

Elim yatağın boşluğuna kaydı, elime değen şey Jaemin'in üzerindeki yorgandı. Hava buz gibiydi ve üşüyor olmalıydı. Derin bir nefes aldım ve yüzümü tuttum, başım ağrıyordu. Elim, Jaemin'in boynuna doğru çıktı ve göğsünün inip kalktığını hissettiğimde nefesimi geri verdim. Titriyordum. 

Na Jaemin ilk defa kabusum oldu, artık rüyalarıma kimse uğramıyordu ve yalnızdım. Aşağı kayarak yataktan indim ve geniş pencerenin önüne geldim. Kabusumu hatırlamak istemiyordum, aradan on altı gün geçmişti ve ben her gece aynı şeyle uyanıyordum.

Dişlerimi sıktığımı fark etmedim bile. Avuç içlerimi gözlerime bastırdım ancak canım daha çok yandı, ellerimdeki sargılar hâlâ duruyordu. Üç hafta önce bu camın önünde Donghyuck'la beraberken şimdi tek başımdaydım. Donghyuck yoktu.

Nereye gittiğini söylememişti ancak yazdığı iki sayfalık mektup, nereye giderse gitsin içindekilerle baş başa kalacağını söylüyordu. Donghyuck'u bu hale getiren bendim, artık ondan haberim bile yoktu ve canavarlar içimdeydi. Ne yaptığını bilmiyordum, nereye gittiğini ve en önemlisi, benden nefret edip etmediğini bilmiyordum. Mektubunun sadece yarım sayfasını okuyabilmiştim, Jaemin gelip mektubu benden almış ve daha doğru bir zamanda okumamı söylemişti.

Lena'nın mezarı düşündüğümün aksine Birlikte falan değildi. Orası artık yoktu, Kang ölmüş; Seojun ise hapse atılmıştı. Jaemin birkaç gün önce babasını görmeye gitmişti ama bu merak ettiğinden falan değil, son kez onu görmek içindi. Bedenimin orta yerindeki ateş, unuttuğum isimleri hatırlamaya başladığımda daha çok harlandı.

Mark yoktu. Lena'nın cenazesinde bile yoktu, onu öldürememiştim ama o benden önce kendisini öldürürdü. Mark'ın yaşayacak bir hedefi yoksa yaşamazdı. Lena'nın cenazesinde Donghyuck'u göz ucuyla görebilmiştim zaten, mezarının başında diz çökmüş ve bir daha oradan kalkmamıştı. Jaemin yanına gidip bir şeyler demişti ancak Donghyuck ne başını kaldırıp ona, ne de bana bakmıştı. Bana baksa, küfür etse ya da beni öldürse canım daha az yanardı.

Jeno da cenazedeydi. Benimle çok konuşmamıştı, birlikteki insanlar vardı daha çok. Ona bakmak istemiştim o an, her ne olursa olsun ona destek olmak istemiştim ama Jeno bana bakmadı. Jaemin'le bile konuşmadı, cenazeden hemen sonra ayrıldı ve onu bir daha görmedik. 

Artık Jaemin ve ben vardım, dostlarım yoktu. Elimde Lena'dan kalan şekerler, tişörtler; Donghyuck'tan kalan mektuptan ve Jeno'dan kalan anılar dışında hiçbir şeyim yoktu. Ben ise onlara hiçbir şey bırakamamıştım. Mark uzaktaydı, Donghyuck çok daha uzaktaydı ve Jeno, her nerede olursa olsun yaşadığını biliyordum. Bir şekilde yaşıyordu işte.

Hıçkırdım. Gözlerim doldu, hatırlamak istemedim ama anılar, acılarıyla beraber sırtımdan bıçakladı. Ellerimi ağzıma kapattım, sessiz ağladım ama ayakta durmak istemedim. Dizlerim hâlâ acıyordu. Bu sefer sırtımdaki yaralar değil, Lena'nın bıraktığı yaralar acıyordu. Ellerim ve dizlerim acıyordu. Yavaşça yere çöktüm ve gözlerimi kapatıp başımı eğdim. Donghyuck'un mektubunu bulmam lazımdı. Jaemin'in o mektubu bir süre daha bana vermeyeceğini biliyordum ama bulmam lazımdı, okumam lazımdı. Eski dostumun bana son sözlerini okumam, hafızamda sesiyle birleştirip parçaları tamamlamam lazımdı.

Yağan yağmuru izledim bir süre, gözlerim yanıyordu ama umursamadım. Destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım ve arkamı dönüp Jaemin'e baktım, uyuyordu. Yapmamam gerektiğini biliyordum ancak dolabının kapağını açtım ve elimi uzattım üstteki yere. Ecza kutusu buradaydı, sırtıma ve ellerime sürdüğü ilaçların olduğu kutuydu bu. Kutuyu tutup kaldırdım ve kucağıma aldım. Çok fazla ilaç vardı, bunların hiçbiri yaralarımı iyileştirmemişti. Jaemin'in öptüğü yaraların geçtiğini biliyordum ama kalbini tutup sökemez, kalbimi öpemezdi. Zihnimdeki kırık aynaları tamir edemez, içindeki yansımaları öldüremezdi.

Kutunun altındaki kağıt parçası kaşlarımı çatmama sebep oldu, yapıştırılmıştı. Kalbim hızlandı, titreyen parmaklarımı kağıdın köşelerine sokup bantların sökülmesini sağladım. Mektup buradaydı. Bunu okuduğum için Jaemin bana kızacaktı ama kaçmanın hiçbir anlamı yoktu.

Kutuyu yerine koyup mektubu sıkıca tuttum ve dolabın kapağını kapatıp odadan çıktım. Banyoya girip kapıyı kapattım ve küvetin yanına çöktüm. Ellerim öyle çok titriyordu ki ilk defa Donghyuck'un burada olmasını ve titreyen ellerimi tutmasını istedim. Kabuslarımdan uyandığım gecelerdeki gibi bana hikaye anlatmasını istedim. Uyuyamıyordum ve aklımda sadece isimler dönüp duruyordu.

İki sayfa kağıt vardı zarfın içerisinde, kağıtları çıkardım ve yarısını okuduğum notu en baştan okumaya başladım.

Laura Jiseul Park.

İçimde büyüyen o küçük kız, karşımda durmaya başladı ve bana meydan okudu.

Nasılsın?

İyi olmadığını biliyorum. Bu soruyu sormam saçma, biliyorum. Ben de iyi değilim zaten, kafam karmakarışık ve ne yazacağını bile bilmiyorum. Sen şu an dışarıdasın, dışarıda sağanak yağmur var ve ağlıyorsun. Ellerindeki bıçak ellerini kana buladı ama sen farkında değilsin. Camdan izliyorum seni, az önce Lena'nın bedenini alıp götürdüler ve ben bu bomboş odada seni izliyorum.

Kendinle savaşıyorsun. Kendinle ve kafandaki canavarlarla savaşıyorsun. Onlar senin bastırdığın gençliğin, yaşatamadığın çocukluğun ve hırsın. Onlarla konuştuğunu sanıyorsun ama aslında kendinle konuşuyorsun. Onlara bağırıyorsun ama aslında kendine kin kusuyorsun.

Özür dilerim, yazım çok kötü. Ellerim titriyor, seninkiler gibi. Jaemin seni tuttu ancak onu da ittirdin. Karşında kimse yok Jiseul, artık kimse yok. Karşında duracak kimse yok, artık senin elini tutacak kimse de yok. Herkes kendisiyle beraber artık. Herkes tek, doğduğumuz gibi.

Ne demeliyim bilmiyorum. Hiçbir şey senin suçun değil, bunu bil. Sana kızmıyorum, sen hiçbir şeyi tahmin edemezdin. Senin bu hayattaki tek amacın Jaemin'e kavuşmaktı, on yedi yaşındaki kız çocuğunun tek amacı sevdiğine kavuşmaktı. Sonunda ne olursa olsun amacına ulaştın ve mutlu ol. Ben değilim, belki biz değiliz ama en azından birimiz mutlu olsun ve o da sen ol.

Lena yok, biliyorum. Bunu kabullendim, özür dilerim. Lena'nın yokluğunu çabuk kabullendim, bana bunun için kızacak belki. Ancak hayat devam ediyor. Her ne yaşanırsa yaşansın, eğer o an orada ölen kişi sen değilsen Tanrı sana bir şans daha vermiş demektir. 

Tanrı'ya inanmadığını biliyorum, dua etmeyi de çok sevmezsin zaten. Senin aksine Lena ve ben Tanrı'ya inanırdık. Lena sürekli dua ederdi, hem bana, hem Jeno'ya, hem de sana bir şey olmasın diye. İnanmayacaksın ama Mark için bile dua ederdi çünkü biz farkında değilken bile Mark buradaydı. Biz birbirimize sahiptik ama Mark'ın konuştuğu tek kişiler bizdik. Düşmanı da olsak bizimle olmaktan mutluydu. Bunu kendisi söyledi ve buna da inanmayacaksın, biliyorum ama bil, Mark gerçekten söyledi bunu.

Lena dualarının kabul olmadığını söylemişti, çok değil; birkaç hafta önce. Sabırsız biriydi, ille de hemen olsun derdi. Eğer şu an yaşasaydı görürdü dualarının kabul olduğunu. Kendisi için hiçbir zaman dua etmedi ve zarar gören kendisi oldu. Bize bir şey olmadı, sana ya da Mark'a bir şey olmadı ama aslında çok şey oldu. Keşke bu konuşmayı yüzüne karşı yapacak cesaretim olsaydı. Keşke o gece kapıyı çarpmadan çıksaydım o odadan, elini tutup parmaklarındaki yaralar için sana kızabilseydim ama yapmadım.

Mark'ın Lena'nın buradaki ilk arkadaşı olduğunu biliyor muydun? Ben gelmeden çok önce tanışmışlar, her ne kadar Mark sinir bozucu biri olsa da Lena ondan asla nefret edememiş. Jeno'nun Mark'ı dövdüğü ve senin bizden yardım istediğin o gün aslında Lena yanına gelecekti ama onu durduran ben oldum. Eğer yanına gelseydi ve sana o ilaç kutusunu getirseydi sen, birisinin yaralarını sarmayı asla öğrenemeyecektin.

Düşünüyorum da, aynı durumda sen olsan ne yapardın? Eğer o kurşun Jaemin'e saplanacak olsaydı sen de düşünmeden atlardın o kurşunun önüne. Mutlu olmalıyım, sen Jaemin'i ne kadar seviyorsan Lena da beni o kadar çok seviyormuş demek ki.

Kendini suçlama, hiçbir şey için. Hiçbir şeyi geri saramayız. Lena'nın ölmesindeki sorumlu sen değilsin. Mark bizi tembihlemişti, Jaemin gitmememiz için bize yalvarmıştı ama biz dinlemedik. Jaemin senin öleceğini öyle kabullenmişti ki seni son kez görmek için bile çıkmadı o evden. Biz gelince peşimizden gelmek zorunda kaldı. Aslında biz yanlış yaptık ancak pişman mıyım bilmiyorum. Lena gitmiş olabilir ama onun pişman olmadığını biliyorum. Onun son pişmanlığı, sana ettiği son laflarıydı.

Onları kötü bir amaçla demediğini bil, Lena asla sana zarar vermek istemedi. Sinirlenmişti sadece. Ona alınmadığını biliyorum, Lena da üzülürdü buna. Ancak benim pişmanlıklarım; senin kafanın içindekilerden çok daha fazla.

Lena'ya çok ilgi göstermedim, onu sevdiğimi adam akıllı söylemedim. O bunu biliyordu ama benden de duymak isterdi, eminim. Sen şu an aşağıda ağlarken ve Mark'a vururken aslında ne kadar çok şey kaçırdığımı fark ettim. Lena benim için ipi kopan bir uçurtmaymış oysaki, elimden kaçırdım ve bir daha tutamayacağım.

Ama sen benim gibi yapma, benim gibi olma. Birisinin ölmesi gerekiyordu ve o kişi Lena'ydı. Tanrı sana ikinci bir şans verdi ve inanmasan bile o şansı kullanmalısın. Yaraların geçmeyecek, keşke engel olabilseydim o zamanlar. Bazen izleri geçmiş olsa bile benimkiler bile sızlıyor, seninkilerin ne kadar çok acıttığını tahmin edebiliyorum.

Jeno kardeşinin yanına gidecek, bana söylemişti. Jeno ölmeyecek, kardeşi için yaşamaya çalışacak. Mark'ı bilmiyorum, yine sessiz ve yine bir şey söylemedi. Lena zaten gideceği yere gitti, ben de nereye giderim bilmiyorum ama bu şehri sevmiyorum artık, burayı terk edeceğim ama yaşayacağımdan emin olacağım.

Jaemin'in sana iyi bakacağını biliyorum, ona güveniyorum. Anlattıklarınla birleştirdim onu, ona gerçekten güveniyorum ve sana zarar gelmeyeceğinden emin olacağını biliyorum. Biz iyi olacağız Jiseul. Biz artık büyüdük, dört sene önceki o çocuklar değiliz. Herkes kendi ayakları üzerinde durmalı.

Tanrı'ya dua et, geç de olsa kabul olacak duaların, gerçekten. Kendin için ve Jaemin için dua et. Ara sıra Lena'yı ziyarete gelirim, bilmiyorum ama seninle yüzleşmek için cesaretim yok. Sana kızgın ya da kırgın değilim, Lena da kızgın değil, emin ol. Sadece seninle kavga ettikten sonra gönlünü almadığı için üzgündü. Sen ona kızgın olmazsın zaten, bunu biliyorum.

Ağlamam o kadar arttı ki ellerim arasındaki kağıdı buruşturmak zorunda kaldım. Son paragrafa geçmek çok zor geldi, kalbimin üzerindeki yükler öyle çok arttı ki altında kalan bedenim bunu taşıyamadı. Kalbime bir şey oldu, sıkıştığını hissettim. Ellerimin titremesi arttı, kağıt buruştu ve yere düştü. Ayağa kalkmak istedim ama yapamadım, ellerim saçlarıma çıktı ve saçlarımı çekiştirmeye başladım. Kafama vurmaya devam ettim. 

Nefesim kesildi. Ayağa kalkabildiğimde tek yapabildiğim dolabı kurcalamak ve her şeyi dökmek oldu. Makas yoktu, bıçak yoktu. Kendimi öldürebileceğim hiçbir şey yoktu. Yaşamayı hak etmiyordum. Kocaman bir yükle ve kapanmayacak yaralarla yaşamanın hiçbir anlamı yoktu. Bu sadece bana değil, Jaemin'e de zarar verecekti. Mektubun son paragrafını okumak istedim ama kanamaya başlayan ellerim kağıdı kana buladı, yazıları seçemiyordum bile.

Alt dolaptaki bıçağı gördüm. En arkadaydı, Jaemin buraya saklamış olmalıydı. Kendimden nefret ediyordum, onu öpmek ve kendimi öldürmek istiyordum.

Suyu açtım ve bıçağı kenara bırakıp yüzümü yıkamaya başladım. Bedenimin buz gibi olduğundan emin olduktan sonra ellerimi yıkamaya başladım. O kadar serttim ki dikişlerimle beraber sargılarım da açıldı, ellerim ikinci kez kan oldu.

Görüşüm bulanıklaştı, ne yaptığımı hatırlamadım ya da anlayamadım ancak en sonunda kendi kanıma bulandım ve midem ilk defa bulanmadı.

Derin derin nefesler almaya başladım. Sargılarımı tekrar sardım ve titremekten artık hissedemediğim ellerimi kapının koluna götürdüm. Banyodan çıktım, yatak odasına gidecektim ama Jaemin salondaydı. Yere bakıyordu.

''Jaemin?'' diye mırıldandım sessizce. Boğazım ağrıyordu, konuşamadım. Jaemin sesimi duyduğu gibi ayağa kalktı ve yanıma geldi, kolları beni o kadar sıkı sardı ki kırıldığımı sandım. ''Özür dilerim.'' dedi boğuk bir tonda.

''İçeri giremedim, göreceğim şeyden korktum. Özür dilerim. Lütfen yaşa Laura, lütfen beni bırakma.''

Ağlamam şiddetlendi. Avuçlarımı tişörtüne bastırıp sımsıkı sarıldım ona. Ben zaten yaşamıyordum. Gezegenlerin arasındaki sönmüş bir yıldızdım ama onun bana bakınca gördüğü tek şey yıldız olduğumdu. Benim gördüğüm ise sönmüş bir yıldız olduğumdu. Bir kelime birçok acıyı yaşatabilirdi.

''Özür dilerim.'' dedim hıçkırarak. Dizlerim titredi, dengemi sağlayamadan yere düştüm ve Jaemin de benimle beraber yere eğildi. Nefes alamıyordum ama Jaemin farkında değildi. Gözlerim kapandı, sırtına dokundum. Heceleri bir iple birbirine bağlamak istedim ancak ellerim kanlıydı. Jaemin'in nefeslerinin sıklaştığını hissettim.

''Jaemin, Donghyuck'un mektubunun sonunu okudun mu?'' 

Jaemin durdu, dudakları boynumu öperken nefes alamadım. Geri çekildi ve gözlerime baktı. Bedenim buz gibiydi, ellerini hissedemedim. Salonun yalın ışığı az çok yüzünü aydınlatıyordu. Dolu gözleri titredi, başını salladı. ''Okudum.''

''Ne diyordu?''

İki elini de yanaklarıma koydu, titreyen ellerimi boynuna çıkardım ve ona yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım, alt dudağını öperken işaret parmağım kulağının arkasındaki o çıkıntıyı okşamaya başladı. Jaemin'in dudakları dudaklarımdaydı ama çok sıcaktı, ilk defa bu kadar sıcaktı bedeni. Elleri belimde yer edindi, o hoş öpücük sesi kulaklarıma doldu. Onu öptüğüm için, onu öpebildiğim için mutluydum. 

Geri çekildim, kalbim ilk defa hızlanmadı onu öperken. Jaemin yutkundu ve saçlarımı geriye attı. ''Senin kendine bir şey yapmandan korktuğunu söylemiş.'' dedi, mektubun sonunu öğrenmiş oldum. 

Ancak Jaemin'in elleri göğsümün altına indiğinde kaşları çatıldı, başını eğip önce bana, sonra kendi vücuduna baktı. Kaburgalarımın arasındaki ıslaklık onun da tişörtüne bulaşmıştı. Yutkundum, titredim ve omuzlarına tutunmak istedim ancak o ellerimi elleri arasına aldı. ''Laura,'' diye mırıldandı sesi titrerken.

Sesindeki çaresizlik, öldürmeye çalıştığım canavarın kalbine son darbeyi indirdi.

''Özür dilerim.'' Ağlamadım, ağlayamadım ama Jaemin'in elleri bedenimin tam ortasındaki kesiğe dokunduğunda elleri daha çok ıslandı. Elimi tutan elleri kan olmuştu, titreyen ellerimi durduramadı. Bedenim buz kesti, nefesimi hissedemedim ve tek yaptığım şey ona tutunmak oldu. Dudakları titriyordu, gözleri kocaman açılmıştı ve titriyordu. ''Hayır,'' diye sayıklamaya devam etti ama ben sesini duyamıyordum. Suyun altındaydım, kaybolduğum o okyanusun içine düşmüştüm. Kulaklarım uğuldadı, nefes alamadım. Dudaklarımı araladığım sırada dudaklarını, dudaklarımda hissettim ve son kez nefes aldığımı hissettim. Anıları ve acıları tekrar hissettim ancak çok kısa sürdü. Hıçkırıkları arttı, ağlamaya ve bağırmaya başladı. Bedenim sağa devrilirken ellerimi bırakmadı. 

Yüzümü tuttu, gözlerim kapandı ama yüzünü hatırlıyordum. Ölürken bile yüzünü hatırlayacaktım, gülümsemek istedim ama yapamadım. Buz kesen dudaklarım hareket etmedi, dudaklarımın üstündeki dudakları nefesiyle artık beni ısıtamadı.

Yüzüme damlayan on milyon kurşun, bedenimin ortasındaki kocaman kesikten daha çok acıttı. Ağladım, ama içimden ağladım. O bunu duymadı, sızlanışlarımı ve canavarların sesinin kesildiğini duymadı. Ama ben duydum, canavarların kahkahasının bittiğine bizzat şahit oldum. Küçük canavar, en soldaki canavar ağlıyordu. Dizleri kan olmuştu, sokağın ortasına çökmüş ağlıyordu. Küçük Laura ağlıyordu.

On milyon kurşun canımı yaktı ama en çok bedenimi ıslattı, elimdeki sıcak hissiyat son buldu ve en son duyduğum şey seni oldu, sevdim oldu. Parça parçaydı ama bu iki kelimeyi birleştirebildim. En azından bunu yapabildim, elini sıkmak istedim, mektubun sonunu söylediği için teşekkür etmek istedim. Beni sevdiği ve artık hatırladığı için teşekkür etmek, kısa bir süre de olsa küçük Laura'yı yaşattığı için ona minnettar olduğumu söylemek istedim. Yapamadım.

Elini hissedemedim, on milyon kurşun artık acıtmadı, ellerimdeki kan ellerine bulaştı ama midem bulanmadı, kanlı ellerim artık beni ağlatmadı. Pes ettim, küçük Laura öldü. Küçük Laura pes etti ve canavarlara yenik düştü.

Canavar öldü, Laura da öldü. 

Kız öldü.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro