Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

〆19 : decisions made quickly and vows

on dokuzuncu bölüm:
acele verilen kararlar ve yeminler

Burada olduğum sürece kimse seni incitemez, demişti o çocuk.

Sanırım yine okuldan kaçmıştık ve müdür arkamızdan bağırıyordu. Bize demediği laf kalmamıştı, öyle ki okuldan atacak diye korkmuş ve aileme ne hesap vereceğim diye sokağın ortasında ağlamaya başlamıştım. Elini sırtıma koyup bu sözleri söylemişti. O an o kadar güvende hissetmiştim onunla okuldan kaçmayı bırak, ülkeyi hatta dünyayı terk edebilirdim ve umrumda olmazdı.

Bu tür bir cümleyi en son yakın arkadaşlarımın birinden duymuştum, çok uzun zaman olmuştu ve hatırlamıyordum. Yine de onun söylediği gibi hissettirmemişti. Güvende hissetmemiştim, zaten etrafı denizlerle kaplı bir arazide yolumu kaybetmiş gibiyken ve gidebileceğim hiçbir yer yokken iyice sinmiştim olduğum yere. Kurtarılmayı bekliyordum ve kimse gelmemişti. Geleceklerini zannetmiyordum.

Jaemin'e ne diyebileceğimi düşünüyordum. Ona dediklerim az çok aklımdaydı ama parçaları birleştiremiyordum. Saat öğleden sonra iki olmuştu ve ev çok sessizdi, onun yatağında uyanmıştım ve en son yaralar hakkında bir şey dediğini anımsıyordum. Yataktan çıkıp kapının yanındaki çantamdan koyu yeşil bir kazak ve siyah pantolonumu giydim. Saçımı tepede topladım ve telefonuma baktım. Sanırım salonda unutmuştum. Kapıyı açıp odadan çıkacağım sırada sağdaki kapıdan çıkmış olan ve Jaemin'le çarpıştım. Duş almıştı ve güzel kokuyordu, bense içki kokuyordum ve dişlerimi fırçalamam lazımdı.

''Uyandın mı?'' diye sordu saçlarını geriye atıp. Benim yanımdan geçti ve dolabına doğru ilerledi, istemsizce gözlerimle onu takip ettim ve bedenimi ona döndüm. ''Dışarı çıkacağım, bir şey istiyor musun? Kahvaltı yaptın mı?''

''Yapmadım, eğer çabuk geleceksen simit tarzı şeyler alabilirsin.''

''Yarım saate gelirim.'' dedim kapıyı arkamdan kapatıp onu odada bırakırken. Hiçbir şey sormamıştı, umrunda bile değildim belki de ve bu işime gelirdi. Bir an önce Mark'ı aramam lazımdı ancak telefonumu nereye koyduğumu hatırlamıyordum. L koltuğun önüne geçip yastıkları kaldırdım, sehpanın üzerine baktım ama yoktu. Yerde oturmuştum ve oturduğum yerde de yoktu.

Televizyon ünitesinin etrafına bakarken Jaemin'in odasının kapısı açıldı. Başımı kaldırıp ona bakarken sağ elindeki telefonumu salladı. Islak saçları alnına dökülüyordu ve üzerinde mavi bir kazakla siyah bir pantolon vardı. Yüzündeki ifade garipti ancak dalga geçer biçimde değildi. ''Bunu mu arıyordun?''

Yaramı tutarak doğruldum ve gülümsemeye çalıştım, çok saçma göründüğüm kesindi. ''Evet, teşekkür ederim.'' Yanına gidip elinden telefonumu aldım ve hemen arkasındaki kapıyı açıp lavaboya girdim. Dolaptaki yeni bir diş fırçasıyla dişlerimi fırçaladım ve fazla vakit kaybetmeden banyodan çıktım.

''Telefonla mı giriyorsun lavaboya?''

''Sen girmiyor musun?'' dedim ayağımdaki terlikleri çıkarırken. Jaemin şu noktada cidden garip davranıyordu, ne dediğimi hatırlamıyordum ama hiçbir şey sormaması da garipti. Kocaman bir şişeyi tek başıma bitirmiştim ve sanırım hâlâ normale dönmediğimi düşünüyordu. Kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı. ''Hayır? Tuvalete neden telefonla gireyim?''

''Bilmem, otururken canın sıkılmasın diye.'' Kabanımı üzerime geçirip kendi kendime dediğim şeye gülerken Jaemin ses vermedi, yüksek ihtimalle bana göz devirmişti. Cüzdanımı ve telefonumu kapının arkasındaki çantama attım ve Jaemin'e bakmadan evden çıktım. Kim bilir hakkımda ne düşünüyordu, dün gece neler demiştim de bu kadar sessizdi. Kahvaltı yaparken kesinlikle beni soru yağmuruna tutacaktı ancak şu an için bunu düşünmemem akıl sağlığım için en mantıklısıydı.

Apartmandan çıkıp yokuşu inmeye başlarken mesajlara girdim ve Jeno'nun dün attığı mesaja tıkladım.

jeno:
mark yarın yanına uğrayacakmış, sana birkaç şey verecek.

jeno:
donghyuck poşete birkaç ağrı kesici koydu, bana içeriğini söylemedi ama umarım o iğneli şeylerden değildir yoksa ikinizi de döverim.

jeno:
kang şu sıralar çok sessiz, ben kamera kayıtlarını bulmaya çalışıyorum.
sen de etrafta çok dolanma, mark koruyucuların etrafta gezindiğini ve seni arıyor olabileceklerini söyledi.

Mesajları okur okumaz üstteki tuşa basıp Jeno'yu ararken telefon ilk çalışta açıldı. Jeno nefes nefeseydi ve sanırım yine antrenman yapıyordu. ''Seul?''

''Mesajları gördüm,'' dedim yokuşu bitirirken. Anayola gelmiştim, sağa sola bakıp ışıkları kontrol ettim. ''Kang'ın yanına uğramayı düşünmüyorum ama siz çok sessiz kalırsanız elbet şüphelenecek. Olay çıkarmaya çalışın.''

''Mark tam da bunun için yanına gelecekti, eğer kabul edersen içeridekileri örgütleyecek.''

''Sen?'' dedim karşıdan karşıya geçerken. ''Sen ne yapacaksın?''

''Bunu buluştuğumuzda konuşuruz. Sen Mark'ı ara, o sana anlatır.''

''Tamam. Kapatıyorum.''

Jeno'yla vedalaşıp kısa görüşmemizi sonlandırırken iç çektim ve kaldırıma çıktım. Bu sefer Mark'a mesaj atacaktım ancak ben mesaj atamadan kendisi beni aramıştı bile. Telefonu kulağıma götürdüm ve etrafa baktım. ''Efendim?''

''Geçen seferki kafedeyim, hızlı ol.''

Telefonu yüzüme kapattığında uzun zamandır bekliyor olabileceğini düşündüm, hızlı adımlarla kafeye doğru ilerlerken neden bunu yaptığını düşündüm. Mark'ın Kang'a karşı ne çıkarı olabilirdi de böylesine büyük bir işe girişmek istiyordu? Üstelik bunun için düşmanı Jeno'yla bile anlaşmaya çalışıyordu, ağzını aramam lazımdı yoksa her şey bir anda olup bitecekti ve ben Mark'ın amacını asla bilemeyecektim. O benim hedefimi biliyorsa benim de onun hedefini bilmem lazımdı, oyunu eşit şartlarda oynamalıydık.

Kafeye geldiğimde kapıyı ittirdim ve duvar kenarında oturan Mark'ı gördüm. Telefonuyla uğraşıyordu, yanına ilerledim ve çantamı yandaki sandalyeye bırakıp karşısına oturdum. Mark başını yavaşça kaldırırken önündeki küçük poşeti bana uzattı ve telefonunu kapatıp masanın üstüne koydu.

''Ne var içinde?''

''Donghyuck yolladı, Lena da birkaç tane şeker koymuş. Yememem için tembihledi.''

Mark göz devirerek konuştuğunda güldüm ve poşeti önüme çektim. ''Pekâlâ, sadece bunun için mi geldin?'' Mark sandalyesini masaya iyice yaklaştırdı. Poşetin içinden bir dosya çıkardı ve bana uzattı. Oldukça kısık sesle konuşuyordu ve masaya eğilmişti. ''Bunu çantana falan sakla, kimse görmesin.''

''Bu ne?'' dedim elinden dosyayı alırken. Dosyanın içinden kağıdı çıkardım ve okumaya başladım ancak üstündeki isim bile beni korkutmaya yetmişti. Gözlerimi açarak Mark'a döndüm ve kağıdı hızla dosyaya koyup dosyayı çantama sıkıştırdım. ''Ne bok yedin sen?'' dedim elimi stresle masaya vururken. Ellerim titremeye başlamıştı ancak bu sefer korkudan falan değil, Mark'ın aptal cesaretinden dolayıydı.

''Bu adamı aramıyor muydun?''

''Nasıl aldın bunu?''

''Soru sorman gereken kısım burası değil.''

''Mark, bana ya planını anlatırsın ya da beni asla görmezsin. Ne yaptın da bunu oradan alabildin?'' Yoksa Mark'ın da mı sırtına yaralar açmışlardı? Hayır, Mark buna izin vermezdi. Kimsenin karşısında kendini ezdirmezdi, özellikle de kendisi ile alakalı olmayan bir şey için. Kafasında bambaşka şeyler vardı.

''Sana seçimini sormak için geldim Jiseul. Benimle birlik olup orayı yıkacak ve istediğine ulaşacak mısın, yoksa beni tek başıma bırakıp ne zaman enseleneceğim korkusuyla o çocuğun yanında bile suçluluk duymaya devam mı edeceksin? Seçim senin.''

''Mark, anlamıyorsun.'' Derin bir nefes aldım ve ellerimle yüzümü sıvazladım. Seçim yapmak ilk defa çok zordu. İlk defa kendimi değil de başkalarını da düşünmek zorundaydım, bu sefer kendimi öne atamıyordum ve böylesine bir durumla ilk defa karşılaşıyordum.

''Peki Jeno, Lena, Donghyuck? Onlara bir şey olursa bunu vicdanın nasıl kaldıracak?''

''Eğitimlerde hırsla adam öldürürken vicdanın yok muydu?'' dedi tükürürcesine. Şimdi gözleri daha farklı bakıyordu, bana açıkça meydan okuyordu. Kara gözleri içinde birçok şey barındırıyordu ama benim gördüğüm tek şey hırs ve öfkeydi. Bu mesele onun için ciddi olmalıydı. Dişlerimi sıktım. ''Yapmak zorundaydım.''

''Ne için? Seni yakalayıp postalamaları için mi? Yaptın da ne oldu, hâlâ canının garantisi yok.''

Mark hiçbir şey bilmiyordu. Dediği şeyi iki, belki üç defa yapmıştım ve karşılığında da vicdan azabı çekmiştim. Zorunda kalmıştım, acı çekmemek için yapmak zorundaydım ama bir kere baş kaldırdığım için cezalandırılmıştım. Artık vurdukları yerler uyuşmuştu ve ben insanları öldürmek yerine acı çekmeyi tercih etmiştim. Şimdi gözlerim dolu doluydu ve ellerim titriyordu, Mark ellerimi görmüyor ve anıları duymuyordu.

''Onlara hiçbir şey olmayacak, arka planda kalacaklar. Bu işin başı biz olacağız. Sen o adamı bulurken ben senin yakalanmamanı sağlayacağım, Jeno bunu kabul etti. Donghyuck zaten dünden razı ve Lena da senin tarafında.''

''Bana söz ver,'' dedim masadan destek alarak dik durmaya çalışarak. Sözler hiçbir işe yaramıyordu ama ben aptal gibi inanmaya devam ediyordum. ''Jeno, Donghyuck ve Lena bu işin dışında olacak. Eğer onlara en ufak bir şey olursa seni kendi ellerimle öldürürüm Mark, sonra da kendimi öldürürüm ve bundan zerre pişmanlık duymam. Sana yemin ederim ki bunu yaparım.''

Düşündüm. Eğer Jeno'ya zarar gelirse ne yapardım? Mark bunları öngörüyordu, her şeyi benden çok daha iyi biliyordu ve Donghyuck'a en ufak bir zarar gelirse onu öldürmekten çekinmezdim. Kendimi öldürmekten çekinmezdim çünkü buna alışkındım. Yemin etmem bu sözün bağlılığını arttırır mıydı bilmiyordum ama Mark'ın gözlerindeki ifade tamamen mücadeleci ve bıkkındı.

''Söz,'' dedi, artık yalvarmak üzereydi. ''Sen sadece işine bakacaksın, ben lazım olduğunda sana haber yollayacağım. Belgeler de elinde, o adamın yanına giderken Jeno gelecek seninle. Biz sizin arkanızı kollayacağız.''

Söylediği şeyleri düşünmedim, kafam almıyordu. Ona sadece başımı salladım ve ellerimi dizlerime koyup nefeslerimin düzene binmesini bekledim.

Bu saatten sonra ne olacağını bilmiyordum. Mark'a güvenmiyordum; Mark'ın zekâsına güveniyordum ve Jeno'nun arkamda olacağı düşüncesi bunu kabul etmem için yeterdi bile. Bir süreliğine de olsa Jaemin'in canı güvende olacaktı, Mark bunu sağlayacaktı ancak üçünden birine bir zarar gelirse ne yaparım bilmiyordum. Kendimi asla affetmezdim. Kimseyi zorla bir işe bulaştırmak istemiyordum ancak üçü de bunu kabul etmişti. Sanırım onlar da sabrının sonuna gelmişti ve artık oradan çıkmak istiyorlardı, eğer bunu gerçekten istiyorlarsa onlar için bile kabul ederdim bunu.

Bense Mark'ın elindeki anahtar, Jaemin'in geçmişindeki üstü çizili satırdım. Kendim için hiçbir ifade etmiyordum ancak herkes için bir şeyler çağrıştırıyordum. Sadece Jaemin'i bir süre daha güvende tutmalı ve o adamı alıp karşısına getirmeliydim.

Buna dayanabilirdim.

KARISACAK ORTALIK FENA KARISACAK

bundan sonraki 1-2 bölüm bugünün devamı olduğu için oy sınırına dikkat etmeden peş peşe atabilirim, bakmayı unutmayınız lütfeeeeenn

eveet, bölüm attığıma göre gidebilirim. sınav yaklaştıkça aktifliğim düşecek gibi, siteye sadece bölüm atmak için giriyorum ve emin olun bazen unutuyorum bölüm atmam gerektiğini bunun için hatırlatıcı kuruyorum (evet b12 eksikliği) bölüm istediğiniz zaman yazarsanız çok iyi olur, bölümler hazır zaten ehe.

jaemin DREAM TOUR'DA DAKIKA BASI TWERK ATIYOR?? ULAN BEN SENI BUNUN ICIN MI YOLLADIM GERI DON EVE?? bu aksam kanepede yatıyor enisteniz haberiniz olsun

çok öpüyorum sizi, kendinize iyi bakın seviliyorsunuz!!

OY SINIRI: 15+
YORUM SINIRI: 50+

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro