Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

〆13 : criminals flee from danger, innocents flee from truth

on üçüncü bölüm:
suçlular tehlikeden, masumlar gerçeklerden kaçar

[lee jeno'nun bakış açısı]

Yatağımın karşısındaki boşluğa bakmak ve odanın hiç geçmeyen soğukluğunu hissetmek belki de beni en kötü hissettiren şeylerden biriydi.

Seul her şeyimdi; ablam, dostum, sırdaşım, ailem ve yıllardır görmediğim kardeşimdi. Gidişinin üzerinden henüz birkaç saat geçmişti ve haber vermediğine göre iyi olmalıydı. Kafasında neler kurduğunu bilmiyordum ve başına bir şey gelirse ne yapacağım hakkında zerre fikrim yoktu. Fazla düşünen biri değildim ve onu düşünüp de kendimi ihmal etmek istemiyordum.

Islak saçlarımı karıştırıp yatağın üzerindeki siyah tişörtümü üzerime geçirirken kapı tıklatıldı, ben komut veremeden içeri Donghyuck girdi hızlıca. ''Jeno,'' dedi derin bir nefes alarak. Saçları her zamanki gibi değildi, hareket halinde olduğu belliydi. ''Mark çağırıyor.'' Kaşlarım çatıldı, elimdeki yara izine bakarken gülmemeye çalıştım. Yaralar vardı ve Mark Lee yaralarını önemsemeyen taraftı. Bense yaralar için yaşayan taraftım. Biz çok farklıydık ve Mark da bu farkı biliyordu.

''Çağırıyor? Ne hakla beni ayağına çağırıyor?''

''Hepimizi çağırıyor, sanırım önemli bir şey. Yardıma ihtiyacı varmış.''

Mark'ın başının sıkışması ya da birilerinden yardım istemesi alışık olduğum bir durumdu ancak yardım istediği kişinin biz olması garipti. Neden Seul varken bu yardımı istememişti sorguladım, onunla ilgili miydi? Zaten gereksiz yere yakınlardı ve ben Seul'u bıçaklayan kişiyi bulmaya çalışırken Seul'un umrunda olmaması daha garipti. Bir şeyler bildiğine emindim. Seul her zaman akıllıca davranmıştı, bir istisna dışında.

Harici yaptığı tüm şeyler cesaret isteyen ve normal bir insanın akıl edemeyeceği şeylerdi. Seul kumar oynamayı severdi ama oynadığı kumar kartlarla değildi. Canıyla oynamıştı o kumarı. Kazanmıştı ve şimdi burada değildi. Burada değildi çünkü bir şeyler biliyordu, burada değildi çünkü Mark Lee ile aralarındaki şey her ne ise benim bilmemem gereken bir şeydi.

''Hyuck, Seul'le konuştun mu?'' Donghyuck üzerindeki deri ceketi düzeltti ve kolundaki saate kısaca göz attı. Sanırım acele etmemiz lazımdı. ''Konuştum. Benden şüphelendiğini söyledim ama ciddiye almadı fazla, seninle konuşacağını söylemişti. Konuşmadı mı?''

''Yok,'' dedim üzerime siyah hırkamı alırken. ''Unutmuştur. Hiç mi bir şey yakalayamadın?''

''Hayır, işi olduğu için uzun konuşmamıştık.''

Seul'un bu işi kurcalamamasına anlam veremiyordum. Kimin yaptığıyla ilgili aklımda birkaç kişi vardı ama köşeye sıkıştırmadan hiçbir şey yapamazdım. En kısa zamanda Kang'ın yanına gidip kameralara bakmalıydım. Depo kör noktadaydı ama orayı çeken tek kamera da netti, en azından giren çıkanı bulabilirdim. Donghyuck'u bu minik oyunuma alet etmiştim ama Seul cidden umursamamıştı, bu kadar mıydı yani? Canını umursamıyor muydu? Vücuduna o yarayı açan kişiyi merak etmiyor muydu?

Donghyuck'la aşağı inerken peşimize Lena da takıldı, üst kattan geliyordu. Ben kaşlarımı çatıp ona bakarken Lena saçlarını tepeden toplamaya başladı. ''Ne bakıyorsun, Hyuck'u yalnız mı yollasaydım?''

Donghyuck ona gülerken omuz silktim, ikisi arasındaki garip ilişkiye anlam veremiyordum. Sadece arkadaş gibilerdi ama kesinlikle arkadaş değillerdi. Eksi ikinci kata inip deponun önüne geldiğimizde Hyuck kapıyı ittirdi ve etrafa bakıp Mark'a seslendi.

Mark sağ taraftan yürüyüp karşımıza gelirken onu gördüğüm için sinirliydim, ne diye bizi ayağına çağırıp maskot ediyordu ki? ''Neden bize ihtiyacın varmış?'' dedim ellerimi cebime koyarak. Mark gözlerini devirdi ve gözlerini kıstı. Siyah saçları geriye doğru yatırılmıştı ve hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Siyah kazağı ona bir beden büyük geliyor gibiydi. ''Kang'ın odasından almam gereken bir şey var ve sizin arkamı kollamanız lazım.''

''Bunu neden yapalım?'' Lena kollarını göğsünde birleştirerek Mark'a bir adım yaklaştığında Donghyuck tetikte gibiydi, onun hemen arkasında duruyordu. Mark Lena'yı süzdü ve gülümsedi. Kıza baştan aşağı baktı ve öyle bir gülümsedi ki aralarında bambaşka bir şey olduğunu zannettim. Donghyuck'un bu bakışı fark etmemesi imkansızdı. ''Bilmem.'' dedi göz kırparak. ''İstediğini yapabilirim, anlarsın ya.''

''Benim çıkarım ne olacak?'' dedim Lena'nın kolunu tutup onu hafifçe Donghyuck'un yanına doğru iterken. Herhangi bir şey olursa Donghyuck'u durdurmam zordu ve onunla düşmanı olarak benim muhatap olmam işime gelirdi. Mark kaşlarını çattı ve bana bakmaya devam etti. Bir adım atıp ona yaklaştım. ''Bir şey getireceksin bana.''

''Ne istiyorsun?''

''Cuma gününün kamera kayıtları, tüm binanın.''

''Bunu neden istiyorsun?''

''Ben sana ne yapacağını sormadığıma göre senin de sorma hakkın yok.'' Mark göz devirdi ve başını salladı. Derin bir nefes verdi, sakin davranıyordu. Sağ elini uzatıp sıkmamı beklerken arkamı döndüm ve Kang'ın kapısının önüne ilerlemeye başladım.

Donghyuck ve Lena arkamdan geliyordu, elinin havada kalması zerre umrumda değildi. Kang bu saatte uyumuş olurdu, kapıdaki iki adamı halledersek Mark kolayca içeri girebilirdi.

''Seul kadar olmasa da Mark da Kang için önemli.'' Lena Mark'a kısa bir bakış atarak konuştuğunda Mark arkadan gelip hızlanarak bize yetişmişti. ''Ben Mark'ın yukarıda olduğunu ve yaralandığını söyleyeceğim, başka kimseyi bulamadığımı ve çok kan kaybettiğini. Burası boşaldığı anda Jeno ve Mark içeri girsin.''

''Neden Jeno?'' dedi Mark, kaşları havaya kalkmıştı ve bu sefer pek de rahat gözükmüyordu. Kesinlikle bir şeyler vardı. Donghyuck güldü ve Mark'a dönüp iğneleyici bir şekilde ona baktı. ''Ne yaptığın Jeno'yu ilgilendirmiyor, kamera kayıtlarını alacak. Sana güvenmek biraz riskli olur, anlarsın ya.''

Mark'ın ellerinin ceketinin cebinde yumruk şeklini aldığını gördüm, dişlerini sıkıyordu. Sanırım işi ciddiydi. Donghyuck'un güler gibi olduğunu duyduğumda ''Neyse,'' diyerek asansör boşluğuna girdim. ''Acelesi yok. Mark işini halletsin yeter.''

Ve birkaç dakika sonra herkes hazırdı, Lena koşarak adamların yanına gitti ve birkaç şey söyledi, adamlar telaşla Lena'yı takip etti ve koridorun öbür ucundaki merdivenlerden yukarı çıkmaya başladılar. Mark hızlı adımlarla Kang'ın odasına girerken Donghyuck cebinden bıçak çıkardı. ''Yuh,'' dedim hayretle ona bakarken. ''Sadece adamların girişini engelleyeceğiz, abartmadın mı?''

Donghyuck sırıttı ve kapıyı çeken kameraya bir bakış attı. Ben de kameraya bakarken gülümsemesi büyüdü. Bıçağı çıkarıp hızlıca fırlattı ve bıçak, kameranın tam ortasından merceğe isabet edip kırılmasını sağladı. Kamera bağlantı yerinden ikiye yarılmıştı ve kablolarının hasar gördüğüne emindim. Bunu yapmasını beklemediğimden şaşkınlıkla ona bakmaya devam ettim. O ise gururla öksürdü. ''Öhöm, Seul'den kapmıştım birkaç şey.''

Seul'un ona böyle bir şey öğrettiğini bilmiyordum, bana öğretmediği için onu da sorguya çekmem lazımdı. Telefonumu çıkarıp Seul'e mesaj atarken Donghyuck etrafı kolaçan ediyordu. ''Şimdi,'' dedi omzuma dokunup. ''Sen de git, kayıtları al ve gel. Mark'a güven olmayacağını biliyorsun.''

''Gerçekten acelesi yok, Mark'ın karın ağrısını öğrensem yeterli.''

''Emin misin?''

''Evet.''

Donghyuck üstelemedi, planlarımı hiçbir zaman kurcalamazdı. Sadece ben söyleyince dahil olurdu ve bu, ondaki en sevdiğim özelliklerden biriydi. Donghyuck meraklı bir şekilde koridoru izleyip Mark'ın çıkmasını beklerken merdivenlere doğru başımı uzattım, sesler gelmeye başlamıştı. ''Ya Mark yaralı diyorum neden gelmiyorsunuz?''

Lena bağırarak sesini bize duyurmaya çalışırken Donghyuck'a baktım, ikimiz de aynı anda koşmaya başlamıştık. Donghyuck kameranın merceğine saplanıp yere düşen bıçağı alıp Lena'nın yanına doğru giderken hızla odaya girdim ve kapıyı arkamdan kilitledim. Mark masanın çekmecelerini karıştırıyordu. Ellerim titriyordu.

''Geliyorlar.'' dedim yanına doğru ilerlerken. Mark telaşla bana baktı ve küfür etti. ''Nereye sakladı bunu?''

Donghyuck'un işi idare edeceğine emindim, bıçağı boşuna almış olamazdı. Mark'ın yanına ilerledim ve masaya göz attım. ''Ne arıyorsan çabuk söyle de beraber bakalım.''

Mark kaşlarını kaldırıp bana baktı. Bana güvenmediği ve işini bozacağımı düşündüğü ortadaydı ama şu an ona yardım edip buradan beraber çıkmak, onu tek başına yakalatıp Seul hakkında hiçbir şey öğrenememekten daha kötüydü. Gözlerimi devirerek nefesimi dışarı verdiğimde Mark iç çekti. ''Üzerinde bir logo olması lazım.''

''Ne logosu? Adam akıllı söyle.''

''Busan'daki polis karakolunun logosu.'' dedi hızlı bir biçimde. Bunu neden aradığını sormayı sonraya bırakacaktım, şu an düşünürsem elim ayağım birbirine dolanırdı. Mark masanın etrafında dolanırken kanepelere baktım, Seul'un dediği şeyin aklıma gelmesi çok kısa sürmüştü.

''Bazı belgeleri koltuğun altına sakladığını gördüm, sanırım en önemli olanları. Gereksiz olanları etrafta bırakıp dikkat dağıtmayı seviyor.''

''Kafana sokayım,'' dedi Mark, o sırada kanepelerin minderlerini kaldırmaya başlamıştım bile. Kime laf ettiğini bilsem de gülmeden edemedim, sanırım Başkan'ın neden buraya sakladığını anlamıştı. Kendisi de Başkan'ın neyin peşinde olduğunu gayet iyi biliyor olmalıydı. Minderin kenarından fermuarını açıp elimi soktum ve elime gelen föy dosyasını çıkarıp inceledim. Donghyuck'un sesini duyabiliyordum. ''Siktir, buradaymış.'' dedi hayretle.

Mark uzanıp belgeyi benden aldı ve ben minderi düzeltip yerine koyarken kapıya doğru ilerledi. ''Dur,'' dedim nefeslenmeye çalışarak. Bilgisayarın önüne geçtim ve ekranı açıp şifreyi girdim. Kamera kayıtlarının olduğu dosyaya girerken Mark kapıyı dinlemeye başlamıştı. ''Acele mi etsek?''

Tam tarihi bulmaya çalışıp dosyalara bakarken güldüm. Elbette ki kayıtları silmişti, onun işi olduğu ve benim de peşine düşeceğimi biliyordu. Dişlerimi sıkmama engel olamadım, sol yumruğumu sıkarken bugünün de kamera kayıtlarını sildim ve bilgisayarı kapatıp Mark'ın yanına ilerledim.

Lena'nın sesi yoktu, sadece Donghyuck'un sesini duyabiliyordum. Nerede çıkabileceğimizi bilmiyordum ama adamların kapının önünde olduğuna emindim. Elim kapı kulpunda asılı kalırken çığlık sesi tüm koridoru inletti, Mark'ın kaşları çatıldı ve yavaşça kapıyı araladım.

''Lena bıçaklanmış!'' Donghyuck ve adamların merdivenlerden yukarı çıktığını gördüğüm anda Mark'ı da arkamdan çektim ve odadan çıkıp diğer merdivenlere yöneldim. Lena ne yapmıştı bilmiyordum ama Mark'a soracağım çok şey vardı. Mark Lee gizemli birisiydi.

Jiseul Park, en yakın arkadaşım, ne kadar gizemliyse Mark Lee de o kadar gizemliydi ve bu yanları çok benziyordu. Aralarında ne olduğunu bilmiyordum ancak ikisi de tehlikeli şeylerin peşindeydi.

eeet jenokusumun agzindan ilk bolum, devami gelecek ins ama hemen degil tabiki, bulucaz bi yolunu 🤨

bayramınız mübarek olsun askuslar, sevdiklerinizle sımsıkı sarılın ve onlarla beraber olun. ben oturdum ders çalışıyorumJFLKDKFLŞDÖS gelip elimi öperseniz size bi 200'lük veririm xD

hadi ben topuklar askımlar opuyorum cok gozlerınızden muah 🕊💕💖🐾🦑🦚💞🐳

OY SINIRI: 15+
YORUM SINIRI: 50+

mark her sıkıştığında bizimkileri çağırırsa birkaç bölüm sonra aralarındaki minimum samimiyet:

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro