Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

〆6 : no game with knife

altıncı bölüm:
bıçakla oyun olmaz

Gururun, demişti babam. Ne kendin için, ne de başkası için gururunu ayaklar altına alma.

Sanırım bunu bırakalı çok uzun zaman oluyordu, birisi uğruna her şeyimi feda etmek aptalcaydı ama en azından denemeye değerdi. Bu yolun sonunda belki de hiçbir şey kazanmayacaktım, yok olacaktım ama belki de değerdi.

Mark odasında yoktu, ben de dışarı çıkıp birkaç dakika sigara içtikten ve günün bitmesini bekledikten sonra buraya geri dönmüştüm. Akşam yemeğini kaçırmıştım ama zaten aç değildim. Jeno da ortalıkta yoktu, Hyuck'u görmemiştim bile. Üzerimi değişip spor yaptığım, Mark'la dövüştüğüm o yere gitmek için aceleciydim çünkü bu gece ölecektim. Ya da en azından öyle biliyordum. Jeno bir yolunu bulduysa bunu geciktirebilirdim ama Mark'ın ağzından laf almadan hiçbir şey yapamıyordum. Mark her şeyi biliyordu, en azından bu kadar tanıyordum onu.

Demir kapıyı iterek içeri girdiğimde karanlıktı, elimi uzatıp sol taraftaki yuvarlağa dokundum ve floresan lambalar titreyerek açıldı. Etrafta garip bir koku vardı, midemin bulanmadığını söyleyemezdim ama şu an için burada bulunmak ya da uyumak dışında yapabileceğim bir şey yoktu.

Sağdaki geniş masaya ilerleyip üzerindeki eldivenleri incelerken burada hiç olmayan ve benim de fark etmediğim bir eldiven gördüm. Siyah deri bir eldivendi, üzerinde S simgesi vardı ve buraya aitmiş gibi durmuyordu. Buraya ait olsaydı elbet tanırdım çünkü burada boks eldivenlerinden ve su şişesinden başka bir şey olmazdı. Her şeyden önce yasaktı, başka bir şey sokamazdınız buraya.

Ben eldiveni incelerken arkamdaki kapı gıcırdadı, hızla dönüp bakarken gelenin Mark olduğunu görmemle biraz rahatlamıştım. Tuttukları seri katil asla ama asla açık bir alanda öldürmezdi beni, ya odamda yakalardı ya da sigara içerken. 

''Seni arıyordum.'' dedim eldivenleri masaya bırakırken. Mark kapıyı kapattı ve başını salladı. ''On sekiz kez aramana sebep olan şey neydi merak ediyorum. Yoksa rüyalarına mı girmeye başladım?''

Sırıttı ve bana daha da yaklaştı, lafına güldüm ve omuz silktim. ''Bilmem, sadece canım sıkılmış olamaz mı? Beni eğlendirirsin diye düşünmüştüm.''

''Cık-cık, saygıdeğer düşmanım. Eğlence bu kapının önünden bile geçemez. Biz sadece pislikler ve ölülerle ilgileniyoruz.''

''Mark,'' dedim derin bir nefes alarak. Onunla daha sonra laf yarıştırabilirdim ama daha önemli bir işim vardı. ''Karşı Koruyucularla ilgili ne biliyorsun?''

Yüzünde şaşırmış gibi bir ifade yoktu, bunu sormamı bekliyor gibiydi. Omuz silkti ve arkamdan dolaşıp masanın yanına geldi. ''Çok bir şey bilmiyorum. Sadece iyi bir adam aradıklarını ve Başkan'ın seni seçtiğini biliyorum.''

Kaşlarım çatıldı. ''Gittiğin an seni enseleyecekler demiştim, Başkan seni kendi elleriyle bizzat teslim edecek çünkü seni o yetiştirdi. Eseriyle gurur duyacak ve onlara yaranmış olacak. Her ne kadar dost olmasalar da Koruyucular buraya silah ve para yardımı yapacak, anlıyor musun? Senin canına karşılık bir ordu silah alacaklar, Başkan için gayet mantıklı bir anlaşma.''

''Bunları nereden biliyorsun?'' diye sormadan edemedim. Şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum ancak Mark bana bunları sebepsiz yere, hiçbir çıkarı olmadan söylemezdi. Ya aklında bir şey vardı ya da benimle beraber hareket etmek istiyordu, onun da buradan gitmek için gün saydığını biliyordum.

''Zamanında Başkan'ın köleliğini az yapmadım.'' dedi gülerek. Senden çok daha uzun zamandır buradayım ve kimin ne olduğunu biliyorum. Kendini koru.'' dedi cümlenin sonunda gülüşü kesilirken. Yüzünde buz gibi bir ifade vardı ve şaka yapmıyordu. Şaka değildi. Şaka değildi.

Kaşlarım daha da çok çatılırken yutkundum. ''Ne?'' Tırnak uçlarıma kadar ürperdiğimi hissettim, o ise dümdüz ifadesiyle bana bakıyordu. Sağ elini kaldırdı ve işaret parmağıyla karnımı işaret etti.

''Kasıklarının üstü, kaburgalarının altı ve sol tarafı. Bıçak oraya girdiği zaman öldürmez, sadece acı çekersin. Eğer kendini savunmak istiyorsan bıçağı oraya saplamalısın, bu şekilde ölmemiş olursun.'' dedi bana yaklaşarak. Gözüm masanın üzerindeki eldivene gitti, Mark uzanıp eldivenleri eline geçirirken sıcakladığımı hissediyordum ve neyin gerçekleşeceğini biliyordum.

Ölümden korkmuyordum, bu konuda bir sıkıntım yoktu ama ondan beklemiyordum. Düşmanım da olsa ondan beklemezdim.

Başımı eğip sol tarafıma bakarken hesaplamaya çalıştım. Beni öldürecekse neden öldürmeyecek olan kısmı söylemişti?

''Sen yaptın.'' dedi eldivenleri geriye doğru çekiştirirken. Sesi dümdüzdü, alay bile yoktu. Sanki ruhu çekip alınmıştı, zerre duygu barındırmıyordu sesi ve bu beni daha çok germişti. ''İntihar etmek istedin ve bu bıçağı...'' dedi. Cümlenin devamını getirmeden önce hızla bana doğru geldi ve derimin kesildiğini duydum. İğrenç bir sesti. Mark derin bir nefes aldı ve sol elini bel boşluğuma koyup çenesini omzuma yasladı. Derin bir nefes aldı ama ben nefes alamıyordum.

''...kendine sen sapladın.''

''Mark...'' diye inledim güç almak için omzuna tutunurken. Tırnaklarımı omzuna geçirdim düşmemek için. Beni sıkıca tutuyordu ama bacaklarım titriyordu, göğsünün hızla inip kalktığını hissetsem de nefes alamıyordum ve ağzımı açık tutmak zorunda kaldım. Elim omzuna daha sıkı sarılırken dengemi sağlayamadan düştüm ve Mark da benimle beraber yere eğildi, dizlerim üzerinde duruyordum. Onu ittirmek ve yüzüne bakmak istedim, bunun için güçsüzdüm ancak en azından başımı eğip bedenlerimize ve bıçağa bakabildim. Aramızda mesafe yoktu ama bıçağı görüyordum, bahsettiği yerdeydi.

Başımı kaldırıp Mark'a baktığımda yutkunduğunu adem elmasının hareketinden anlamıştım. Şoka girmiş gibiydi ama kendisini tutabiliyordu. Elleri benimkiler gibi titremiyordu, buna alışık olduğu düşüncesi aklımda yer edindi ve bu ona bakış açımı değiştirdi. Mark benim sandığım gibi biri değildi. Benden, bizden farklıydı. Buranın ruhu onun damarlarında geziyordu. Onun kanı bizimkinden ve benimkinden çok daha farklıydı.

Mark geri çekilip eldivenli elini elimin üzerine koydu ve bu sefer bıçağı benim kavramamı sağladı. Bunu bana ben yapmıştım. Benden uzaklaştı, bana daha geniş bir yer açıldı ama ben nefes bile alamıyordum. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim. Nefes almak çok zordu ve ben sağ tarafıma doğru yığıldım. Öksürdüğümde boğazımdan bir kan tadı geldi ve dudağımın kenarından akmaya başlayan kanı tükürdüm. Destek almak için çabaladım ancak parmaklarımı hissetmiyordum, ne yapacağımı bilmiyordum.

Mark eldivenleri çıkardı ve köşeye fırlattı. Beni dinleyecek gibi değildi ve ben de konuşacak gibi değildim zaten, beni şaşırtan şey sözde görevini yapması ama beni öldürmemesiydi. ''Mark...'' diye fısıldadım tekrardan, devamını getiremeden öksürmeye devam ettim. Boğazımda acı bir tat vardı ve ellerimin buz kestiğini hissediyordum, bedenim de titriyordu. Çekeceğim acının bu kadar şiddetli olacağını söyleseydi en baştan beni öldürmesini yeğlerdim. Bıçağı tutan ellerim titriyor, betonun soğukluğu bedenimi üşütüyordu ve Mark beni izliyordu.

''Seni öldürebilirdim,'' dedi bir adım uzaklaşıp. ''Bu benim için gayet kolay ama yapmadım. Sen de beni görmedin, tamam mı?''

''Bunu,'' dedim öksürmeye devam ederken. Derin bir nefes almaya çalıştım. ''Neden başkası değil de sen?'' Cümle kurabildiğime sevinirken Mark cevap verme gereği duymadı. Aklımda dönüp dolaşan tek şey bunu neden yaptığıydı. ''Şimdi gidip Jeno'ya haber vereceğim, sen de intihar ettiğini söyleyeceksin.''

Gözlerimi kapattım ve bir nefes daha almaya çalıştım. Jeno buna inanmazdı çünkü sabahki konuşmaları duymuştu ama bunu Mark'ın yaptığını söyleyemezdim. Söylersem bu iyiliğine ihanet edecektim, söylemezsem Jeno üstelemeyecekti çünkü bunun yaşanacağını biliyordu. Mark kapıdan çıkarken başımı eğdim ve elime baktım. Zemin, ellerimle beraber kan olmuştu ve iğrenç gözüküyordu. İğrenç görünüyordum. Kendi kanımı böyle görmek rahatsız ediciydi.

Ve belki de en rahatsız eden şey, çektiğim bu acının ya da kalbimde hissettiğim sıkışıklığın hiçbir karşılığı olmamasıydı. Koskoca bir şehri ayaklandırabilirdim, bir devrim başlatabilir ve burayı yıkabilirdim ama ben birisi uğruna tüm bunları göze almıştım. Böylesine iğrenç bir dünyada hayatta kalmaya çalışmaktan daha zor olan bir diğer şeyse zaafların için çabalamaktı.

Çabalamaktı ancak ne kadarı başarılı olurdu tartışılır, öyle ki ben ölmeyeceğim yerden bıçaklanmışken ve nefes bile alamıyorken aklım ondaydı. Ona ulaşma arzusundaydı. İki gün daha sabredip onun yanına gidebilirdim ama ölüyordum.

Ağzımdan oluk oluk kan akmaya devam ediyordu, birkaç ses duyuyordum ama uğultu gibiydi, gözlerim görmüyordu. Etraf bulanık ve sisliydi. Birisi başımı elleri arasına aldığında ve dizlerine koyduğunda kendimi zorladım ama yapamadım, gözlerimi açamadım.

ABOOO MARK NAPIYOSUN

VILLAIN MARK BENI COK YUKSELTIYO
KU DU RU YO RUM.

(ramazaninizi enisten duygularımla kutlarim🙏🏻🙂)

OY SINIRI: 12+
YORUM SINIRI: 20+
(bence yapabilirsiniz...)


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro