Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

〆33: bodies on the edge of the cliff

otuz üçüncü bölüm:
uçurum kenarındaki cesetler

Kimse uçurum kenarındaki cesetlerin nasıl gözüktüğünü bilmez, bilmek için de oraya atlamazdı.

Kimse sizin ne düşündüğünüzü, ne yaptığınızı ve nasıl hissettiğinizi bilmez, sizi boş laflarla kandırırlardı. Hayat buydu. Gerçekleri görmek değil, gerçeklerin önüne yalandan kelimelerle gereksiz bir perde çekmekti. Perdeyi aralamak için elinizi uzattığınızda elinizi tutarlardı ama destek olmak için değil, gerçekleri görmenizi engellemek için.

Lee Jeno bana tam olarak bunu yapmıştı.

Onu düşününce yıllara ihanet etmişim gibi hissediyordum ama hayır, ihanet eden ben değildim. Oydu. Sessiz kalarak, benim orada çırpınışlarımı görmezden gelerek ve belki de beni oyalayarak ihanet eden oydu. Ben sözüme sadıktım, onu asla yarı yolda bırakmazdım ama o beni yarı yolda bırakmamış, yoluma olabilecek tüm engelleri döşemişti.

En başından beri amacımı biliyordu, neden orada olduğumu biliyordu. Mark'la düşman olma sebebimizin aramızdaki rekabet olduğunu da biliyordu, eğer her şeyi en başından öğrenseydim ne ona ihtiyacım kalırdı ne de Mark düşmanım olurdu. Arkadaşım olarak her zaman arkamda duracağına söz vermişti ama ben sırtıma darbeler alırken arkasını dönmüştü. Mark'ın gözümü açacağını biliyordu ve bunu engellemek için uğraşmıştı bu zamana kadar.

Mark'ın yarası geldi aklıma. Bunu Jeno yapmış olabilir miydi? Olamazdı, değil mi? Jeno daha silah kullanamazken birisine yara açamazdı.

Kendimi kandırıyordum. Jeno silah kullanabiliyordu, bunu yaparken elleri titremiyordu. Koruyucular silah yetenekleri ile tanınıyorlardı, bu yüzden ben de bir oyuna itilmiştim. Kang en iyi adamını Koruyucular'a teslim edip benim getirdiklerime çökerken ben orada bir katil olacaktım. Eli silah tutan herkes Koruyucularda olurdu ve beni de oraya göndermek istemişti çünkü benimle işi bitmişti. Elinde Mark Lee gibi bir deha ve bıçak ustası varken, zehir gibi biri varken beni istememesi gayet normaldi. Sırtıma aldığım kaçıncı bıçak darbesiydi saymamıştım bile.

Lena. Lena hakkında hiçbir şey diyemiyordum çünkü Donghyuck'un içinde biriktirdikleri benim söz hakkımı elimden alıyordu. Donghyuck'un elleri elimdeyken ve başı eğikken pişman olup olmadığını düşündüm. Bana her şeyi anlattığı için pişman mıydı? Keşke anlatmasaydım diyor muydu? Jeno ile konuşmuyordu, Lena'yı silmişti ve benim yüzümdendi. Aramızda ne olduysa hepsi benim üzerimden ilerlemişti ama onlara benden çok tavır koyan Donghyuck'tu. Belki de hissediyordu. Biliyordu. Uçuruma atlayıp o cesetleri görmüş ve bana da göstermişti. Lee Donghyuck benim elimi destek olmak için tutan kişiydi.

''Lütfen,'' diye mırıldandım kendimi sıkarak. Donghyuck gözlerime bakmıyordu artık. Kafasında neler dönüyordu bilmiyordum ama ona destek olmam lazımdı. Dört yıldır yanımda olan, yaralarımı bilen ve buna engel olmaya çalışan kişiydi o. Şimdi karşımda bu kadar çaresiz durması kafamı allak bullak ediyordu. Ona şimdi destek olmazsam ne zaman olacaktım?

''Bana bak Hyuck, lütfen. Kafandan ne geçiyorsa anlat bana.''

''Yeter, Seul.'' dedi. Başını kaldırmıştı, gözleri dolu doluydu ama dişlerini sıkıyordu. Sesindeki sertlik kaşlarımı çatmama sebep oldu. Ellerim arasındaki ellerinin ısındığını hissettim, ya da benim ellerim buz kesmişti. Bana daha önce böyle bir ses tonuyla konuşmamıştı.

''Beni bırak, kendine bak. Yarına çıkacağının garantisi yok ve sen hâlâ beni düşünüyorsun. Bunu yapmayacaksın, bunu yapmana izin vermeyeceğim bu sefer. Kendini asla benim önüme koyma Jiseul, bunu artık yapamazsın.''

''Ne demeye...'' Sesim kesildi. Yutkundum, gözlerimi kırpıştırdım ve elini elimden çekişini izledim. Camdan içeri giren loş ışık yüzünü aydınlatıyordu ama ben sadece karanlık görüyordum onda. ''...çalışıyorsun?''

''Ben Jeno değilim.''

Söylediği kısacık bir cümle kalbimin hızlanmasını sağladı. Ben Jeno değilim. Hiçbir açıdan o olamazdı. Beni sırtımdan bıçaklamazdı, onun için yaptığım fedakârlıkları kabul etmezdi. Bunu mu demeye çalışıyordu? Ne demek istediğini anlayamadım çünkü gözlerindeki hüzne çok zıttı sesindeki sertlik.

''Kendini benim için feda edemezsin, anladın mı? Buna izin veren aptal Jeno'ydu ve şimdi haline bak. Onunla ister konuş ister konuşma ama ben Jeno değilim ve değil kendini siper etmek, benim için kılını bile kıpırdatamazsın.''

''Donghyuck, ne diyorsun?'' Sesim titredi. Onunla konuşurken ilk defa sesim titredi ve bunu fark etti ancak tepki vermedi. Yediğim onca dayaktan sonra sırtımı sıvazlarken bile sesim titrememişti ama onun bu ani çıkışı boğazımdan yukarı acı bir şeyin yükselmesine sebep oldu.

Donghyuck ayağa kalktı ve odanın içinde turlamaya başladı. Jaemin yoktu, salonda olmalıydı. Bizi konuşmamız için odasında tek bırakmıştı ve biliyordum ki ben ona bunları sonradan anlatabilirdim, en azından hazır olduğum zaman. Ama şimdi, arkadaşım bana asla alışık olmadığım bir tavır sergilerken ne yapmam gerektiğini bilemedim.

Donghyuck geniş pencerenin önüne geldi ve ellerini saçlarından geçirdi. Oturduğum yatakta ona baktım sadece, konuşmasını bekledim. ''Hayır.'' dedi başını sallayarak. Kendisine mi diyordu bunu yoksa bana mı, emin değildim.

''Şu saatten sonra aldığın her nefes için şükretmelisin. Onun yanında olduğun için şükretmelisin. Beni düşünme, ben bir yolunu her zaman bulurum. Gecenin bir vakti ansızın götürülebilirsin ve ben buna bir şey yapamam. Mark bile yapamaz. O yüzden sadece yaşamana bak, canının garantisi olmadığını ona söyle. Eğer yarına ölürsen üzülmemesini söyle.''

''Bir şeyler biliyorsun.''

Ayağa kalkışım çok hızlıydı, ne ara kalkıp yanına vardım ve omuzlarından tutup onu kendime çevirdim bilmiyordum bile. Kalbim gümbür gümbürdü, Jaemin iyi ki burada değildi. Kaşlarım olabildiğine çatıldı ve Donghyuck sessizce bana bakmayı sürdürdü. ''Biliyorsun.'' dedim başımı sallayarak. Biliyordu, değil mi?

''Mark sana bir şeyler söyledi.'' Donghyuck Mark'ın adını asla ağzına almazdı, çok nadiren olurdu bu ve şimdi, benimle konuşurken Mark'ı bir çıkış yolu olarak görmesi her şeyi anlamamı sağlamıştı. Jeno'dan sonra Mark'la konuşmuştu belki de Mark ona her şeyi anlatmıştı. Sonuçta koskoca Birliği yanına çeken ve gelecekteki Kang olmaya aday olan kendisiydi. Birliktekiler şu an onun emri altındaydı, herkes Başkan'a saf bir nefret beslerken onun orayı yıkması zor olmayacaktı. Mark her şeyi biliyordu.

''Kahretsin Donghyuck, neden kendimle ilgili bir şeyi öğrenmek için bu kadar çırpınıyorum?'' Onu hafifçe iterek pencereye dönerken derin bir nefes aldım. Donghyuck'un beni koruyacağını biliyordum. Eskiden beri aramızda yaralarımdan ve yaşadıklarımızdan olsa gerek buna çok emindim ama buna kendim de inanmıyordum. Jeno için de aynısını düşünmüştüm ama şu an burada değildi. Jeno yüzünden Donghyuck'a tavır alamazdım çünkü şu an yanımda olan oydu.

Parmaklarım saçlarımın arasında kısaca dolaştı ve tekrar aşağı düştü. Donghyuck sessizdi, sinirlenmeye başlıyordum. Dişlerimi sıkma gereği duydum ama bunu yaparken bile canım acımıştı. ''Söyle.'' dedim yutkunarak. ''Sen söylemezsem Mark'ın yanına gideceğim.''

''Gidemezsin.'' dedi sessizce. Kaşlarımı çattım. ''Neden? Ona inanırım ve seni bırakırım diye mi korkuyorsun?''

''Mark sana istediğin-''

''Cevapları verebilir. Emin ol çok daha fazlasını verir ve senin ruhun bile duymaz.'' Kısa bir sessizlik oldu. Donghyuck da bedenini benim gibi pencereye dönerken yumruk yaptığım ellerimi eşofmanın cebine koydum. Kalbim kulaklarımda atıyordu ama bedenim son derece tepkisizdi.

''Mark'a yemin ettim.'' dedim kelimeleri seçmeye çalışarak. ''Eğer size herhangi bir şey olursa önce onu, sonra da kendimi öldüreceğime dair.''

Donghyuck'un başı hızla bana doğru dönerken ona bakmadım çünkü yüzündeki ifadeyi tahmin etmek çok kolaydı. Bunu yapacağımı ve yaparken tereddüt etmeyeceğimi biliyordu. ''Zarar gören kişi Jeno bile olsa bunu yaparım Donghyuck. Zarar gören kişi eski dostun Jeno bile olsa bunu yaparım, ne üzülürüm ne de ağlarım çünkü böyle alıştım.''

''Ne diyorsun sen Seul?''

''Aklın varsa bana bildiklerini söylersin ya da kendini korumaya çalışırsın, diğerlerini de. Artık onlarla konuşmuyor olabilirsin, nefret ediyor olabilirsin ama size gelen herhangi bir zararın sebebi Mark olmasa bile onu sorumlu tutacağım.''

''Bu mantık dışı.''

''Mantığımla hareket etseydim şu an Birliğin arkasındaki arazide gömülü olurdum.''

''Sus.'' diye mırıldandı yine aynı ses tonuyla. Yanağımın içini dişledim. Onu tehdit etmek istemiyordum, onu zor durumda bırakmak istemiyordum ama buna mecbur bırakılıyordum. Omuzlarımın titrediğini hissettim.

''Karar senin Donghyuck. Ya her şeyi söyler ve beni canımla baş başa bırakıp kendini düşünürsün, ya da sessiz kalır ve en ufak bir pürüzde Mark'la benim cesedimi Birliğe gömersin. Karar senin ve ben sana karışmayacağım.''

Donghyuck'un nefesini dışarı verişi çok sesliydi. Konuşmadı, bana bakmadı bile. Kısa bir süre sonra arkasını dönüp odadan çıktı ve kapıyı çarptı. Titreyen ellerim bana asla yardımcı olmuyordu ama böyle davranmak zorundaydım. Kimseyi kendim için tehlikeye atamazdım ve Donghyuck o kişilerin en başındaydı.

Pencerenin önünden ayrılıp geniş yatağın ucuna oturdum. Kapının çarpma sesi kulaklarımda yankılanıyordu ve Donghyuck'un nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Belki Mark'ın yanına gitmişti, emin olamıyordum. Bana öfkeliydi ama öfkesini benden çıkarmayacaktı, her zamanki gibi.

Odanın kapısı açıldı birkaç dakika sonra. Dirseklerimi bacağıma yaslamış, yüzümü ellerim arasına almıştım ama gelenin kim olduğunu bakmadan da biliyordum. Tahmin ettiğim gibi sağ tarafımda bir ağırlık oldu ve Jaemin elini omzuma çıkardı. ''Anlatabilirsin.'' dedi yumuşak bir sesle.

Başımı iki yana sallayıp reddettim, eli aşağı doğru kaydı ve belimde durdu. Başımı kaldırıp Jaemin'e baktığımda gözlerinde kısa süreli bir kaygı gördüm, kendini rahat hissetmiyordu. Ölüm düşüncesi aklındaydı ve kesinlikle rahat hissetmiyordu. En yakın zamanda Mark'la konuşmam lazımdı.

''Ne olursa olsun burada duracağım.'' dedi yutkunarak. Gözlerini yüzüm hariç her yerde gezdiriyordu. ''Ne yaparsan yap arkanda duracağım.''

Arkamda durursa yara almaz mıydı? Sırtıma inecek darbeler ona zarar vermiş olurdu. Doğrularak bedenimi tamamen ona döndüğümde iki elimi de çenesine koydum ve bana bakmasını sağladım. ''Hayır. Önümde dur, böylece seni koruyabileyim.''

Sessizlik devam etti. Ellerim aşağı düşerken ve başımı Na Jaemin'in omzuna yaslarken sırtımda dolaşan elleri huzurlu hissettiriyordu. Ne olursa olsun buradaydık ve geri dönüşümüz yoktu.

Benim, hiçbir şekilde geri dönüşüm ve yarınım yoktu.

arkslar... sw bitmeden ben yeni bir jaemin fici atabilirim... SADECE HABERİNİZ OLSUN...😟

ha bir de birazcık yorum yaparsanız çok güzel olur eheheheh

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro