〆11 : a familiar stranger
on birinci bölüm:
tanıdık bir yabancı
Aptal olduğumu düşünmeden duramazdım. Kendimi her zaman aptal gibi hisseder ve bu kocaman dünyanın altında ezildiğimi, hiçbir şey yapamayacağımı düşünürdüm. Hislerim, eylemlerimin önüne kocaman bir set çekerdi ve ben o seti aşmak için başkalarına ihtiyaç duyardım. Belki de bu yüzden insanlara karşı sert olamıyordum. Herkesin bana yardım edeceğini, herkesin iyi olduğunu düşünüyordum ama bu yanlıştı. Bunun yanlış olduğunu biliyordum.
Yaşadığım şu süre zarfında iyi kalpli diyebileceğim biriyle tanışmamıştım. Tanışamamıştım. Bilmiyorum, başkaları belki iyi kalpliydi ama ben kesinlikle değildim. Kendimle ilgili düşüncelerim bile o kadar tutarsız ve dağınıktı ki onları toparlayıp kendimi oluşturamıyordum. Aynaya baktığımda bir beden değil, sağa sola savrulan toz bulutları görüyordum. Elimi uzatıp onları dağıtamıyordum çünkü hissetmemeyi seçmiştim.
Elimdeki çantada sadece biraz para ve birkaç parça kıyafetim vardı. Hava buz gibiydi, yağmur yağıyordu ve ben Hyuck'un gönderdiği adresi aramakla meşguldüm.
Na Jaemin'in yanına gitmek, onu bulmak ve kendimi açıklamak imkansız değildi belki ama zordu. Gecenin bu saatinde onun yanına gitsem ne diyecektim ki? Beni tanımayacaktı ve bir yabancıyı evine alamazdı. Tek başına yaşadığını söylemişti Donghyuck ama ben hiçbir şey için emin değildim. Göğsümdeki toz bulutu gittikçe büyüyor ve başta kalbim olmak üzere tüm kaburgamı esir alıyordu. Ciğerimdeki hava bana yetmeyecekmiş gibi hissediyordum. Soyut olarak daralmaktan çıkmıştım, kaburgam küçülmüştü ya da kalbim sığmıyordu, nefes alamıyordum. İçim daralmıştı ve kafamın içinde sekip geri dönen düşünceler bir süre sonra başımı ağrıtmaya başlamıştı.
Montuma daha sıkı sarınarak köşedeki ışıklı bakkalı gördüğümde nefesimi ve stresimi biraz olsun dizginleyebilmiştim. Bu sokaktan yukarı çıkacaktım, altıncı sokak burasıydı. Bakkalın önünden geçerken doğru gelip gelmediğimden emin olmak için ismini tekrar okudum. Burasıydı. Sol cebimdeki telefonu çıkarıp Hyuck'un mesajını tekrar okudum.
donghyuck:
oralar pek tekin değil, giderken dikkatli ol.
eğer ters bir şey olursa ya da planladığın gibi gitmezse araman yeterli.
ben zaten dışarıdayım, gelmem beş dakika bile sürmez.
Elimi saçlarımdan geçirip derin bir nefes verdim gerginlikle, belki de büyütülecek hiçbir şey yoktu. Ona kendimi yardıma muhtaç biri gibi gösterecektim ve eğer bana acırsa yanında kalmak için bir sebebim olacaktı, eğer umursamazsa geldiğim gibi geri dönecektim ama sonrasını bilmiyordum. Kendimi o kadar inandırmıştım ki başka bir ihtimal düşünmek istemiyordum. Onun iyi biri olduğunu biliyordum ve buna inanıyordum, iyi insanlar yardıma muhtaç insanlara yardım ederdi. Na Jaemin iyi biri olmasa bile insanlara yardım edecek biriydi.
Yokuş yukarı çıkarken sokağın kenarındaki gençleri gördüğümde adımlarımı hızlandırdım. Belki de benden küçüklerdi, kız erkek karışık bir arkadaş grubuydu ama zilzurna sarhoş oldukları her hallerinden belliydi. Onlara bakmadan önlerinden geçtim ve geçerken de apartman numaralarına baktım. Sıralı bir şekilde dizilmişlerdi, altıncı apartmanı ararken kalbim ağzımda atıyordu.
Altıncı apartmanın önüne geldiğimde titremeye başlayan ellerimi pantolonuma sürttüm ve kapının önüne geldim. Apartman bu yokuş yolun en üst kısmındaydı, aşağı baktığımda bile ne kadar yüksekte olduğumu görebiliyordum. Elimi kafamın içine sokmak ve tüm düşünceleri tutup şuradan atmak istedim. Yuvarlanır ve bir daha geri dönmezlerdi. Bir an için bunu yapabileceğime inandım.
Zile basmam gerekiyordu ve ben oradaki ismi görmüştüm. Na Jaemin yazıyordu ince ve italik bir yazıyla. Bu yazının kendi el yazısı olduğuna emindim. Eskiden de böyle yazardı, her zaman eğik yazı kullanır ve yazısına çok önem verirdi. Patlayacakmış gibi atan kalbim göğüs kafesimi zorluyordu ve ben zile basıp basmama konusunda kararsızdım. Başımı uzatıp çocuklara bakarken ne yapmam gerektiğini düşündüm. Zile basarsam belki de kimin geldiğini bilmediği ya da beklediği biri olmadığı için kapıyı açmayabilirdi. Yağmur hızlanıyordu ve ben üşümeye başlamıştım. Soğuktan ellerim kıpkırmızı olmuştu ve hareket ettirmekte zorlanıyordum. Derince nefes aldım ve çocuklara seslendim.
''Bu kapıyı açarsanız size para vereceğim.'' dedim tedirgin bir tavırla. Diğerlerine göre daha ayık olan bir çocuk hızla ayağa kalktı, yanıma gelirken elindeki içki şişesine bakakaldım. Sokak da kötü gözüküyordu, Jaemin neden böyle bir yerde kalıyordu? Babası zengindi, en azından eskiden. Ben öyle hatırlıyordum. Doğru hatırlayıp hatırlamadığımdan bile emin değildim.
''Ciddi misin?''
''Aç şu kapıyı, dondum.'' diye mırıldanarak cebimden kağıt para çıkardım. Oğlan cebinden anahtar çıkarıp kapıyı açtı ve elimdeki parayı ben daha uzatmadan alarak arkadaşlarının yanına geri döndü. Şaşkınlıkla ona bakakaldım, cidden çok garip insanlar vardı. Ya da ben aptaldım. Bir yabancının beni evine alacağını düşünecek kadar aptaldım. Kendime sinirlendim ve dişlerimi birbirine bastırdım.
Apartman kapısını arkamdan kapatıp merdivenlere yönelirken posta kutularına baktım. Tepemdeki otomatik lamba yandığında isimler daha net gözüktü. Altıncı kutunun üzerinde de aynı el yazısıyla Na Jaemin yazıyordu. Bu ismi duymak bile kulaklarımı uğuldatıyordu. Alt dudağımı dişleyip yumruklarımı sıktım ve merdivenleri çıkmaya başladım.
Korkuyorsun, diyordu içimdeki ses. Ses, kafamın içinde, kalbimde ve bedenimin her noktasındaydı. Adımlarımı yavaşlattı ve bacaklarımı titretti. Duvara tutundum. Bileklerim titriyordu, kafama vurmak istedim. Kafatasımı açıp bu sesi öldürmek istedim ve ellerimin kirli olmasını umursamadım bile.
Yalnız kalmaktan korkuyorsun. Onu görememekten ve seni tanımamasından korkuyorsun. Korkuların bir çığ gibi büyüdü, fark etmiyor musun bunu? Büyüdükçe güçsüzleştin.
Başımı iki yana sallayıp sesin gitmesi için çırpınmaya başladım. Gözlerim dolarken neden bu sesi dinlediğimi kendime sormak istedim ama soramadım, kendime hiçbir şey diyemiyor ve söz geçiremiyordum. Dışarıdaki ses apartmanın içine kadar geldi, yağmur damlaları demir kapıya vurmaya ve korkunç bir ses çıkartmaya başladı. Eskiden beri bu sesten korkardım. Eskiden beri değişmemiştim. Eskiden beri aynıydım ama büyümüştüm, büyüdükçe güçsüzleşmiştim.
''Korkmuyorum,'' diye mırıldandım çatallı çıkan sesime aldırış etmeden. Kimi inandırmak istiyordum, kime neyi kanıtlama çabasındaydım? Burada benden başka kimse yoktu. Kendimle yarışmaya son vermeliydim ama hayır, bunu yapamazdım. Kendimi iyileştirecek kişi ben değildim. Kendime iyi davranmaya başladığım anda sırtımı insanlara dönmüş olurdum.
Gideceksin ve o seni tanımayacak. Hadi, birkaç adım daha at ve kapıyı suratına çarpışını izle. Onun için bir hiçsin, seni unuttu bile.
Gözyaşlarım durmaksızın yanaklarımı ıslatırken nefes almaya çalıştım, sesler artıyordu. Kapı artık şiddetle sarsılıyordu. İçerisi karanlıktı ve yürümekte zorlanıyordum. Kendimi inandırmam lazımdı. Beni unutmuş olsa bile aklına gelecektim çünkü umut her şeydi. Umudumu kaybedersem her şeyimi kaybederdim.
Derin nefeslerimin ardından kendimi merdivenleri çıkmaya zorlarken rüzgarın uğultusu kulaklarıma vurdu, bedenim ve ellerim tamamen titriyordu. Zoraki bir şekilde merdivenleri çıktım ve o sesi duymamak için kafama vurdum, saçlarımı çekiştirdim. Şimdi olmazdı. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip yanaklarımda kuruyan yaşları yok etmeye çalıştım. Şimdi üçüncü kattaydım, altıncı dairenin hemen yanında, sol tarafındaydım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki etrafındaki damarlar birer birer incelerek koptu. Artık kalbim vücudumun her yerinde, kafamın içinde atıyordu.
Elim karnımdaki yaraya giderken dişlerimi sıkmak zorunda kaldım. Acı çekecek durumda değildim, Jaemin'i görmem ve kendimi ona kabul ettirmem lazımdı. Dik durmaya çalışarak kapının önüne geldim ve çantamı yere bırakıp zile bastım. Kalbim kulaklarımda atıyor, ellerim titriyordu. Bedenime hakim olmak şu noktada çok zor geliyordu ve apartmanın camına çarpan damlalar korkumu tetikliyordu. Çok şiddetli bir gök gürültüsü duydum ancak kapının gıcırtısı o sesin önüne geçti.
Na Jaemin kapının arkasında, benden belki de sadece bir adım uzaklıktayken hayal görüp görmediğimi düşündüm. Uzanıp ona dokunmak ve eğer bir bulutsa dağıtmak istediğimi fark ettim. Buğulanan gözlerim onu görmemi zorlaştırırken en sonunda yüzüne, gözlerinin içine bakabilmiştim. Omzu kapı pervazına yaslıydı ve kolları göğsünde çaprazlama bir biçimde bağlıydı. Gözleri hâlâ aynıydı, aynı şüphe ve aynı merakla bakıyordu. Çatılı kaşları alnını kırıştırırken bunu yapmaması gerektiğini söylemek istedim ona. Bunu yaptığı zaman çirkin göründüğünü söyler dururdu ama şimdi, bunu umursuyor gibi durmuyordu. Parmaklarımın ucunda şiddetli bir elektriklenme hissettim.
''Kimsin?''
Cevap vermek, konuşmak, kelimeleri bir araya getirmek ve hatta kafamda toparlamak bile çok zor geldi o anda. Dudaklarımı aralasam bile kelimeler çıkmadı boğazımdan yukarı. Jaemin'in siyah saçları iki yana ayrılmıştı ve gözlerindeki yorgunluk dikkat çeker derecedeydi. Üzerindeki lacivert kazak kahve kokuyordu. Hâlâ aynıydı, bedeni hariç değişen bir şey yoktu. Düşünceleri de değişmiş olmalıydı ama hayır, artık hatırladığı bir düşüncesi yoktu. Konuşamadığım için kendime vurmak istedim.
''Kimsin dedim?'' Sorusunu yinelerken derin bir nefes aldım, daha kararlıydım belki de. Konuşacağım sırada korkunç derecede ses çıkaran gök gürültüsü korkularımın gün yüzüne çıkmasını sağladı. İrkilerek kulaklarımı kapattım ve dudaklarımı birbirine bastırarak başımı eğdim. Bu sesten nefret ediyordum.
Başımı kaldırmadan kolum tutuldu, evin içine doğru çekildim ve kulaklarımı açmak zorunda kaldım. Jaemin sinirli gözüküyordu. Kaşları çatılmıştı ve dişlerini sıktığını fark etmiştim. Küçükken yaptığım bu harekete sinirlenmişti belki de. ''Gidecek bir yerim yok.'' dedim yutkunarak.
''Yardıma ihtiyacın olduğunu düşündüğüm için burada kalmana izin veriyorum. Yarın her şeyi anlatacaksın.'' Sert sesi istesem de istemesem de bunu yapacağımı söylüyordu zaten, başımı sallamakla yetindim. Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Jaemin o sırada bana öyle bir ifadeyle baktı ki beni tanıdığını, her şeyi hatırladığını ve bana sarılacağını sandım. Kısa süreli bir şefkat, ama ardından karmakarışık bir ifade geçti gözlerinden.
''İsmin ne?''
''Laura.'' dedim ilk defa bu kadar net konuşabilmenin verdiği gerginlikle. Bu ismi hatırlaması zordu çünkü bu ismimi kullanmamıştım hiçbir zaman ona karşı. Bana Seul demeye alışmıştı o da herkes gibi. Jaemin başını salladı ve başını kaşıdı. İfadesinden hiçbir şey okuyamıyordum, saklayabiliyordu belki de.
''Sen odamda yat, ben salonda yatarım.''
''Koltukta yatabilirim.'' dedim sessizce. Jaemin arkasını bana dönerken kısa bir bakış attı. ''Yatağımda yat, koltukta yatmamı istemiyorsan yanına kıvrılır yatarım ben.''
Konuşmadım, teşekkür etmedim, ses çıkaramadım. Çünkü bu aynısıydı. Bu konuşmaları hatırlıyordum. Kabuslarımın başlangıç sahnesiydi ve ben kabuslarımı yaşamaya başlıyordum. Beni uyutmayan kabuslarımın içine girmiştim, bu sahneyi hatırladığıma yemin bile edebilirdim. Böyleydi, yine yanına yatarım demişti gördüğüm rüyada.
Yanımda yatarsa huzurlu hissedecektim ama o hiçbir şey hissetmeyecekti.
☽
sizce jaemin bir yabancıyı neden hiç sorgulamadan evine kabul etti?? :DD
evet sonunda o bölüm geldi, bundan sonraki teorilerinizi falan bekliyor olacagim NA JAEMIN DEVRİ BAŞLADI ULAN
hadi ben kaciyom, yorum okumayı da çok seviyorum haberiniz olsun hani 😉😉 bakalım bu yol nereye cikacak MERAKLANMAK
OY SINIRI: 15+
YORUM SINIRI: 50+
jiekus gidior sizi opuor 👉🏻👈🏻💝💓🐙💫
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro