22 - Ölümüne Bir Düello
XXII
Ölümüne Bir Düello
Ertesi gün saat dokuzdan on bire kadar kadınlar evlerin kapısında aralarında konuşuyorlardı. Bütün kentte bir gün önce Rouget babanın evinde meydana gelen o garip köklü değişikliğin dedikodusu vardı yalnızca. Bu konuşmaların özeti her yerde aynıydı.
— Yarın taç giyme şöleninde, Max ile Philippe Bridau arasında ne olup bitecek?
Philippe Védie'ye kısaca şöyle dedi:
"Altı yüz frank ömür boyu rant mı, yoksa kovulmak mı?"
Bu söz Védie'yi şimdilik Philippe ve Flore gibi çok büyük iki güç arasında yansız kıldı.
Max'ın hayatının tehlikede olduğunu bilen Flore, yaşlı Rouget'ye birlikteliklerinin ilk günlerine kıyasla daha nazik davrandı. Ne yazık! Aşkta çıkarcı bir aldatmaca gerçeklikten üstündür; işte bu yüzden bunca erkek, aldatmakta usta olan kadınların bedelini bu kadar pahalı öder. Suyu Bulandıran Kız ancak, koluna giren Rouget ile birlikte kahvaltı saatinde aşağıya inerken ortaya çıktı. Max'ın yerinde koyu mavi gözlü, soğuk, kötücül bir yüze sahip o sert askeri görünce gözleri yaşardı.
— Neyiniz var matmazel? diye sordu Philippe, dayısına günaydın dedikten sonra.
— Yeğenim, senin Yüzbaşı Gilet ile dövüşebileceğini öğrendi, böyle bir düşünceye katlanamıyor da ondan.
— Gilet'yi öldürmek gibi en ufak bir isteğim yok, dedi Philippe; yapacağı tek şey Issoudun'den çekip gitmek, satılacak bir miktar malla gemiye binip Amerika'nın yolunu tutmak; bu adama mümkün olan en iyi malları satın alması için para vermenizi size öğütleyecek ve ona iyi yolculuklar dileyecek ilk kişi ben olurum! Para kazanacaktır; hem bu, Issoudun'de geceleri derbeder yaşamaktan ve evinizde düzensiz bir yaşam sürmekten daha namusluca bir iş olacaktır.
— Bak, güzel bir şey bu! dedi Rouget, Flore'a bakarak.
— A-me-ri-ka ha! dedi Flore, hıçkırıyordu.
— Fransa'da yeşil bir redingot içinde çürümektense çekip New-York'a gitmek daha iyi... Şimdi bana diyeceksiniz ki adam usta: Beni öldürebilir! dedi Philippe.
— Onunla konuşmama izin verir misiniz? dedi Flore çekingen ve uysal bir tonla Philippe'e yalvararak.
— Kuşkusuz, gelip eşyalarını pekâlâ alabilir; ama ben o sırada dayımla birlikte olacağım, çünkü artık adamcağızın yanından ayrılmıyorum, dedi Philippe.
— Védie, diye bağırdı Flore, Hôtel de la Poste'a koş kızım, yüzbaşıya de ki ondan rica ediyorum...
— Gelip bütün eşyalarını almasını, dedi Philippe, Flore'un sözünü keserek.
— Evet, evet, Védie. Bu, beni görmesi için en uygun bahane olacak, onunla konuşmak istiyorum.
Dehşet bu kızda kini öyle bir bastırıyordu, şimdiye kadar hep pohpohlanmış biri olarak, güçlü ve acımasız bir karakterle karşılaştığında duyduğu heyecan öyle büyük olmuştu ki, zavallı Rouget ona boyun eğmeye nasıl alışmışsa, o da Philippe'e aynı şekilde boyun eğmeye alışıyordu. Védie'nin dönüşünü kaygı içinde bekledi, ama Védie Max'ın kesin olarak bu öneriyi reddettiği haberiyle döndü. Max, Matmazel Brazier'den eşyalarını Hôtel de la Poste'a göndermesini rica ediyordu.
— Bunları ona götürmeme izin verir misiniz? dedi Flore, Jean-Jacques Rouget'ye.
— Evet, ama döneceksin, dedi yaşlı adam.
— Eğer matmazel öğleyin dönmezse, saat birde rantlarınızı satmam için bana vekâletname vereceksiniz, dedi Philippe, Flore'a bakarak. Görünüşü kurtarmak için Védie ile birlikte gidin matmazel. Bundan böyle dayımın şerefine dikkat etmek gerekiyor.
Flore, Maxence'tan bir şey elde edemedi. Bütün kentin gözünde iğrenç olan bir durumun ortaya çıkmasına izin verdiği için üzüntü duyan yüzbaşı, Philippe'ten kaçmayacak kadar da gururluydu. Suyu Bulandıran Kız, dostuna birlikte Amerika'ya kaçmayı önererek bu düşünceye karşı savaştı, ama Flore'u Rouget babanın servetine sahip olmadan istemediği gibi, yüreğinin içini de bu kıza göstermek istemeyen Gilet, Philippe'i öldürmek niyetinde diretti.
— Büyük bir budalalık yaptık, dedi. Üçümüz birlikte Paris'e gidip kışı orada geçirmeliydik, ama bu koca rezili görür görmez, işlerin bu hale geleceğini nasıl düşünebilirdik. Olaylar baş döndürücü bir hızla gelişti. Philippe'i iki düşünceyi bir araya getiremeyen o sözde acımasız ve korkusuz askerlerden biri sandım: Hatam burada. İlk önce yolumu değiştirmeyi bilemediğim için, şimdi onun önünde bir adım gerilersem korkak durumuna düşerim, adam beni kentin gözünden düşürdü, ancak ölürse yeniden saygınlığıma kavuşurum.
— Kırk bin frankla Amerika'ya git, bu yabaniden kurtulmayı başaracağım; yanına gelirim, bu çok daha akıllıca bir şey olacak.
— Hakkımda ne düşünürler sonra? diye bağırdı dedikodu düşüncesinin zorlamasıyla. Hayır. Zaten dokuzunu daha önce temizledim. Bu adam bana çok güçlüymüş gibi görünmüyor: Okul'dan mezun olup orduya katılmış. 1815'e kadar hep savaşmış. Daha sonra Amerika'ya gitmiş, öyle ki benim bu kaba ve sevimsiz adamım hiçbir zaman bir eskrim salonuna ayak basmamış, oysa kılıçta benim üstüme yoktur! Onun silahı da kılıç. Dövüşte ilk adımı onun atmasını sağlayarak cömert davranıyor gibi görüneceğim, böylece hakarete uğramış kişi olmaya çalışıp onu yeneceğim. Kesinlikle böylesi daha iyi. İçin rahat olsun: Yarından sonra efendi olacağız.
Böylece, bu budalaca şeref sorunu Max'ta sağlıklı bir politikadan daha güçlü bir hal aldı. Saat birde evine dönen Flore rahat rahat ağlamak için odasına kapandı. Bütün gün boyunca Issoudun'de dedikodular sürüp gitti, kentte Philippe ile Maxence arasında bir düelloya kaçınılmaz gözüyle bakılıyordu.
— Ah Mösyö Hochon, dedi Mignonnet yanında Carpentier olduğu halde, yaşlı adama Baron Bulvarı'nda rastladıklarında. Çok kaygılıyız çünkü Gilet, her türlü silahı kullanmada çok usta.
— Önemli değil, dedi taşralı diplomat, Philippe bu işi iyi yürüttü. Bu koca patavatsızın o kadar çabuk başarıya ulaşacağını sanmam. Bu iki yaman adam iki fırtına gibi birbirinin üstüne gitti.
— Ah! dedi Carpentier, Philippe derinliği olan bir adamdır, Yüksek Meclis Mahkemesi'ndeki tutumu bir diplomasi başyapıtıdır.
— Bakın Yüzbaşı Renard, diyordu bir burjuva, it itin kuyruğuna basmaz derler, ama anlaşılan Max Albay Bridau ile boğaz boğaza gelecek. Eski Muhafız Birliği subayları arasında bu iş ciddiye binecektir.
— Sizler bu işi önemsemiyorsunuz. Bu zavallı adama geceleri eğlendiği için kızıyorsunuz, dedi Binbaşı Potel. Ama Gilet, Issoudun gibi ücra bir yerde bir şeyle uğraşmadan yaşayamaz!
— Kısacası beyler, diyordu bir dördüncü, Max ile albay oyunlarını oynadılar. Albay kardeşi Joseph'in öcünü almayacak mıydı? Bu zavallı çocuğa karşı Max'ın yaptığı hainliği anımsayın.
— Adam sen de! Bir sanatçı o, dedi Renard.
— Ama Rouget babanın mirası söz konusu. Albay, dayısının evine yerleştiğinde, Mösyö Gilet'nin elli bin liralık ranta el koyacağı söyleniyor.
— Gilet birinin rantını mı elinden alacakmış? Bakın, Mösyö Ganivet, bunu buradan başka bir yerde söylemeyin, diye bağırdı Potel, yoksa dilinizi yuttururuz size, hem de sossuz!
Tüm burjuva evlerinde saygıdeğer Albay Bridau için iyi dileklerde bulunuldu.
Ertesi gün saat dörde doğru, eski ordunun Issoudun ya da çevresinde bulunan subayları Pazar Meydanı'nda Philippe Bridau'yu beklerken Lacroix adında bir lokantacının dükkânı önünde geziniyorlardı. Taç giyme şöleninin saati beş olarak bildirilmişti, bu askerlere özgü bir saatti. Bütün gruplarda Maxence olayından ve onun Rouget babanın evinden kovulmasından söz ediliyordu, çünkü sıradan askerler meydandaki bir şarapçıda bir toplantı yapılacağını düşünmüşlerdi. Subaylar arasında Potel ile Renard, dostlarını savunmaya çalışan yalnızca iki kişiydi.
— İki mirasçı arasında olan bir şeye karışmamız gerekir mi? diyordu Renard.
— Max kadınlara karşı zayıftır, diye belirtiyordu edepsiz Potel.
— Az sonra kılıçlar kınından çıkarılacak, dedi Haut-Baltan'da sebze yetiştiren eski bir teğmen. Eğer Mösyö Gilet, Rouget denen o adamcağızın evinde oturmak gibi bir budalalık yaptıysa, bu evden nedenini sormadan bir uşak gibi kovulmasına izin vermekle de korkakça davranmış olacaktır.
— Elbette, dedi Mignonnet, soğuk bir tarzda. İyi bir sonuç vermeyen budalalık cinayete dönüşür.
Napoléon'un eski askerlerinin yanına gelen Max oldukça anlamlı bir sessizlikle karşılandı. Potel ile Renard, her biri dostlarını bir kolundan tutup onunla konuşmak üzere birkaç adım öteye gittiler. Bu sırada, Philippe'in uzaktan büyük üniformasıyla geldiği görüldü; Max'ın, son iki dostunun söylediklerine vermek zorunda olduğu büyük önemle çelişen soğukkanlı bir eda ile bastonunu taşıyordu. Mignonnet, Carpentier ve başka birkaç kişi Philippe'in elini sıktılar. Maxence'a yapılandan çok farklı olan bu karşılama, Flore'un ısrarlarının ve sevgi gösterilerinin, kendisiyle baş başa kaldığında bu adamın zihninde uyandırdığı korkaklık, akıllılık (isterseniz böyle de diyelim) üzerine birtakım düşünceleri sonunda yok etti.
— Dövüşeceğiz, dedi Yüzbaşı Renard'a, hem de ölümüne! Öyleyse artık bana hiçbir şeyden söz etmeyin, bırakın da işimi rahatça göreyim.
Sinirli bir tonla söylediği bu son sözden sonra üç Bonapartçı gelip subaylar grubuna katıldı. Ama ilk önce Max, Philippe Bridau'yu selamladı; Bridau da Max'ın selamını aldı, onunla çok soğuk bir biçimde bakışarak.
— Haydi beyler, sofraya, dedi Binbaşı Potel.
— Şimdi Yiğitler Cenneti'nde olan Napoléon'un sonsuz şerefine içelim.
Herkes durumun sofrada daha az can sıkıcı olacağını sezerek bu küçük seçkin piyade yüzbaşısının niyetini anladı, pencereleri pazar yerine bakan Lacroix lokantasının uzun ve alçak salonuna koştu. Her davetli çabucak sofraya yerleşti, sofrada Philippe'in istediği şekilde iki hasım karşı karşıya oturdu. Kentten birçok genç, özellikle de bu şölen sırasında neler olup biteceği konusunda endişelenen eski Aylak Şövalyeler, Philippe'in Max'ı içine düşürmeyi başardığı kritik durumdan söz ederek dışarıda gezinip durdular. Düelloya zorunlu gözüyle bakılıyor, ama bu çatışma üzüntü veriyordu. Her ne kadar iki atlet, bu akşam yemeğinin coşkusuna karşın, kaygıya oldukça benzer bir tür dikkati hiç elden bırakmadıysa da, tatlı ve meyveler gelinceye kadar her şey yolunda gitti. Her ikisi de üstünde düşünmeleri gereken kavgayı beklerken, Philippe son derecede soğukkanlı, Max ise şaşırtıcı bir neşe içinde göründü, ama bu işten anlayanlara bakılırsa, ikisi de rol yapıyordu. Tatlı ve meyveler geldiğinde Philippe şöyle dedi:
"Kadehlerinizi doldurun dostlarım! Sağlığınıza kadeh kaldırmama izin vermenizi istiyorum."
— Dostlarım dedi Philippe; bu sırada Renard "Sen kadehini doldurma" diye Max'ın kulağına fısıldadı.
Max kadehine şarap koydu.
— Büyük Ordu'nun şerefine! diye bağırdı Philippe gerçek bir coşkuyla.
— Büyük Ordu'nun şerefine! sözü herkes tarafından tek bir alkış sesi gibi yinelendi.
Salon kapısının eşiğinde on bir sıradan asker göründü, aralarında Benjamin ile Kouski de bulunuyordu; onlar da, "Büyük Ordu'nun şerefine!" diye yinelediler.
— Girin çocuklar! Onun sağlığına içeceğiz, dedi Binbaşı Potel.
Eski askerler içeriye girdi, tümü subayların gerisinde ayakta yer aldı.
— Pekâlâ görüyorsun ki ölmedi o! dedi Kouski, kuşkusuz İmparator'un sona eren can çekişmesine üzülmüş eski bir çavuşa.
— Şimdi de ben kadeh kaldırmak istiyorum, dedi Binbaşı Mignonnet.
Birkaç kişi saygı gereği tatlı ya da meyve yemeği bıraktı. Mignonnet ayağa kalktı.
— Oğlunu tahta çıkarmayı denemiş olanların şerefine, dedi.
Maxence Gilet dışında herkes kadehini uzatarak Philippe'i selamladı.
— Benim şerefime! dedi Max ayağa kalkarak.
— Max bu! Max bu! deniyordu dışarıda.
Salona ve meydana derin bir sessizlik çöktü, çünkü Gilet'nin karakterini bilen herkes bir kışkırtmanın söz konusu olduğunu düşündü.
— İnşallah hepimiz gelecek yıl aynı günde yeniden buluşuruz! dedi ve Philippe'i alaylı bir şekilde selamladı.
— İş kızışıyor, dedi Kouski yanındakine.
— Paris'te polis sizin böyle şölenler düzenlemenize izin vermezdi, dedi Binbaşı Potel, Philippe'e.
— Neden acaba, Allah kahretsin! Sen Albay Bridau'ya polisten mi söz edeceksin? dedi Maxence Gilet küstahça.
— Binbaşı Potel kötü niyetle söylemedi bunu!.. dedi Philippe acı acı gülümseyerek. (Sessizlik o kadar derinleşti ki içeride sinek uçsa duyulurdu.) Polis beni Issoudun'e gönderecek kadar benden korkar, diye devam etti Philippe. Bu kentte eski yiğitlere kavuşmanın sevincini yaşadım, ama itiraf etsem mi acaba? Burada büyük eğlenceler yok. Sevişmekten nefret etmeyen bir erkeğe göre, bundan oldukça yoksunum. Kısacası, bu hanımlar için para biriktireceğim, çünkü kendilerine kuş tüyü yatakların rantlar sağladığı kişilerden değilim, Opera'daki Mariette bana çok büyük paralara mal oldu.
— Bunu benim için mi söylüyorsunuz sevgili albayım? diye sordu Max, Philippe'e elektrik akımı etkisi yapan bir bakış yönelterek.
— Nasıl isterseniz öyle kabul edin Yüzbaşı Gilet, dedi Philippe.
— Albay, burada bulunan iki dostum, Renard ve Potel yarın anlaşacaklar.
— Mignonnet ve Carpentier ile mi? dedi Philippe Gilet'nin sözünü kesip yanındaki iki kişiyi göstererek.
— Şimdi, dedi Max, kadeh kaldırmaya devam edelim, olur mu?
İki hasımdan her biri konuşmalarında normal tonun dışına çıkmamıştı, ancak onları dinlerken çöken sessizlikte görkemli bir şey vardı.
— Hey siz ötekiler, dedi Philippe sıradan askerlere bir göz atarak, düşünün ki bizim işlerimiz burjuvaları ilgilendirmiyor! Az önce olup bitenler hakkında tek bir söz söylemek yok. Bu eski Muhafız Birliği arasında kalmalı.
— Talimata uyacaklardır albay, dedi Renard, bu işin sorumluluğunu üstüme alıyorum.
— Yaşasın onun oğlu! Dilerim Fransa'da hükümdar olur! diye bağırdı Potel.
— İngiliz'e ölüm! diye bağırdı Carpentier.
Bu kadeh kaldırma çok büyük bir sükse yaptı.
— Hudson-Lowe[77] utansın! dedi Yüzbaşı Renard.
Tatlı ve meyve faslı çok iyi geçti, bol bol da şarap içildi. Çok büyük bir servetin söz konusu olduğu ve cesaretleri ile o kadar iyi tanınmış iki adamı ilgilendiren bu düelloda sıradan kavgalarla hiçbir ortak yan olmaması için iki hasım ve dört tanık şereflerini ortaya koydular. İki centilmen Max ve Philippe'ten daha iyi davranamazdı. Bu yüzden meydanda toplanmış olan gençler ve burjuvalar beklentilerinde yanıldılar. Bütün davetliler, gerçek askerler olarak, tatlı ve meyve faslında çok büyük bir gizliliğe uydular. Saat onda iki hasımdan her biri mutabık kalınan silahın kılıç olduğunu öğrendi. Buluşma için seçilen yer ise, sabah saat sekizde Kapüsenler Kilisesi'nin mihrap bölümüydü. Şölene eski askeri başcerrah sıfatıyla katılmış olan Goddet'den düelloda hazır bulunması rica edilmişti. Ne olursa olsun, tanıklar çarpışmanın on dakikadan fazla sürmemesine karar verdiler. Gece saat on birde albay için büyük sürpriz olarak Mösyö Hochon yatmak üzere olan Philippe'in evine karısını getirdi.
— Ne olduğunu biliyoruz, dedi gözleri yaş içindeki yaşlı kadın, ben de sizden yarın dua etmeden dışarı çıkmamanızı rica etmek için geldim... Ruhunuzu Tanrı katına yükseltin.
— Peki madam, dedi Philippe. Bu sırada karısının arkasında duran yaşlı Hochon, Philippe'e bir işaret yaptı.
— Hepsi bu kadar değil! dedi Agathe'ın vaftiz annesi, kendimi zavallı annenizin yerine koyuyorum, sahip olduğum en değerli şeyden vazgeçtim, alın!.. Philippe'e altın işlemeli siyah bir kadife kumaş üzerine tutturulmuş bir diş uzattı, kadın kadifeye ayrıca iki yeşil kurdele dikmişti, dişi Philippe'e gösterdikten sonra yeniden küçük bir keseye koydu. Bu, dedi, Le Berry'nin koruyucusu Azize Solange'dan kalma bir kutsal emanettir, Devrim sırasında kurtardım, bunu yarın sabah göğsünüzün üstünde taşıyın.
— Kılıç darbelerinden koruyabilir mi beni?
— Elbette, dedi yaşlı kadın.
— Bu nesneyi üstümde bir zırh gibi taşıyamam, diye bağırdı Agathe'ın oğlu.
— Ne dedi? diye sordu Madam Hochon kocasına.
— Bu iş çocuk oyuncağı değil, dedi.
— Pekâlâ, artık söz etmeyelim bundan, dedi yaşlı kadın. Sizin için dua edeceğim.
— Ama madam, bir duanın ve güzel bir kılıç darbesinin zararı olamaz, dedi albay Mösyö Hochon'un kalbine kılıç saplar gibi bir hareket yaparak.
Yaşlı kadın Philippe'i alnından öpmek istedi; sonra aşağıya inerken, o kutsal emaneti efendisinin pantolonunun küçük cebine diksin diye, varı yoğu olan on eküyü Benjamin'e verdi. Benjamin de bu işi, dişin gücüne inandığından değil (çünkü efendisinin Gilet'den çok daha dişli olduğunu söylüyordu), karşılığında kendisine bu kadar çok para ödenmiş bir görevi yerine getirmek zorunda olduğu için yaptı. Madam Hochon içi Azize Solange'a güven dolu olarak ayrıldı.
Ertesi gün, 3 Aralık saat sekizde, kapalı bir havada Max iki tanığı ve Polonyalı ile birlikte o zamanlar eski Kapüsenler Kilisesi mihrap bölümünü çevreleyen küçük çimenliğe geldi. Philippe, tanıkları ve Benjamin'i orada buldular. Potel ile Mignonnet yirmi dört adım ölçtüler. Bu mesafenin her ucunda iki asker bir belle iki çizgi çizdi. Hasımlar kalleşlik etmeden karşılıklı çizgilerinden daha ileriye gidemezlerdi, her biri çizgisinin üstünde durmalı ve tanıklar, "Haydi!" dediklerinde istediği gibi ilerlemeliydi.
— Giysilerimizi çıkaralım mı? dedi Philippe soğuk bir şekilde Max'a.
— Hay hay albay, dedi Maxence kılıçla dövüşmeye meraklı birine özgü güvenlik duygusuyla.
İki hasmın üstünde yalnızca pantolonları kaldı, bu sırada gömleklerinin kumaşı altında kalmış olan tenlerinin pembe rengi göründü. Her biri, elinde aşağı yukarı bir buçuk kilo ağırlığında ve üç kadem uzunluğunda birer emir subayı kılıcı olduğu halde yerini alarak işareti beklemeye başladı, kılıçların ucu yerdeydi. Her iki yanda da her şey o kadar dingindi ki, soğuğa karşın, kaslar sanki bronzdan yapılmışlar gibi titremediler bile. Goddet, dört tanık ve iki asker ister istemez heyecana kapıldılar.
— Gururlu keratalar!
Bu haykırış Binbaşı Potel'in ağzından kaçtı.
"Haydi" diye işaret verildiği sırada Maxence, şövalyelerin güvercinleri deposuna sokmak için kilisenin damında açtıkları delikten bakan Fario'nun o uğursuz yüzünü fark etti. İçlerinden basınçlı su gibi ateş, kin ve öç arzusu fışkıran bu iki göz Max'ın gözlerini kamaştırdı. Albay, avantaj sağlayacak şekilde gardını alarak doğrudan doğruya hasmına doğru gitti. Öldürme sanatında uzman olanlar, iki hasımdan en becerikli olanın "kaldırımda yürüyebildiğini" bilirler; bu deyimi yüksek gardın etkisini bir imge ile belirtmek için kullanıyoruz. Bir bakıma birinci sınıf bir düellocunun geldiğini gösteren böyle bir duruş, bu gelişi o kadar iyi haber verir ki, gücünün düşük olduğu duygusu Max'ın ruhuna girdi ve orada bir oyuncunun moralini bozan türden bir güç şaşkınlığı oluşturdu. Bir oyuncu bir usta ya da mutlu bir insan karşısında şaşırır ve her zaman oynadığına kıyasla kötü oynar.
— Vay gidi şeytan! dedi Max kendi kendine, gücüne diyecek yok, hapı yuttum!
Max kılıcına bastonuyla kılıçla dövüşür gibi dövüşen birine özgü ustalıkla manevra yaptırarak bir çevirme hareketi denedi, Philippe'i şaşırtmak ve onu silahsız bırakmak için onun kılıcıyla karşılaşmak istiyordu, ama ilk çarpışmada albayın demir gibi güçlü, çelik yay gibi esnek bir bileğe sahip olduğunu fark etti. Maxence başka bir şey düşünmek zorunda kaldı, iyice düşünmek istiyordu zavallı! Oysa gözleri kılıçlarının parıltılarından daha canlı parıltılar saçan Philippe bütün saldırıları bir salonda eskrim göğüslüğü takmış bir usta gibi soğukkanlılıkla savuşturuyordu. Bu iki dövüşçü kadar güçlü insanlar arasında, halk tabakasından insanların aralarında yaptıkları o korkunç tekme dövüşü sırasında meydana gelen olaya aşağı yukarı benzeyen bir olay meydana gelir. Zafer yanlış bir harekete, içgüdüsel olarak yapmak zorunda kalınan çok hızlı bir hesaptaki yanlışa bağlıdır. Hasımlara uzun gibi görünüp de izleyicilere göre çok kısa olan bir sürede dövüş, ruh ve beden güçlerinin birbirinin içinde eridikleri bir karşılıklı tartmadan ibarettir, bu karşılıklı tartma da yavaşlığı ve açıkça ihtiyatlı oluşu iki hasımdan hiçbirinin dövüşmek istemediğine insanı inandırır gibi görünen aldatmacalar içinde gizlidir. Ardından hızlı ve kararlı bir dövüşün başladığı bu an, bu işin uzmanlarına göre korkunç bir andır. Max'ın kötü bir savunması sırasında albay onun kılıcını elinden düşürdü.
— Alın şu kılıcı yerden! dedi dövüşü keserek, silahsız bir düşmanı öldürecek bir insan değilim.
Soylu bir acımasızlıktı burada söz konusu olan; bu yücelik öyle bir üstünlüğün habercisiydi ki izleyiciler tarafından bütün hesapların en doğrusu olarak kabul edildi. Gerçekten de Max yeniden gardını aldığında soğukkanlılığını kaybetmişti ve zorunlu olarak, hasmı korurken insanı tehdit eden o yüksek gardın darbesiyle karşı karşıya kaldı, o zaman bu utanılacak yenilgisini bir gözü peklikle onarmak istedi, artık kendini savunmayı düşünmedi, kılıcını iki eliyle tutup büyük bir öfkeyle albaya saldırdı, amacı onu öldüresiye yaralamaktı, Philippe alnını ve yüzünün bir kısmını kesen bir kılıç darbesi aldı, ama Max'ın kendisine indirmeye kalkıştığı, hayvanları öldürmekte kullanılan o çekiç darbesine benzer darbenin hızını kesmek için müthiş bir karşı çevirme hareketiyle onun başını yanlamasını yardı. Bu iki yaman darbe dövüşü dokuzuncu dakikada sona erdirdi. Fario ölüm çırpınmaları içinde olan düşmanını görüp gözünü doyurmak üzere aşağıya geldi, Max gibi güçlü bir insanda kaslar korkunç bir biçimde atmaktaydı. Philippe'i dayısının evine taşıdılar.
Kendine uygun ortamda kalsaydı, büyük işler yapmaya yazgılı insanlardan olabilecek biri böylece göçüp gitti, doğanın şımarık çocuk gibi davrandığı bir insandı, çünkü doğa ona cesaret, soğukkanlılık ve Cesare Borgia'ya özgü bir siyasal anlayış vermişti. Ama eğitim o fikir ve tutum yüceliğini aşılamamıştı, oysa bu yücelik olmazsa, hiçbir meslekte hiçbir şey mümkün değildir. Kendisinden daha az değerli olan hasmı haince davranarak onu gözden düşürmeyi başardığı için, kimse ölümüne üzülmedi. Ölümüyle Aylak Şövalyeler'in marifetleri sona erdi, Issoudun halkı da bundan büyük hoşnutluk duydu. Bu yüzden Philippe, zaten tanrısal öç almanın bir sonucu gibi görünen ve koşulları bütün bölgede iki hasma aynı övgüler düzülerek anlatılan bu düello dolayısıyla tasalanmadı.
— İkisinin de ölmesi gerekirdi, dedi Mösyö Mouilleron; bu, hükümet için iyi bir kurtuluş olurdu.
---
DİPNOTLAR:
[77] Hudson-Lowe: Napoléon, Sainte-Helène Adası'nda iken kendisine bekçilik eden İngiliz subayı. İmparatora işkence yaptığı söylenir.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro