Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16 - Beş Hochon

XVI

Beş Hochon

Saint-Jean Meydanı, üst bölümünde Grande-Narette, alt bölümünde ise Petite-Narette adını taşıyan bir sokağın ortasında yer alır. Le Berry'de Narette sözcüğü Cenova'ya özgü salita sözcüğüyle aynı arazi durumunu dile getirir, yani sert inişli sokak anlamına gelir. Bu sokak Saint-Jean Meydanı'ndan Vilatte Kapısı'na kadar çok diktir. Yaşlı Mösyö Hochon'un evi Jean-Jacques Rouget'nin oturduğu evin karşısındadır. Madam Hochon'un evindeki salonun pencerelerinden Rouget babanın evinde olup bitenler, perdeler çekilmiş ya da kapılar açık bırakılmışlarsa çoğu zaman görülüyordu, elbette bunun tersi de oluyordu. Mösyö Hochon'un evi Rouget'nin evine o kadar benzer ki bu iki bina kuşkusuz aynı mimar tarafından yapılmıştır. Aslen Issoudun'lü, vaktiyle Sellesen-Berry'de vergi tahsildarı olan Hochon, buraya o çapkın kaymakam Lousteau'nun kız kardeşi ile evlenmek üzere dönmüş, böylece Selles'deki işini Issoudun'e taşımıştı. 1786'da çoktan işini bıraktığı için, Devrim sırasındaki karışıklıklardan uzak kaldı; öte yandan, galiplerle birlikte bağırıp çağıran bütün namuslu insanlar gibi, zaten Devrim ilkelerini benimsedi. Mösyö Hochon "büyük cimri" ününü hak etmiyor değildi. Ama onu betimlemek, gereksiz yinelemelerle karşı karşıya gelmek olmaz mı? Mösyo Hochon'u ünlü kılan cimrilik belirtilerinden biri, kuşkusuz onu size tümüyle anlatmaya yetecektir.

Bir Borniche ile evlenecek, şimdi ölmüş olan kızının düğünü sırasında Borniche ailesine yemek vermek gerekti. Büyük bir servetin mirasçısı olacak damat adayı kötü işler yapmış olduğu için, özellikle de kendisine yardım etmek istemeyen annesi ile babasının bu karşı koymalarından ötürü üzüntüden kahroldu. Mösyö Hochon'un, kızının çeyizini kurtaracağını ileri sürerek onun vasiliğini üstlendiğini öğrenmekten mutlu olan bu yaşlı Borniche'ler henüz hayattaydılar. Evlenme sözleşmesinin imza günü her iki ailenin büyükleri, Hochon'lar bir yanda, Borniche'ler öteki yanda, tümü de bayramlıklarını giymiş olarak, salonda toplanmışlardı. Genç noter Héron'un sözleşmeyi ciddiyetle okuduğu sırada aşçı kadın içeri girip Mösyö Hochon'dan ana yemek olan hindiyi bağlamak için bir sicim ister. Eski vergi tahsildarı redingot cebinin dibinden kuşkusuz daha önce paket bağlamak için kullanılmış bir parça sicim çıkarıp verir, ama aşçı kadın daha kapıya ulaşmadan önce ona şöyle bağırır:

"Gritte, sonra onu bana geri getirirsin!.."

Gritte, Le Berry'de Marguerite'in kullanılmakta olan kısaltılmış şeklidir. Mösyö Hochon'u ve baba, anne ile üç çocuktan oluşan "Beş Hochon" ailesinin kentte alaya alınma nedenini şimdi anlamışsınızdır!

Yıldan yıla, yaşlı Hochon, önemsiz şeylerle daha çok uğraşan, daha titiz biri olmuş, o sırada seksen beş yaşını da bulmuştu! Bir sokağın ortasında eğilip coşkulu bir konuşma biçimiyle, "İşte bir kadın kısmeti!" diyerek yerden bir topluiğneyi alıp, ceketinin koluna takan erkek tiplerindendi. Redingotunun ancak on yıl dayandığını söyleyerek modern kumaşların kalitesinden çok yakınıyordu. Uzun boylu, kara kuru, zayıf, sarı tenli, az konuşan, az okuyan, kendini hiç yormayan biriydi, bir Doğulu gibi şekilciydi; zaten oldukça kalabalık olup, karısı (kızlık soyadı Lousteau), yaşlı Borniche'lerin mirasçıları, torunu Baruch, kız kardeşi Adolphine, nihayet öteki torunu François Hochon'dan oluşan ailesinin yiyeceğini, içeceğini ölçülü vererek, evde büyük bir kanaatkârlık rejimi sürdürüyordu.

Büyük oğlu Hochon 1813'te, askerlikten kaçan ve şeref kıtaları diye adlandırılan aile çocuklarıyla birlikte askere alınıp Hanau Savaşı sırasında ölmüştü. Bu veliaht, herhangi bir askere çağrılmadan kaçmak için, bir kadınla erkenden evlenmişti, ama bu sırada sonunu önceden kestirerek bütün servetini yedi. Fransız ordusunu uzaktan izleyen karısı 1814'te Strasbourg'da borç bırakarak öldü; yaşlı Hochon, alacaklılara karşı eski hukukun şu içtihadını ileri sürek bu borçları hiç ödemedi: Kadınlar ergin değildir.

Elbette bu aileye her zaman Beş Hochon denebilirdi, çünkü aile hâlâ üç torun ile büyükbaba ve büyükanneden oluşuyordu. Bu şaka hep sürdü, çünkü taşrada hiçbir şaka eskimez. O zaman altmış yaşında olan Gritte, her şeye yetiyordu.

Ev geniş olsa da içinde az mobilya vardı. Bununla birlikte, Joseph'le Madam Bridau ikinci kattaki iki odada yatırılabilirdi. Yaşlı Hochon bu odalarda, her birinin yanında doğal ahşaptan, kumaş kaplı eski bir koltuk ve üstünde kenarları mavi boyalı leğeninin içinde Gueulard türünden bir ibrik bulunan iki karyola bıraktığına pişman oldu. Yaşlı adam elma ve kış armudu, muşmula ve ayva ürününü içinde sıçanların ve farelerin dans ettikleri bu iki odada samanların üstüne koyuyor, bunlar da odalara meyve ve fare kokusu yayıyordu. Madam Hochon bu iki odada her şeyi temizletti: Yer yer sökülmüş olan duvar kâğıdı ekmek hamuruyla yeniden yapıştırıldı; madam pencereleri kendi eski muslin entarilerinden biçtiği küçük perdelerle süsledi. Ayrıca, kocasının kenarları şeritli küçük halılar alınmasını reddetmesi üzerine, kendi yatak önü halısını küçük Agathe'ına, kırk yedi yaşını doldurmuş bu anneye, "Zavallı kızcağız!" diyerek verdi. Madam Hochon Borniche'lerden ödünç olarak iki başucu masası aldı ve Cognette'in komşusu bir eskiciden de hiç çekinmeden bakır tutaklı iki eski konsol kiraladı. Tornacılığa düşkün babasının tornadan geçirdiği değerli ağaçtan iki çift şamdanı saklamıştı. 1770'ten 1780'e kadar, zengin insanlarda bir meslek öğrenmek zevk halini aldı, eski bir vergi memuru olan baba Mösyö Lousteau da, XVI. Louis'nin çilingirlik öğrenmesi gibi, tornacılık öğrendi. Bu şamdanların gül ağacı, şeftali ağacı, kayısı ağacı köklerinden yapılma çember şeklinde süsleri vardı. Madam Hochon bu değerli eşyaları tehlikeye attı!.. Bu hazırlıklar ve bu özveri Bridau'ların geleceklerine hâlâ inanmayan Mösyö Hochon'un ciddiliğini artırdı.

Tam da Fario'ya oynanan oyunla ünlenmiş olan günün sabahı Madam Hochon kahvaltıdan sonra kocasına şöyle dedi:

"Hochon, vaftiz kızım Madam Bridau'yu doğru dürüst karşılayacağınızı umut ediyorum." Sonra da, torunlarının gitmiş olduklarından emin olunca ekledi: "Mal benim, Agathe'ı kötü karşılayarak vasiyetnamemde ona ödün vermeye zorlamayın beni."

— İnanın ki madam, dedi Hochon yumuşak bir sesle, bu yaşımda böyle çocuksu ve dürüst bir incelik nedir bilmiyorum...

— Ne demek istediğimi pekâlâ biliyorsunuz yaşlı kurnaz. Konuklarımıza nazik davranın, hem Agathe'ı ne kadar çok sevdiğimi unutmayın...

— Sevgili Agathe'ınızın mirasını yakında yutacak olan Maxence Gilet'yi de seviyordunuz! Ah! Koynunuzda yılan beslemişsiniz, ama ne de olsa Rouget'lerin parası herhangi bir Lousteau'ya ait olmalıydı.

Hochon, Agathe ile Max'ın kuşkulu doğumuna böyle bir anıştırmada bulunduktan sonra çıkmak istedi, ama başında kurdeleli başlığı, yüzü pudralı, üstünde güvercin boynu renginde taftadan, kolları ne uzun ne kısa bir elbise, ayaklarında şıpıdıklar, hâlâ dinç ve zayıf olan yaşlı Madam Hochon tabakasını küçük masasının üstüne koyup dedi ki:

— Gerçekten, Mösyö Hochon, sizin gibi zeki bir adam, ne yazık ki zavallı dostum o kadının ölümüne, zavallı vaftiz kızımın da babasının servetine mal olmuş böyle budalaca şeyleri nasıl yineleyebiliyor? Max Gilet, zamanında paralarını ölçülü kullanmasını pekâlâ öğütlediğim erkek kardeşimin oğlu değil. Hem siz de benim kadar iyi biliyorsunuz ki Madam Rouget erdemin ta kendisiydi.

— Eh, kızı da anasına çekmiş, çünkü bana bayağı budala gibi görünüyor. Bütün servetini yitirdikten sonra çocuklarını o kadar iyi yetiştirdi ki, işte biri Berton suikast girişimi olayı ile ilgili olarak Yüksek Mahkeme'de hakkında açılan bir cinayet davası dolayısıyla hapiste. Ötekine gelince, onun durumu daha da beter, oğlan ressam! Koruyup kayırdığınız bu kimseler o Rouget budalasını Suyu Bulandıran Kız'la Gilet'nin pençelerinden kurtarıncaya kadar burada kalacaklarsa, onlarla epey birlikte yaşayacağız demektir.

— Yeter Mösyö Hochon, onların bu işten kazançlı çıkmalarını dileyin...

Mösyö Hochon şapkasını, fildişi topuzlu bastonunu alarak, karısının bu kadar kararlı olduğuna inanmadığı için bu korkunç söz karşısında donup kalmış durumda evden çıktı. Madam Hochon ise, kiliselerde her gün okunan duaları okumak üzere dua kitabını eline aldı, çünkü ilerlemiş yaşı her gün kiliseye gitmesini engelliyordu: Pazar günleri ve diğer tatil günleri kiliseye gitmekte güçlük çekiyordu. Agathe'ın yanıtını aldıktan sonra, her günkü dualarına, Tanrı'ya Jean-Jacques Rouget'nin gözlerini açması, Agathe'ı kutsaması ve onu giriştiği işte başarılı kılması için yalvararak bir dua daha ekliyordu. Zındıklar diyerek kınadığı öteki iki torunundan gizli tutarak, bu başarı için kilisede vekâleten dualar okuyan torunu Adolphine Borniche'in dokuz gün art arda yaptığı neuvaine ibadeti sırasında rahipten dua etmesini rica etmişti.

O zaman on sekiz yaşında olan ve yedi yıldır büyükannesinin yanında, düzenli, hiç değişmeyen törelere bağlı bu soğuk evde çalışan Adolphine, Mösyö Hochon'un değerini bilmediği sanatçı Joseph Bridau'da bir duygu uyandırmak istediği için bu ibadeti daha da gönülden yaptı. Bu Parisli gence, büyükbabasının ona mal ettiği korkunç şeyler yüzünden çok büyük bir ilgi duyuyordu.

Yaşlılar, aklı başında insanlar, kentin ileri gelenleri, aile babaları zaten Madam Hochon'un tutumunu onaylıyorlardı; bu insanların vaftiz kızı ve onun çocukları lehindeki dilekleri, uzun süredir Maxence Gilet'nin tutumunun onlara esinlediği gizli küçümsemeyle uyuşuyordu. Böylelikle Rouget babanın kız kardeşinin ve yeğeninin gelecekleri haberi Issoudun'ü iki gruba böldü: Dileklerde bulunmakla yetinen, olayları katkıda bulunmadan seyreden yüksek ve yaşlı burjuva sınıfı grubu ve ne yazık ki Parislilerin aleyhine birçok kötülük yapabilecek olan Aylak Şövalyeler ile Max'ın yanını tutanların grubu.

İşte o gün Agathe ile Joseph saat üçte taşımacılık şirketinin Misère Meydanı'ndaki bürosunun önünde arabadan indiler. Madam Bridau her ne kadar yorgunduysa da doğduğu yeri görünce kendisini gençleşmiş hissetti. Attığı her adımda gençlik anılarına ve izlenimlerine dönüyordu. O zaman Issoudun kentinin içinde bulunduğu koşullar gereği, Parislilerin gelişi bütün kentte on dakika sonra aynı anda duyuldu. Madam Hochon vaftiz kızını karşılamak için kapının eşiğine gidip onu sanki kendi kızı imiş gibi kucakladı. Geriye baktığında, hepsi de mutsuz ölen üç çocuğunun tabutlarını gördüğü, hem monoton hem de boş geçen yetmiş iki yıllık bir yaşamın ardından, kendi deyişiyle on altı yıl boyunca ceplerinde taşıdığı bir genç insan için kendisini bir tür yapay anne yerine koymuştu. Taşranın karanlıklarında bu eski dostluğu, bu çocukluğu ve anılarını sanki Agathe orada imiş gibi beslemiş, bu yüzden Bridau'ların çıkarlarına karşı büyük bir ilgi duymuştu. Agathe tantana ile salona götürüldü, burada o ciddi Mösyö Hochon buz gibi soğuk bir tavır takındı.

— İşte Mösyö Hochon, nasıl buluyorsun onu? diye sordu vaftiz anne kızına.

— Gerçekten, nasıl bıraktıysam öyle, dedi Parisli kadın.

— Ah! Paris'ten geldiğiniz anlaşılıyor, mültefitsiniz, dedi yaşlı adam.

Sıra tanıştırmalara geldi; yirmi iki yaşındaki uzun boylu, iri genç, küçük Baruch Borniche'le, yirmi dört yaşındaki küçük François Hochon'la ve iki gençle yaşlı Hochon'un farklı görüş açılarından merakla inceledikleri Joseph Bridau'ya bakıyor gibi görünmek istemediği için kızaran, kollarını, özellikle de gözlerini ne yapacağını bilemeyen küçük Adolphine'le tanıştırıldılar. Cimri adam kendi kendine şöyle diyordu:

"Hastaneden çıkmış, herhalde kurt gibi acıkmıştır."

İki genç de kendi kendine:

"Ne haydut ha! Bu ne surat böyle! Bize pösteki saydıracak" diyordu.

— Ressam oğlum, sevgili Joseph'im! dedi sonunda Agathe ressamı göstererek.

Sevgili sözcüğünün vurgusunda bir çaba sezildi, bu çaba Luxembourg hapishanesini düşünen Agathe'ın yüreğindeki bütün duyguyu açığa vuruyordu.

— Hasta gibi bir hali var, diye bağırdı Madam Hochon, sana benzemiyor...

— Hayır madam, dedi Joseph sanatçılara özgü safça bir sertlikle, ben babama benziyorum, çirkinlikte de!

Madam Hochon Agathe'ın tuttuğu elini sıkıp ona baktı. Bu jest, bu bakış şöyle demek istiyordu: "Ah, çok iyi anlıyorum yavrum, sen ona o kötü adam Philippe'i yeğliyorsun."

— Babanızı hiç görmedim sevgili çocuğum, diye yanıt verdi Madam Hochon yüksek sesle; ama sizi sevmem için annenizin oğlu olmanız yeter. Zaten bana son zamanlarda aileden haber veren tek kişi, şimdi ölmüş olan Madam Descoings'in yazdığına göre yetenekli biriymişsiniz.

— Yetenekli ha! dedi ressam, henüz değil; ama zamanla ve sabırla belki hem şöhret hem de para kazanacağım.

— Resim yaparak mı?.. dedi Hochon adam akıllı alaycı bir şekilde.

— Haydi Adolphine, dedi Madam Hochon, git yemekle ilgilen.

— Anne, dedi Joseph, ben de gidip, gelen valizlerimizi boşaltayım.

— Hochon, Mösyö Bridau'ya odalarını göster, dedi büyükanne, François'ya.

Yemek saat dörtte yendiği, saat de üç buçuk olduğu için, Baruch, Bridau ailesi hakkında bilgi vermek, Agathe'ın tuvaletini, özellikle de çökmüş, hastalıklı, son derece belirgin şekilde ideal bir haydut portresine benzeyen yüzüyle Joseph'i betimlemek üzere kente gitti. O gün Joseph bütün evlerde konuşma konusu oldu.

— Öyle görünüyor ki, hamileliği sırasında Rouget babanın kız kardeşi bir maymuna bakmış deniyordu. Oğlu da maymuna benziyor.

– Haydut yüzlü, gözleri de kötü kötü bakıyor.

– Onu görmek tuhaf, korkutucu bir şey.

– Paris'te bütün sanatçılar böyledir.

– Kırmızı eşekler kadar kötü[64], maymunlar kadar kötü niyetliler.

– Hatta mesleklerinde bile böyledirler.

–Az önce Mösyö Beaussier'yi gördüm, bana onunla geceleyin bir orman kenarında karşılaşmak istemediğini söyledi, onu yolcu arabasında görmüş.

– Yüzünde atlardaki gibi göz üstü çukurları var; delice hareketler de yapıyor.

– Bu çocuktan her şey beklenebilir; yakışıklı, boylu boslu bir adam olan kardeşinin kötü yola sapmasına belki de o neden olmuştur.

– Zavallı Madam Bridau onunla birlikte olmaktan mutlu gibi görünmüyor.

– Ne dersiniz, acaba burada olmasından yararlanıp portrelerimizi yaptıralım mı?

Kente rüzgâr gibi yayılan bu düşünceler aşırı bir merak uyanmasına neden oldu. Hochon'ları ziyaret etme hakkı olan bütün insanlar Parislileri incelemek için aynı akşam ziyarette bulunmaya karar verdiler. Bu iki kişinin gelişi Issoudun gibi durgun bir kentte kurbağaların ortasına bir kiriş düşmesi gibi bir şeydi.

Joseph, annesinin eşyalarıyla kendi eşyalarını çatı katındaki iki odaya koyup bu odaları inceledikten sonra, duvarların, merdivenin, doğramaların süssüz olduğu ve soğuğu yaydığı, içinde bütünüyle yalnızca en az gerekli eşyaların bulunduğu bu eve dikkatle baktı ve o şiirsel Paris'ten sessiz ve kuru taşraya bu ani geçiş karşısında çok duygulandı. Ama aşağıya inerken, Mösyö Hochon'un herkese ekmek dilimleri kestiğini gördüğünde, Molière'in Harpagon'unu ömründe ilk kez anlamış oldu.

— Keşke otele gitseydik, dedi içinden.

Sofranın görünüşü korkularını doğruladı. İçindeki yoğunluğu düşük bulyonuyla nitelikten çok niceliğe önem verildiğini gösteren bir çorbadan sonra, görkemli bir şekilde maydanozlarla süslenmiş bir et haşlaması verildi. Bir tabağa ayrı olarak konmuş sebzeler de yemek listesinde yer alıyordu. Bu et haşlaması sofranın ortasında, üç diğer yemekle birlikte dikkat çekmekteydi. Sebzelerin karşısında kuzukulağı üstünde lop yumurtalar, içine vanilya yerine, moka ne kadar hindiba kahvesine benzerse o kadar vanilyaya benzeyen kavrulmuş yulaf konmuş küçük krema kâselerinin karşısında tümüyle cevizyağı ile yapılmış bir salata. İki uçta iki tepsi içinde tereyağı ve turplar vardı, siyah turplar ve turşuluk hıyarlarla yemek çeşitleri tamamlanmış oluyordu; Madam Hochon bu yemek düzenini beğendi. Yaşlı kadıncağız, kocalarının hiç olmazsa ilk kez bir şeyi doğru dürüst yaptığını görmüş olmaktan mutluluk duyan kadınlar gibi, bir baş işareti yaptı. Yaşlı adam da buna bir göz işaretiyle ve şöyle yorumlanması kolay bir omuz hareketiyle yanıt verdi:

"Bakın, bana ne çılgınlıklar yaptırıyorsunuz!.."

Et haşlaması Mösyö Hochon tarafından sanki otopsi yapar gibi iskarpin tabanlarına benzer şekilde kesilip dilimlere ayrılır ayrılmaz sofraya üç güvercin geldi. Şarap da 1811 ürünü bir şaraptı. Adolphine, büyükannesinin öğüdüne uyarak masanın uçlarını iki demet çiçekle süslemişti.

— Her şeye katlanmak gerek, diye düşündü ressam, sofraya bakarken.

Ve sabahleyin saat altıda Vierzon'da bir fincan berbat kahveyle kahvaltı etmiş biri olarak yemeye koyuldu. Joseph ekmeğini bitirip de yeniden ekmek istediğinde Mösyö Hochon ayağa kalkıp redingotunun cebinde ağır ağır bir anahtar aradı, bulduğu bu anahtarla arkasındaki bir dolabı açarak içindeki altı kiloluk ekmekten kestiği büyük bir parçayı çıkardı, bu parçadan törenle yuvarlak bir dilim kesip ikiye ayırdı, sonra bu dilimi bir tabağa koyup tabağı, bir savaşın başlangıcında kendi kendine, "Haydi bakalım, bugün öldürülebilirim" diyen yaşlı bir askere özgü bir sessizlik ve soğukkanlılık içinde masadan genç ressama uzattı. Joseph bu dilimin yarısını aldı ve bir daha ekmek istememesi gerektiğini anladı. Aileden hiçbiri Joseph'e son derece korkunç gelen bu davranışa şaşmadı. Konuşmalar sürüyordu. Agathe doğduğu evin, babasının Descoings'lerin evi ona miras kalmadan önceki evinin Borniche'ler tarafından satın alınmış olduğunu öğrenince bu evi yeniden görmek istedi.

— Elbette, dedi vaftiz annesi, Borniche'ler bu akşam gelecekler; çünkü bütün kent sizi incelemek isteyecektir, dedi Joseph'e. Sizi evlerine davet edeceklerdir.

Hizmetçi kadın yemeğin sonunda Touraine'le Le Berry'nin keçi sütünden yumuşak peynirini getirdi, bu peynir üstlerinde sunulduğu asma yaprağı desenlerini savat tekniğiyle o kadar güzel yapılmış gibi gösterir ki sanki gravür sanatını Touraine'de o icat etmiştir. Bu küçük peynirlerin her iki yanına Gritte bir tür törenle, olmazsa olmaz cevizler ve bisküviler koydu.

— Haydi ama Gritte, meyve yok mu? diye sordu Madam Hochon.

— Ama madam, çürük meyve kalmadı, diye yanıt verdi Gritte.

Joseph sanki arkadaşlarıyla birlikte atölyesinde imiş gibi bir kahkaha patlattı, çünkü sıra meyvedeyken çürük meyvelerle başlamak gibi bir önlemin âdet haline dönüştüğünü ansızın anlamıştı.

— Yok canım! Yine de yeriz onları, dedi, kararını vermiş bir insana özgü bir neşe içinde.

— Haydi gitsene Mösyö Hochon, diye bağırdı yaşlı kadın.

Ressamın sözüne pek öfkelenen Mösyö Hochon gidip şeftalileri, armutları ve Sainte-Catherine eriklerini getirdi.

— Adolphine, git bize üzüm topla, dedi Madam Hochon torununa.

Joseph iki gence şöyle der gibi bir tavırla baktı:

"Mutlu yüzlerinizi bu rejime mi borçlusunuz?"

Baruch bu sert bakışın ne demek istediğini anlayıp gülümsemeye başladı, şimdiye kadar kuzeni Hochon ve o kibar görünmüşlerdi. Cognette'in yerinde haftada üç kez yemek yiyen insanlar, evdeki yaşama oldukça ilgisizdi. Zaten akşam yemeğinden önce Baruch, şefin Tarikat'ı yardım isteyerek cömertçe ağırlamak üzere tam kadro gece yarısı toplantıya çağırdığı haberini aldı. Yaşlı Hochon tarafından konuklara verilen bu hoş geldiniz yemeği, Cognette'in yerindeki gece şölenlerinin bir dişi bile eksik olmayan sağlam dişli bu koca çocukların beslenmesi için ne kadar gerekli olduğunu açıklıyor.

— Likörlerimizi salonda içeriz, dedi Madam Hochon ayağa kalkıp bir hareketle Joseph'in koluna girmesini isteyerek. Kapıdan önde çıkarken ressama şöyle söyleyebildi: "Ee yavrum, bu yemek sende hazımsızlık yapmayacaktır, ama böyle bir yemeği senin için sağlamak da benim için çok güç oldu. Burada perhize gireceksin, ancak yaşamak için gerekeni yiyeceksin, işte bu kadar. Kısacası, sofraya sızlanmadan katlan..."

Kendi kendini böyle eleştiren bu eşsiz yaşlı kadının yürek temizliği ressamın hoşuna gitti.

— Yirmi ekünün bile para kesemde şıkırdadığını duymadan bu adamla elli yıl yaşamış olacağım! Ah! servetinizi kurtarmak söz konusu olmasaydı, anneni ve seni hiçbir zaman bu hapishaneye getirtmezdim.

— Peki hâlâ nasıl yaşıyorsunuz? diye sordu saf saf ressam, Fransız sanatçıları hiç bırakmayan o neşe içinde.

— Ah! Sormayın, dedi. Rica ederim.

Joseph'i hafifçe ürperten bu söz yaşlı kadını onun gözünde o kadar büyüttü ki kadının yüzüne hayranlıkla bakmak için üç adım geri çekildi; onu ışıl ışıl, son derece tatlı bir dinginlik içinde bularak şöyle dedi: "Portrenizi yapacağım!"

— Hayır, hayır, dedi Madam Hochon, bu dünyada o kadar sıkıldım ki resim olarak bile kalmak istemem!

Bu üzüntülü sözü neşeyle söyleyerek dolaptan içi frenküzümü likörü dolu bir şişe çıkardı, evde kendisinin yaptığı bir likördü, tarifini o ünlü rahibelerden almıştı; Fransız şekerciliğinin en büyük icatlarından biri olan ve hiçbir aşçıbaşının, aşçının, pastacı ve şekercinin aynısını yapamadığı Issoudun pastasını da onlara borçluyuz. Konstantinopolis'te büyükelçi olan Mösyö de Rivière bu likörlerden her yıl Mahmut'un sarayı için çok miktarda istiyordu. Adolphine elinde yüzeyleri oymalı, kenarları yaldızlı eski kadehlerle dolu bir lake tabak tutuyordu, sonra kadehleri büyükannesi doldurdukça götürüp birer birer ikram ediyordu.

— Babama da sıra gelecek! diye bağırdı neşeyle Agathe; bu değişmez tören ona gençliğini anımsatmıştı.

— Hochon birazdan derneğe gazete okumaya gidecek, baş başa kalmaya biraz vaktimiz olacak, dedi ona alçak sesle yaşlı Madam Hochon.

Gerçekten de, on dakika sonra üç kadın ve Joseph parkesi hiç cilalanmamış, ancak süpürülmüş, duvar halıları girintili çıkıntılı meşe ağacından çerçeveler içine yerleştirilmiş, bütün basit ve neredeyse koyu renkli mobilyası Madam Bridau'ya bıraktığı durumdaki gibi görünen salonda yalnız kaldılar. Pek az şeye saygı gösteren Monarşi, Devrim, İmparatorluk, Restorasyon bu salona saygı göstermişti, ama şimdi burada o dönemlerin görkemlerinden, yıkımlarından hiçbir iz kalmamıştı.

— Ah vaftiz anneciğim, benim yaşamım sizinkine kıyasla çok sıkıntılı geçti, dedi Madam Bridau. Canlı iken tanıdığı, ancak şöminenin üstünde eski duvar saati ile kollu bakır şamdanlar ve gümüş şamdanlar arasına yerleştirilmiş, saman doldurulmuş kanaryayı bile yeniden görmek onu şaşırtmıştı.

— Yavrum, dedi yaşlı kadın, fırtınalar yürekte olur. Boyun eğme ne derece zorunlu ve büyük olduysa, kendimizle o ölçüde çatışma içine olduk. Benden söz etmeyelim, sizin işlerinizden söz edelim. Düşmanın tam karşısındasınız, diye ekledi, Rouget'nin evinin salonunu göstererek.

— Sofraya oturuyorlar, dedi Adolphine.

Neredeyse toplumdan çekilmiş olan bu genç kız, Maxence Gilet, Suyu Bulandıran Kız ve Jean-Jacques'a mal edilen çirkin sözler ve kötü davranışlar hakkında açıklayıcı bir bilgi yakalamak umuduyla her zaman pencerelerden bakıyor, onlardan söz etmek için dışarıya çıkartıldığında, bu konuda bazı sözler kulağına çalınıyordu. Yaşlı kadın torununa, bir ziyaretçi gelinceye kadar kendisini Mösyö ve Madam Bridau ile yalnız bırakmasını söyledi.

— Çünkü, dedi iki Parisliye bakarak, ben Issoudun'ümün ciğerini okurum. Bu akşam on-on iki kadar meraklı güruhunu konuk edeceğiz.

Madam Hochon iki Parisliye Jean-Jacques Rouget üzerinde Suyu Bulandıran Kız'la Maxence Gilet'nin kurmuş oldukları şaşırtıcı otoriteye ilişkin olayları ve ayrıntıları, olduğu gibi, sentetik bir yöntem kullanmadan, ama bunlara bir sürü yorumu, kentin hizmetçileriyle dedikoducularının süsledikleri betimlemeleri ve varsayımları ekleyerek ancak anlatabilmişti ki Adolphine Borniche'lerin, Beaussier'lerin, Lousteau-Prangin'lerin, Fichet'lerin, Goddet-Héreau'ların, tümü on dört kişi olarak, uzaktan göründüklerini haber verdi.

— Görüyorsunuz yavrum, dedi yaşlı kadın, bu serveti kurdun ağzından çekip almak kolay bir iş değil...

— Az önce söylediklerinize bakılırsa bir kopuk olan o adamla ve şen şakrak o dedikoducu kadınla uğraşmak bana o kadar güç görünüyor ki herhalde çözümü olanaksız bir iş bu, dedi Joseph. Onların etkilerine karşı savaşmak ve dayımın üstündeki otoritelerini yıkmak için Issoudun'de en aşağı bir yıl kalmamız gerekir. Bu işte insanın bir sürü dalkavukluk yaparak şerefine gölge düşürmesi gerektiğini hesaba katmasak bile, servet bu sıkıntılara değmez. Annemin ancak on beş günlük izni var; yeri sağlam, bu yeri tehlikeye atmamalı. Ekim ayı içinde Schinner'in bana bir yüksek meclis üyesi için sağladığı işler dolayısıyla önemli çalışmalarım olacak. Ne yapalım madam, benim servetim fırçalarıma bağlı.

Bu konuşma derin bir şaşkınlıkla karşılandı. Madam Hochon, her ne kadar kent halkına kıyasla üstün biri olsa da, resim sanatına inanmıyordu. Vaftiz kızına baktı ve yeniden onun elini sıktı.

— Bu Maxence, dedi Joseph annesinin kulağına eğilerek, Philippe'in bir başka türlüsü, ama Philippe'ten daha politik, daha da iyi giyimli.

— Haydi bakalım madam, dedi adamakıllı yüksek sesle, burada kalıp Mösyö Hochon'u uzun süre tedirgin etmeyelim!

— Ah! Gençsiniz, dünyayı hiç tanımıyorsunuz! dedi yaşlı kadın. On beş gün içinde biraz politik davranarak birçok sonuç elde edilebilir. Öğütlerimi dinleyin, ona göre davranın.

— Ah! Elbette seve seve dinleriz, dedi Joseph; aileyle ilgili politika konusunda ben kendimi son derecede yeteneksiz hissediyorum; bakın, örneğin yarın dayım bizi görmeyi reddederse, Desroches'un bize ne yapmamızı söyleyebileceğini bilmiyorum.
Madam Borniche, Madam Goddet-Héreau, Madam Lousteau-Prangin ve Madam Fichet, süs olarak da yanlarında kocaları, içeriye girdiler. Alışılmış karşılıklı iltifatlardan sonra bu on dört kişi oturduğunda, Madam Hochon elbette vaftiz kızı Agathe ile Joseph'i onlara tanıştırmadan edemedi. Joseph oturduğu koltuktan kalkmayıp, saat beş buçuktan dokuza kadar, annesine söylediği gibi, önünde bedava poz vermeye gelmiş altmış yüzü sinsice incelemekle meşgul oldu. Bu akşam boyunca Joseph'in Issoudun'ün soylu kişileri karşısında tutumu bu küçük kentin onun hakkındaki düşüncesini değiştirmedi. Bu kişilerin her biri onun alaycı bakışlarından etkilenmiş, gülümsemelerinden kaygı duymuş ya da dehanın tuhaflığını kabul edemeyen insanlara göre kötücül bu surattan korkmuş olarak çekip gitti.

Saat onda, herkes yattıktan sonra vaftiz annesi vaftiz kızını gece yarısına kadar odasında alıkoydu. Yalnız olduklarından emin olan bu iki kadın, yaşamlarında çektikleri dertleri birbirlerine açarak, böylece acılarını paylaşmış oldular. İçinde, bilinmeyen güzel bir ruhun gücünün kaybolduğu çölün uçsuz bucaksızlığını gören, yazgısı kötü olmuş bu ruhun son çınlamalarını dinleyen, yüceliği ve iyilikseverliği hiçbir zaman kendini gösterememiş, ama özünde yüce ve iyiliksever bu yüreğin acılarını öğrenen Agathe, Paris'teki yaşamın Tanrı'nın gönderdiği acılara ne kadar çok eğlence ve küçük mutluluklar getirdiğini görerek artık kendisine en mutsuz kadın olarak bakmadı.

— Vaftiz anne, siz dindarsınız; bana hatalarımı açıklayın, Tanrı'nın benim kişiliğimde neyi cezalandırdığını söyleyin.

— O bizi her türlü iyiliğe hazırlar yavrum, diye yanıt verdi yaşlı kadın saat gece yarısını çaldığında.

---

DİPNOTLAR:

[64] "Kırmızı eşekler kadar kötü!": Balzac, bu konuda not defterine şunları yazmış: "Kırmızı eşek kadar kötü deyimi, İran'da bir dişi eşekle bir yaban eşeğinden doğan bir eşeğin kırmızıya boyanmasından kaynaklanıyor. Bu eşekler atlar kadar hızlı gider, ama kötüdür."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro