15 - Saf Fario'nun Arabası
XV
Saf Fario'nun Arabası
Herkes haklı olarak Max'ın dairesinin bu hoş adama layık olduğunu düşünür. Gerçekten de, altı yıl içinde yüzbaşı, yıldan yıla hem kendisi hem de Flore için evin konforunu geliştirmiş, en ufak ayrıntılarını bile güzelleştirmişti. Ama bu yalnızca Issoudun'e özgü bir konfordu: Renklendirilmiş döşeme taşları, oldukça zarif duvar kâğıtları, maun ağacından mobilyalar, kenarları yaldızlı aynalar, kırmızı şeritlerle süslü muslin perdeler, taşralı döşemecilerin zengin bir gelin için yaptıkları şekilde yapılmış, o zaman görkemin doruk noktası gibi görünen, ancak o kadar sıradan olup da, adi moda gravürlerinde yer aldıkları için Parisli satıcıların düğün eşyaları olarak görmedikleri türden taçlı ve perdeli bir karyola. Issoudun'de dedikoduya bile neden olmuş korkunç bir şey de, kuşkusuz ayak seslerini duyulmaz hale getirmek için, merdivene hasır döşenmiş olmasıydı; bu yüzden sabaha karşı eve dönen Max hiç kimseyi uyandırmamıştı. Rouget, konuğunun Aylak Şövalyeler'in gece serüvenlerindeki suç ortaklığından hiçbir zaman kuşkulanmadı. Saat sekize doğru, Flore sırtında pembe çizgili, güzel pamuklu kumaştan sabahlığı, başında dantelli başlığı, ayaklarında kürklü terlikler, Max'ın odasının kapısını yavaşça açtı, ancak onun uyumakta olduğunu görünce, karyolanın önünde ayakta durdu.
— Saat üçte, o kadar geç döndü ki, dedi. Bu eğlencelere dayanmak için insanın sağlam bir yapısı olmalı. Güçlü de, bu güzel insan! Dün gece neler yaptılar acaba?
— Bak hele, buradasın ha Flore'cuğum, dedi Max, savaş sırasında ansızın da olsa, akılları başlarında olarak ve soğukkanlılıklarını yitirmeden uyanmaya alışık askerler gibi uyanarak.
— Uyuyorsun, ben gidiyorum.
— Hayır, gitme, ciddi şeyler var...
— Dün gece budalaca bir şey mi yaptınız?
— Ah! Ya, ne demezsin! Bizimle ve o yaşlı budala kadınla ilgili şeyler söz konusu. Bak, bana adamın ailesinden hiç söz etmemiştin... İşte, ailesi buraya geliyor, kuşkusuz başımıza iş açmak için...
— Ah, gidip şu adamı bir sarsayım bakayım, dedi Flore.
— Matmazel Brazier, dedi Max ciddi ciddi, düşüncesizce davranılamayacak kadar ciddi şeyler söz konusu. Kahvemi gönder bana, yatağımda içeceğim. Hem takınacağımız tavır konusunu yatakta düşüneceğim... Saat dokuzda yeniden gel, konuşuruz. Bu arada hiçbir şey bilmiyormuşsun gibi davran.
Bu haberi öğrenen Flore, Max'ı bırakıp ona kahve pişirmeye gitti; ama bir çeyrek saat sonra Baruch çabucak Max'ın odasına girip şefe, "Fario arabasını arıyor!.." dedi.
Max beş dakikada giyinip aşağıya indi ve geziniyormuş gibi yaparak Kule'nin dibine ulaştı, burada oldukça büyük bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü.
— Ne oluyor? dedi Max kalabalığı yarıp İspanyol'a kadar gelerek.
Ufak tefek, zayıf bir adam olan Fario bir İspanyol soylusu kadar çirkindi. Sanki bir burgu ile delinmiş, burnuna çok yakın ateşli gözleriyle Napoli'de bir büyücüye benzetilebilirdi. Bu ufak tefek adam ciddi, dingin, hareketleri de ağır olduğu için uysal biri gibi görünüyordu. Bu yüzden "saf Fario" deniyordu ona. Ama baharatlı çavdar çöreği rengindeki teni ve uysallığı, onun hâlâ hiçbir şeyin ağırkanlılıktan ve tembellikten kurtarmadığı bir Granada köylüsüne özgü yarı Mağripli karakterini bilmeyenlerden gizliyor, gözlemcilerin ise fark etmesini sağlıyordu.
— Arabanızı getirdiğinizden emin misiniz? dedi ona Max, bu tahıl satıcısının yakınmalarını dinledikten sonra. Çünkü Tanrı'ya şükür, Issoudun'de hırsız yok...
— Oradaydı...
— At koşulu kaldıysa, arabanızı götürmüş olamaz mı?
— Atım burada, dedi Fario, oradan otuz adım ötedeki koşumlu hayvanını göstererek.
Max, Kule'nin dibini görebilmek için gözlerini kaldırarak, ciddi bir ifadeyle atın bulunduğu yere gitti, çünkü kalabalık aşağıdaydı. Herkes Max'ı izledi, zaten bu tuhaf adamın istediği de buydu.
— Acaba biri dalgınlıkla bir arabayı cebine koymuş olabilir mi? diye bağırdı François.
— Haydi, karıştırın ceplerinizi! dedi Baruch.
Her yandan kahkahalar yükseldi. Fario küfrü bastı. İspanyollarda küfür öfkenin son kertesini belirtir.
— Araban hafif mi? diye sordu Max.
— Hafif mi ha? dedi Fario. Benimle alay edenlerin ayaklarının üstünden geçse, bunların nasırları artık canlarını acıtmazdı.
— Ama yine de çok hafif olması gerekiyor, dedi Max kuleyi göstererek, çünkü tepeye uçmuş.
Bu söz üzerine bütün gözler yukarıya çevrildi, bir an sanki pazaryerinde bir ayaklanma yaşandı. Herkes bu büyülü arabayı birbirine gösteriyordu. Bütün diller çözülmüştü.
— Şeytan kendilerini cehennemlik eden bütün hancıları korur, dedi oğul Goddet şaşkın tüccara, sana da arabaları bir hana koyacak yerde sokaklarda bırakmamayı öğretmek istemiş.
Bu paylama karşısında, kalabalıktan yuhalamalar yükseldi, çünkü Fario cimri diye biliniyordu.
— Haydi adamcağızım, dedi Max, cesaretini kaybetmemelisin. Arabanın oraya nasıl geldiğini öğrenmek için Kule'ye çıkacağız. Hay Allah kahretsin, sana yardım edeceğiz be. Sen geliyor musun, Baruch?
– Sen, dedi François'ya kulağına fısıldayarak, halkı bir kenara çek, tepenin alt tarafında olduğumuzu gördüğünde orada kimse bulunmasın.
Fario, Max, Baruch ve başka üç şövalye kuleye çıktılar. Oldukça tehlikeli bu çıkış sırasında Max, Fario ile birlikte, arabanın geçtiğini gösteren ne bir kırılma dökülme belirtisi ne de bir iz saptıyordu. Bu yüzden Fario bir büyü olduğuna inanıyordu, aklı başından gitmişti. Hepsi tepeye ulaşıp, etrafı incelediklerinde olay ciddi biçimde olanaksız göründü.
— Peki nasıl aşağıya indireceğiz bunu?.. dedi o küçük kara gözlerinde ilk kez dehşet ifadesi beliren ve hiçbir zaman renk değiştirmez gibi görünen o sarı, içeri göçük yüzü solan İspanyol.
— Nasıl ha! dedi Max, ama bu bana güç gibi görünmüyor...
Ve tahıl tüccarının şaşkınlığından yararlanarak, arabayı aşağıya fırlatacak şekilde güçlü kollarıyla iki okundan kavradı, sonra bırakacağı sırada gür bir sesle bağırdı: "Aşağıdakiler, dikkat..."
Ama hiçbir terslik söz konusu olamazdı, çünkü François tarafından uyarılmış meraklı kalabalık tepede olup bitecekleri görecek kadar bir uzaklıkta meydana geri çekilmişti. Araba sayısız parçalara ayrılarak çok hoş bir şekilde kırık dökük hale geldi.
— İşte indi aşağıya, dedi Baruch.
— Ah haydutlar! Ah rezil herifler! diye bağırdı Fario, belki de onu buraya siz çıkardınız...
Max, Baruch ve üç arkadaş İspanyol'un hakaretlerine gülmeye başladılar.
— Sana hizmette bulunmak istedik, dedi Max soğuk soğuk, o lanetli arabanı hareket ettirirken az kalsın ben de onunla birlikte uçacaktım, sen de bize bak nasıl teşekkür ediyorsun!.. Sen nerelisin ha?
— Ben insanları bağışlamayan bir yerdenim, dedi öfkesinden titreyen Fario. Arabamı cehenneme giderken kullanırsınız!.. En azından, dedi koyun gibi uysal bir hal alarak, onun yerine bir yenisini almayı reddederseniz...
— Bunu konuşuruz, dedi Max aşağıya inerken.
Kule'nin dip tarafına inip de gülen ilk gruba ulaştıklarında, Max, Fario'yu ceketinin bir düğmesinden tutarak dedi ki:
— Evet, Fario babacığım, sana çok güzel bir araba armağan edeceğim, eğer bana iki yüz elli frank vermeye razı olursan; ama onun bu araban gibi kulelere çıkacağını garanti edemem.
Bu son şakayı Fario sanki bir anlaşmaya varmak söz konusu imiş gibi soğuk karşıladı.
— Yok canım! dedi, zavallı arabamın yerine bir yenisini almam için para verirseniz, böylece Rouget babanın parasını hiçbir zaman daha iyi kullanmış olamazsınız.
Max sarardı, o korkunç yumruğunu Fario'ya doğru kaldırdı, ama böyle bir yumruğu yalnızca İspanyol'un yemeyeceğini bilen Baruch, Fario'yu bir tüy gibi çekip uzaklaştırarak Max'ın kulağına fısıldadı:
— Bir çılgınlık yapmaya kalkışma!
Hizaya gelen yüzbaşı gülmeye başladı ve Fario'ya şöyle dedi:
— Ben yanlışlıkla arabanı parçaladıysam, sen de bana iftira etmeye çalışıyorsun, o halde ödeşmiş olduk.
— Henüz değil! dedi Fario mırıldanarak. Ama arabamın değerinin ne olduğunu öğrendiğim için çok mutluyum.
— Ah! Max, sen de kiminle konuşuyorsun ha! dedi Aylaklar Tarikatı'ndan olmayan, bu sahneye tanık biri.
— Hoşça kalın Mösyö Gilet, yardımınız için daha size teşekkür edemedim, dedi tahıl tüccarı; atına binip alkışlar, yaşa, var ol sesleri arasında gözden kayboldu.
— Sizin için tekerlek çemberi demiri ayırırız, dedi bu düşüşün etkisini izlemeye gelmiş bir araba ustası.
Arabanın oklarından biri doğrudan bir ağaca saplanmıştı. Max hâlâ solgun ve düşünceliydi, İspanyol'un sözü yüreğine işlemişti. Issoudun'de on gün boyunca Fario'nun arabasından söz edildi. Oğul Goddet'nin söylediği gibi bu araba aslında gezinti arabasıydı, çünkü Le Berry'de tur atmış, Max'la Baruch'ün şakaları burada ağızdan ağıza dolaşmıştı. Böylece, İspanyol'u en çok üzen şey de, olaydan sekiz gün sonra, hâlâ üç bölgede alay konusu olması ve bütün dedikodularda adının geçmesiydi. Max ile Suyu Bulandıran Kız hakkında da, kinci İspanyol'un o korkunç sözleriyle ilgili olarak, Issoudun'de kulaktan kulağa fısıldanarak, ama Bourges'da, Vatan'da, Vierzon'da ve Châteauroux'da yüksek sesle dile getirilerek bir sürü yorum yapıldı. Maxence Gilet bu sözlerin nasıl abartılacağını kestirecek kadar bu yerleri tanıyordu.
— Bu insanların konuşmasına engel olamayız, diye düşünüyordu. Ah! Kötü bir iş yaptım.
— Ee Max, dedi François onu kolundan tutarak, bu akşam geliyorlar...
— Kimler?
— Bridau'lar! Büyükannem vaftiz kızından bir mektup almış.
— Dinle yavrum, dedi Max onun kulağına, bu işi derin derin düşündüm. Flore'la ben, Bridau'lara kızgınmışız gibi görünmemeliyiz. Eğer mirasçılar Issoudun'den ayrılırlarsa, onları siz Hochon'ların geri göndermiş olması gerekecek. Bu Parislileri iyice incele, hem ben yarın Cognette'in yerinde şöyle bir tepeden tırnağa süzdüğümde onlara ne yapacağımıza ve büyükbabanla aralarını nasıl bozacağımıza bakarız, ne dersin ha?
— İspanyol Max'ın zayıf tarafını buldu, dedi Baruch kuzeni François'ya, Mösyö Hochon'un evine dönerlerken, dostları Max'a bakarak. Max'da kendi evine dönmekteydi.
Max oyununu hazırladığı sırada, Flore can yoldaşının öğütlerine karşın, öfkesini tutamamıştı; bu oyunun planlarına yardım edip etmediğini ya da bu planları bozup bozmadığını bilemeden, zavallı bekâra öfke kusuyordu. Jean-Jacques hizmetçisinin öfkesiyle karşılaştığında, hoşuna giden özen ve yaltaklanmalar ansızın kesiliyordu. Kısacası, Flore efendisini cezalandırıyordu. Böylece, konuşmalarını çeşitli ses tonlarıyla ve az çok sevecen bakışlarla süsleyen şu gibi sevgi sözleri artık ağzından çıkmıyordu:
"Minik kedim, koca köpeğim, canikom, nonoşum, cicim vb..."
Alaylı bir şekilde saygı belirten kuru ve soğuk bir 'siz' zavallı adamın yüreğine bir bıçak gibi saplanıyordu. Bu 'siz' savaş ilanı demek oluyordu. Sonra zavallı adamın yataktan kalkmasına yardım etmek, ona eşyalarını vermek, isteklerini önceden kestirmek, ona:
– Bir gül kadar tazesiniz!
– Hadi hadi, sağlığınız çok yerinde.
– Ne kadar yakışıklısınız ihtiyar Jean diyerek bütün kadınların dile getirmeyi bildikleri ve kaba oldukça daha da hoş olan bir tür hayranlıkla bakma, nihayet yataktan kalktığı sırada onu eğlendirecek güldürücü sözler söylemek, biraz açık saçık fıkralar anlatmak yerine, Flore onu bırakıyor, o da tek başına giyiniyordu. Suyu Bulandıran Kız'ı çağırdığında, aşağıdan, merdiven başından şöyle yanıt geliyordu:
– Ee, kahvaltınıza göz kulak olmak, size odanızda hizmet etmek... her şeyi de aynı zamanda yapamam ya. Tek başınıza giyinecek kadar büyümüş bir çocuk değil misiniz?
— Tanrım! Ne yaptım ona ben? diye sordu yaşlı adam kendi kendine, sakal tıraşı olmak için su istediği sırada o paylamalardan biriyle karşılaşarak.
— Védie, mösyöye sıcak su götürün, diye bağırdı Flore.
— Védie ha?.. dedi karşı karşıya kaldığı öfkenin korkusuyla şaşkına dönen adamcağız, Védie, bu sabah nesi var madamın?
Flore Brazier kendisine efendisi, Védie, Kouski ve Max tarafından madam diye seslenilmesini istiyordu.
— Öyle görünüyor ki, dedi Védie adamakıllı yapmacıklı bir tavır takınarak, sizden hoş olmayan bir şey duymuş. Haksızsınız mösyö. Bakın, ben zavallı bir hizmetçiyim, bana sizin işlerinize ne diye burnumu soktuğumu söyleyebilirsiniz; ama Kutsal Kitap'taki o kral gibi, dünyadaki bütün kadınlar içinde arasanız da, madama benzeyenini bulamazsınız. Geçtiği yerde bıraktığı ayak izlerini öpmelisiniz... Olur şey değil! Onu üzerseniz, kendi yüreğinizi sızlatmış olursunuz! Kısacası, madam gözyaşları içindeydi.
Védie'nin şaşkına dönmüş durumda bıraktığı adamcağız bir koltuğa çöktü, etrafa melankolik bir deli gibi baktı ve tıraş olmayı unuttu. Sevecenliğin ve soğukluğun bu art arda gelişleri, sadece aşk duygusuyla yaşayan bu zayıf insanın üzerinde, tropikal bir sıcaklıktan ansızın bir kutup soğuğuna geçişin yol açtığı türden sağlıksız etkiler yapıyordu. Bu etkiler onu hastalıklar kadar hırpalayan sanki birer tinsel satlıcan hastalığıydı. Dünyada bir tek Flore onun üzerinde böyle bir etki yapabilirdi; çünkü o yalnızca Flore için budala olduğu kadar da iyi yürekliydi.
— Ee, tıraş olmadınız mı? dedi Flore kapının eşiğinde görünerek.
Rouget babanın çok şiddetli bir biçimde irkilmesine neden oldu, solgun ve bitkin görünen adam bu saldırıdan yakınmaya cesaret edemeden bir an için kıpkırmızı kesildi.
— Kahvaltınız sizi bekliyor! Ropdöşambrınızla ve terliklerinizle de inebilirsiniz aşağıya, haydi, yalnız kahvaltı edeceksiniz.
Yanıt beklemeden gözden kayboldu. Tek başına kahvaltı edecek olması adamcağızı en çok üzen cezalardan biriydi... Kahvaltı sırasında sohbet etmekten hoşlanıyordu. Merdivenden indiğinde Rouget'yi öksürük nöbeti tuttu, heyecan bronşitini azdırmıştı.
— Öksür! Öksür! dedi Flore mutfaktan, efendisinin sesini duyup duymadığını dert etmeyerek. Gerçekten, bu yaşlı kerata dayanacak kadar güçlü, onun için kaygılanmaya gerek yok. Bir gün öksürerek ruhunu teslim edecekse, bu işi ancak bizi gönderdikten sonra yapacaktır...
Suyu Bulandıran Kız'ın öfkeye kapıldığında Rouget'ye söylediği incitici sözlerdi bunlar. Zavallı adam büyük bir üzüntü içinde salonun ortasında masanın bir köşesine oturup eski mobilyalarına, eski tablolarına üzgün bir tavırla baktı.
— Pekâlâ bir kravat takabilirdiniz, dedi Flore içeriye girerek. Sizinki gibi, bir hindi boynundan daha kırmızı, daha kırışık bir boynu görmek hoş bir şey mi sanıyorsunuz.
— Peki ama ben size ne yaptım? diye sordu Rouget gözyaşları içindeki açık yeşil renkli iri gözlerini Flore'a doğru kaldırarak.
— Ne mi yaptınız?. Bilmiyorsunuz demek! Bu adam ikiyüzlü değil de ne ha? Ben ne kadar Issoudun Kulesi'nin kız kardeşi isem, babanızın dediğine göre sizin o kadar kız kardeşiniz olan, ama aslında sizin hiçbir şeyiniz olmayan Agathe, o beş paralık ressam oğlu ile birlikte Paris'ten sizi görmeye geliyor.
— Kız kardeşimle yeğenlerim Issoudun'e geliyorlar, öyle mi? diye sordu Rouget, adam akıllı şaşkınlık içinde.
— Evet, onlara gelin diye yazmadığınıza beni inandırmak için şaşırmış numarası yapın bakalım. Bu kötülük gün gibi ortada! Sakin olun, sizin o Parislilerinizi hiç tedirgin etmeyeceğiz, çünkü onlar buraya ayaklarını basmadan önce, bizim ayaklarımızın tozu bile kalmayacak burada. Max'la ben bir daha dönmemek üzere çekip gideceğiz. Vasiyetnamenize gelince, onu da burnunuzun, sakalınızın dibinde dört parçaya ayırıp yırtacağım, anlıyor musunuz... Malınızı mülkünüzü ailenize bırakırsınız, çünkü biz sizin aileniz değiliz. Sonra, otuz yıldır sizi görmemiş, hatta hiç görmemiş olan insanlar tarafından sırf kendiniz için sevilip sevilmediğinizi görürsünüz! Hem benim yerimi kız kardeşiniz alamaz ki! Budala bir sofu kadın ha!
— Hepsi bu kadar mı Flore'cuğum? dedi yaşlı adam. Ne kız kardeşimi ne de yeğenlerimi kabul edeceğim. Sana yemin ederim ki gelmeleri ile ilgili ilk haberi senden aldım; hem bu, o yaşlı sofu Madam Hochon'un düzenlediği bir oyundur...
Rouget babanın yanıtını duyabilen Max bir efendi tonuyla, "Ne oluyor?.." diyerek ortaya çıktı.
— Max'cığım, dedi Flore'la yaptığı bir anlaşma gereği hep onun yanını tutan askerin koruması altından olmaktan mutluluk duyan ihtiyar, en kutsal şey üzerine yemin ederim ki haberi yeni öğrendim. Kız kardeşime hiçbir zaman yazmadım. Babam, malımı mülkümü ona bırakmayacağıma, Kilise'ye vereceğime dair bana söz verdirmişti. Dolayısıyla ne kız kardeşimi ne de oğullarını kabul edeceğim.
— Babanız haksızlık etmiş aziz dostum Jean-Jacques, madam daha da çok haksızlık etmiş, dedi Max. Babanızın herhalde kendine göre nedenleri vardı, ama ölüp gitmiş, kininin de onunla ölmesi gerekir. Kız kardeşiniz kız kardeşinizdir, yeğenleriniz de yeğenleriniz. Onları iyi karşılamak kendinize olduğu kadar bize karşı da borcunuz. Sonra Issoudun'de ne derler?. Allah kahretsin! Zaten yeterince illallah dedim, sizi hapsettiğimizi, özgür olmadığınızı, mirasçılarınıza karşı sizi kışkırttığımızı, mirasınızı düzenle ele geçirdiğimizi söylediklerini duymam eksikti bir tek. Şeytan çarpsın eğer ikinci iftirada çekip gitmezsem! Yeter artık yahu! Kahvaltımızla ilgilenelim şimdi.
Yeniden kuzu gibi olan Flore, Védie'ye sofrayı kurması için yardım etti. Max'a hayranlıkla dolu Rouget baba onu ellerinden tutup, pencerelerden birinin aralığına götürdü ve orada ona alçak sesle şöyle dedi:
— Ah Max, bir oğlum olsaydı, onu seni sevdiğim kadar sevmezdim. Flore da haklı: İkiniz de benim ailemden sayılırsınız... Şerefli bir insansın Max, biraz önce söylediklerinin hepsi çok güzeldi.
— Kız kardeşinizi ve yeğeninizi çok iyi karşılamalısınız, ama düşüncelerinizi hiç değiştirmeyeceksiniz, dedi Max, onun sözünü keserek. Böylece babanızı ve herkesi hoşnut etmiş olursunuz.
— Pekâlâ sevgili dostlarım, diye bağırdı Flore, yahni soğuyacak. Al bak, sana bir kanat, koca bebeğim, dedi Jean-Jacques Rouget'ye gülümseyerek.
Bu söz üzerine, adamcağızın at yüzünü andıran yüzü o ölülere özgü rengini yitirdi, sarkık dudaklarında bir afyon tiryakisininkine benzeyen bir gülümseme belirdi, ama yeniden öksürüğü tuttu, çünkü yeniden göze girmiş olmanın mutluluğu ona cezalı olduğu zamanki kadar şiddetli bir heyecan vermişti. Flore ayağa kalktı, omuzlarındaki küçük bir kaşmir şalı çıkarıp yaşlı adamına boynuna kravat şeklinde takarken şöyle dedi:
— İnsanın kendisine bir hiç uğruna böyle acı çektirmesi budalaca bir şey. Alın ihtiyar budala! Size iyi gelir, yüreğimin üstünde taşıyordum onu...
— Ne iyi insan! dedi Rouget, Max'a, Flore yaşlı bekârın neredeyse dazlak olan başına takmak üzere siyah kadifeden bir takke almaya gittiği sırada.
— Hem iyi hem de güzel, dedi Max, ama tıpkı bütün içi dışı bir olanlar gibi de kırıcı.
Belki bu betimlemenin çiğliği kınanabilecek ve Suyu Bulandıran Kız'ın karakterindeki bu parlamalar, ressamın gölgede bırakması gereken gerçekliğin izini taşıyormuş gibi görülecektir. Eh, korkunç değişik biçimlerde yüz kez yinelenmiş olan bu sahne de, kabalığı ve iğrenç gerçekliğiyle, hangi toplumsal sınıfa ait olurlarsa olsun, herhangi bir çıkar onları boyun eğme çizgisinden uzaklaştırıp da iktidarı ele geçirdiklerinde, bütün kadınların oynadıkları sahnelerin bir örneğidir. Büyük politikacıların gözünde olduğu gibi, onların gözünde de amaca ulaşmak için her yol mubahtır. Flore Brazier ile bir düşes arasında, bir düşesle en zengin burjuva kadın arasında, bir burjuva kadınla son derece bakımlı bir metres arasında, aldıkları eğitime ve yaşadıkları ortama bağlı farklılıklar dışında fark yoktur. Soylu bir kadının somurtmaları, Suyu Bulandıran Kız'ın kızgınlıklarının yerine geçer. Her toplumsal tabakada tatsız şakalar, espri yüklü alaylar, soğuk bir küçümseme, ikiyüzlü yakınmalar, sahte kavgalar Issoudun'ün bu Madam Éverard'ının[63] ayak takımına yaraşır konuşmaları kadar başarı kazanır.
Max, Fario olayını o kadar komik bir şekilde anlatmaya başladı ki adamcağız güldü. Bu öyküyü dinlemek için gelmiş olan Védie ile Kouski koridorda kahkahayı bastılar. Flore'a gelince, o da makaraları koyverdi. Yemekten sonra, Jean-Jacques gazetelerini okuduğu sırada (le Constitutionnel ve la Pandore gazetelerine aboneydiler) Max, Flore'u dairesine götürdü.
— Seni mirasçısı yaptığından bu yana, başka bir vasiyetname imzalamadığından emin misin?
— Yazacak şeyi yok ki, diye yanıt verdi Flore.
— Bir notere dikte ettirmiş olabilir, dedi Max. Böyle bir şey yapmamışsa bile, bu durumu da göz önünde tutmak gerekir. Öyleyse, Bridau'ları çok iyi karşılayalım, ama bütün ipotekli yatırımları nakde çevirelim, hem de çabucak. Noterlerimizin devir işlemleri yapmak canlarına minnet. Bu gibi işlerde çıkarları var. Rantlar her gün yükseliyor. Gidip İspanya'yı fetheder, VII. Fernando'yu Cortes'lerinden kurtarırız. Böylece, gelecek yıl rantlar belki değerini aşar. Demek ki adamcağızın yedi yüz elli bin frankını 1789 Devrimi devlet tahvillerine yatırmak iyi bir iş. Ama bunları kendi adına kaydettirmeye çalış. Bizi ancak bu kurtaracaktır!
— Çok parlak bir fikir, dedi Flore.
— Hem sekiz yüz doksan bin frank karşılığında elli bin frank rant elde edeceğimize göre, yarısını geri vermek üzere ona iki yıl için yüz kırk bin frank ödünç aldırmak da gerekir. İki yıl içinde yüz bin frank Paris'ten, doksan bin de buradan alırız, dolayısıyla hiçbir riskimiz olmaz.
— Sen olmasan güzel Max'ım, ne olurdu halimiz? dedi Flore.
— Eh! Yarın akşam Cognette'in yerinde, Parislileri gördükten sonra, onları özellikle Hochon'lara kovdurmanın çaresini bulacağım.
— Zekisin meleğim! Bak, çok hoş bir adamsın.
---
DİPNOTLAR:
[63] Madam Éverard: Fransız oyun yazarı Jean-François Collin d'Harleville'in (1755-1806) "Le Vieux célibataire" adlı komedisinin kahramanı hırçın hizmetçi kadın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro