Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

13 - Suyu Bulandıran Kız

XIII

Suyu Bulandıran Kız

Saint-Jean Meydanı'nın sultanına bu "Suyu Bulandıran Kız" takma adının nereden geldiğini ve onun Rouget'nin evine nasıl mal sahibi gibi yerleştiğini anlatmak gereksiz değildir. Jean-Jacques'ın ve Madam Bridau'nun babası yaşlı doktor, yaşlandıkça, oğlunun değersiz biri olduğunu fark etti ve o zaman aklını başına getirecek bir alışkanlık edinmesi için onu oldukça sıkıya aldı, ama böylece farkında olmadan, çocuğu boynuna yular takabileceği bir zorbalığın egemenliği altına almaya hazırlıyordu. Bir gün bu kötü niyetli, ahlaksız yaşlı adam iş gezisinden dönerken, Tivoli Caddesi'nde, çayırların kenarında çok güzel küçük bir kız gördü. Atın gürültüsünü duyan çocuk, Issoudun'ün tepesinden bakıldığında, yeşil bir entarinin ortasındaki gümüş rengi kurdelelere benzeyen derelerden birinin dip tarafında dikeldi. Söylencedeki pınarlar ve ırmaklar kraliçesine benzeyen küçük kız doktora ansızın bir ressamın hiç düşleyemeyeceği en güzel yüzlerden birini gösterdi. Bütün bölgeyi tanıyan yaşlı Rouget, bu güzellik harikasını tanımıyordu. Neredeyse çıplak olan kız sırasıyla barut rengi ve beyaz çizgili kötü bir yün kumaştan, delinmiş ve parçalanmış, berbat bir kısa eteklik giymişti. Bir parça sorgun dalıyla bağlanmış kalın bir kâğıt yaprağı, başlığını oluşturuyordu. Okul defterinden bir yaprak olduğunu pek güzel gösteren düz çizgiler ve O harfleriyle dolu bu kâğıdın altında kıvırcık ve atların kuyruğunu taramaya yarayan bir tarakla tutturulmuş, bir Havva kızının isteyebileceği en güzel sarı saçlar vardı. Esmerleşmiş güzel göğsü, vaktiyle mendil olarak kullanılmış, yırtık pırtık bir atkının zar zor örttüğü boynu, esmerliğin altındaki beyaz yerleri gösteriyordu. Bacaklarının arasına geçmiş, yarı beline kadar yukarıya sıvanmış ve kocaman bir iğneyle tutturulmuş etekliği bir mayoyu andırıyordu. Duru suyun görülmesine izin verdiği ayaklar, bacaklar ortaçağ heykelciliğine yaraşır bir zariflikte görünüyorlardı. Güneşi karşına almış olan bu çok güzel vücudun da zariflikten geri kalmayan kızılımtırak bir tonu vardı. Boynu ve göğsü kaşmir ve ipekle sarmalamaya değerdi. Kısacası, bu nymphenin, kirpiklerle donatılmış, bakışları bir ressama, bir şaire diz çöktürecek mavi gözleri vardı. Çok hoş bir vücudu adamakıllı tanıyacak kadar anatomiden anlayan doktor, bu nefis model kırlarda çalışmakla harap olursa, güzel sanatların neler kaybedeceğini anladı.

— Nerelisin sen yavrum? Seni daha önce hiç görmedim, dedi o zaman yetmiş yaşında olan doktor.

Bu olay 1799 yılının Eylül ayında meydana geliyordu.

— Vatan'lıyım, diye yanıt verdi kız.

Bir burjuvanın sesini duyunca, oradan iki yüz adım ötede, derenin üstteki akıntısı içinde duran kötü görünüşlü bir adam başını kaldırdı.

— Hey, ne oluyor Flore, ha? diye bağırdı; suyu bulandıracak yerde çene çalıyorsun, mal elden gidecek!

— Peki Vatan'dan buraya ne yapmak için geliyorsun? diye sordu doktor, kızın paylanmasına aldırış etmeden.

— Şuradaki amcam Brazier için suyu bulandırıyorum.

Rabouiller, Le Berry'ye özgü bir sözcük; anlatmak istediği şeyi çok güzel bir şekilde betimliyor: Burada, bir derenin suyunu ince dalları raket şeklinde sıralanmış büyük bir ağaç dalı yardımıyla dalgalandırarak bulandırma işi söz konusu. Ne olduğunu anlayamadıkları bu işlemden ürken tatlısu ıstakozları aceleyle suyun yüzüne çıkıyor ve bu şaşkınlık içinde kendilerini balıkçının uygun bir uzaklığa yerleştirdiği av gereçlerinin ortasına atıyorlar. Flore Brazier su bulandırıcı'sını masumluğa özgü doğal bir incelikle elinde tutuyordu.

— Ama amcanın ıstakoz avlanma izni var mı?

— Peki, tek ve bölünmez Cumhuriyet döneminde değil miyiz yoksa? diye bağırdı bulunduğu yerden amca Brazier.

— Direktuvar dönemindeyiz, dedi doktor. Hem Vatan'lı birinin gelip Issoudun kenti topraklarında balık avlamasına izin veren bir yasa bilmiyorum. Annen var mı senin, yavrum?

— Hayır mösyö; babam da Bourges Akıl Hastanesi'nde. Kırlarda güneş çarptı başına... ve delirdi.

— Ne kadar kazanıyorsun?

— Suyu bulandırma mevsiminde her gün beş metelik, suyu bulandırmak için La Braisne'e kadar gidiyorum. Hasat zamanında başak topluyorum. Kışın da çekip gidiyorum.

— On iki yaşına mı yaklaşıyorsun?

— Evet mösyö...

— Benimle gelmek ister misin? İyi beslenirsin, iyi giyinirsin, hem güzel ayakkabıların da olur...

— Hayır, hayır, yeğenim yanımda kalmak zorunda; Tanrı katında ve insanların önünde onun sorumluluğunu ben üstlendim, dedi yeğenine ve doktora yaklaşan amca Brazier. Ben onun vasisiyim, anlıyor musunuz!

Doktor gülümsememek için kendini tuttu ve kuşkusuz amca Brazier'nin görünüşü karşısında herkesin bozabileceği ciddi tavrını bozmadı. Bu vasinin başında yağmurun ve güneşin yıprattığı, üstünde birçok tırtılın yaşayabileceği bir lahana yaprağı gibi kenarları kırpık ve beyaz iplikle yamanmış kırmızı bir köylü şapkası vardı. Şapkanın altında kara, içe göçmüş bir yüz görünüyordu; ağız, burun ve gözler bu yüzde dört siyah nokta oluşturuyordu. Berbat ceketi bir halı parçasına benziyordu, pantolonu da toz bezi kumaşındandı.

— Ben Doktor Rouget'yim, dedi doktor. Sen mademki bu çocuğun vasisisin, onu Saint-Jean Meydanı'ndaki evime getir; kötü bir gün geçirmiş olmazsınız, sen de, o da...

Yanıt olarak tek kelime beklemeden, amca Brazier'nin bu güzel Suyu Bulandıran Kız'la birlikte evine geleceğinden emin olarak Doktor Rouget, Issoudun'e doğru atını mahmuzladı. Gerçekten de, sofraya oturmak üzere olduğu sırada, aşçı kadın ona Brazier'lerin geldiklerini haber verdi.

— Oturun, dedi doktor, amcaya ve yeğene.

Flore ile vasisi hâlâ yalın ayak durumda, doktorun salonuna şaşkın gözlerle bakıyorlardı. İşte bunun nedeni:

Rouget'ye Descoings'lerden miras olarak kalan ev, uzun ve çok dar bir tür dörtgen şeklinde, birkaç cılız ıhlamur ağacı dikili Saint-Jean Meydanı'nın ortasındadır. Buradaki evler başka yerlerdekilere göre daha iyi yapılmıştır, Descoings'lerin evi de en güzellerinden biridir. Mösyö Hochon'un evinin karşısındaki bu evin birinci katta cephede üç penceresi, zemin katta da bir araba kapısı vardır ki buradan avluya girilir, avlunun bitiminde de bir bahçe uzanır. Araba kapısının kemeri altında, sokağa bakan iki pencereyle aydınlanan geniş bir salonun kapısı bulunur. Mutfak salonun arkasındadır, ancak birinci kata ve üstteki çatı katına çıkılan bir merdivenle ayrılmıştır. Mutfağın karşısında bir oluk, içinde çamaşır yıkanan bir hangar, iki at için bir ahır ve bir arabalık yer alır; bunların üstünde de yulaf, kuru ot, saman için küçük ambarlar vardır; doktorun uşağı da burada yatıp kalkıyordu.

Küçük köylü kızla amcasının o kadar hayran kaldığı salonda dekor olarak, XV. Louis dönemine özgü, griye boyanmış oyma tahtadan duvar kaplaması, bir mermer şömine göze çarpıyordu, bu şöminenin üstünde de üst bölümü panosuz ve oyma kenarları yaldızlı büyük bir aynaya Flore'un görüntüsü yansıyordu. Bu oyma tahta eşyanın üstünde ara ara Déols, Issoudun, Saint-Gidas, la Parée, Chézal-Benoît, Saint-Sulpice büyük manastırları ile Bourges ve Issoudun manastırlarının kalıntılarını gösteren birkaç tablo görülüyordu; bu manastırları krallarımız ve dinine bağlı olanlar değerli armağanlarla ve Rönesans'ın en güzel yapıtlarıyla zenginleştirmişlerdi. Descoings'lerin sahibi oldukları, ancak Rouget'lere geçmiş tablolar arasında Albani'nin bir Kutsal Ailesi; Domenichino'nun bir Aziz Jeronimo'su, Gentile Bellini'nin bir İsa Başı, Leonardo da Vinci'nin bir Meryem'i, XIII. Louis döneminde bir kuşatmaya karşı koyan ve kafası kesilen Belabre markisinden kalma, Tiziano'ya ait bir İsa'nın Haçı Taşıması, Paolo Veronese'nin bir Lazar'ı, Bernardo Strozzi'nin bir Meryem'in Evlenmesi, Rubens'in iki kilise tablosu ve Perugino ya da Raffaello tarafından yapılmış Perugino'nun bir tablosunun kopyası, nihayet iki Correggio ve bir Andrea del Sarto tablosu bulunuyordu.

Descoings'ler bu zenginlikleri, değerlerini bilmeden, yalnızca korunmuş olmalarına bakarak, üç yüz kilise tablosu içinden ayırmışlardı. Birçoğu yalnızca çok güzel çerçeveler içinde bulunmakla kalmıyor, kimileri de camlı çerçeve içinde bulunuyordu. Çerçevelerin güzelliği ve camların belirtir gibi göründüğü değer nedeniyle Descoings'ler, bu tabloları sakladılar. Dolayısıyla, bu salondaki mobilyalarda günümüzde bu kadar değer verilen, ama o zamanlar Issoudun'de hiçbir değer taşımayan o lüks eksik değildi.

Şöminenin üstünde altı kollu iki kocaman gümüş şamdanın arasına konmuş duvar saati Boulle'ü[55] anımsatan, manastırlara özgü görkemiyle kendini gösteriyordu. Tümü meşe ağacından, yüksek tabakadan birkaç kadının beğenisine uygun olarak da kumaş kaplanmış oyma koltuklar bugün çok beğenilirdi, çünkü tümünün üstünde taçlar, armalar bulunuyordu. İki pencere arasında bir şatodan gelme zengin bir konsol vardı, mermerinin üstünde de koskocaman bir Çin kâsesi yer alıyordu, doktor bunun içine tütününü koyuyordu. Ne doktor ne oğlu ne de kadın aşçısı bu zenginliklere özen göstermekteydiler. Yaldızlı silmelerine bakır yeşili boyayla alacalı bir görünüm verilmiş çok zarif bir ocağın üstüne tükürüyorlardı. Yarı kristal, yarı porselen çiçeklerle süslü güzel bir avize, sarktığı tavan gibi, sineklerin burayı nasıl serbestçe kullandıklarını kanıtlayan siyah noktalarla kaplıydı. Descoings'ler pencerelere bağımsız bir manastır papazının perdeli yatağından alınma brokar perdeler asmışlardı. Kapının solunda, birkaç bin frank değerinde bir dolap, büfe görevi yapıyordu.

— Haydi bakalım, Fanchette, dedi doktor kadın aşçıya, iki bardak... İyisinden ver bize.

Cognette'ten önce, Issoudun'ün en iyi aşçısı olarak tanınan Le Berry'li şişko hizmetçi, doktorun despotluğunu açığa vuran bir çabuklukla, biraz da merakından, koştu.

— Senin bölgende bir dönüm bağ ne kadar eder? diye sordu doktor, iri kıyım Brazier'nin bardağına şarap doldururken.

— Yüz ekü...

— Öyleyse yeğenini hizmetçi olarak bana bırak; yıllığı yüz ekü olacak, vasisi sıfatıyla da bu yüz eküyü sen alırsın.

— Her yıl mı? dedi Brazier, gözlerini fal taşı gibi açarak.

— Bunu senin vicdanına bırakıyorum, diye yanıt verdi doktor. Kız öksüz. On sekiz yaşına kadar Flore'un gelirle hiçbir ilgisi yok.

— Şimdi on iki yaşında olduğuna göre altı dönüm bağ demektir, dedi amca. Ama kız çok kibardır, bir kuzu kadar tatlıdır, ağzı yüzü düzgündür, çeviktir, söz dinler... Yavrucuk, zavallı kardeşimin göz bebeğiydi!

— Hem bir yıllık avans ödeyeceğim, dedi doktor.

— Ah! Gerçekten, dedi amca, şunu iki yıllık yapın, kızı size bırakayım. Elbette sizin yanınızda bizim yanımızda olduğundan daha çok rahat edecektir; karımdan dayak yiyor, karıma katlanamıyor... Yalnızca ben koruyorum henüz doğmuş bir çocuk kadar masum olan bu kutsal varlığı.

Bu son tümceyi duyan doktor, masum sözcüğünden etkilenerek amca Brazier'ye bir işaret yapıp, Suyu Bulandıran Kız'ı kurulmuş sofranın önünde bıraktı ve amcayla birlikte avluya, oradan da bahçeye çıktı. Kurulu sofrada aralarına aldıkları kıza Fanchette ile Jean-Jacques sorular sordular, o da saf saf doktorla karşılaşmasını anlattı.

— Haydi sevgili yavrucuğum, hoşça kal, dedi amca Brazier gelip Flore'u alnından öperek, seni bu iyi yürekli, saygın fukara babasının yanına yerleştirmekle mutluluğunu sağladığımı pekâlâ söyleyebilirsin. Onun sözünü benim sözümü dinlediğin gibi dinlemelisin. Çok uslu, çok kibar ol ve onun her istediğini yap.

— Benim odamın üstündeki odayı ayarlayın, dedi doktor, Fanchette'e. Bu küçük Flore, kuşkusuz adı çok uygun, bu akşamdan başlayarak o odada yatacak. Yarın ona kunduracıyla terzi kadını getirteceğiz. Hemen sofraya çatal bıçak koyun onun için, bize eşlik edecek.

Akşam bütün Issoudun'ün tek konusu Doktor Rouget'nin evine küçük bir Suyu Bulandıran Kız'ın yerleşmesi oldu. Alaycı bir bölgede bu takma ad Matmazel Brazier'ye servetinden önce, serveti sırasında ve serveti sonrasında da yapışıp kaldı.

Doktor kuşkusuz, XV. Louis'nin Matmazel de Romans için büyük çapta yaptığını Flore Brazier için küçük çapta yapmak istiyordu, ama çok geç kalmıştı; XV. Louis henüz gençti, oysa doktor yaşlılığın başlangıcındaydı. O hoş Suyu Bulandıran Kız, on iki yaşından on dört yaşına kadar tam bir mutluluk içinde yaşadı. İyi giyiniyordu, Issoudun'ün en zengin kızından çok daha iyi giyinip kuşanıyordu, derslerine teşvik etmek için doktorun kendisine verdiği altın saati ve mücevherleri takıyordu, okumayı, yazmayı, hesap yapmayı öğreten bir öğretmeni vardı, ama köylülerin neredeyse hayvan gibi yaşamı Flore'un içinde bilimin acı suyuna karşı öyle tiksintiler uyandırmıştı ki, doktor bu eğitimle yetindi.

Doktorun sevecenlikten uzak sanıldığı ölçüde duygusallık yüklü bir özenle görgüsüzlüğünü giderdiği, okuttuğu, yetiştirdiği bu çocuğa karşı beslediği niyet, dedikoduları Max'ın ve Agathe'ın doğumu konusunda olduğu gibi üzücü yanlış düşüncelere yol açan, kentin çenesi düşük burjuvazisi tarafından çeşitli biçimde yorumlandı. Küçük kentlerin halkı için, bir sürü varsayım içinde, karşıt yorumlar arasında ve bir olayın yol açtığı tahminlerle gerçeği meydana çıkarmak kolay değildir. Taşra, eskiden Tuileries bahçesinde Küçük Taşra politikacılarının yaptıkları gibi, her şeyi açıklamak ister ve sonunda her şeyi öğrenir. Ama herkes olayda, sevdiği yüze bağlı kalır, bu yüzde gerçeği görür, gerçeği tanıtlar ve bu yüzün yorumunu tek iyi yorum olarak kabul eder. Küçük kentlerdeki apaçık yaşama ve gözetime karşın, gerçek çoğu zaman karanlıkta kalır ve anlaşılmak için, ya ardından gerçeğin kayıtsız kaldığı zamanı ya da tarihçi ve üstün insanın daha yüksek bir görüşe sahip olarak benimsedikleri tarafsızlığı ister.

— Bu yaşlı maymunun bu yaşta on beş yaşındaki bir kıza ne yapmasını istiyorsunuz? diye soruluyordu Suyu Bulandıran Kız'ın gelişinden iki yıl sonra.

— Haklısınız, diye yanıt veriliyordu, adamın eğlenme zamanı çoktan geçti.

— Dostum, oğlunun budalalığı doktoru çileden çıkarıyor, kızı Agathe'a karşı kini de devam ediyor; bu sıkıntı içinde, belki yalnızca bu küçük kızla evlenmek, ondan Max gibi çevik, boylu boslu, çok canlı, güzel bir erkek çocuğu sahibi olabilmek için iki yıldır bu kadar uslu yaşadı, diyordu sağduyu sahibi bir adam.

— Bırakın da rahatça konuşalım, Lousteau ile Rouget'nin 1770'ten 1787'ye kadar sürdükleri yaşamı sürdükten sonra, yetmiş yaşında insanın çocuğu olabilir mi? Bakın, bu yaşlı çapkın, en azından doktor olarak Eski Ahit'i okumuş ve Kral Davut'un yaşlılığını nasıl canlandırdığını öğrenmiştir... İşte hepsi bu kadar dostum!

— Brazier'nin, sarhoş iken Vatan'da doktoru soymakla övündüğü söyleniyor! diye bağırıyordu, daha çok kötülüğe inanan insanlardan biri.

— Ah Tanrım! Şu Issoudun'de söylenmeyen ne var ki?

1800'den 1805'e kadar, beş yıl boyunca doktor, söylendiğine göre Matmazel de Romans'ın hırsının, büyük isteklerinin Sevgili Louis'ye çektirdiği sıkıntıları çekmedi, ama Flore'u eğitmenin kendisine verdiği zevki tattı. Küçük Suyu Bulandıran Kız, doktorun evindeki durumunu amcası ile sürdüreceği yaşamla kıyaslayınca, o kadar hoşnuttu ki kuşkusuz, Doğu'da her kadın kölenin yaptığı gibi, efendisinin isteklerine boyun eğdi. İdil yazanlara ya da insanseverlere karşın, köyde yaşayan insanlar kimi erdemler konusunda pek az bilgi sahibidirler ve bunlarda ahlak kurallarına bağlılık bir iyilik ya da bir güzellik duygusundan değil, çıkarcı bir düşünceden doğar; yoksulluk, sürekli çalışma, mutsuzluk için yetiştirildiklerinden, bu görüş açısı sayesinde açlığın, bitmez tükenmez emeğin cehenneminden kendilerini kurtarabilen her şeyi, hele yasalar karşı değilse, mubah görürler. İstisnalar varsa da enderdir. Erdem toplumsal yönden gönencin arkadaşıdır ve eğitimle başlar. Bu yüzden Suyu Bulandıran Kız, tutumu dinsel bakımdan son derece kınanacak bir durumda ise de, çepeçevre on fersahlık bir alanda bütün kızlar için bir kıskançlık konusuydu.

1787'de doğan Flore, 1793'ten 1798'e kadar çılgınca eğlencelerin ortasında yetişti; bunların yansımaları papazlardan, ayinlerden, sunaklardan yoksun, evlenmenin yasal bir birleşme olduğu, Başkaldırı'nın geleneksel yeri Issoudun başta olmak üzere devrimci özdeyişlerin derin izler bıraktığı bu köyleri aydınlattı. 1802'de Katolik dini yeni yeni eski durumuna kavuşmuştu. İmparator için papaz bulmak güç oldu. 1806'da Fransa'da birçok bölge kilisesi henüz kapalıydı, bu kadar şiddetli bir dağılmadan sonra, idam sehpasında can vermiş din adamlarının yerine yenilerini bir araya getirmek çok yavaş olmuştu.

1802'de Flore'u kendi vicdanından başka hiçbir şey kınayamazdı. Amca Brazier'nin bu göz bebeğinde vicdanın çıkar duygusundan daha zayıf olması gerekmez miydi? Her şey böyle bir tahmin yapmaya yol açtığı gibi, edepsiz doktor yaşı gereği Suyu Bulandıran Kız'a ilişmemek zorunda kaldıysa da, o yine de çok yırtık bir kız olarak anıldı. Bununla birlikte kimi insanlar, ömrünün son iki yılında kıza karşı soğukluktan biraz öte bir davranış içinde olan doktorun gösterdiği özen ve ilginin kesilmesini kız için bir masumluk belgesi olarak görmek istediler.

Yaşlı Rouget sonunun geldiğini önceden kestirebilecek kadar insan öldürmüştü, oysa doktoru ölüm döşeğinde ansiklopedici felsefenin mantosuna sarınmış bulan noteri, o zaman onu on yedi yaşında olan bu genç kız lehine bir şey yapması için sıkıştırdı.

— Öyleyse özgürlüğüne kavuşturalım onu, dedi doktor.

Bu söz, acı alaylarının kaynağını yanıt verdiği kişinin tam da mesleğinden sağlamayı hiçbir zaman ihmal etmeyen bu yaşlı adamı betimliyor. Kötü davranışlarını espriyle örterek, esprinin her zaman, hele kuşkusuz kişisel çıkara dayanıyorsa özellikle haklı olduğu bir bölgede, bunları bağışlatıyordu. Noter bu sözde, bu adamın yoğunlaşmış kininin haykırışını, güçsüz bir aşkın masum nesnesinden bir öç alışı gördü. Bu düşünce, Suyu Bulandıran Kız'a hiçbir şey bırakmayan ve noter bu konu üzerinde yeniden ısrar ettiğinde, acı bir gülümsemeyle:

— Güzelliğiyle yeterince zengin, diyen doktorun inadıyla bir bakıma doğrulandı.

Jean-Jacques Rouget babası için ağlamadı, oysa Flore ağladı. Yaşlı doktor oğlunu çok mutsuz kılmıştı, özellikle de erginlik döneminde; Jean-Jacques 1791'de ergin oldu, oysa baba küçük köylü kıza köylülerin gözünde mutluluk ideali olan maddi mutluluğu vermişti. Doktorun gömülmesinden sonra Fanchette, Flore'a şöyle dedi:

— Ee, mösyö artık dünyada olmadığına göre, ne yapacaksınız şimdi?

Jean-Jacques'ın gözleri parladı ve ilk kez o hareketsiz yüzü canlandı, bir düşüncenin parıltısıyla aydınlanıyor gibi görünüp bir duyguyu açığa vurdu.

— Bırakın bizi, dedi bu sırada sofrayı toplayan Fanchette'e.

On yedi yaşında Flore, bedeninde ve yüz çizgilerinde hâlâ o inceliği, doktoru baştan çıkaran ve kibar âlemi kadınlarının korumayı bildikleri, ama köylü kadınlarda bir kır çiçeği kadar çabucak solan o güzellik özelliğini koruyordu. Bununla birlikte, çalışma ve yoksunluklarla geçen yaşamlarını tarlalara ve güneşe götürmezlerse, bütün güzel köylü kadınlarında etkisini gösteren o şişmanlama eğilimi şimdiden onda da kendini gösteriyordu. Vücudunun üst kısmı genişlemişti. Yağlı ve beyaz omuzları, şimdiden kırışan boynuyla dolgun ve uyumlu şekilde birleşen yüzeyler oluşturuyordu. Ama yüz çevresinin çizgisi değişmemişti, çenesi de hâlâ zarifti.

— Flore, dedi Jean-Jacques heyecanlı bir sesle, bu eve iyice alıştınız, değil mi?

— Evet Mösyö Jean...

Mirasçı, aşk ilan edeceği sırada, daha yeni gömülmüş olan ölüyü anımsayarak dilinin tutulduğunu hissetti; babasının iyilik severliğinin nereye kadar gitmiş olduğunu merak etti. Yeni efendisine onun basitliğinden kuşkulanmadan bakan Flore, bir süre Jean-Jacques'ın yeniden konuşmaya başlamasını bekledi, ama Jean-Jacques'ın sessizliğe gömülmesi hakkında ne düşüneceğini bilemeden ondan ayrıldı. Doktordan aldığı eğitim ne olursa olsun, Suyu Bulandıran Kız'ın, Jean-Jacques'ın karakterini tanıması için birkaç gün geçmeliydi. İşte onun hakkında kısaca söyleyeceklerimiz:

Babası öldüğünde otuz yedi yaşında olan Jean-Jacques, on iki yaşındaki bir çocuk kadar utangaç ve baba disiplinine boyun eğen biriydi. Bu utangaçlık, bu karakteri ya da ne yazık ki her yerde rastlanan, hatta prenslerin bile başına gelen türden olayları (çünkü Sophie Dawes[56] Condé'lerin sonuncusu tarafından Suyu Bulandıran Kız'ın düştüğü durumdan daha beter bir duruma düşürüldü) kabul etmek istemeyenlere onun çocukluğunu, gençliğini ve hayatını açıklamalıdır. İki tür utangaçlık vardır. Zihinsel utangaçlık, sinirsel utangaçlık; fiziksel bir utangaçlık ve tinsel bir utangaçlık. Biri, ötekinden bağımsızdır. Tin, dingin ve cesur kalırken vücut korkup titreyebilir, tersi de olabilir. Bu, birçok tinsel tuhaflıkların ipucunu verir. İki utangaçlık bir insanda bir arada bulunursa, bu insan bütün ömrü boyunca bir hiç olacaktır. Böyle bir tam utangaçlık "Bu bir budala!" dediğimiz kişinin utangaçlığıdır. Bu kişide çoğu zaman bastırılmış büyük nitelikler saklıdır. Belki esrime içinde yaşamış kimi keşişlerin varlığını bu çifte kusura borçluyuz. Bu üzücü fiziksel ve tinsel durum, organların ve ruhun kusursuzluğuyla, aynı zamanda henüz görülmemiş kusurlarla da ortaya çıkar. Jean-Jacques'ın utangaçlığı, yetilerindeki belli bir uyuşukluktan ileri geliyordu ki büyük bir öğretmen ya da Desplein gibi bir cerrah bu uyuşukluğu giderebilirdi.

Jean-Jacques'ta aşk duygusuna,  yaşamda kullanacağı kadar duygusu kalmışsa da, aptallarda olduğu gibi, zekâda eksik olan güç ve çeviklik geçmişti. Bütün gençlerde aşk tutkusu bir ideal içinde toplanırken, onun bu idealden yoksun tutkusunun şiddeti utangaçlığını daha da artırıyordu. Issoudun'de bir kadına kur yapmaya hiçbir zaman karar veremedi. Oysa orta boylu, utangaç ve kötü niyetli gibi görünen, eğer yüzünü şimdiden derin çizgiler ve solgun teni zamanından önce yaşlandırmış olsaydı, soluk yeşil renkli ve patlak iki kocaman gözün de yeterince çirkinleştireceği böyle bayağı bir yüze sahip bir gence ne sıradan genç kızlar ne de burjuva kızları pas verebilirlerdi. Bu zavallı genç, bir kadınla birlikteyken gerçekten bir şey yapamaz duruma geliyordu, çünkü eğitimi sayesinde sahip olduğu fikirlerin azlığı yüzünden ne kadar şiddetle engelleniyorsa, tutkusu yüzünden o kadar şiddetle teşvik edildiğini hissediyordu. Bu iki eşit güç arasında hareketsiz kalıp ne söyleyeceğini bilemiyor ve yanıt vermek zorunda kalmaktan o derece korkuyordu ki, kendisine sorular sorulacak diye titriyordu! Dili o kadar çabuklukla çözen arzu, onun dilini donduruyordu. Dolayısıyla Jean-Jacques yalnız kaldı ve yalnızlığı aradı, çünkü yalnızlıktan sıkılmıyordu.

Doktor bu huyun ve bu karakterin yol açtığı çöküntüleri fark etti, ama bunlara derman bulmak için geç kalmıştı. Oğlunu pekâlâ evlendirmek isteyebilirdi, ne var ki onu kesin bir egemenlik altına aldırmak söz konusu olacağı için, duraksamak zorundaydı. Bu, servetinin yönetimini yabancı bir kadına, bilinmeyen bir kıza bırakmak olmaz mıydı? Oysa bir genç kızı inceleyip, onun kadın olarak bütün tinsel yaşamı hakkında tahminlerde bulunmanın ne kadar güç olduğunu biliyordu. Bu yüzden, eğitimi ya da duyguları kendisine güvence veren bir kişiyi arayarak, oğluna cimriliği öğretmeyi denedi. Böylece zekâdan yoksun bu aptala bir tür içgüdü vereceğini umut ediyordu.

Önce onu mekanik bir yaşama alıştırdı ve gelirlerini yatırması için beylik düşünceler aşıladı, sonra iyi durumda ve uzun süreli sözleşmelerle kiraya verilmiş topraklar bırakarak onu bir toprak servetinin yönetiminde ortaya çıkan başlıca güçlüklerden kurtardı. Bununla birlikte, bu zavallı varlığın yaşamına egemen olacak olayı bu derece kurnaz olan yaşlı adam kestiremedi.

Utangaçlık sinsiliğe benzer, sinsililiğin bütün derinliğine sahiptir. Jean-Jacques Suyu Bulandıran Kız'ı çılgınca sevdi. Zaten bundan daha doğal bir şey yoktur. Flore bu gencin yanında kalan, gizlice seyrederek, her zaman inceleyerek rahatça görebildiği tek kadındı; Flore onun için baba evini aydınlattı, ona farkında olmadan gençliğini yaldızlayan eşsiz zevkleri verdi. Babasını kıskanmak şöyle dursun, onun Flore'a verdiği eğitimden pek hoşnuttu: Ona uysal ve kur yapmak zorunda olmayacağı bir kadın gerekmiyor muydu? Zekâsını kendisiyle birlikte taşıyan tutku, dikkat buyurun, aptallara, budalalara, şaşkınlara özellikle gençlikte bir tür zekâ verebilir. En kaba insanda her zaman bir hayvansal içgüdü vardır, bunun sürüp gitmesi bir düşünceye benzer.

Efendisinin sessizliği karşısında çeşitli düşüncelere kapılmış olan Flore ertesi gün önemli bir açıklama umdu; ama Jean-Jacques her ne kadar onun etrafında dönüp şehvet yüklü ifadelerle ona sinsice baksa da, söyleyecek bir şey bulamadı. Sonunda, sofrada sıra tatlılara geldiğinde, efendi bir gün önceki sahneyi yineledi.

— Burada kendinizi rahat hissediyor musunuz? dedi Flore'a.

— Evet mösyö.

— Eh, öyleyse burada kalın.

— Teşekkür ederim Mösyö Jean.

Bu tuhaf durum üç hafta sürdü. Hiçbir gürültünün sessizliği bozmadığı bir gece, beklenmedik bir biçimde uyanan Flore, kapısında düzenli bir insan soluması sesi duydu ve sahanlıkta bir köpek gibi yere uzanmış ve kuşkusuz odasını gözetlemek için aşağıdan bir delik açmış olan Jean-Jacques'ı tanıyınca korktu.

— Beni seviyor, diye düşündü; ama bu gidişle romatizmaya yakalanacak.

Ertesi gün Flore, efendisine belirgin bir biçimde baktı. Bu sessiz ve içgüdüsel aşk onu heyecanlandırmıştı; çıbana benzeyen sivilcelerle dolu şakakları ve alnı, bozuk kanın göstergesi şu korkunç çelengi taşıyan bu budalayı artık o kadar çirkin bulmaz oldu.

— Tarlalara dönmek istemezdiniz, değil mi? dedi ona Jean-Jacques, yalnız kaldıklarında.

— Neden soruyorsunuz bunu bana? diye sordu Flore.

— Öğrenmek için, dedi Rouget pişmiş ıstakoz rengini alarak.

— Beni oralara geri göndermek mi istiyorsunuz?

— Hayır matmazel.

— Peki öyleyse ne öğrenmek istiyorsunuz? Bir nedeniniz vardır.

— Evet, öğrenmek istiyordum...

— Neyi? dedi Flore.

— Ama bana söylemezsiniz!

— Söylerim, namuslu kız sözü veriyorum.

— Ah! Bakın işte, dedi ürken Rouget. Namuslu bir kızsınız...

— Elbette!

— Yani gerçekten mi?

— Size öyle söylediğime göre...

— Öyle mi? Buraya amcanızın yalın ayak getirdiği aynı kız mısınız?

— Güzel soru doğrusu! dedi Flore kızararak.

Çok üzülen mirasçı, başını öne eğdi ve bir daha kaldırmadı. Bir erkek için bu kadar gurur okşayıcı bir yanıtın böyle bir üzüntüyle karşılanmasına şaşan Flore çekip gitti. Üç gün sonra, aynı anda (çünkü ikisi de sofrada sıra tatlılara geldiğinde savaş alanlarına girmişe benziyorlardı), önce Flore efendisine şöyle dedi:

— Benimle ilgili olumsuz bir duygunuz mu var?

— Hayır matmazel, dedi efendisi, hayır... (Bir sessizlik) Tam tersine...

— Geçen gün namuslu bir kız olduğumu öğrenince canınız sıkılmış gibi göründünüz.

— Hayır, ben yalnızca öğrenmek istiyordum... (Bir sessizlik) Ama bunu bana söylemezdiniz.

— İnan olsun, dedi Flore, size bütün gerçeği söyleyeceğim.

— Bütün gerçeği mi... babamla ilgili? diye sordu kısık bir sesle.

— Babanız, dedi bakışlarını efendisinin gözlerinin içine daldırarak, iyi bir insandı... Gülüp eğlenmeyi severdi... Canım, birazcık! Ah sevgili adamcağız!.. İyi niyet sahibiydi de... Kısacası, size karşı ne olduğunu bilmediğim birtakım niyetleri vardı. Ah! Kötü niyetlerdi bunlar. Çoğu zaman güldürürdü beni, gerçekten! İşte böyle... Sonra mı?

— Peki Flore, dedi mirasçı, Suyu Bulandıran Kız'ın elini tutarak, mademki babam sizin hiçbir şeyiniz değildi...

— Ee, benim neyim olmasını isterdiniz? diye bağırdı namusa dokunan bir varsayım karşısında onuru kırılmış bir kız olarak.

— Pekâlâ, dinler misiniz ha?

— O benim velinimetimdi, hepsi bu. Ah! Karısı olmamı elbette isterdi. Ama...

— Ama, dedi Rouget, Flore'un çektiği elini yeniden tutarak, mademki babam sizin hiçbir şeyiniz olmadı, burada benimle kalabilirsiniz.

— Siz istiyorsanız, dedi Flore gözlerini indirerek.

— Hayır, hayır, siz, siz istiyorsanız, dedi Rouget. Evet, şey... kâhya olabilirsiniz. Burada bulunan her şey size ait olacak, servetimle ilgileneceksiniz, o da neredeyse sizin olacak. Çünkü sizi seviyorum, hem sizi buraya yalın ayak ilk girdiğinizden bu yana seviyorum.

Flore yanıt vermedi. Sessizlik sıkıcı olunca Jean-Jacques şu korkunç gerekçeyi icat etti:

— Bakın, bu, tarlalara dönmekten daha iyi değil mi? diye sordu ona, apaçık bir ateşlilikle.

— Elbette Mösyö Jean! Nasıl isterseniz, diye yanıt verdi Flore.

Bununla birlikte bu nasıl isterseniz'e karşın Rouget kendini amacına doğru daha ilerlemiş hissetmedi. Bu karakterdeki insanların kesinliğe gereksinimleri vardır. Aşklarını itiraf ederken gösterdikleri çaba o kadar büyüktür ve onlara o kadar ağır gelir ki bu çabayı yineleyecek durumda olmadıklarını bilirler. Onları kabul eden ilk kadına bağlanmaları bundan ileri gelir. Olayları ancak sonuçlarıyla düşünebiliriz. Babasının ölümünden on ay sonra Jean-Jacques tümüyle değişti: Şakaklarındaki ve alnındaki sivilcelerin harap ettiği o solgun, kül rengi yüzü aydınlandı, temizlendi, pembe renklere büründü. Sonunda mutluluğu yüz ifadesinden adamakıllı okunur oldu. Flore efendisinin kendisine çok özen göstermesini istedi, onun iyi giyinip kuşanmasını kendisi için öz saygı konusu yaptı, o gezintiye giderken gözden kayboluncaya kadar kapı eşiğinde durup ardından bakıyordu. Bütün kent bu değişikliklerin farkına vardı, bunlar onu bambaşka bir adam yapmıştı.

— Haberi duydunuz mu? diye soruyordu herkes birbirine Issoudun'de.

— Ee, hangi haberi?

— Babasının her şeyi Jean-Jacques'a miras kaldı, Suyu Bulandıran Kız bile...

— Doktorun, oğluna bir kâhya bırakacak kadar kurnaz olduğuna inanmıyor musunuz?

— Rouget için bir hazine o doğrusu, diye bağırdı herkes.

— Çok bilmiş biri! Çok da güzel, kesinlikle bir koca bulacaktır.

— Bu kız şanslı!

— Bu da ancak güzel kızlara nasip olan bir şans!

— Ah! Bakın, öyle sanıyorsunuz, ama amcam Borniche-Héreau var ya... Matmazel Ganivet'den söz edildiğini duymuşsunuzdur, kız çok çok çirkindi, yine de amcamdan ona bin ekü gelir kaldı.

— Aman canım! Bu 1778'deydi!

— Ne fark eder, Rouget haksız, babası ona tamı tamına kırk bin lira gelir bıraktı, oysa adam Matmazel Héreau ile evlenebilirdi.

— Doktor denedi, ama kız istemedi. Rouget çok budala...

— Çok budala ha! Kadınlar böyle erkeklerle çok mutlu olurlar.

— Sizin karınız mutlu mu?

Issoudun'de dolaşan sözler bu türdendi. Taşra geleneklerine göre, bu yarı evlilikle önce alay edildiyse de, sonunda Flore, bu zavallı çocuğa kendini adadığı için övüldü. Bakın, Flore Brazier, Rouget'nin –oğul Goddet'nin deyişiyle– babadan oğula geçen evini yönetmeyi nasıl başardı. Şimdi bekârlara ders olması için bu yönetimin öyküsünü ana çizgileriyle belirtmek gereksiz olmayacaktır.

---

DİPNOTLAR:

[55] Boulle: André-Charles Boulle (1642-1732). Ünlü Fransız dekoratör ve marangoz.

[56] Sophie Dawes: Bourbon dükü, yaşlı Condé prensi öldüğünde mirasına metresi Sophie Dawes, açgözlülükle sahip çıkmak istemişti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro