Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

İNTİHAR MAĞDURU

Gerçekten ölmek mi istiyorsun?

O halde gerçekten yaşamayı dene bakalım...


İnsanoğlunun en büyük aptallığı nedir biliyor musunuz? Hiç bilmediği konular hakkında belli belirsiz tahminler yürütmek. Sıradan bir olaydan bahsetmeyeceğim size. Kastettiğim gerçek ÖLÜM... Kimse bir peygamber veya melek değil yaşadığımız dönemde. Hayatı cehenneme dönmüş birçok insanın kurtuluş yolu olarak ölüm gözükür hep. Peki hayatı güllük gülistanlık olanlar için ölüm neyi ifade ediyor sizce? Bir şekilde elindekilerle yetinmek zorunda olan, hayattan daha fazlasını istemeye hakkı olmayan insanlar zaten ölüdür öyle değil mi? Sizin tabirinizle bu böyle. Peki her istediği elinin altında olan insanlar yaşıyor mu? Bir de bu soruya cevap bekliyorum sizden. Aslında ben vereyim mi bu sorunun yanıtını?

Yaşadığını sanan ölülerde aramayın hayatı, çok değil, başınızı hafif semaya kaldırıp bakmanız yeterli. İşte gerçek hayat orada saklı...

Ellerimi gözlerime götürerek gelen ışığı mı engelleyeyim, yoksa ne kadar hızlı hareket edebilirim diye kendimi mi test edeyim anlamadım. Soluma çevirdiğimde başımı, yere mıhlanmış gibi öylece kaldım. Bir çeşit şoka girmiştim ve bu hızlı hareket edebilmemi engelliyordu. Reflekslerim bir anda donmuştu. Gözlerimi kocaman açmış, üzerime büyük bir gürültüyle gelen ışık gösterisine kitlemiştim bütün bedenimi.

Korkuluk gibi dikilmiş, bir an önce ölmeyi bekliyordum. Bana doğru korna çalarak gelen ve büyük bir frenle asfaltı resmen hüngür hüngür ağlatan lüks arabanın farlarının ışığına verdim bütün dikkatimi. Hareket edemiyordum. Büyük bir gürültüyle önümde durabildi ama; bu bana temas etmediği anlamına gelmiyor. Sol bacağıma beni birkaç adım geriye atacak bir güçle çarptı.

Bir anda vücudum beynimden bağımsız bir şekilde yere savruldu. Beynime uyarı gitmiyordu. Bütün ipler kopmuştu ve nöronlarım gerekli işlevini yapamıyordu. Gözlerim pörtlercesine açılmış, "Acaba öldüm mü?" diye düşünmeye kendimi çoktan bırakmıştım. Bu dünya denilen evin tavanına dikiyordum gözlerimi.

Arabadaki adam kapısını açıp, hızla koşarak yanıma geliyordu. Öylece hareketlerini izliyor, hiçbir tepki vermiyordum. Gözlerimi daha hiç kırpmamıştım ve yaşarmasını da engelleyemiyordum. Gözlerimden düşün iki katrenin anlamını taşıyabilir miydi acaba bu zemin? Bir damla gözyaşı nasıl en büyük binaları yıkacak kadar dev güce sahip olur? Ölüm anında Azrail' le verilen en büyük savaşın teridir o yaş. Hiçbir alınan neticenin aslında anlam ifade etmediğini o iki çizgi arasında gidip gelerek anlar bedeniniz. Ölmemek için direnen bir vücut ve yaşamaya artık mecali kalmamış bir ruhla kaldı yüreğim tek başına. İşte bu ikilemlerin tek şahidi gözlerimden akan iki tane şeffaf tuzlu damla. Hiçbir kezzabın eritemeyeceği ve hiçbir neşterin kesemeyeceği kadar sert. Unutulmamak adına...

İçinde bulunduğum düşüncelerden, adamın üzerime eğilip buharlı nefesiyle bir şeyler fısıldamaya başladığında sıyrıldım.

—İyi misin? Deli misin sen? Ölmek mi istiyorsun? diye sordu korku ve endişe karışımı bir gözle.

Hiç aklımın ucundan bile geçmemişti ölmek ama alternatif bir seçim olabilirdi. "İyi fikir." diyesim geldi bir an. Çektiğim acıları dindirmenin en kısa ve en kolay yolu bu olurdu herhalde. Bir an duraksadım. Burada böyle salak gibi ben dikilmemiştim ki... "Caddenin ortasında niye durayım ben? Aptal mıyım?" diyesim vardı ama şokun etkisiyle henüz konuşma yetimi kazanamamıştım.

Beni burada durduran şey Hayal' di ve tanımadığım kişinin arkasında bana bakıp pis pis sırıtanda oydu. "Gerizekalı şey, ne yapıyorsun sen? Az daha öldürecektin beni." dedim içimden ona bakarak. O ise kafasını sağa sola sallayarak, dudaklarına bir cıkcıklama takındı.

— Çok ayıp. Sana hiç yakışmıyor hakaret etmek. dedi beni dalgaya alarak. Hem senin bunları yaşaman gerekir tatlım. dedi bir anlık duraksamanın ardından.

Söylediklerine hiçbir anlam veremiyordum. Neden bahsediyordu bu hayalet mi, yoksa cin mi olduğuna henüz karar veremediğim yaratık? Ne tür bir varlık olduğunu bile anlamamıştım ki daha. Bana yaşattıkları birer balyoz gibi iniyordu kafama. Hem bu benim içimi okuyor olabilir mi?

Karşılaştığımız ilk gece bana "Ben senin içindeki iyilikten can bulup yaratılmış bir Hayat' ım." demişti ama; ben yaptığı hiçbir harekette ve eylemde iyilik, doğruluk bulamıyordum. Bildiğin şeytandı işte, hem de sinsi bir şeytan. Adam beni ayağa kaldırmak için ellerini omuzuma koydu ve ayaklandırdı.

— İyi misin? Hastaneye gitmek ister misin? Bir yerin falan acıyor mu? diye soru yağmuruna tuttu beni.

Bıraksaydım daha konuşurdu ama; ben ellerinden kurtulup, yol kenarına yürümeye çoktan başlamıştım. Vücudumu ellerinden çektiğimde, ondan destek alarak ayakta durduğumu yeni farkettim. Bir adım attım, bedenimin henüz yürümeye hazır olmadığını anlamamla adamın kollarına yığılmam bir oldu.

Gökyüzü zaten karanlıktı ama asıl kararan benim dünyamdı. Gözlerim bir anda esmer bir yalnızlığa yumuldu, hem de marsık gibi bir yalnızlığa.

Gözlerimi büyük bir mücadele ve zorlukla aralamaya çalışırken, önümde belli belirsiz gidip gelen karaltıların netlik kazanmasını göz kapaklarımı birkaç defa kaldırıp indirerek sağladım. Sol kolumda bir serum iğnesi ve tek kişilik bir yatakta boylu boyunca uzanmış, üzerimdeki ince örtüyle ısınmaya çalışıyordum.

Aslında ben Anemi hastasıyım. Sık sık baş dönmeleri ve bayılmalarım oluyor ama; bu defa bayılmamın nedeni bu hastalık değildi. Çok korkmuştum ve araba çarpmadan öncesinde yaşadıklarımın, bayılmamda büyük payı vardı.

Yanımda elindeki dosyaya bir şeyler karalayan ve etrafımda fır dönen bir hemşire vardı. Karşımda ise sinirlerimi alt-üst etmesine hiçbir şey yapmasa bile, görmem yeterli olan; kahrolasıca Hayal vardı.

Onun yüzünden yaşadıklarımın biri bin paraydı. Eve gittiğimde parası ne olursa olsun, hemen İstanbul' un en iyi psikiyatristi mi olur, yoksa psikologu mu her neyse, randevu alacak ve bu Allah' ın belası yaratıktan kurtulacaktım. Bunu kafamda planladığım bütün işlerin en başına yerleştirdim. Hala karşımda duruyor ve bu defa yüzünde herhangi bir şeytanlık veya ukala gülüşü olmadan bana dikiyordu bakışlarını. Hemşire uyandığımı görünce:

— Nasılsınız? Kendinizi daha iyi hissediyor musunuz? diye sordu samimi bir ses tonu ve gülümsemeyle.

Bende daha konuşmaya hazır olmadığımı dudaklarımı aralasam da, ağzımdan tek kelime dahi çıkmayınca anladım. Bu yüzden sadece başımı sallamakla yetindim. Hemşire de yatağımın uç kısmına yanaştırılmış masaya elindeki dosyayı bıraktı ve kapıya yöneldi.

— Ben doktor Beye haber vereyim o zaman. dedi ve odadan çıktı.

Birden hiç tanımadığım bir olgun erkek sesiyle irkildim.

— İyi misin kızım? diye sordu.

Karşımda duran Hayal' e bakıyordum. Bir an, "Senden bir tane daha mı var?" diye soracaktım resmen. O da düşüncelerimi okuyormuş gibi kahkaha attı ve başını "hayır" dercesine sağa sola salladı. Gözlerim yuvalarından fırlarmışçasına açılmıştı. Kopardığı kahkaha tufanı bulunduğum duruma çok aykırı bir davranıştı ve tuhafıma gitmişti.

Aynı ses yine konuşmaya başladı ama; bu defa karşıma gelerek görüş açıma girdi. Sağ tarafımdaki misafir koltuğunda oturuyordu ve o konuşmaya başladığında, onu farketmediğim için korkmuştum. Ellerini sağ omuzuma koyarak konuşmaya başladı.

  — İntihar mı etmek istiyordun? O yüzden mi yolun ortasında öylece hareketsiz durmuştun? dedi.

Nereden çıkarmıştı şimdi intihar etmeyi falan? Ben ölmek falan istememiştim ki. Sadece aptal bir yaratığın aklına uyup, durmam gereken yeri iyi ayarlayamamıştım o kadar. Şimdi "Beni Hayal durdurdu orada." desem, "Senden başka hiç kimse yoktu ki." diyecekti bu adam. Delirdiğimi biliyorum ama bunu dışarıdaki insanlara sezdirmemin hiçbir anlamı yoktu. Bu yüzden sessiz kalmam en iyi seçenekti. Aksi takdirde üzerime bir deli gömleği giydirilip, bu hastaneden herkesin acıyarak baktığı çırpınışlar içerisinde çıkarılabilirdim. 

Adam ellerini omuzumdan çekti. Tekrar konuşmaya başladı ama ellerini arkasında birleştirip odanın içinde volta atarak devam etti sözlerine. Bir mahkum gibi odanın içerisinde gidip geliyordu. Gözlerinde bir sorgu meleği bakışı ve yüzünde bir polis ciddiyeti vardı. 40-45 yaşlarında, 1,80' nin üzerinde boyu, üzerinde kendisini işadamı karizmatikliğine bürüyen jilet gibi siyah bir takım elbise vardı. Yüzü bir yerlerden tanıdık geliyordu ama ben kafamı buna patlatmayacaktım. Her ne kadar sırası değil desemde aklım bana ihanet ediyor, hafızamı zorluyordu. Sanki düşündüklerimi anlamışçasına devam etti konuşmaya:

—Ben Faruk KARACA. Senin yaşlarında 2 tane çocuğum var benim. Seni bu kadar bunaltan ve intihara sürükleyen şey ne gerçekten merak ettim. Anladığım kadarıyla 20 yaşında bile yoksun ve senin yaşlarındaki birçok insan çok çok kendi kabuğuna çekilir ya da insanlarla daha az anlaşır. Agresifleşiyorsunuz bu yaşlarda. Bu kadarını biliyorum ama... dedi dudağını aşağıya büküp, sağ kaşını kaldırdı, sanki "Allah Allah!" der gibi.

Konuşmasına devam etmesini bekliyordum ama susmuştu. Gözlerimin içine bakıyordu hala ve bir an önce cevap vermezsem, gözlerindeki sorgu meleği şimdi gelip beni parçalayacak diye düşünüyordum. Bu kadar ısrar niye ki anlamamıştım. Ölümün kıyısından dönmüştüm ve biraz anlayış bekliyordum. Gözleri hala bendeydi ve "Konuş, yoksa polis çağırırım!" gibisinden bir bakışla, bir şeyler söylememi bekliyordu. 

Farkındaydım, aslında meraktan değil de daha çok şefkat ve endişesinden soruyordu bana bu soruları. Tıpkı olmayan babam gibiydi. Hiç böyle konuşmamıştı babam benimle, hiç ne zaman kötü bir şey yaptığımı düşündüğümde, beni böyle sorguya çekerek anlamaya çalışmamıştı. Benim hiç babam olmamıştı ki bu duyguları bana yaşatacak. Hiç korunağım olmamıştı ki sığınacak. Çok şükür annem var ve ben babam denilen gereksiz yerine anneme aşığım. Üzerimde tıpkı bir şemsiye gibi durup, beni yağmurdan, doludan korudu. Kendini bana siper etti hep. Annem bütün eksiklerimi bedenini ve ruhunu tamamıyla feda ederek karşıladı. Benim ilk aşkım annem oldu. O büyüttü beni, hayatından feragat ederek bana görünmeyen bir kalkan oldu. Oysa babam beni kabul etmeyip, elinin tersiyle ittiğinde, benden bir şekilde kurtulabilirdi ama yapmadı. Annem her şeyim benim.

Ben böyle düşünürken annemin beni merak etmiş olabileceği geldi aklıma. Bir hışımla kalktım yataktan ve tam serumun iğnesini çıkarmaya uğraşırken, karşımda duvar gibi biten Faruk Bey oldu. Omuzlarımdan tutup beni yerime tekrar uzandırmaya yeltenerek serumu çıkarmamı engelledi.

— Dur! Dur! Ne yapıyorsun? Serumun daha bitmedi. dedi gözlerindeki "O yemek bitecek!" bakışlarını bana fırlatarak.

—Annem... Annemi aramam lazım. Çok merak etmiştir beni. Ne olur bırakın gideyim! dedim yalvararak.

—Tamam, dur sakin ol! Telefonun var mı? Yoksa al benden ara. dedi elini cebine atıp telefonunu bana uzatarak.

—Yok... Yok benim telefonum var. Montum... Montum nerede? diye sordum.

Bir yandan panikle etrafıma bakınıyordum. Karşımda duran Hayal ise:

—Dur! Dur sakin ol! Sağındaki misafir koltuğunun üzerinde montun. dedi.

Bu defa yüzünde şeytanî bir sırıtma yerine ciddi anlamda endişe görmüştüm Hayal' in. "Sen beni düşünüyor olamazsın." düşünceleri içerisinde bakışlarımı fırlatırken ona. O ise omuz silkip, gururlu bir ses tonuyla:

  — Seni düşünmüyorum ki. Umrumda değilsin. Ben annem için endişelendim sadece. dedi yüzüne tekrardan dalgaya alan sinsi bakışlarını ve gülüşünü yerleştirerek.

Bu yaratık "annem" mi dedi, yoksa ben mi yanlış anladım? Sanki yavaş yavaş emin oluyorum onun düşüncelerimi okuduğuna. "O senin annen falan değil!" diye çığlık atasım geldi ama; neyse ki bu defa zamanlamayı iyi ayarlayabilmiştim. Gözlerimi kısıp, onu ailemden aforoz eden bakışlarımla iğneledim. O ise beni sinirden deli eden dalgacı ses tınısıyla:

  — Unuttun mu, ben senim. dedi.

Her ne kadar inkar etsem de ne o kabullenecekti, ne de ben. Bu yüzden dikkatimi tekrar montumu aramaya verdim. Hemen koltuğun üzerine uzattım elimi ve montumu yakasından yakaladım. Ceplerimi karıştırıyordum endişeyle ama; teleşım yüzünden montum sürekli elimden kayıyordu. Oflaya oflaya buldum telefonumu. Evden çıkarken sessize almıştım. Rahatsız edilmek istemiyordum. Ekran kilidine dokunmamla 23 tane cevapsız aramayı görmem bir oldu. Hemen rehbere girip annemi aradım.

  —Kızım, bitanem iyi misin? Çok korktum. Polise gidecektim az daha. Neredesin sen? Öldürecek misin sen beni! Bir şeyin var mı? diye beni soru sağanağına sokuyordu. 

  — An... An... Anneee! diye bağırdım.

Annem susmuştu. Korkusu ve tedirginliği nefes alış verişlerinden belli oluyordu. Sesimi biraz daha yumuşatarak, onu tatmin edecek bir cevap bulmaya çalışıyordum.

  — İyiyim ben, merak etme anneemm. Bir saate geliyorum eve. Bir arkadaşımla lafa dalmışım. Telefonumda sessizdeydi duymamışım. Görür görmez hemen aradım. Merak etme beni geliyorum anneciğim. dedim.

Faruk Beyin "Yalan söyledin." dediğini duyar gibi oluyordum bakışlarından. Gözlerimi ona kitlemiş tepkisini ölçüyordum. O sırada doktor içeriye girdi ve ben o bakışların hapsinden kurtuldum. Telefon hala kulağımdaydı ve ben annem duymasın diye, doktor konuşmaya başlayınca suratına kapadım.

  — Merhaba. Ben doktor Ahmet ARSLAN. dedi ve bana yöneldi. 

Birkaç tetkikten sonra tekrar konuşmaya başladı.

 — Buraya geldiğinizde baygındınız. Yapılan birkaç tahlil sonucuna baktım da ciddi bir durum söz konusu değil. Açlıktan veya şekeriniz düştüğü için vücudunuz direncini kaybetmiş olabilir. dedi.

Faruk Bey ise bana bakarak konuşmaya yeltendi.

  — Aslında... dedi ve sözlerine devam edecekti ki ben hemen lafa girdim.

 — Tamam, işimiz bittiyse ben artık gidebilir miyim? dedim. 

Bir yandan yalvaran gözlerle Faruk Beye bakıyordum. İntihar ettiğimi sanıyordu ve bunu dile getirmesini istemediğim için lafını yarıda kesmiştim.

Doktor Bey tekrar devam etti sözlerine:

 —Mevsim her ne olursa olsun vücudunuzun herhangi bir yerinde, özellikle de elleriniz ve ayaklarınızda sürekli bir soğukluk var mı? diye sordu.

  — Evet. dedim başımı sallayarak.

 — Peki sık sık göz kararması, denge kaybı ya da bayılmalar var mı? dedi.

  — Bayılmalar çok sık yok ama arada oluyor. Göz kararmalarımda sürekli var. Özellikle aç kaldığımda. dedim.

 Doktor Faruk Beyin eline bir şeyler karaladığı kağıdı tutuşturdu.

  — Hastamız Anemi yani kansızlık hastalığı. İlaçlarını aksatmazsa iyi olur. Kan şurubu yazdım, düzenli kullanmaya dikkat edin. Halk arasında çok sıradan bir hastalık gibi duruyor ama sonuçları çok tehlikeli olabiliyor. Gözünüz karardığında, bayılacağınızı sezdiğiniz zaman mümkün olduğunca güvenli bir zeminde olduğunuz yere oturun veya çökün. Aksi takdirde düşüp kafanızı bir yere vurabilir ya da bulunduğunuz alandaki tehlikeli maddelerin üzerine düşebilirsiniz. dedi uyarır bir ses tonuyla.

Doktor böyle konuşunca bende sanki yeni bir hastalık keşfetmiş gibi doktora "Aman söylemeseydin bilmiyordum." düşüncesiyle bakışlarımı attım. Karşımda duran Hayal ise benden daha çok, çok ne kelime kahkaha atıyordu. Şimdi tam emin oldum, bu mahluk aynı zamanda düşüncelerimi duyabiliyor ve de okuyordu.

  — Çıkış işlemlerini yaptıktan sonra evinize gidebilirsiniz Faruk Bey. diyen doktorun sesine döndü başım.

 — Tamam. Her şey için çok teşekkür ederim Ahmet Bey. deyip doktorun elini sıktı Faruk KARACA.

Hemşire kolumdaki serum iğnesini çıkardı ve doktorla odayı terketti. Faruk Beyde:

  — Hadi bakalım intihar mağduru. Kalkta evimize gidelim. dedi doktorun söylediklerini dalgaya alarak.

Bende bir hışımla ayaklanıp, montumu giymeye yeltendim ama; vücudum verilen serum ve ilacın etkisiyle mayışmıştı. Düşecek gibi oldum bir an ama Faruk Bey hemen tuttu.

 — Hop! Hop!Hop! İstersen biraz daha kalalım ha, ne dersin? dedi biraz şakayla karışık soru dolu ses tonuyla.

  — Yok yok iyiyim. Sadece biraz fazla uyumuşum galiba o yüzden. diyerek geçiştirdim.

Çıkış işlemleri yapıldıktan sonra koluma girerek bana arabasına kadar eşlik etti. Beni arka koltuğa yerleştirdikten sonra direksiyona yöneldi.

  — Evin nerede? diye sordu.

Yolu tarif ettim. Annem çoktan pencerede dikilmiştir düşüncesiyle beni görmesin diye, eve yakın bir yerde indim. Arabadan yine Faruk KARACA' nın yardımıyla indim.

  — Kendine dikkat et küçük hanım. Neden, niye oradaydın bilmiyorum ama; hayatın seni beklediği daha çok durak var. Sende bekleyeceğin yeri iyi ayarlayabilirsen, güzellikler zamanında gelip bulur seni. Yok eğer ben yinede ölmek istiyorum diyorsan git bir köprüden falan atla.  Böyle arabaların önüne fırlayarak başkalarına, mesela bana, katil damgası vurdurma. dedi gülümseyip şakayla karışık bir ses tınısıyla.

Güldürdü söyledikleri beni doğrusu. Ne kadar iyi bir adammış. Gazetelerden ve dergilerden tanıdığım bu adamın bu kadar samimi ve içten olabileceğini sanmazdım. Onların dünyasına bizim hayatımızdan bakılınca, tam bir ego yığını gibi duruyorlar.

  — Hayat! diye bağırdı birisi.

Bu ses beni bu halde görmesini istemediğim kişiye aitti. Korkak adımlarla arkamı dönüp ilerledim. 


FACEBOOK GRUBU: Wattpad SÜRMENAJ  


Yeni bölümü büyük bir heyecanla yazıyorum çünkü neredeyse 1100 olduk kitabımızda. Gelen olumlu yorumlar için bütün okurlarıma teşekkür ederim. Umarım bu bölümü de beğenirsiniz. Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen...  



















Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #wattys2016