Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Yalnız

Sarışın adam, uyanalı anca on dakika olmuş sevdiği kadının yanında ona bakacak şekilde oturmuştu. Sırtını odanın köşesindeki kapıya dönmüş ve kadının yüzüne baka kalmış, izliyordu onu.

"Peggy..." dedi Steve, Peggy'e doğru elini nazikçe uzatırken. "Sonunda uyandın. Bunu, bunu bayağı uzun zamandır bekliyorum." Elini kadının elini üstüne koymuştu. Vücudunun üstüne çöken huzuru, rahatlığı kendine bile tarif edemiyordu. Daha önce hiç öyle hissetmemişti. 

"Demek, demek çok bekledin," dedi Peggy dudaklarının kenarları yukarıya kıvrılırken. "Öleceğimi sanmıştım. O zaman hala aklımda, o an." 

"Benimde aklımda Peggy. Bende hiçbir zaman unutamadım. Geçmek bilmese de. Geri dönebileceğine ihtimal vermedim." Steve, yutkundu. Cümleyi getirmek istediği yere getirebilmeyi başarmıştı ancak yutkunması lafını bölmüştü. "Peggy, yaşıyorsun, geri döndün."

Kadın, kafasını evet anlamında salladı. "Evet, Steve."

"Çok, çok uzun zaman oldu." Bunu söyleyebildiğine hala inanmıyordu. Öldüğünü sandığı sevdiği kadın tam karşısında duruyor ve ona gülümsüyordu. 

Peggy'nin elinin sıcaklığı Steve'in eline yavaşça geçiyordu. Kadının gözünde yaşlar birikmeye başladı. Steve'in gözlerinin içine baktı.

"Evet, en sevdiğim adamı bırakamazdım, bana bir dans borçluyken olmaz."

Bu lafın üstüne Steve göz yaşlarını tutamadı, aynı şekilde Peggy de. İkisi de birbirine bakarak gözlerindeki yaşları serbest bırakırken Steve, Peggy'nin elini kaldırdı ve kafasını eğip, kadının eline ufak bir öpücük kondurdu.

"Teşekkür ederim Peggy, beni bırakmadığın için."

Peggy ölmediği için ve gözlerini sevdiği adamın yanında açtığı için Tanrı'ya şükretti. Dünya'da olan biten hiçbir şeyden haberi yoktu. Bildiği tek şey karşısındaki adamın yüzünün değişmediği. Ancak yüzü değişmese de, bir şeylerin eskisi gibi olmadığı anlaşılıyordu. Steve'in zor zamanlar yaşadığı ve o zamanların izlerini hala üstünde tuttuğunu görebiliyordu.

Kadın yataktan kalkmaya çalıştı ancak başaramadı. Hareketlendiğini gören Steve hemen kadının dibine geldi. Ellerini yavaşça kadının omuzlarının üstüne yaklaştırdı ama değdirmedi. Oldukça yakınken havada tuttu ellerini. Adamın bu kadar korumacı olduğunu gören Peggy, her ne kadar değişmiş olsa da eski Steve'in hala orada olduğunu görünce sevindi.

Steve ise kadının neden ani hareketler yapmaya çalıştığını anlayamadı. Daha yeni yetmiş yıllık bir uykudan uyanmıştı. "Peggy, sakin ol. Daha çok vaktin var. Hayata verdiğin yetmiş yıllık moladan yeni uyandın. Daha önünde uzun bir yol var."

Haklı olduğunu biliyordu Peggy, ancak sadece yatakta doğrulmak istemişti. Steve'in bunda endişe etmesini ve olayı bu kadar büyütmesinde bir amaç yoktu. Yeni doğmuş bebek muamelesine hiç gerek yoktu, yine de Steve'in bu denli ilgisi kadını mutlu etmişti. 

İkisi de birbirlerine yakın mesafede iken, bakışmaları odaya giren bir doktor tarafından bölündü. "Bayan Carter, uyanmışsınız." Görevlinin gözleri Steve'e döndü. "Efendim, siz dışarıda beklerseniz gerekli muayeneleri yapabiliriz. Dışarı çıkmanızı rica ederim." Normalde böyle sorulmasından hoşlanmazdı ancak kadının önünde huzursuzluk çıkarmamak için oturduğu yerden kalktı ve hiçbir şey demeden odadan çıktı.

Odanın karşısındaki sandalyelerden birine oturmuş beklerken anılar yine beyninin limanlarına dalga gibi vurdu. Steve, tekrar geçmişe döndü, son zamanlarda sürekli yaptığı gibi.

Yere kan damlaları düşüyor, adam zar zor kendini öne atarak ilerlemek için çaba sarf ediyordu. Attığı her adımda aldığı yaralar acıyor, adamın adımlarını atmasını zorlaştırıyordu. Yine de vazgeçmeden yürümek için uğraşıyordu ancak hiç kolay değildi.

Sırtında bir adet kalkan vardı. Köşeleri oval olan üçgen bir kalkandı. Üst kısmında üç tane beyaz yıldız, altında ise aşağıya doğru inen sıralı kırmızı-beyaz şeritlerinin olduğu bir kalkandı. Adımlarını atmayı sürdürürken, bacaklarında hissettiği bir acı ile yere düştü. Ayağa kalkamayacağını anladı ve kollarını ileriye uzatarak sürünmeye başladı. 

Pes etmeden olabildiğince ulaşmaya çalışıyordu, ulaşmaya çalıştığı şey yardımdı. Ağır yaralanmıştı ve ona yardım edebilecek tek bir kişi vardı. Onun adını seslendi.

"Peggy!"

Sokak arasında, yere düşerek karanlıklar ardına gizlenmiş adam, daha fazla sürünemedi ve olduğu yerde kaldı. Gözleri yavaşça bulanıklaşırken son duyduğu şey hızla ona doğru gelen bir topuklu sesi oldu.

Gözlerini tekrar açtığında ise kendini yatağında buldu, kalkanı duvara yaslanmış şekilde yatağın ucunda duruyordu. Üstündeki kıyafetlerden sadece tişörtü üstünde duruyordu ve vücudunun bir çok yerinde sargı vardı. Tam kıvranıp ayağa kalkacaktı ki, kapıdan içeriye Peggy daldı.

"Steve, sakın hareket etme," kelimeleri döküldü Peggy'nin ağzından. Steve'de gördüğü bu aşırı tepki sonrası hareket etmemenin daha iyi olacağını düşündü ve olduğu yere sabitledi kendini. Bunu yaparken ise kıza hiçbir şekilde cevap vermedi.

Kadının gözleri Steve'i süzdü, sargılarında sorun olup olmadığını kontrol etti. Bir terslik olmadığını görünce içi rahatladı. "Sargıların da sorun yok. Bu sargıları iyi ki saklamışım zamanında. Senin kahramanlığına güvenip, saklamasaydım şu anda kan kaybından ölecektin. Bu sargılar dışarıda bulunamıyor."

Krem rengi duvarlar yılın her mevsiminde olduğu gibi şimdide soğuktu. Eli duvara değen Steve, soğukluğun vücuduna geçişini hissediyordu. Peggy'den tavandaki tek ampülü yakmasını istedi, duvardaki düğmeyi göstererek.

Peggy'nin arkasına dönüp lamba düğmesine basmasıyla oda aydınlandı. Az önce ay ışığı ile görmeye çalışan Steve, şimdi ampulün ışığı ile karşısındaki kadını çok daha rahat görebiliyordu.

Kahve gözler, adamın vücudunda gezinirken bir anda kaçıverdi. Kafasını yere doğru döndüren kadın, ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. "Şey, sana karşı sinirlenmek istemiyorum ama," ayağa kalktı. "Sen aklını mı kaçırdın Steve? Tek başına halledemeyeceğin şeylerin peşinden koşmamalısın. Elinde çekiç olan ve yıldırım Tanrı'sı olduğunu iddaa eden birinin peşinden koşmak delilik."

Kadının korkuyla karışık öfkeli sözleri adamın gülmesine yol açmıştı. Steve güldükçe Peggy'nin kaşları daha çok çatıldı. "Benimle dalga mı geçiyorsun sen?" dedi Peggy. Bütün bu olanlara rağmen Steve'in gülebiliyor olmasına inanamıyordu. Oysa ki o Steve'i kaybetme korkusu içinde saatlerce eve dönmesini beklemişti.

Çekiçli adam sürekli geceleri ortaya çıkıp belli belirsiz işlere karışıyordu. Steve'de bunu öğrenmek istemişti sadece. Kim olduğunu ve neler peşinde koştuğunu.

"Sakin ol Peg, tek yapmak istediğim adamın ne olduğu ve amacının ne olduğunu öğrenmekti. Çekiciyle bana vuracağını hesaba katmamıştım. Biraz zor bir karşılaşma oldu. Yine de ona vurmayı başardım. Sana demiştim, o Tanrı falan değil. Tanrı'lar aramızda değil."

İçindeki sıkıntıyı nefes vererek atmaya çalışan Peggy, derin bir nefes alıp verdi. Ancak yaptığı şey sakinleşmesine en ufak bir yardımda bile bulunmadı. İçinde endişe, üzgünlük, öfke, hepsi karışmış ve ortaya anlaşılamaz garip duygular ortaya çıkmıştı. Steve'e karşı hem kızgındı, hemde öfkeliydi, ancak üzgündü de. Hangisi daha baskın bilemiyordu. Ne yapsın bilemiyordu.

Steve yaşıyor olduğu için mutlu mu olmalıydı yoksa adamın yaptığı aptallık yüzünden kızmalı mıydı?

Peggy, elini kavrayan bir sıcaklıkla bakışlarını aşağıya indirdi. Steve, elleriyle kadının elini tutmuştu. Yatağın ucuna oturan kadının elleri Steve'in göğsüne kadar geldi. Sarışın adamın bakışları özür diler gibiydi. 

"Yaptığım şey için özür dilerim Peggy. Ancak Captain kimliğim ile şehri korumak zorundayım. Ordudan atılmayı anca böyle unutabiliyorum."

Ona kızması gerektiğini biliyordu ancak şehrini, ülkesini koruma sevdasını bırakamamış bir adamla aynı odada olduğunun da farkındaydı. Onun bir kanunsuz olarak şehri korumasına karşıydı ancak Steve'de bütün gün arabalara yol vermek ve onları yönlendirmek, insanları karşıdan karşıya geçirerek ülkesini korumaya karşıydı. Bucky bile Howard'ın koruması olmuşken, Steve trafik polisi olarak kalmaya devam edemezdi.

"Farkındayım Steve. Ancak her akşam dışarı çıktığında sabah eve dönemeyeceğinin korkusuyla yaşıyorum. Ben bunu hissetmek istemiyorum, korkmak istemiyorum Steve. Şu zamanlarda dışarıda çeşitli rivayetler var. Yeşil dev canavarlar, kafası yanan kuru kafalar. Eğer bunlar gerçekse dışarısı fazla tehlikeli Steve. Lütfen, her sabah dönebilmen için dua etmeye mecbur etme beni."

Yatağında doğrulmak istedi adam, kalkacaktı ki kadın korktuğu için hemen öne eğdi ve Steve ile arasındaki mesafeyi daralttı. Elleri, adamın omzuna değecekti ki, durdurdu kendini. İkisi de bakıştı bir süreliğine. Aynı gülümsemeyi paylaşan çift, aynı anda kafalarını öne götürdüler ve tam ortada dudakları birbirine değdi.

 Steve'in elleri kadının sırtından aşağıya doğru gidecekti ki, Peggy kafasını geri çekerek, "Bu sakat halinle olmaz Steve. Eğer dışarı çıkmayıp ölümden dönmemiş olsaydın düşünebilirdim. Şimdilik bu sana ceza olsun."

Cezası adam için biraz ağırdı, dudakları arasından iç çeken adamın tıslama sesini duymuştu kadın. Steve, oldukça kısık bir sesle fısıldadı. "Bu biraz ağır değil mi? Ne kadar dayanmam gerekecek peki?" Peggy, iplerin ucunu tutabildiğini gördüğü için içindeki gururla beraber, "Bir süreliğine, ne kadar istersem," dedi.

Kadından böyle bir şey beklemeyen adam şoke olmuştu. Geriye çekilen Peggy, yataktan kalktı ve arkasını döndü. "Ben mutfağa gidip yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Sonrasına da bakarız." Yüzünde zafer kazanmışçasına bir gülümseme yayılırken Steve bunu göremedi. Kadın ahşap kapıya giderken adam ona elini uzattı ancak Peggy durmadı ve kapıyı kapatıp gitti. 

Zihninin içinde kendine küfür eden adam, kendine küfür ettiği için bir daha kızdı. Ayağa kalkmaya çalıştı, Peggy'nin yanına gitmeliydi. Doğrulmaya çalışınca sırtındaki yaralar sızladı ve tekrardan üstünde olduğu yatağa gömüldü. Oraya sabitlenmişti ve kalkmasının bir yolu yok gibiydi.

Peggy, çorbayı hazırladıktan sonra, elinde bir adet kase ile kapıyı açıp odaya girdi. Kapı aralanır aralanmaz çorbanın insanı cezbeden kokusu odaya doluştu. Kokuyu burnunda hisseden Steve, hemen bakışlarını kapıdan içeri giren Peggy'e odakladı.

Elindeki kasede olan çorbayı dökmeden getirmeyi başaran Peggy, yatağın kenarına, aynı yere oturdu ve kaşık ile çorbayı karıştırmaya başladı. "Şimdi aç bakalım ağzını." Elindeki kaşıkla kaseyi karıştırırken, bir yandan da göz ucuyla Steve'e bakıyordu.

Bir kaşık çorbayı, Steve'in ağzına yaklaştırırken, "Uçak geliyor," dedi Peggy, son harfi uzatarak. Üç yaşındaki çocukmuş gibi muamele gören Steve, bundan hoşnut olmasa da Peggy'nin konuşma tarzını sevdiği için katlanılması daha kolay olacak gibiydi. En azından kadının konuşması sevimliydi.

Metal kaşık Steve'in ağzına yaklaşınca, adam ağzını araladı ve Peggy metal kaşığı adamın ağzının içine soktu. Ağzına kaşığın girmesiyle dudaklarını kapayan Steve, çorbanın sıcaklığını damağında hissederken, kaşık ağzından geri çıktı. 

Yuttuğu anda boğazından geçen sıcak çorba ona ilaç gibi geldi. "Sağ ol Peg, gerçekten de harika yapmışsın çorbayı."

Çorbayı karıştıran kadın, gözleri çorbanın karışırken bir yandan öbür yana geçmesine takılmışken, Steve'e bakmadan, "Umarım bunu verdiğim cezayı kaldırmam için söylemiyorsundur," diyerek iğneleyici bir cevapta bulunmuş oldu. 

Aniden gülesi gelen Steve, ne diyeceğini şaşırdı. "Yok canım, benim öyle bir şey diyeceğimi mi düşündü-" Lafı, ağzına giren bir çorba kaşığı tarafından kesildi. Peggy, kaşığı geri geçtikten sonra karıştırmaya ve üflemeye devam etti.

Ağzına sorulmadan ve haber verilmeden aniden sokulmuş çorbayı yavaşça yutkunurken, çorbanın sıcaklığı boğazından geçerken hala hissediliyordu. "Peggy, özür dile-" Yine ağzına bir çorba kaşığı sokulmuştu. Kurtulma şansının olmadığını düşündü. Bir şey söylemesine izin verilmeyeceğini kabullendi ve yemeğini yemek için Peggy'nin diğer kaşığı ağzına sokmasını bekledi.

Steve, Peggy ile beraber taksiye binmiş, şehri dolaşıyorlardı. Yetmiş yılın ardından tekrar New York sokaklarına dönen Peggy, şehrin yeni kılığına oldukça şaşırmıştı. Eski tanıdığı şehir artık yoktu, insanlar, binalar, her şey değişmişti. Hiç bilmediği yeni teknolojiler işin içine girmişti. İnsanların hepsi birer cam parçasına bakarak yürüyorlardı. Nereye gittiklerine dikkat etmiyorlardı bile. 

Taksinin camından bakan Peggy, şehri izlemek ile meşgulken, Steve ise Peggy'i izliyordu. Kadının hayret dolu bakışları camdan yansırken, Steve'e izlemek için bir malzeme çıkıyordu. Ağzı yarım açık, gözleri ise sonuna kadar aralanmış olan kadın, Steve için bu haliyle aşırı tatlıydı.

"Hey Peggy," demesiyle Peggy, Steve'e döndü. Adamın bir şey söylemesini bekleyen Peggy, Steve bir şey söylemeyince sormak zorunda kaldı. "Efendim Steve, bir şey mi oldu?" Steve ise cevap vermek yerine sadece gülümsüyordu. Onunla tekrar taksiye binmiş olmak. Onunla yine şehirde bir taksi içinde dolaşmak, adama inanılmaz derecede gerçek olamayacak kadar hayalmiş gibi geliyordu.

Steve'de kafasını çevirip camdan dışarıya baktı. "Seninle ilk taksiye bindiğimiz zamanları hatırlıyor musun?" Steve'in cümlesini bitirmesiyle hatırlaması bir oldu kadının. Bakışları gittikçe derinleşirken sesi alçaldı kadının. "Evet, hatırlıyorum. O zamanlar sevgili olabileceğimizi düşünmemiştim gerçi, ya da bu zamanlara kadar yaşayabileceğimi."

Tekrar kadına dönen adam, derin bir nefes alıp verdi. "Bende düşünmemiştim aslında. Ancak insanın önüne ne çıkacağı belli olmuyor." Tam sohbetin ortasında, konu anılara gelmişken. Peggy, Steve'in sormamasını istediği şeyi sordu.

"Peki Bucky'e ne oldu?"

Duyduğu soru ile kafasından vurulmuşa dönen adam, elini alnına götürdü. Adamın tepkisinden kötü bir şeyler olduğunu anladı. Yapmaması gerektiğini bilse de, öğrenmek için Steve'in üstüne gitti. 

"Ne oldu Steve? Yoksa," diyordu ki Peggy, Steve elini taksi şoförüne doğru ufak bir savurma hareketiyle oynattı. "Bucky Barnes'ın yanına gider misiniz şoför bey." Kafasını sallayan taksici, yolunu değiştirip gördüğü ilk sağdan girdi. Steve'in tepkisi yüzünden Peggy daha çok meraklanmıştı. 

Taksi, kocaman bir malikaneye doğru giderken, Peggy camdan bakarak malikaneye göz attı. Boyası aşınmış, her an çökebilirmiş gibi duran oldukça eski bir yapıyı andırıyordu. Ön tarafında yan yana sıralanmış çok fazla penceresi olan, süslemeleri ve işlemeleri ile insanı hayrete düşürebilecek olan ancak yılların acımasızlığı yüzünden artık eski büyüleyiciliğini kaybetmiş bir yapıydı.

Çevresindeki büyük bir alanı kaplayan metal demir çubuklardan yapılma bir duvar vardı.  Çift kanatlı geniş kapıdan geçtikten sonra, araba malikanenin sınırından içeriye giriş yapmış oldu. Önüne kadar geldikten sonra durdu. Steve hemen parayı verdi ve arabadan inerek Peggy'nin kapısını açtı.

Elinden tutarak onu arabadan çıkarttı. Etrafına bakan Peggy, malikanenin önündeki çimenlere ve çevresindeki ölmek üzere olan ağaçlara baktı. Yürümek için Steve'in koluna girdikten sonra, taksinin de yavaşça uzaklaşmasıyla Malikanenin içine girmeden etrafında yürümeye başladılar.

Eskimiş duvarların yanından geçerken, Peggy buranın kimin olduğunu anlamaya çalıştı ancak çözemedi. "Steve, burası neresi? Neredeyiz?" İkisi de aynı hızda adım attıkları için eşit gidiyorlardı.

Steve, malikaneyi görünce aklına gelenleri kenara itti ve Peggy'i cevapladı. "Hani senin bir hayalin vardı. Benim durdurmak istediğim kahramanlarla bir ekip kurmamı istemiştin. Şey, 1960'larda İntikamcılar adında bir takım kurduk. Ben, şu suikastçı olan Natasha, zamanında senden ceza almama sebep olan Thor, Banner'ın oğlu, Pym, Marya ve Django Maximoff. Howard'ın oğlu bile vardı. Oldukça kalabalık bir takımdık."

Saydığı isimler arasında aradığını bulamayan kadın, Steve'in onu atladığını düşünerek sordu. "Bucky? O yok muydu?" Onun adını tekrar duymak, kalbinden bir yumruk daha yemesine sebep oldu.

"Bucky kendini asla bir İntikamcı olarak görmedi. Her zaman yanımızda, buradaydı ancak halk veya medya için hiçbir zaman İntikamcı olmadı. Tam olarak yirmi yıl boyunca görev yaptık ve yirmi yıl boyunca bir çok yeni kahramanı aramıza alıp yetiştirdik. Keşke görebilseydin."

Nasıl olduğunu hayal etmeye çalıştı Peggy. Bir avuç süper insanın bir malikane içinde oturup geyik muhabbeti yaptığı ve şakalaştığı bir ortamdı. Bunu kesinlikle görmek isterdi, ancak göremeyeceğini bildiği için istemeden de olsa üzüldü.

Malikaneyi yandan dolaşmış olan Steve ile Peggy, yapının arka kısmına geldiler. Arka bahçe kocaman ve genişti. İnsanın dizine kadar gelen otlar vardı, bakımı yapılmadığı için oldukça kötü duruyordu ancak yine de sakin ve sessizdi. 

Ortamda sadece rüzgarın sesi duyulurken, Peggy konuştu. "Peki şimdi nereye gideceğiz?" Steve gözüyle ilerisini, ağaçların orayı işaret etti. Malikanenin dibinden ayrıldılar ve geniş bahçenin orta kısımlarına doğru ilerlemeye başladılar.

İlerledikleri zaman, karşılarına çıkan şeyi görünce, Peggy üstünü kara bulutların sardığını ve içinin karardığını hissettiği. Kafasında türlü olasılıkları evirip çevirmeye başlamıştı. Kadının kendi içerisinde kara kara düşünmeye başladığı, yüzüne de yansıyınca durumu Steve'de fark etmişti ancak sesini çıkarmamıştı.

Gittikçe, ağaçların yakınında olan şey daha çok görünüyordu. En sonunda, Peggy gördüğü şeyin doğru olduğunu kendine doğruladı. Tam önüne geldiklerinde Peggy, dayanamayıp kafasını Steve'in koluna gömdü ve ona sımsıkı sarıldı.

Kadının ona sarıldığını ve kolunun ıslandığının farkında olan Steve, yazıyı okuyunca nefes alamadı, yutkunamadı. Nefes borusundan içeriye doğru yandığını hissetti. Yazıyı okumak için dudakları aralandı ama yapamadı. 

Peggy, kafasını gömdüğü yerden kaldırdı ve mezar taşının üstünü okudu. "James Buchanan Barnes." Eliyle gözündeki yaşları sildi Peggy. "Üstelik, daha yeni ölmüş."

Steve, başını onaylarcasına salladı. "Evet, çok uzun süre olmadı. Senin bulunduğun zamanlarda bir görev uğruna öldü. İkinizde üst üste geline ne yapacağımı bilemedim." Yönünü mezardan, Peggy'e doğru çevirdi ve ellerinin kadının beline koydu. "Ama en azından şimdi sen varsın Peggy. Kader, onunla birbirimize verdiğimiz sözü tutmamıza engel olmuş olsa da, en azından sen geri geldin ve seni kaybetmeyeceğim."

Bucky'nin mezarı önünde sarıldılar. İkisi sarılırken, Steve mezarlığın arkasında kalan ağaçların arasında Natasha'yı gördü ama anı bozmamak için herhangi bir şey yapmadı, söylemedi. 

Sarılmaları bittikten sonra, Peggy elini Steve'in yanağına götürdü. "Sana dokunmanın ne kadar harika hissettirdiğini unutmuşum. Gözlerin, gün ışığında harika görünüyorlar."

Steve, ona cevap vermek istedi ancak bunu arkadaşının mezarı önünde yapamazdı. "Seni aklının almayacağı yerlere götüreceğim. Gel benimle." Kadının kolundan yakaladı ve çekiştirerek onu oradan uzaklaştırdı. 

Aslında onu uzaklaştırdığını sanıyordu ama aslında biliyordu ki, aslında kendini uzaklaştırıyordu. Bucky'nin artık var olmaması ve birbirlerine verdikleri sözü tutamamış olmaları Steve'in içini parçalayan sadece bir nedendi.

O gün boyunca Steve ile Peggy bir çok şey yaptılar. Lunaparka gittiler, yemek yediler, parkta dolaştılar. Steve ona yeni dünya ile alakalı bir çok şeyden bahsetti ve cep telefonu kullanmayı öğretti. Dokunmatik telefonu kullanmayı öğretmek Steve için çok komik olmuştu, ancak Peggy için ise kafasını yoldurtacak kadar zor ve karmaşık gelmişti. 

Bütün gün boyunca eğlenmenin ardından, Steve ona bir sürpriz yapacağını söyledi. Hava karardığında Peggy'i bir elbise dükkanına götürdü ve ona en uygun olan, içinde en güzel göründüğü elbiseyi satın aldı. Aynı şekilde de Steve ona en uygun olan takım elbiseyi seçti kendine. İkisi de hazır olduktan sonra Taksi'ye bindiler, Steve adresi telefon ekranından gösterdi sürpriz bozulmasın diye. 

Taksideyken Peggy'den gözlerini bağlamasını rica etti. Kadın en başta bunu garipsemiş olsa da, Steve'in ısrarları sonucu gözlerini bağladı.

Taksi gelmesi gereken yere geldikten sonra, Steve adama parayı ödedi ve hemen arabadan inip öbür tarafa geçti ve kadına kapıyı açtı.

Gözleri kapalı olduğu için kadın Steve'in elini tutana dek arabadan inemedi. Eli, adamın elini bulduğu zaman arabadan yavaşça indi. Steve, kadının arkasına geçip arkasından onu yöneterek gitmesi gereken yere yönlendirdi. 

Peggy, nereye gittiğini aşırı merak ettiği için sormadan edemedi. "Steve, nereye gidiyoruz şimdi?" Aldığı tek cevap ise "Sabırlı ol Peggy," oldu. 

Eski, terk edilmiş bir binanın içine girerlerken taksi sokağı terk etti. Adamla kadın, kapıdan içeriye girdiklerinde, bomboş bir alana girdiler. Ortada dans pisti, duvarların diplerinde ise masalar vardı. Duvarların süslü kağıtları yırtılmış, masalar çatlamış ve lambalar düzgün yanmıyor oluşundan Steve doğru yerde olduğunu anladı. 

Peggy, nem ve rutubeti hissedince huylandı. Hoş olmayan bir yere geldiğini düşündü. Ancak bütün bu düşünceleri göz bandının gözlerinden çekilmesiyle son buldu. Burası orasıydı.

Stork Kulübü. Yetmiş önce sözleştikleri yer. 

Kadın, mekanın neresi olduğunu anlar anlamaz, içine sığmayan sevincin etkisiyle arkasını dönüp Steve'e sarıldı. "Steve seni çok seviyorum!" dedi Peggy, sarılıp tek ayağını kaldırırken. Steve'de yanıt olarak yanağına ufak bir öpücük kondurdu.

"Bende seni seviyorum Peg."

Etrafı inceleyen kadın, buranın yıllar boyunca kapalı durduğunu anladı. Ancak neden yıkılmadığını veya yerine başka bir şey yapılmamış olduğunu merak etti. Tam soracaktı ki, o sormadan önce Steve cevapladı.

"Burası yıllar önce kapatıldı. Ancak yıkılmadı veya değiştirilmedi. Sadece unutuldu ve terk edilip gitti. Bende kimse olmadığı için burada takılmamızın sakıncası olmayacağını düşündüm."

Dans edeceklerini tahmin eden kadın, etrafında hiç plakçalar görmeyince nasıl dans edeceklerini merak etti. "Steve, nasıl edeceğiz?" diye sordu Peggy.

Kadına bu detayı anlatmayı unuttuğunu anlayan Steve, cep telefonunu çıkardı. "Telefondan açacağız." Cebindeki telefondan müzik açtı ve müzik hemen kulüp içerisinde yankılanmaya başladı. 

İkisi birbirinin dibine kadar geldi. Peggy sol eli, Steve'in sağ eli havada buluştu. Peggy'nin diğer eli Steve'in omzuna, Steve'in diğer eli ise Peggy'nin beline gitti. 

Adamın ceketinin cebinden gelen müzikle dans etmeye başladılar. Peggy, ufak ufak sallanırlarken gözlerini kapadı. Bu müziği çok iyi biliyordu. Yıllar önce plaklarda dinlediği şarkılardan biriydi bu.

Peggy, dans ettikleri sırada son konuşmalarını hatırladı. Bunun gerçek olacağına en ufak bir ihtimal vermezken, şimdi karşısında sevdiği adamla beraber dans ediyordu. 

Yetmiş yıl önce sözleştikleri randevularını yaşıyorlardı. İkisinin de yaşadığı mutluluk tarif edilemezdi. 

Aniden, ikisinin de aklına beraber ettikleri ilk dans geldi. Daha sevgili olmamışken yaptıkları dans. Steve serumu yeni almışken ve aralarının şu an ki kadar sıcak olmadıkları zaman.

Steve, Howard ve Peggy üçlüsü dans kulübüne giriş yapmıştı. Tepeden gelen ışıklar göz alıcı iken, aynı şekilde insanlarda giyimleri, duruşları ve zariflikleriyle en az tavandaki ışıklar kadar göz alıcıydı. Kadınlardaki kolyeler, erkeklerdeki saatler oldukça şık ve lükstü. 

Howard ve Peggy kol kola dururken, Stark'ın gözüne dans pistindeki başka bir kız çarptı. Onunla konuşması gerektiği için Steve'e dönüp, "Peggy sana emanet," diyerek kadından çekti kolunu ve dans pistine doğru yöneldi. 

O zamanlar pek de yakın olmayan çift, birbirlerine bir kaç adım daha yaklaştılar, müziğin sebep olduğu gürültüde konuşmaları için yakın olmaları ve bağırmaları gerekiyordu. Steve'de sesini yükselterek kadına sordu. "Howard hep böyle mi yapar?" Kadının duyduğundan emin değildi ama yine de soruyordu. "Seni bırakıp gitmesi kötü bence. Umarım hep böyle değildir."

"İnan bana hep böyle," dedi Peggy ve Howard'ın genel olarak davranışlarını gözünün önünden hızlıca geçirdi. "Her zaman kadından kadına atlar. Nasıl bir kadına bağlı kalabilecek çok merak ediyorum. Gerçi, çocuk yapmayabilir de."

Steve, cevap verecekti ki, herkesin dans pistinde dans ediyor olduğunu gördü. Hatta piste gelen insan yığınından dolayı onlarda istemeden piste doğru itilmişti. İki basamak merdiven indikten sonra, etrafı korkuluklar ile çevrili bir çemberden olan dans pistine giriş yapmışlardı. Burası, az önce durdukları yere göre daha rahat ve ferahtı. 

Etraftakilerin dans ettiklerini gören Peggy, kollarını Steve'in boynuna doladı. "Herkes dans ediyor, biz neden eksik olalım?" dedi duyulması için yüksek sesle söyleyerek. Aniden boynuna eldivenli kolların dolandığını hisseden Steve için ise tuhaf olmuştu Peggy'nin yaptığı. 

Kendini sallayan Peggy'e uyum sağlayan Steve'de kendini onun gibi sallamaya başladı. Ellerini Peggy'nin beline yerleştirdi. 

Müziğin ritmine göre sallanıp kendi etraflarında dönen adamla kadın bir yandan da aralarında konuşuyorlardı. 

"Dans böyle olmuyordu hatırladığım kadarıyla," dedi Steve ima eder bir tonla. "Bu daha çok kaldıramadığın çuvalı sürükleyerek yerleştirmeye çalışırken sağ sola sallanman gibi." 

"Üzgünüm dans öğretmeni, bu konularda pek bir bilgim yok. Daha önce kimseyle dans etmemiştim. Sanırım," dedi ve orada bir süre takıldı.

"Sanırım, ne?" Steve kadının ne diyeceğini merak etti.

"Sanırım ilk dans ettiğim erkek sensin," dedi Peggy ve Steve'i şoka uğratmış oldu.

Steve, ona doğru bakıp gülümseyen kadına karşı ne diyeceğini bilemedi. Daha önce hiç kimsenin ilk dans ettiği erkek olmamıştı. Bu şeyin verdiği rahatlatıcı ve gurur verici hissiyle beraber dans etmeye devam ettiler. Daha doğrusu sallanmaya devam ettiler.

"Ağır bir çuval sürüklemek. Değil mi?" Peggy bunu diyerek geçmişi hatırladığını belirtmişti. Steve, yaptığı benzetmeyi hatırlayınca gülmeden edemedi. Güldükten sonra tekrar Peggy'nin gözlerine baktı.

O gözleri görmek için günlerce beklemişti, günlerinin öncesinden kalma ölü umutlarını canlandırmıştı sırf bunun için. Bundan bir ay öncesine kadar Peggy'nin döneceğine inanmıyordu, inanmayı bırakmıştı. Ancak şimdi karşısındaydı. 

Müzik, yavaşça sonlara doğru gelirken kadın parmak uçlarında yükseldi adamın yüzüne doğru. Adamda kafasını eğdi, ikisinin dudakları birbirine yaklaşırken anılar tekrar gün yüzüne geldi.

"Peggy, sana söylemem gereken bir şey var."

"Ne diyeceksin, umarım önemli bir şeydir."

"Konuya direk gireceğim. Benimle çıkar mısın?"

"Ne..."

Dudaklar yaklaşırken, adam gözlerini kapadı. Az sonra yaşayacağı mutluluk sırasında Dünya'yı görmek istemiyor, kendi hayal Dünya'sında olmak istiyordu. Gözlerini kapatır kapatmaz kulaklarında başka bir hatırası yankılandı.

"Peggy, bu gün bu yemeğe boşuna çağırmadım seni?"

"Peki, neden?"

"Sana söylemem çok önemli bir şey var."

"İkinci bir çıkma teklifi mi?"

"Hayır. Benime evlenir misin?"

"Evet! Savaş bittikten sonra hemen evlenebiliriz!"

Peggy'de parmaklarının üstünde yükselirken gözlerini kapadı. Evlenemediklerini, o savaşın asla bitmediğini düşününce kapalı göz kapaklarının arasından bir yaş sızdı ve yanaklarından aşağıya kaydı. 

"Peggy, bunu hiç sormamıştım."

"Ne soracaksın?"

"En büyük korkun ne? Merak ettim sadece."

"Sana son öpücüğümü vermek. Senin?"

"Senin son öpücüğünü almak."

Dudaklar birbirine değdi. Arada hiçbir mesafe kalmadı. Adam, yıllar sonra unutmuş olduğu bir hissi yeniden hissetti, o koca yüreğinin içinde. Sevdiğini kadını öpmenin verdiği o hissi unutalı çok olmuştu. Ta ki bu güne kadar. Bu gün. Bu gün tekrardan hatırlamıştı. 

Birbirlerine tekrardan bağlandılar. Aralarında hiçbir şey kalmamıştı. Kadın, bunca yıldan sonra kalbinde hissettiği sıcaklık ile kendini gerçekten yaşıyor olarak hissedebildi. Sevdiği adamın öpebiliyor olmanın verdiği o mutluluğu, huzuru unutalı çok olmuştu. Ta ki o ana kadar. O an. Tekrardan hatırlamıştı bu duyguyu.

Gözlerini kapatmış kadın, eski anıları tekrardan düşünürken, kalbinde bir acı hissetti. Hayallrri yavaşça karardı. Kalbindeki acı daha da büyüdü ve hayal dünyası tamamen karardı. Dengesini kaybetti, yere düştü. Yere düşerken Steve onu kolları arasına alıp düşmesini engelledi.

Peggy yavaşça kendini kaybederken, son defa gülümsedi. Gözleri zaten kapalı olan kadının kafası geriye doğru düştü. Steve, kolları arasında Peggy'i kaybettiğini görünce, bağırdı.

"PEGGY! PEGGY! GİTME, LÜTFEN! ŞİMDİ GİDEMEZSİN!"

Bağırıyordu, boğazını yırtıyordu. Daha önce bu kadar çok bağırdığını hatırlamıyordu adam. Umurunda da değildi. Ancak kadının kalbine koyunca elini, anladı.

Ölmüştü. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama ölmüştü. 

Steve, biten müziğin baştan başlamaması için telefonuna eline aldı. Müziği durdururken istemeden tarihe de baktı. Günlerden cumartesiydi, saat sekiz buçuktu.

Peggy'i randevulaştığı tarihte kaybetmişti. Bundan yetmiş yıl önce, tam olarak o gün, o saat için anlaşmışlardı. Şimdi ise Peggy o saatte Steve'in kollarında can vermişti.

Kalbi çıplak ellerle ortadan ikiye koparılıyormuş gibi hisseden Steve, kafasını Peggy'nin karnına gömdü ve ağlamaya başladı. Bu olmuş olamazdı. Onun canlı olması gerekiyordu diye düşündü. Ancak gerçekti, hemde hiç olmadığı kadar.

Perişandı, canlanan duygular tekrar öldüğü için

Endişeliydi, bundan sonra yaşayamayacağı için.

Garibandı, sevdiği kadın onu bırakıp gittiği için.
Gergindi, onsuzluğun korkusuk yüreğinisarmaladığı için.
Yalnızdı, sevdiği kadına kavuşmuşken tekrar kaybettiği için

Yetmiş yıl önce, Peggy'den son bir öpücük alamamıştı. Çünkü Peggy ölmemişti. Ama şimdi son öpücüğünü almıştı. En büyük korkusu gerçek olmuştu.

---------------------------------------

Yey, bir kötü son daha. Kötü sonları sevenin sadece x__Marvel__x mi sandınız? Yanıldınız. Kötü sonları seven başka biri daha var ve baş harfi Ahmet Pozan.

Kısa ama hoş bir hikaye oldu. Sizce nasıldı? Yorumlara fikirlerinizi yazmayı unutmayın. Şimdilik kendinize iyi bakın. Hoşça kalın.

Aşağıdaki After Credits'e bakmayı unutmayın. 

After Credits

İntikamcılar Malikanesi, arka bahçesinde olan, ormanlık alana yakın yerde duran mezarlık. O gün oraya bir kişi daha eklendi. O malikaneyi hiç görmemiş olan biri. İçerisindeki aileye hiç tanık olmamış biri. 

Steve, mezar taşının başında dururken yumruğunu sıktı. Gerçekleşmiş olamazdı. Peggy'nin İngiliz bayraklı tabutunu taşımış olamazdı. Ama olmuştu. O tabuta dokunmuştu, kaldırıp taşımıştı. Ona son bir defa dokunmuştu o sayede.

Artık ne yapacağını bilmiyordu. Emeklilik süresince boş boş takılmıştı. Artık emekli olmak istemiyordu. 

Cebinden bir pusula çıkardı.

Pusulanın kapağını açtı. Kapağın altında Peggy'nin resmi vardı. İkinci Dünya savaşı sırasında kullandığı pusuyla idi bu. Yere çömeldi ve pusulayı toprağın üstüne koydu.

"Peggy, umarım bir daha gelip bir daha gitmezsin." Kendi kendine espri yaptı ardından bu hale düştüğü için kendi haline acıdı, kızdı. 

Göz yaşlarını elini tersiyle sildi. Bu kadar ağlayan biri değildi Steve. Son zamanlarda sıkça ağlar olmuştu. Elini son defa mezar taşının üstüne koydu. "Olmak istediğin adam olacağım Peggy. Bana yıllar önce söylediğin şeyi yapacağım. Başkalarını eğiteceğim. Kalkanı başka birine vermeden emekli olamam. İnsanları eğitmem ve en iyi olana kalkanı devretmem lazım. Ardından, ardından yanına geleceğim. Sevgilim, Peggy'm."

Ayağa kalkan adam, mezara sırtını döndü. Adım atmak istedi. Başta zorlansa da, ilk adımı attıktan sonra hızlandı ve oradan yavaşça uzaklaştı.

------------------

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro