Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Perişan

"Peggy, Peggy cevap ver beni duyuyor musun?!" Steve Rogers, suyun üstünde duran, ortadan ikiye ayrılmış uçağın arka tarafındaki iletişim kısmından, uçağın havada hala süzülmekte olan ön kısmıyla iletişim kurmaya çalışıyordu.

Konuşmak için çabaladığı o ön kısmında, sevdiği kadın vardı. Peggy Carter. Ordudayken tanıştığı sevgilisi. 

Peggy, oldukça geniş pilot kısmında. Önündeki yarım daire şeklinde dizilmiş konsolun ortasındaki kolu iki eliyle tutmuş, uçak ortadan ikiye bölünmüş olsa bile oldukça ileri sürmeye çalışıyordu.

Çünkü ne kadar ileri gidebilirse, Steve'lere o kadar az zarar gelecekti. Uçağın içinde bomba olarak nitelendirdikleri mavi bir küp vardı. Aşırı güç yüklenmesinden patlayacaktı ve Peggy'nin tek bir çaresi vardı.

Gemiyi suya batırmak. Ama hemen sürerse suyun altındaki patlamanın yaratacağı dalga, Steve'in olduğu uçağın suda yüzen, kopmuş arka kısmına zarar verebilirdi.

Direksiyonu sabit tutmaya çalışan Peggy, parazitli sesler duymaya başladı. Bunun telsiz olduğunu anlayınca, konuşmaya çalışanın Steve olduğunu fark etti. Konuşmayı aktif etmesi için hoparlörün üstündeki düğmeye bastı.

"Güvenli bir iniş olmayacak." Steve, Peggy'nin sesini duyar duymaz. Önündeki sandalyeye oturdu ve mikrofona yaklaştı. 

"Burada ne yapacağını bilen var. Onlarla konu-" Steve'in sözü yarıda kesildi. 

"Yeterince vaktimiz yok. Bu şey çok hızlı gidiyor ve hedefi New York." Peggy, yutkunduktan sonra lafına devam etti. "Bunu suya indirmeliyim."

"Lütfen bunu yapma, hala zamanımız var. Bir şekilde çözebiliriz." Steve her türlü çareyi deneyerek, kadının aklındaki sonun yaşanmaması için çabalıyordu. Fakat Peggy kararlıydı.

"Steve, eğer beklersem bir sürü insan ölecek." Bir damla göz yaşı aktı kadının kahve gözünden, beyaz tenli cildine. "Bu benim seçimim."Peggy, geminin direksiyonunu eğerek uçağın burnunu suya doğru yaklaştırdı. "Steve..." 

Mikrofon başındaki sarışın adam hemen yanıt verdi. "Peggy..."

"Sanırım dansı biraz ertelememiz gerekecek." Kadın bunu derken uçağın burnunun baktığı buzullara bakarak söylemişti. 

Steve, elini sarı saçlarına daldırdı. "Peki, Stork kulübünde gelecek hafta cumartesi, ne dersin?" 

Peggy, adamın göremeyeceğini bilse bile başını salladı. "Olur." Sadece bunu diyebildi. Yavaşça buzlara yaklaşıyordu uçak ve çakılması an meselesiydi.

Sarışın asker, istemeden de olsa Peggy ile dans etmenin hayalini kurdu. O kadar mükemmeldi ki bir süreliğine olduğu yeri unuttu. Ardından hemen mikrofona geri döndü. "Saat sekiz de orada ol. Sakın geç kalayım deme anlaşıldı mı?"

Kahve saçlı kız da, istemeden olsa sevdiği adamla dans etmenin hayalini kurmuştu. O kadar mükemmeldi ki, bir anlığına uçağı kontrol ettiğini unuttu. "Biliyorsun, hala nasıl dans edileceğini bilmiyorum," dedi, gözleri uçağın kontrolden çıkmış göstergelerine takılmış iken.

Adamın suratında acılı bir gülümseme belirdi. "Nasıl yapılacağını gösteririm. Sen sadece orada ol yeter."

Peggy, buzullara iyice yaklaşmıştı. Sonu artık iyice yaklaşıyordu. "Gruba yavaş bir şeyler çalmasını söyleriz."

Steve tam cevap verecekti ki, telsizin bağlantısı kesildi. Parazit sesi kesilince, bağlantının koptuğunu fark etti adam. Yine de seslenmeyi denedi. "Peggy... Peggy." Mavi gözlerinden bir damla yaş aktı. "Peggy..." 

Karşısındaydı. Sevdiği kadın. Camın öbür tarafında, buzların içerisinde uyuyordu. Steve, ellerini cebine sokmuş şekilde camın öbür tarafından kadını izliyordu. Shield çalışanları onu buzun içinden çıkarmaya çalışırken heyecandan ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Daha önce buz içinde bu kadar kalabilmiş bir insanla karşılaşmamışlardı.

"Demek, ölmemiş." Steve, sol tarafından duyduğu bu sesin yönüne çevirdi kafasını. Kısa kızıl saçlarıyla Natasha duruyordu. "Onu hatırlıyorum. Sevgili olduğunuz zamanları."

Steve, kafasını salladı. Bir şey demek istemiyordu. Beklemediği olaylar üst üste geliyordu. Boğazı düğümlenmişti, hiçbir kelime o düğümden geçip ağzından dökülemiyordu. Adamın konuşmayacağını gören Natasha, kollarını kavuşturdu ve o da bir şey demeden izlemeye koyuldu.

'Stork Club' yazan kırmızı led ışığın altındaki kapıdan içeriye girdi. Üstünde takım elbise olan Steve, içeriye girer girmez tavandaki aydınlatmalardan dolayı gözünü çevirmek zorunda kaldı. Tavanın her bir karışında lamba vardı ve bu gözü kör edecek gibiydi. Başını yere eğip ışığa bakmadan ilerleyen Steve, gözüyle çevreyi taradığında Peggy'i göremedi.

Ortada dans pisti, kenarlarda ise masalar vardı. Dans eden insanların arasından onları rahatsız etmemeye çalışarak geçti ve boş bir masa aradı. Köşede duran boş bir masa görür görmez hemen geçti.

Tahta sandalyeyi geri çekti ve oturdu. Dirseğini masaya yaslayarak elini çenesine koydu. Parmakları yeni tıraş ettiği çenesinde gezmeye başladı. Köşede oturduğu için rahatça etrafı görebiliyordu. Çevrede dolanan çiftlere göz gezdirdi. Hepsi şık giyinimli, yakışıklı ve güzel insanlardı. Elbiseler, takılar pahalı, saçlar yapılıydı. Oradaki tek bir insan bile üstünde neredeyse bir servet taşıyordu.

Sol kolunu kaldırıp saatine göz attı. Sekize yaklaşıyordu. Gözlerini insanlardan çevirip kapıya döndü. Her an oradan Peggy girebilirdi. Her an. Steve beklemeye başladı, sabırsızlıkla bekliyordu. Her ne kadar içindeki karamsarlık, iyimser yanına daha ağır basıyor olsa da, içindeki en ufak umut ışığını da sonuna kadar kullanmak için çabalıyordu. 

Oradaki bütün kadınlardan daha şık bir elbise, saç ve makyaj ile geleceğinden emindi. Beklemeye koyuldu. Saatindeki akrep ve yelkovan ilerlemeye devam etti ama görünürde yoktu.

Geç kalabileceğini düşündü. Saat sekizi on geçmesine rağmen beklemek istedi. O saat, sekiz buçuk oldu, dokuz oldu, on oldu, on bir oldu. Artık gelen insanlar yavaş yavaş gitmeye başladı. Etrafta beliren temizlik görevlileri kulübü süpürmeye başladı.

Yine de oturmuş bekliyordu adam. Aynı sandalyede, aynı pozisyonda. En sonunda, iki saattir kılını bile kıpırdatmamışken sandalyesine yaslandı. Etrafına baktı ve personel dışında kimsenin kalmadığını fark etti. Gelmeyeceğini anlamıştı. Ayağa kalktı. Ceketinin üst cebindeki mendille göz yaşını sildi. 

Tam gidecekti ki, yeri süpüren adamlardan biri ona döndü. "Dostum, yoksa kız seni ekti mi?" Adamın direk bunu sorması Steve'in sırtından bıçak saplanmış gibi hissetmesine sebep oldu. Ama bunu dışarıya vurmadan, yavaşça temizlikçiye döndü. "Aslında, gelmeyeceği belliydi, yine de bekledim."

Temizlikçi adam, işine geri döndü. Süpürmeye devam etti, "Olsun efendim. Ülke de hala güzel kızlar var. Elbet birini bulursunuz." Steve, elindeki gözyaşlarıyla ıslanmış mendile baktı, mendili almış olduğu cebine sıkıştırdı. "Ülkede güzel kızlar var ama meleklerin olduğunu sanmıyorum," diyerek oradan ayrıldı. 

Kulüpten çıkar çıkmaz gördüğü ilk ara sokağa girdi. Sırtını tuğla duvara yasladı ve yere çömeldi. Sırtı duvara sürterek yere çömeldikten sonra kollarıyla bacaklarını sardı ve kafasını dizlerine yaslayarak ağlamaya başladı. 

Peggy'nin dönmeyeceğinden emin olmuştu. O artık yoktu, gitmişti. Buzulların altında kalmıştı ve geri dönemeyecekti. Artık suyun en derin kısımlarında yavaşça batıyordu. Onun söylediği son sözü düşündü aklından. 

Cep saatini çıkardı, onun hediye etmiş olduğu cep saati. Kapağı açtıktan sonra, solda onun olduğu resme baktı. Siyah beyaz resim, yakından çekilmiş bir fotoğrafıydı. Kenarları kızarmış mavi, yaşlı gözlerle fotoğrafa baktıktan sonra bir ses duydu.

Kafasını sağ çevirerek baktı. Bir adam vardı ama ışık arkasından vurduğu için yüzü gölgeler içinde kalmıştı. "Gelemedi, değil mi?" Adam sesinden kim olduğunu anlamıştı. Kafasını tekrardan dizine yasladı ve kısık sesle, "Gelmedi," dedi.

Steve, orada beklemenin anlamı olmayacağını bildiği için Akademinin spor salonu kısmına gitti. Oldukça küçük olan spor salonu sadece özel kişiler içindi. Basık tavanı ve loş ışığı ile öylece duruyordu. Steve, üstündekileri çıkardı ve kum torbasının oraya gitti. 

Ellerine sargı sardıktan sonra yumruklamaya başladı. Kum torbasına salladığı yumrukları önce yavaş başlamıştı. Fakat, anılar zihnini ele geçirdikçe yumrukları hızlandı. Her bir yumruk ile aklına aklına kazınmış kelimeler, cümleler, paragraflar geliyordu. 

Görüntüler, kesitler. Steve'in yumruklarını konuşturduğu sırada gözlerinin önüne geliyordu. Kalbi hızlandı, alnından terler damlamaya başladı. Loş ışığın aydınlattığı kum torbası onun yumruklarını tek tek yerken zincir her an kopacak gibi sallanıyordu.

Yumrukları serileşti ve sertleşti. Aklındaki görüntüleri kenara atamıyordu, zihnini çoktan onlara kaptırmıştı. 

Savaşı hatırladı, kurşunları, patlamaları ve yaralanan askerlerin yardım çığlıklarını. Peggy'i hatırladı, ona sarf ettiği sözleri, onunla olan bakışmaları.

Ve öpüşmeleri.

Steve iyice kuvetlendirdiği yumruklarıya son bir defa vurdu ve kum torbası ileriye doğru vurduğu yerden delinerek uçtu. Kumlar yere dökülüp saçıldığı zaman, Steve eliyle alnındaki teri sildi ve arkasını dönüp, duvarda asılı olan diğer kum torbalarından birini üstündeki zincirinden yakalayıp, taktı. 

Kum torbasını değiştirdikten sonra yine yumruklamaya başlayacaktı ki, salonun girişinde bir adamı gördü. Siyah göz bandı sol gözünde takılıydı ve siyah pardesüsü ayaklarına kadar geliyordu.

"Orada daha çok kalacağını düşünmüştüm." İçeriye giren adam, elleri arkasında olacak şekilde adımlarını Steve'e yönlendirdi. Siyahlı adamın üstüne geldiğini gören Steve, elindeki sargıları çıkarmaya başladı. Daha yeni başladığı antrenmanı bölünmüştü ve Steve bundan hoşnut olmamıştı.

"Neden, anılar zihnimi daha çok parçalasın diye mi? Sağ olun efendim, ben almayayım." Üstüne yeni tişört giyen Steve, yanında ona karşı duran adamı süzdü. Onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordu. Normalde Fury dediği adam -yeni olan- bu kadar ciddi olmazdı.

Steve'in etrafında dönmeye başlayan Fury, Steve'e yan bakış attı. "Hayır, anıların parçaladığı zihnini tekrardan bir edebilmek için." Kavuşturduğu kolları çözdü ve sol elini pardesüsünün içine attı. İç cebinden bir adet beyaz çikolata çıkardı. 

"Yiyecek misin?"

"Antrenman sırasında abur cubur kullanmıyorum efendim."

"Kötüymüş, oysa ki en iyi kalite." Steve'e uzattığı çikolatanın paketini açtı ve ufak bir ısırık aldı. "Her an uyanabilecekmiş gibi duruyor. Tekrar gözlerini açarsa diye bir konuşma hazırlasaydın. Yoksa öbür türlü kadının karşısında dilin tutulabilir." 

Yüzüne vuran ışıkla parlayan terli suratı güldü, sarışın askerin. "Kızlarla konuşma sorunumu yıllar önce çözdüm, Pozan." Soy adının sarf edilmesiyle çikolatadan bir ısırık daha aldı adam. Çikolatayı çiğnemiyor, ağzının bir kenarında bekleterek iyice tadını çıkarmaya bakıyordu.

"İki kızdan bahsettik diye hemen mesafeyi mi daralttın Rogers. Bana sadece kimlerin Pozan diyebileceğini biliyorsun." Göz bandını düzelten adam, yarısı bitmiş çikolatayı yanlarında duran oturma yerinin üstüne koydu ve Steve'e sırtını verdi.

"Peggy ile konuşman bittiğinde senin omzuna elini koyan ilk kişiyi sakın unutma, Rogers. Ayrıca ikram ettiği çikolataları da al, kendisini üzüyorsun çünkü. Kendisi pek ikram etmeyi seven biri değil." 

Steve ise sadece kafa salladı Fury'nin arkasından. Ardından yeni sargılar bağladı ellerine ve kum torbası yumruklamaya geri döndü. 

Natasha ise Peggy'i izlemeye devam ediyordu. İçerideki adamlar kadının hayati değerleri sürekli takip ediyor, rapor alıyorlardı. Buzlar, oldukça derin bir kalkan oluşturmuştu kadının çevresinde. Adamlar buzu eritmeye çalışıyorlardı ama bu kolay değildi. 

Camın dibinden olayları takip eden kızılın yanına Fury yanaştı. "Sanırım sen Steve'den daha meraklısın bunu izlemeye." Natasha, camın yansımasından adama baktı. Gördü ki, o da onun yansımasına bakıyordu.

"Steve'in üstüne gitme, bu onun için hiç kolay değil. Kadını onlarca yıldır ölü olarak biliyordu." Natasha, pes edip kafasını çevirdi adama. "Tahmin edeyim, yanına gidip iğneleyici laflarda bulundun." 

Gözü bantlı adam, tek gözünü içeriden ayırmadı. "Aslında sadece çikolata ikram ettim ve bir kaç hatırlatmada bulundum. Ters bir şey söylemedim." O sırada Natasha'nın ağladığını fark etti. Kafasını çevirip baktığında, ona doğru bakan, gözlerinden yaş akan bir casusla yüz yüze geldi. "Natasha?" Kadın ona hiçbir şey demeden arkasını dönüp gitti. 

Natasha'nın hızla orayı terk edişini izleyen Fury, yapacak bir şeyi olmadığını fark edince tekrar Steve'in yanına gitmek istedi. Fakat Nat'in sözünü dinleyip fazla üstüne gitmeme kararı aldığı için bu planını kenara attı ve yapacak başka bir şey aramaya başladı. 

Steve, beşinci kum torbasını deldikten sonra, başka kum torbasının kalmadığını fark etti. İçinden bunların dayanıksızlığına küfür ederken Çıkardığı kirli kıyafetleri de alıp duşa gitti. 

Spor salonunun duşu, askeriyedeki gibi yan yanaydı. Buna alışık olan Steve kıyafetleri kenara koydu ve tepedeki musluğun altına girip suyu açtı. Soğuk suyun vücuduna ilk temas etmesinde oluşan şoku hemen atlattı ve suyun vücudundan kayıp geçmesine izin verdi. 

Saçından aşağı dökülen soğuk suyun altında durmanın, rahatlattığını bilse de, kafasındakileri atmasında yardımcı olmuyordu.

"Bunu suya indirmem gerekecek."

Önündeki beyaz kare fayanslara yumruğunu geçirdi. Ani ve sert olmuştu. Kendisinden bunu beklememişti. Kırılan parçalar yere düşerken umursamadı. Sonuçta kendi evi değildi, artık değildi.

Peggy onun için o kadar eskide kalmıştı ki, sanki oyuncak sandığının en dibinde kalanı çıkarmaya çalışıyor, fakat onu çıkarmaya çalıştıkça öbür oyuncakları sandıktan dışarı düşüyordu. Anılarda Steve için böyleydi. Peggy ile olan anıları gün yüzüne çıkmaya çalışırken diğerleri de belirginleşiyordu.

Hafıza sildirmeyi düşünmüştü ama Bucky'nin Strange tarafından hafızası silinirken ki çığlıkları hala aklındaydı. O yüzden onu da yapamazdı.

Ellerini kare fayansa dayadı. Su sırtından kayıp geçerken omzunda bir el hissetti. "Steve." Peggy'nin sesini duyan Steve hemen arkasını döndü. Peggy karşısında duruyordu. İkisinin gözleri buluştu, kadın elini adamın yanağına koydu. "Steve, hala yaşıyorsun."

"Evet, hala yaşıyorum," diyerek elini kadının omzuna koyacaktı ki, eli içinden geçti.

Hayal görmüştü. 

Zihni artık çıldırmaya başlamıştı. O kadar çok yaşamıştı ki, artık beyni bu kadar anıyı kaldırmıyordu. Şaşırmaya, karıştırmaya ve yaratmaya başlamıştı. Peggy'i gözünün önünde istemeden yaratmıştı. 

Soğuk suyu hemen kapadı ve oradaki temiz havlulardan birini alıp kurulandı. Üstündeki suyu havluyla tamamen aldıktan sonra hemen Shield'ın siyah üniformalarından birini giyip oradan çıktı.

Elinde çantayla direk Peggy'i tuttukları odaya doğru yürümeye başladı. Yürüyüşünden bir amacı olduğu belliydi. Fury, odasında takılırken kameralardan gördü. Steve'in ne yapacağını ön gördü ve odasından çıkıp koşmaya başladı. 

Steve, Peggy'i tuttukları odanın kapı kulbuna dayandı ama kilitliydi. Tek yumruğu ile kilidi kırdı ve içeriye girdi. Askerler onu uzak tutmaya çalışsa da tek eliyle itti hepsini. Peggy'nin yanına kadar geldi. Üstündeki buzları hala duruyordu. Hepsi erimemişti.

Steve, gürültülü bir haykırış ile buzu yumruklamaya başladı. İki eliyle de buzu yumruklamaya başladı. Ufak da olsa buzu çatlatmayı başarmıştı. Peggy'nin uykuda olan vücuduna baktı. Göz kapakları inikti, teni oldukça soluktu.

Buz, iyice çatladı ve zayıfladı. Steve iyice çatlattığı buza son bir yumruk indirdi ve Peggy'nin üstündeki bütün buzlar kenarlara düştü. Kadının üstünde buz kalmayınca Steve hemen elini uzattı. Kadın olabildiğine soğuktu. Yine de Steve umursamadı ve Peggy'nin yanağına dokundu.

O sırada aniden kapının olduğu yerde bir gürültü koptu. Fury koşarak gelmişti. "Steve, ne yaptın sen?" 

------------------------------

Steggy hikayesine hoş geldiniz. Umarım size feels geçirtebileceğim bir beş bölüm yazabilirim. Hikaye genel olarak Koma gibi olacak, yani olay yine tek tük mekanlarda geçecek. 

Eğer bilmeyeniniz varsa diye anlatayım. Fury'nin siyahi olmamasının nedeni, yeni Fury'nin onun yerini almış olması.

Bölümler ağırlıklı Flashback olacak. Zaten hikayenin ta başından anlamışsınızdır. 

Buza Peggy'nin gömülmüş olması sizce nasıl fikir. Beğendiniz mi? Yorumları bekliyorum, kendinize iyi bakın, hoşça kalın.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro