24 | ❝bazı yalanlar yatsıyı beklemez❞
Elimdeki boş su bardağını yatağımın hemen yanındaki puf koltukta oturmakta olan Meral'e doğru uzatıp üzerimdeki yorganı ayaklarımla hafifçe kenara itekledim, ancak gözleri bir sırtlan kadar keskin olan ablam bunu fark ederek açtığım yeri çevik bir hareketle geri örttü. Gün içerisindeki kaçıncı tekrarlanışı olduğunu bilmediğim bu işkenceye daha fazla dayanamayarak ofladım ve çatılan kaşlarımın altındaki öfkeli gözlerimle doğrudan mavi gözlerini hedef aldım.
Korkunç görünmek için bütün enerjimi harcıyordum ama bu ablamın üzerinde hiç mi hiç etkili olmuyordu. Yerine dingin bir edayla geçerken sakince "Hiç bakma öyle," dedi. "İçerisi gayet serin."
Yorganın altına iyice yerleşip derinden gelen bir oflamayı daha koyverdim.
"Eviniz yok mu sizin ya? Ne diye başımda dikiliyorsunuz? Gidin, istemiyorum hiçbirinizi."
"Aşk olsun kuzen," diyen Ümran'a yöneldi bakışlarım.
"Odamı işgal ettiniz." Burnumu havaya kaldırırken huysuz çocuklar gibi cırladım. "Hastayım ben hasta. Azıcık saygınız olsun."
Ablam dediklerime tamamıyla burun kıvırdı.
"Alındım." Ateş saçan gözlerim, elini kalbine götürmüş, sahte bir alınganlıkla konuşan Hatice'ye kaydı. "Vallahi de billahi de çok alındım."
Alt çenemi öne doğru uzatıp dudaklarımı büzerken ağzımdan alay dolu "hııı," sesine benzer birkaç nota döküldü.
"Nankör," dedi Hanife bana başını bile çevirmeden. "Şurada canın sıkılmasın, iki insan sesi duy diye kalktık, işi gücü bıraktık, yanına geldik. Senin dediğine bak."
Yüzümdeki ifadenin yerini gülünç bir hayret aldı.
"Bu işini gücünü tergemiş halin mi?"
Ödevini misafirliğe taşıyan kişiden söz ediyorduk. Tepkim gayet de yerindeydi bence.
"Her ikisini de aynı anda yürütebiliyorum, biliyorsun." Gevşek gevşek gülerken ekledi. "Bazı alfalar pelerin giymez, gülom."
Meral'in dizlerine koyduğu yastığı kaptığım gibi kafasına fırlattım. Yastığın kendini hedef aldığını hissetmiş olacak ki, beklenmedik bir atiklikle bilgisayarının önüne yüzünü siper etti. Yastık yanağına çarpıp yere düşerken o kendini umursamak yerine, bilgisayarına sarılıp şükürler ediyordu.
"Ben göstereceğim şimdi sana alfayı, pelerini."
"Yazık günah," dedi bilgisayarını okşarken. "Utanmıyor musun şu sabinin önünde bana hakaret etmeye? Geçti annem, sakin ol. Relax..."
"Sonunda çıldırdı," diyen Ümran'ın omzuna hak verircesine vurdu Hatice.
"Allah'ım beni neyle sınıyorsun?"
Başımı semaya doğru kaldırıp iç çektim ama sevgili teyze kızlarım beni iplemek bir yana dursun, kendi varlıklarını da hiçe sayacak bir şey yaptılar; beni ve kendilerini yeni bir sessizlik senfonisinin içerisinde bıraktılar.
Adında hasta ziyaretine gelmişlerdi ama bunun hasta ziyaretiyle alakası yoktu. Sabah beni yoklamaya gelen Hanife, iyileştiğime ve turp gibi olduğuma kanaat getirerek kızlara son durumumu bildirmiş ve teyzemlere raporu verdiği gibi de akşama soluğu bizim evde almışlardı.
Sadece onlar olsa yine iyiydi. Abimler, baba tarafından dedemler, Tunalar ve teyzelerim, cümbür cemaat bize gelmişlerdi. Diğer halamların, amcamların ve dayımların gelmediğine şükredecek kıvamdaydım. Ev ana baba günüydü. Ablamın odasından, geldiklerinden bu yana en az beş parça çerçeveyi indirmiş olan çocuk sesleri geliyordu. Bir kırılma sesine, çığlık sesi eşlik ettiğinde elimi alnıma koyarak ofladım.
Resmen potansiyel teröristler yetiştiriyorduk.
Komşular bizi bugün de polise şikayet etmezlerse başka hiçbir zaman şikayet etmezlerdi, bundan emindim.
Ablam derince bir nefes alarak odasına doğru yöneldi ve sadece otuz saniye sonra yakalarından yakaladığı iki veletle antreye çıktı. Hafifçe doğrulup kapının ardından görünen küçük kuzenlerime baktım. Fidan'ın dişlerinin arasında Fikri'nin kulağı duruyordu ve küçük cimcimenin kıstırdığı kulağı bırakmaya niyeti yok gibi duruyordu. Ümran ikiz kardeşlerinin halini görünce ayağa fırladı.
"Fidancım bırak," dedi ablam sakince. Zavallı Fikri göz yaşları yanaklarından pıtır pıtır dökülürken yerinde çırpındı ama Fidan oralı bile olmadı. "Fidan. Ben sinirlenmeden bırak ablacım."
"Fidan bırak," dedi Ümran ablama nazaran öfkeli bir sesle. "Babamı çağırırım bak."
Fidan yine omzunu silkince ablam kelebek kanatlarını sırtından çıkararak bizi bile ürküten bir ses tonuyla Fidan'a kızdı.
"O kulağı şimdi bırakmazsan bütün dişlerini sökerim, sonra da onları asla bulamayacağın yerlere tek tek gömerim. Diş perisine verecek tek bir diş dahi koymam sende."
Fidan'ın fındık kahvesi gözleri korkuyla dolarken küçük cimcime ağlayarak salona koştu. Ümran diğer kardeşinin yanına çöküp onu sakinleştirmeye çalışırken Hatice kıkır kıkır gülüyordu.
"Sinirlendiği zaman kulak ısırıyor."
Ablam hayretler içerisinde sordu.
"Hüseyin özel idman falan mı veriyor bu kıza? Kulak ısırmak nedir?"
Ümran, ablama doğru sıkıntıyla nefesini verirken, bir yandan da erkek kardeşinin dişlenen kulağına bakıyordu.
"Biz de sabah akşam evde birbirimizin kulağını dişliyoruz zaten."
Ümran söylendi.
"Hiperaktivite bozukluğu olduğundan şüphelenerek doktora götürdük ama bu enerjisinin normal olduğunu söylediler. Akşama kadar öte demiyor, beri demiyorlar, evi birbirine katıyor. Akşam oldu mu da ağzı ayrılıyor hanımefendinin, kafayı vurduğu gibi uyuyor. Bu huyu da yeni çıktı zillinin. Babamlar doktoruyla yeniden görüşecekler."
"Fikri kılıbık olup çıkacak ha. Çok tartaklamıyordur inşallah çocuğu?"
Ümran, Hatice'nin sözlerine karşılık, alt dudağını dişledi ve ona 'ne sen sor ne ben söyleyeyim' bakışını attı.
"Hüseyin'i bile dövüyor."
Hatice'nin kıkırtısı kahkahaya dönüştü.
"Ben bunu kullanırım," diyen Hanife'nin karnına dirseğini geçirdi ablam. Hanife kafasında kurduğu şeylere kıkırdarken onun bu haline gülmekle yetindik.
"Sakin ol," dedi odadan ne ara dışarı çıktığı belli olmayan Enes Efe, onun sesiyle kıkırtılar son buldu. Fikri'nin omzuna elini koyup aklınca ona destek olurken büyümüş de koca adam olmuş gibiydi. "Kızlağ böylediğ. Biğaz daha büyüyünce anlağsın Fikği."
Dediklerine güldüm. Fikri'den sadece bir yaş büyüktü halbuki. Kendince akıl veriyordu velet.
"Sözlere bak, sözlere." Hatice, yan odaya girmekte olan Efe'nin poposuna bir tane geçirdi. "Bu yeğen çok can yakar benden söylemesi Banu."
Ablam gözlerini devirdi. "Sen dedin ya, kesin öyle olur şimdi," derken sadece dalga geçiyordu.
Fikri, Fidan ve Efe muhabbeti bir süre daha aramızda dolanıp durdu. Ta ki teyzem yanımıza gelip de çocukları bir güzel uyarana kadar. O çıkar çıkmaz, oda yeni bir sessizlikle başbaşa kaldı.
Onların yaptığını yaparak ben de telefonuma görmülmek için hareketlendim ancak avucumun içerisinde kendi halinde takılmakta olan siyah kılıflı telefonum tenimi gıdıklayarak birkaç kez titrediğinde, gözlerim geldiğinden bu yana sıkıntılar içerisinde kıvranıp duran Nigar'ın üzerine kaydı.
Arada bir telefonuna, bazen de karşı duvarda asılı olan saate bakarken kimse mutsuzluğunu anlamasın diye yanımızda kırk takla atıyordu. Bunu benim gibi diğerlerinin de anladığını fark ettim, göz ucuyla Nigar'a bakıp duruyorlardı. Onun bu hallerine alışık olduğumuz için ben de sıkıntısının üzerine gitmemeyi tercih ettim çünkü konunun kim olduğunu hepimiz çok iyi biliyorduk: Tuna.
Taburcu olduğum günden bu yana kuru bir geçmiş olsun dışında hiçbir şekilde iletişim kuramadığım kuzenim belli ki aksi tavrını Nigar'a da takınıyordu. Aramızın eskisi gibi olmadığının çok iyi farkındaydım ve bu durumu kabullenmem inanın hiç kolay değildi. Eskiden olsaydı şu an aramızda o da oturuyor, bizimle dedikodu yapıyor ve Nigar ile bir köşede fısır fısır birilerini çekiştiriyor veya tartışıyor olurlardı. Tuna, her şeyiyle affettiğim kişi, ya olgunlaşıyordu ya da içinde Beyza'ya karşı büyüyen saplantı yüzünden karakteri hasar görüyordu.
Onun için endişeleniyordum. Tuna her zaman kibar, eğlenceli ve deli dolu bir çocuk olmuştu. Birlikte vakit geçirdiğimde ömrüm uzuyormuş gibi hissederdim. Benim hayat dolu karakterimin üzerinde çok emeği vardı. Oysa şimdi, göz göze geldiğimizde bile, soğuk bakışlarıyla yaşayacağım yılların üzerine bir çizgi çekiyordu.
Keşke hiç aşık olmasaydık diyordum çoğu zaman... Ne ben Ali'ye, ne de o Beyza'ya aşık olmasaydı.
Aşkı ölümcül bir hastalık olarak görmüyordum elbette; sadece hastalıklı aşklar denen bir kavram vardı ve sayıları da yadsınamayacak kadar fazlaydı; bilhassa da bizim tutulduğumuz türden olanları.
Şu an içerisine düştüğüm duruma baktığımda Tuna'da da aynı sonu görmekten kendimi alamıyordum. Beyza hiçbir zaman Tuna'yı sevmeyecekti. O da Mert'e aşıktı çünkü, tıpkı Ali gibi...
Ali'nin ismini, Beyza ile yan yana getirdiğimde gözmelerimin önünde bulanık bir beden belirdi ve ardından kafamın içerisinden ansızın bir tren geçti. Trenin gürleyişine rağmen atılan çığlığı seçebilmişti kulaklarım.
Ya Ali de senin aşkını Mert ile birlikte olabilmek için kullandıysa?
Bu zehirli fikri zihnimden hızla atıverdim. Neler düşünüyordum ben böyle? Ali tertemizdi; o bu hayattaki en naif, en içten, en anlayışlı erkekti. Ona bunu yakıştırma gafletine düştüğüm için kendimden utanmalıydım.
Bu aptal fikri küstahça düşünmüş olmama öfkelenerek kafama bir tane vurmak için hareketlendim ancak telefon bir kez daha titreyince başım yerine gelen mesaj ile ilgilenmek durumunda kaldım.
Mesaj Yiğit'ten gelmişti.
Yiğit: Bugün itiraz mektubuma yanıt geldi.
Yiğit: Kurul, cevabında bu olayı geniş çaplı incelemeye alacaklarını belirtmiş. Sadece sonuçlanana kadar bir süre daha okula gidemeyeceğim.
Mesajı okumayı bitirir bitirmez yüreğime bir su serpildi, bedenime resmen hayali bir gün ışığı düştü. Penceresi ardına kadar açık olmasına rağmen kasvet dolu olan odamda ilk defa doğru düzgün bir nefes alabildiğimi hissettim.
Pazartesi sabahı atmış olduğum mesaja Yiğit yanıt vermişti ve umutsuz da olsa itiraz edeceğini söylemişti. Büyük kısmını Doğan'dan duyduğum bu olayda durumu kontrol altına almaya çalışan ise Buğra olmuştu. Arkadaşlarını aklamak için türlü denemelerle okul laboratuvarındaki birçok bilgisayarın sistem geçmişini kontrol eden Buğra, tahmin ettiğimiz üzere bu işlemin labaratuvarda gerçekleştirilmediğini öğrenmişti. Yoğun güvenlik önlemlerinden dolayı okul sınırları dışındaki alalade bir bilgisayarda yapılamayacağı için geriye sadece idarenin ve öğretmenlerinki kalıyordu. Sınıf başkanı kimliğini kullanarak okul çıkışı öğretmenlerin kullandığı üç bilgisayarı da inceleyen Buğra sonunda olayın faili olan masaüstü bilgisayarı keşfetmişti; sistem geçmişini yok etmeyi beceremeyen aşağılık suçlu, işlemi gecenin bir yarısı gerçekleştirmişti.
Yüzümdeki ifade yerini korurken Yiğit'e mesaj attım.
Kamuran: Senin adına sevindim.
Oturma odasında babamlar ve diğer akrabalarımla oturan eniştemin, müdürü olduğu okul hakkında bu cümleyi kurmam yakışıkalır değildi fakat ben aramızın pek de iyi olmadığı sınıf arkadaşlarımın bu problemin üstesinden gelmesi taraftarıydım. Ayrıca gerçek suçluluların bulunması için en az herkes kadar hevesli olduğum da büyük bir gerçekti.
Yiğit: Bana inandığın için teşekkür ederim Kamuran.
Yiğit: Sen gerçekten hakiki bir dostsun.
Ablam ve arkadaşları Yiğit ile aramda geçen şu konuşmayı görseydi şayet, beni bir güzel paylarlardı.
Kamuran: Seni kurtaracak olan benim veya bir başkasının inancı değil Yiğit.
Kamuran: Senin sana olan inancın.
Yiğit: Haklısın. Tekrar teşekkür ederim, tüm kalbimle.
Yiğit: Bunu sana ve bize yapanı bulacağımdan emin olabilirsin.
Yiğit'in mesajı yüzümde ufak bir tebessüme yer açtığında telefonu kapatmak üzereydim, ancak yukarıda bir mesaj bildirimi daha belirip bunu yapmama engel oldu. Mesajın kimden geldiğini görmek için bildirim çubuğunu aşağı indirdim. Mesaj, engelini sadece üç saat önce kaldırdığım çakma Johnny Depp'tendi. Salı günü öğle yemeğinde telefonum fazla dikkat çekince çareyi Mert'i engellemekte bulmuştum. Ağabeyim çok soru soruyordu.
Vizyonsuz Küpek: Az daha ülkenin ekonomisinin hali hal demeyip gidip yeni hat alıyordum.
Vizyonsuz Küpek: Niye engelliyorsun sen bakayım gelecekteki çocuklarının babasını?
Vizyonsuz Küpek: Dayak yeme ihtimalimi göze alarak gidip ağebeyine sormak istedim ama Rüzgar ağabeyim engel oldu. Ondan durumu öğrenmesini istedim.
Vizyonsuz Küpek: Gelecekteki sevgili ağabeyim, ağabeyime ne demiş biliyor musun?
Vizyonsuz Küpek: "Her ne yapmışsa, on numara hareket yapmış kardeşim."
Kamuran: Ne?
Kamuran: Ciddi misin?
Vizyonsuz Küpek: Rüzgar ağabeyim sabahtan beri gülüyor.
Vizyonsuz Küpek: Maskara olduk iyice.
Vizyonsuz Küpek: Ama ben kimin yüzünden engellediğini biliyorum. Hep o kaşları çam ağacı yapılı ağabeyin yüzünden. Ağzımla kuş tutsam da yaranamıyorum adama.
Kamuran: Ben seni önceden de engelliyordum Mert. Yani ağabeyime özel bir şey değil. Günahına girme, alırım aklını.
Vizyonsuz Küpek: Almışsın alacağın kadar. İçmeden sarhoş olduk çıktık.
Kamuran: Allah'ım, ya Rabbim...
Vizyonsuz Küpek: Söyle ona, bu kadar öfke kalbe zarar. Yol yakınken benimle iyi geçinmeye çalışsın. Şurada mürüvetimize ne kaldı?
Vizyonsuz Küpek: Tarla takım paylaşımında başına bela olurum bak; ikinci çocuğumuzu ona karşı doldurur, çam ağacı kaşlı lakabı taktırırım, gülüşür gülüşür dururlar; ebeveyni olduğu her düğüne çeyrekle gelirim, bütün sülaleye rezil ederim...
Diğerleri görmesin diye dudaklarımı elimle kapatarak sessizce güldüm. Manyak herif, utanmasa para içinde yüzücekti, şimdiden mal paylaşımı tehditleri savuruyordu. Bunu ağabeyimi kızdırmak için yaptığını bildiğimden ses etmedim.
Kamuran: Sadece çok merak ettiğimden bir soru soracağım.
Kamuran: Neden birinci çocuğunu değil de ikincisini dolduruşa getiriyorsun?
Vizyonsuz Küpek: Ben aklına şeytanca fikirler yerleştirsem bile ağabeyinden veya ablasından 'dayı' hitabını duysun diye.
Yüzümde sıcak ama garip bir ifade belirdi.
Kamuran: Mert, seni çok üzerler.
Vizyonsuz Küpek: Beni senin dışında hiç kimse üzemez. Sen de üzmeyiver.
Mesajı, yüzümdeki tebessümün üzerine kara bir bulut gibi çökünce ikinci bir mesajı peşisıra atarak ruh halimi toparladı.
Vizyonsuz Küpek: Alkarısı yapılı ağabeyini unutmamak lazım elbette. O da canımı sıkıyor.
Vizyonsuz Küpek: Baban gibi pamuk bir adamın nasıl böyle oğlu olmuş anlamıyorum.
Kamuran: Yalnız babamın hastanedeki konuşmamızdan sonra pamuk gibi bir adam olarak kalıp kalmadığından pek emin değilim.
Vizyonsuz Küpek: Anlamadım.
Kamuran: Ona her şeyi anlattım.
Vizyonsuz Küpek: Her şeyi?
Kamuran: Ali'yi, olanları, her şeyi işte.
Kamuran: Bir de seni, tüm ayrıntılarıyla üstelik.
Kamuran: Bence sen ne olur ne olmaz, pek etrafımda dolanma.
Vizyonsuz Küpek: Bana git öl desen daha makul bir öneri olur. Senin de işine geliyor ya, neyse. Baban kolay, önce ağabey engelini bir aşayım da ben.
Gülümsedim.
Vizyonsuz Küpek: Kamuran...
Vizyonsuz Küpek: Balkona çık da bir, gül cemalini göreyim.
Vizyonsuz Küpek: İki hoş kelam edeyim.
Vizyonsuz Küpek: Çok özledim be.
Kamuran: Çıkamam, imkansız.
Vizyonsuz Küpek: Bugün annemler ben okuldayken seni ziyarete gelmişler.
Vizyonsuz Küpek: Acayip sinirliyim zaten.
Vizyonsuz Küpek: O kadar dil döktüm oysa. Bekleyin dedim, birlikte gidelim dedim. Ama beni dinleyen kim?
Vizyonsuz Küpek: Sen de inat eder gibi pencereye bile çıkmıyorsun.
Vizyonsuz Küpek: Hasretinden derde maraza kaldım.
Kamuran: Ev misafir kaynıyor Çakma Johnny, hayatta olmaz. Tuna anlatmadı mı?
Vizyonsuz Küpek: Misafir var diye çıkılmıyor muymuş?
Kamuran: Olmaz, ısrar etme.
Vizyonsuz Küpek: Sen de biliyorsun usanmayacağımı, naz edip duruyorsun. İki dakika çık işte.
Kamuran: Biraz daha ısrar edersen balkona benim yerime Meral çıkar.
Vizyonsuz Küpek: Bari perdeyi aç da camdan göreyim.
Kamuran: Gece gece delirdin herhalde?
Vizyonsuz Küpek: Dört gündür hasretim yüzüne, sesine. Delirdim tabii.
"Neye sırıtıyorsun sen?"
Hatice'nin şüpheli sorusu karşısında telefonu hızla kapatıp elimde sıkıştırdım. Yüzümdeki ifade yerini durgunluğa teslim ederken gözleri sorgu doluydu.
Sırıtıyor muydum cidden?
Tam ağzını açıp beni yoklayacakken aynı anda bir hayret nidası işittik. Ablamın mesajlarımı fark etmiş olması düşüncesi yüreğime bir korku kıvılcımı düşürdü. Panikle telefonu yatağımın içerisine atıverirken bakışlarımı diğer kızlara çevirdim.
Şaşkınlık nidası atan kişi Meral'di ve doğrudan ablama bakıyordu. Diğerleri de en az onun kadar şaşkın bir şekilde sohbeti dinlemekteydi. Kaçırdığım konuyu anlamam uzun sürmedi; bu evde gündemden düştüğü mü vardı ki? Kızların, özellikle de Meral ve Hanife'nin öğrenmesi kötü olmuştu. Yaşlarının yakınlığından dolayı olaya benden ve diğerlerinden daha çok hakimdiler.
"İnanamıyorum."
Ablamın ağzından dökülen kelimelere tepki olarak, yüzündeki derin şaşkınlık ifadesini ve akabinde yoğun öfkeyi gizleyemeyen Meral puf koltuğun üzerinde yalpalayarak doğruldu. Sinirlendiği zamanlarda eline, koluna, bilhassa da çenesine hakim olamazdı. Parmaklarını zemine değdirerek dengesini toparlamaya çalışırken Hatice düşmesin diye ileri atılmıştı.
"Geri döndü ha?"
Dudakları düz bir çizgi halinde olan ablam ağırca başını salladı. "Döndü." Sesinde kırgınlık yoktu, öfke yoktu, her zamanki yıkılmaz duruşu ile Dünya'ya, ekseri de Rüzgar ağabeye meydan okuyordu, fakat korktuğunu hissedebiliyordum. Kurduğu düzenin bozulmasından, Sinan ağabey ile arasının açılmasından, kendisini seven bir kızın varlığını asla kabullenemeyen o kişi yüzünden hayatının alt üst olmasından korkuyordu. Bunu Meral de fark etmiş olacak ki sessiz küfürlerine bir son verip usulca sordu.
"Ne hissettin?" Ablam yerdeki gözlerini Meral'e doğru yavaşça kaldırdı. "Onu öylece karşında görünce..."
Sessiz kalacağını düşündüğüm ablam düşünmeden yanıt verdi.
"Şok oldum."
Ellerini birbirine kavuşturmuş, sırtını dolabıma vermişti ve dümdüz bir surat ifadesi ile boşluğa bakıyordu.
"Onu aklımdan da, kalbimden de çıkaralı yıllar oluyor; sandığınız türden hiçbir şey hissetmedim." Sonra bakışlarını Hanife'ye kaydırdı. "Sadece kendi doğrularını hiçe sayarak, kendisinden yaşça büyük birisi ile evleniyor oluşu beni şaşırttı." Bir hıh nidası döküldü iki dudağının arasından. "Çocuksun diyerek yüzüme yüzüme bağırdığı zamanki adamla şimdiki adam bir değil sanki."
"İşte. Sana zamanında çocuk demesini biliyordu şerefsiz," diyen Meral öfkeyle elini puf koltuğa vurdu. Bu öfkenin nedeninin yalnızca duyduğu konu olmadığını seziyordum ama üzerinde durmadım. "Şimdi kendisi çocuk olmadı da ne oldu? Kasıntı piç."
"Abla!" Cırlardı Hatice. "Küfür etmesene."
"Az bile. Böylelerini var ya, sürüm sürüm süründüreceksin." Elini ensesine atarak sakinleşmeye çalıştı. "Bu kızın ne günahı vardı ha? O kılıksızı sevmekten başta ne yaptı Banu? İt oğlu it, adam olaydı da karşısına çıkıp doğru dürüst olmayacağını anlataydı. Yaşı bahane etmeyeydi. Bizden olmaz Banu' diyeydi. Bu kız aptal değildi ki anlamasın. Sen önce umut ver, sonra bir güzel hayatının içine sıç, en sonunda da hiçbir şey olmamış gibi çıkıp geri dön."
Bu yoğun öfkeye karşılık olarak Hanife'nin gözleri büyürken Meral baba tarafından gelen Kayserili şivesi eşliğinde küfür seranatını alışık olduğumuz bir parçayla sonlandırdı.
"Sikerler."
Hatice, Meral'in ağzına elini kapadı. "Abla!" Meral homurdanarak Hatice'nin elini indirdi.
"Yalan mı kızım? Adamın yokluğu bile zararken kalkmış, varlığını da alıp gelmiş burnumuzun dibine." Başını aşağı yukarı salladı. "Ama dur, elbet iki çift lafımız olacak bizim de."
"Meral lütfen. Ben olanları unutup hayatımı düzene koydum. Şimdi onları karşımıza almanın lüzumu yok."
"O herif senden en güzel yıllarını çaldı."
"Ben de suçluydum. Olmayacak duaya amin dedim."
"Aklı başında olan oydu! Sen yol bilmezdin, yordam bilmedin. Çocukluğundan beri sessizce sevdin, henüz on beş yaşındayken de itiraf ettin. Kapıldın gittin sevda dediğin şeye. Madem oluru yoktu, onun seni durdurması gerekiyordu. Hani büyük olan oydu ya?"
"Olan oldu," dedi ablam. Sesi buz gibiydi. "O seçimini yaptı, ben dersimi aldım. Bir şekilde yolumuza bakmak zorundayız."
Meral'in yüzündeki sıkıntıya karşılık, ortamı yatırtırmak için sesini ısıtarak devam etti.
"Her şey geride kaldı artık, Meral. Evet çok üzüldüm, çok yıprandım ama üstesinden geldim. Sevdiklerimle çok daha güzellerini biriktireceğimden emin olabilirsin."
"Rüzgar'ın yanındakinin Yeşim denen şıllık olması seni üzmedi yani?"
Meral'in kardeşi olduğunu kanıtlayan Hatice, ağzını hafifçe bozarak sormuştu ancak ablamdan beklediği yanıtı alamadı.
Başını iki yana salladı ablam. "Rüzgar'ın ona ne kadar değer verdiğini biliyorum. Zira kendi gözlerimle görüp kendi kulaklarımla işittiğim bir şeyi yalanlayacak ve bu yalana da kendimi inandıracak birisi değilim. İkisi de birbirini sevdi, şimdi de evleniyorlar. Her zaman yaptıklarını yapıp beni görmezden geldikleri sürece ne yaptıkları umurumda değil." Gözlerindeki ifade kararlıydı.
Meral'den önce bir takım şeyleri öğrenmiş olan Hanife konuşmaya atıldı bu kez de.
"Seni görmezden gelmiyor işte. Sorun da burada. O dümbük hala yüzsüz yüzsüz karşına çıkıyor. Gözüne bir şeyleri sokmak istercesine saçma sapan imalarda bulunuyor. Kamuran'ı ziyaret etme bahanesi ile neden Yeşim aptalını da alıp buraya geldi söyler misin? Bir mutluluk vampiri gibi yine hayatının üstüne çöreklenecek. Bunu yapmaya hakkı yok."
"Al işte," diyen Meral elini alnına vurdu. "Bir de buraya gelmiş onursuz pezevenk!"
Hanife sabah olanlara atıfta bulunmuştu; Mert'in ailesinin beni ziyarete gelmesine ve ablamın Rüzgar ağabeye karşı verdiği sınava hitaben. Malum, hasta ziyaretinin kısası makbuldü.
"Bu kadar karamsar olma," diyen Ümran'dı. "Evenip layıklarını bulacaklar işte. Banu'dan uzak olsunlar da ne yaparlarsa yapsınlar."
Dakikalardır sessizliğini koruyan Nigar dahil oldu.
"Ümran haklı. Kötüyü üzerimize çekmeyelim hemen. Banu zaten seneye mezun olacak ve hiç şüphem yok, Ankara'yı kazanıp buradan gidecek. Rüzgar da evlenip uzaklaşacak buradan. Yani kimse kimsenin hayatını mahvetmiyor."
Belli ki Hanife kız kardeşi Nigar ile aynı fikirde değildi.
"Yanılıyorsunuz. Sabah Kamuran'ı görmeye geldiğimde bina kapısının önünde karşılaştık. Rüzgar'ın Sinan'a nasıl baktığını kendi gözlerimle gördüm. Evlenecek ve yakında yuva kuracak birisi için bu normal değildi, tamam mı? Onda garip bir şeyler var."
Ablam benim, Ümran'ın ve Hanife'nin çay bardağını tepsiye koyarken sıkıntıyla iç geçirdi ve tepsiyi eline alarak ayağa kalktı.
"Farkındayım ama onunla, onlarla bir savaşa girmeyeceğim." Sesinde tek bir kuşku dahi yoktu. "Ben Sinan'ı seviyorum. O veya bu, hiçbir şey Sinan'a olan sevgimi değiştiremeyecek."
Meral ve Hanife içindeki endişeleri dökmek için yeniden hareketlendiler ama ablam devam etmemeleri için onlara gözleriyle ikazda bulundu. İkisi de istemeye istemeye susmak zorunda kaldı. Ablam çayları tazelemek için mutfağa giderken, odadaki bakışlar boşluğa düştü.
Az önce yaşamış olduğum mutluluk ablamın solan neşesiyle aynı anda yok oluverdi. Diğerlerinin de benden arta kalır yanı yoktu. Rüzgar ağabey gerçekten de yapacağını yapmış ve ablamın mutluluğunu tüketmeye başlamıştı. O an, eğer bir savaşa gireceklerse Sinan ağabeyin kazanması için Allah'a dua ettim. Rüzgar ağabeyi çocukluğumdan bu yana sever, değer verirdim ama ablamı zamanında çok üzmüştü. Ablam onu gerçekten hak eden birisi ile olmayı hak ediyordu.
İçimdeki sıkıntı büyüyüp bir yanardağa dönüşmeden evvel, onu atmak için başımı kızların üzerinde gezdirdim.
Geldiklerinden bu yana başını bir veya iki kez telefonundan kaldırmış olan Nigar parmaklarını ustaca telefonunda gezindiriyor, Hatice, Ümran'a instagram üzerinden kuvvetle muhtemel erkek arkadaşının yakın dostu olan bir çocuğun fotoğrafını gösteriyor, Hanife de dizüstü bilgisayarı üzerinden yarın için hazırladığı sunumun son düzenlemelerini yapıyordu. Herkes kendi alemindeydi; Meral ve benim dışında.
Bilhassa da kendi derdini gizlemek için hepimizin derdi ile teker teker ilgilenen, bizlere tavsiyeler veren Meral, kendini belli eden sessizlik yüzünden yine düşünceler alemine düşmüş gibi görünüyordu. Yatağımın yanındaki koltukta dalgınlıkla halıdaki deseni izleyen Meral'e hafifçe yaklaşıp diğerlerinin dikkatini çekmemek için usulca sordum.
"Meral?"
Sesimi işitir işitmez dalgınlığını üzerinden atması uzun sürmedi. Başını bana doğru çevirip "Efendim?" Dedi benimle aynı tonda. Açıkçası konuya nereden gireceğimi, nasıl soracağımı bilmiyordum. Bu yüzden doğaçlama yaparak dudaklarımı araladım.
"Nasılsın?"
Yönünü bana tamamen döndürürken dudaklarına şapşalca bir tebessüm yerleşti. Onu o kadar iyi tanıyordum ki, bunun sahte olduğunu anlamam elbette uzun sürmedi. "Bu soruyu iki saat önce de sormamış mıydın? Ben de yanıt olarak 'İyiyim sen nasılsın?' demiştim sanki." Elini sahte bir endişeyle alnıma atınca gözlerimi kıstım. "Ateşin de yok ki."
Homurdanarak "O anlamda sormadım," dedim ve elini aşağı indirdim. "Bir sıkıntın var gibi hissettim." Cümlem son bulunca yüzündeki sahte ifadeyi silip önüne döndü.
"Yanlış hissetmişsin."
"Meral..."
"Ne Meral?"
"Benden bir şey gizliyorsun."
"Ne gizleyeceğim yahu." Çattı güzel kaşlarını. "Aksi yükselen yengeç burcu hallerim işte. Yine bir anda, saçma sapan bir karamsarlık kapladı içimi. Bilmezmişsin gibi konuşma."
"Bu seferki farklı ama."
"Bir taraflarından element uydurup durma."
Küfür etmemek için sansür niyetine kullandığı kelimelere karşılık, tebessüm ettim.
"Çok fazla açık veriyorsun. Dökül."
Cevap vermedi. Bunun üzerine sesimi biraz daha kısarak kendimce tehdidimi savurdum.
"Belki de bizimkilere söyleyip o ağzındaki baklayı güçler birliği ile birlikte çıkarmalıyız? Ne dersin?"
Gözlerini kısıp şaşkınca bana döndü.
"Vay hain," derken sesi sitemliydi. "Ben senin canın sıkılmasın diye Buğra ve Mert meselesini açmayayım, sen gel beni tehdit et. Adalet mi bu şimdi? Bu gençlik nereye gidiyor?"
"Dün beni 'anlat anlat' diye sıkıştıran da babamdı zaten?" Ben de onun gibi gözlerimi kıstım. "Ben her şeyi anlattım, sıra sende. Yoksa olacaklardan sorumlu değilim, bilesin."
Oflayıp poflayarak önüne dönünce anlatmayacağını düşündüm ama beni şaşırtarak dudaklarını araladı. Diğerlerinin duymaması için sesini kısık tutmuştu.
"Çıkma teklifi aldım."
Benim şaşkınlık içerisindeki suratımdan, çığlık atacağımı anlamış olacak ki avuç içiyle ağzımı kapatarak beni daha içimdekileri eyeme dökemeden susturuverdi.
"Ne boğuşup duruyorsunuz siz öyle?"
Hatice ikimize bakmadan söylendiğinde sessiz kaldık. Diğelerinin bizi pek de umursamıyor oluşuna Meral içten içe şükrediyor olmalıydı.
"Kim?" Dedim Meral'in elini ağzımdan çekip fısıltıyla. Normalde bu olayı kızlardan gizlemeyeceğini, aksine böbürlene böbürlene anlatacağını bildiğimdendi bu şaşkınlığım. Belli ki bu kişi her kimse beklenmedikti ve Meral'i oldukça sıkıntıya sokmuştu. "Tanıyor muyuz?"
"Tanıyoruz," dedi gözlerini eline indirip. "Keşke tanımasaydık."
Gözlerim kocaman oldu, yüreğime ciddi bir fenalık çöktü.
"Meral gözünü seveyim düşündüğüm kişi olmasın. Tuna falan dersen şuraya düşüp bayılırım bak."
"Saçmalama," diyerek beni azarladı. "O salağın gözü, Beyza kukumanından başkasını görüyor mu ki?"
"O da doğru."
Meral'in yerinde rahatsızca kıpırdanması üzerine, zihnimin tam tepesine aniden, yüzüme sinen ekşi ifadeye çok daha beterini ekleyen çirkin mi çirkin bir karga kondu. "Hüseyin mi yoksa? Oha ensest bu kızım. Katiyen olmaz. Kuzensiniz bi' kere siz. Kendinize gelin."
"Yuh ulan yuh. Hasta masta demeyeceğim, çakacağım şimdi ağzının üstüne. Hüseyin'i nereden çıkarıyorsun? Senin kafa bugün baya güzel anlaşılan."
"Kim o zaman? Kim? Çatlatma sen de. Söyle bileyim."
Yüzüme bıkkınlıkla bakıp bir anda söyleyiverdi.
"Karaca."
"Ney? Abo!"
Sesim duyduğum isim yüzünden ister istemez sesli çıkınca içeridekiler yönlerini aniden bize döndüler.
"Ne oldu?" Dedi Hanife başını tamamen bizden tarafa çevirirken. Ümran'ın da gözleri üzerimizdeydi. "Siz ne karıştıyorsunuz? Açıklayın hele bir?"
Şeytan diz çöküp Meral'in elini usulca öptü.
"W'nun final sahnesinden bir spoiler verdim de ona cırlıyor," diyerek lafı kıvırmaya çalışan Meral'e şüphe ile baksa da Hatice'nin kendisini sıkıştırması yüzünden yeniden telefona döndü Ümran. Hanife'nin pek umurunda değildik zaten, daha konuşmanın yarısında başını bilgisayara çevirmişti. Bu sırada Meral beni paylıyordu.
"Anons verelim istersen?"
Sesi asabi çıkmıştı.
"Şaşırdım ne yapayım?" Gerçekten de kafam allak bullak olmuştu. Tuna ile çıktıklarını bile bir şekilde kaldırabilirdim ama bu cidden ağır gelmişti. "Beklemiyordum."
"İnan bana, ben de beklemiyordum."
"Nasıl oldu?" Dedim yüzümdeki şaşkınlık silinmezken. "Yani o senin en yakın arkadaşındı. Yani o... Of, aklım almıyor."
Karaca, Meral için şu bestie denen tiplerdendi. Erkek kankaları ile nam salan kuzenimin, bestie listesinin zirvesindeki isimdi. Meral orta bire ve Karaca ise lise ikinci sınıfa giderken tanışmışlardı ve yıllardır da arkadaşlıklarını sürdürüyorlardı. Birlikte koca bir yedi sene devirmişlerdi. Karaca tıp fakültesi için dört yıldır mezuna bırakıyordu. Aynı dershaneye gittikleri için de bu sene daha fazla vakit geçirir olmuşlardı.
Karaca her kızın hayalini süsleyebilecek kadar çekici bir adamdı. Sert, ulaşılmaz, aksi tavırları ve benim bile gözlerinin içine bakarken ürktüğüm soğukluğu yüzünden kızların onda ne bulduklarını hep sorgulardım. Gizemli ve karanlık duruşuna düşüp ağına takılanlara birer geri zekalı gözüyle bakıyordum ama Karaca'nın hiçbirisine aldırmıyor oluşunu takdir ettiğimi de inkar edemezdim. İlk bakışta bir psikopat izlenimi verse de sohbeti keyifli, çalışkan, kişisine göre efendi, aklı başında birisiydi. O kendisi gibi davranıyordu davranmasına da kızlar onu popüler kültür öğesi olarak görmekten vazgeçmiyorlardı maalesef.
Genç kızlar onu çoktan kötü çocuk ilan etmişti.
Yine de bunu beklemiyordum işte. Meral'i küçük erkek kardeşi gibi gördüğünü söyleyen adamdan bunu beklemiyordum. Benim haddime değildi belki ama bunu bir şerefsizlik olarak görüyordum. Meral daha ilk arkadaş oldukları zamanlarda sevmişti onu ama Karaca düzgün bir dille onlardan olmayacağını söylemişti. Meral zaten o zamanlar çok toy olduğu için büyüdükçe o zamanın heyalanı olan duyguların altından çıkmış ve Karaca ile dost olarak ilerlemişti. Gerçekten ağabey kardeş gibilerdi. Ne olmuştu da böyle bir şeyi teklif edebilmişti? Paylaşmadıkları bir tek mahremiyet kaldı derken sonunda ona doğru da yol alıyorlardı. Ne güzel!
"Öyle uzun hikaye ki, gözlerimin önünden geçerken bile bunalıyorum."
Merak ediyordum ama bu ortamda ondan her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmasını da isteyemezdim.
"Teklifinde ciddi miydi peki?"
Sıkıntıyla iç geçirdi.
"Ciddiydi." Garip bir suskunluğa büründü. "Çok ciddiydi. Öyle ki, dedikleri hala kulaklarımda yankılanıyor."
Yönünü bana çevirip usulca sorduğunda gözleri pırıl pırıldı ama bunun mutluluktan olmadığı çok belliydi. İçinde bir yangın vardı ve onun ışığı tüm çıplaklığıyla gözlerine vuruyordu.
"Sen de böyle mi hissettin?"
Yutkundum, sorusuna cevap veremedim. Mert ve benim gibi değildi ikisi de. Biz kendimizi bildik bileli Mertle garip bir ilişkinin içerisindeydik, yaşadıklarımızdan haberdardık ama Karaca ve Meral öyle değildi, onlar gerçekten de sadece dostlardı. Meral'in içinde bulunduğu durumu anlamaya çalıştıkça canım acıdı.
Destek olmak istercesine eline uzandım ama maalesef onu o yangının içerisinden çıkarıp alamadım. Onu sadece ve sadece kendisi kurtabilirdi.
"İyi de birden bire neden? Yıllardır arkadaşsınız siz?" Gözlerimi düşünceyle kıstım. Yine öfkeleniyordum. Ablamınki bir, bu ikiydi. Bu adamların derdi neydi? "Sana kardeşim derken aklı neredeymiş?"
Bakışlarını benden çekerken başını yumuşak pufa yasladı.
"Bir 'Karaca bana çıkma teklifi etti' dememle bile ortalığı ayağa kaldırdın. Şimdi olanları anlatsam şekilden şekile gireceksin."
"Söz veriyorum kimseye anlat-"
"Karaca sana çıkma teklifi mi etti?"
Pencerisi hafif aralık olan camdan içeri keskin bir soğuk girdi. Yağmur damlaları ahenk dolu bir gösteri sergilerken karşımızdaki kişiye bakmaktan başka hiçbir şey yapamadık.
Yalancının mumu, yatsıyı bile bekleyememişti.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro