14 | ❝uçuruma yakındır kavgalar❞
İsminin Eda olduğunu öğrendiğim, okulun sol kanadındaki üçüncü kat penceresinden aşağı bakan, baykuş bakışlı kız kesinlikle baş rollerinde benim olduğum bir haltlar karıştırıyordu. Arada bir kafasını kaldırarak yukarı bakan, hemen ardından telefonuna gömülen ve zaman kaybetmeden harala gürele elindeki telefona bir şeyler yazan aşağıdaki sarı tilkinin, Buğra'nın da bu kalleşçe planların içerisinde olduğu açıkça ortadaydı.
Öyle olmasıydı şayet, onları uzun uzun izlediğimi fark ettikleri anda ikisi de eş zamanlı olarak başlarını bana çevirmezlerdi. Eda, Buğra'ya bir şeyler söylemişti ve aşağıdaki de panik içerisinde bana bakmıştı.
Gerçek bir sayısal öğrencisi olmayabilirdim ama geri zekalı da değildim. Karşımda rollerini berbat bir şekilde sergileyen iki oyuncu vardı.
Eda ile aramızdaki bakışma garip bir hal almaya başlayınca "Tamam kızım," dedim. "Ortamı terk etmenin tam zamanı."
Amacımı gerçekleştirmek için gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ve az önce şahit olduğum saçmalığı kafamdan atmaya çalışarak yönümü sağa doğru çevirdim. Ancak bana bakan bir çift ilginç bakış hissederek durdum. Bu bakışlar sarı tilki olarak nitelediğim Buğra'ya ait olmakla birlikte bana az evvelkinden daha farklı bakıyordu. Suçlarcasına mı dersiniz, yoksa pişman olmuşcasına mı... Anlam veremedim. Bir süre gözlerinde buna anlam kazandıracak bir şeyler aradım ama ne bir anı, ne bir duygu, hiçbir şey bulamadım. Ortamda sinir bozucu bir duygu vardı sanki.
Ve beni bilirsiniz: Belirsizlikten nefret ederim.
Yaşanan şeye anlam kazandıramadığım her saniye beni biraz daha hırçınlaştırdı. Kanımda derin bir öfke dalgası hissederek kaşlarımı çattıktan yalnızca birkaç saniye sonra, vücudumda Buğra'ya açıkça meydan okuyan bir duruş belirdi. Başımı yana eğip çenemi hafifçe yukarı kaldırdım ve buna bir son vermesi için yüzümü buruşturdum. Fakat inattı işte, hala bana bakıyordu.
O an, ona, orada, belki de aşırı derecede "Sevgilin dururken ne bana bakıyorsun?" demek istedim ama fazlaca klişe bir cümle olduğu için elbette bunu yapmadım.
Onun yerine başımı yana çevirerek dişlerimin arasından bi tch sesi çıkardım. Bunu yapmamla birlikte diğerleri de dahil olmak üzere Buğra'nın bakışları anında değişti. Burnumu hafifçe kıvırarak onlara benden uzak durun temalı son ölümcül bakışımı attım. Ardından ellerimi cebime koydum ve başım gibi yönümü de sağa çevirerek giriş kapısına doğru yürümeye başladım.
Aynı saniyelerde güçlü bir ıslık sesi duyuldu.
Bunun arkamda kalan gruptan olmadığını anlar anlamaz başımı kuzey batıya doğru diktim. Dokuzuncu sınıfın ilk haftasında dersine girmek zorunda kaldığım mendebur adam -ay çok pardon, beden öğretmenimiz- bana doğru ıslık çalıyordu. Benimle ne iş olur ki diyerek omuz silktim ve ilerlemeye devam ettim. Sonuçta öğrencisi bile değildim.
Bana işe yaramaz velet dediği zamanlar geride kalmıştı
Kaygısız bir tavırla ilerlemeye devam ederken ıslık bir kez daha çalındı ve ben başımı o yöne daha çeviremeden birisi kolumu hızla kavradı. Panik içerinde aralanan gözlerim, önce kolumu tutan ele, ardından elin sahibine doğru yol izledi. Beni durduran kişi Buğra'ydı, arkasında da Doğan ve ne zaman belirdiği belli olmayan Paris sevimsizi duruyordu. Buğra gözlerini gözlerime dikmişti ve nasıl desem, kırmızı alarm hanımlar, oldukça yakındı. Kolumu tutmasına ayrı, neredeyse dibime girmiş olmasına ayrı öfkelenirken kolumu hışımla kolundan çektim.
"Ne yapıyorsun sen, manyak mısın nesin?"
Buğra ağzımdan çıkan hakarete şaşkınlıkla bakarken açıklama Doğan'dan geldi.
"Fikret Hoca sana sesleniyor."
Bakışlarımı Doğan'dan çekip ıslık sesinin geldiği yöne, voleybol sahasına kaydırdım. Çılgın Fikret avucu kendisine bakacak şekilde elini göğüs hizasına kadar kaldırmıştı. İşaret parmağını oynatarak gel, gel işareti yapıyordu. Şaşkınlıkla işaret parmağımı kendime çevirdim ve "Ben mi?" dedim. Asla yumuşadığını görmediğim öfkeli bakışlarıyla başını salladı.
"Ne istiyor benden?" Korkuyla Doğan'a baktım. "Ben onun öğrencisi değilim."
"Bilmiyorum." Sorguyla gözlerini kıstı Doğan. "Ama oldukça öfkeli duruyor."
Konuştukça sinirlerimi geren Paris "O hep öfkeli," diyerek mantıklı bir açıklamada bulununca yönümü ona döndüm. Bana söylemiş oldukları yüzünden pişmandı. Bunu davranışlarından, konuşmalarından, yer yer kendini belli eden çekingen ses tonundan anlamak zor değildi.
"Sana gözüme görünme demedim mi?"
"Aynı sınıftayız. Nereye kaybolmamı bekliyorsun? Kalemliğin içine falan mı gireyim?"
Başımı Doğan'a çevirdim. "Çok mu fantastik kitap okuyor bu?" Omzunu silkmekle yetindi Doğan.
Paris bana cevap vermeye hazırlanıyordu ki bir ıslık sesi daha duyduk.
Ben korkudan tir tir titrerken Buğra gayet sakin bir sesle araya girdi. "Bir şey falan mı yaptın acaba?" Daha yeni cümlesini bitirmeden benim tepem yine attı.
Öfkeyle başımı Buğra'ya çevirdim. "Sabahtan beri beni izliyordun, ne yapmış olabilirim?"
Buğra dudaklarını birbirine bastırıp suçlu bir edayla başını başka bir yöne çevirince sıkıntıyla nefesimi verdim.
"Hadi bir anlaşma yapalım. Siz Çılgın Fikret'e 'Kemal hoca çağırmış oraya gidiyor,' diyin. Ben de aramızdaki küslüğe bir son vereyim."
Cıvıl cıvıl bir sesle "Çok isterdik," dedi Doğan. Ardından sesi buz gibi oldu. "Ama Fikret hoca yemez."
"Daha fazla sinirlenmeden gitsen iyi olacak."
Buğra bakışları ile Fikret hocayı gösterdiğinde dizlerimin titrediğini hissettim. Soğuk bir ter sırtımdan aşağı inmişti bile.
Beni ne yapacaktı? Bilmeden ne yapmıştım? Daha dönem yeni başlamıştı, bir vukuatımın olmadığına emindim. Öyleyse sorun neydi?
Felaket senaryoları kafamda on sezonluk bir dizi çevirecek kadar uzadığında Doğan tarafından ileri doğru itildim. Dengemi son anda toparlamasaydım şuracıkta salyangoz misali iç içe geçiyordum. Arkama doğru dönüp onu azarlamak istedim ama diğerlerinden daha güçlü olan ıslık sesi buna izin vermedi.
Başıma geleceklerden korka korka oraya doğru ilerlerken arkadan gelen birkaç adım hissederek yeniden başımı geriye çevirdim. Buğra, Doğan ve Paris de peşimden geliyordu. Sol kaşım sorguyla havalandığında Buğra sağ omzunu hafifçe kaldırıp gülümsedi.
Tabii ya, az sonra tıpkı bir makarna gibi haşlanacağım manzaranın keyfini çıkarmak istiyordu zeki hergele.
Kızgınlıkla önüme döndüğümde sahaya neredeyse dört adım kalmıştı. Etrafı biraz endişe biraz da şüphe ile hızlıca taradım. Olaydan çabucak sıyrılabilmek için bilmeden işlediğim o suçu hızlıca anlamam gerekiyordu. Gerekiyordu gerekmesine ama ortada işlemiş olabileceğim hiçbir şey de yoktu.
Sadece göz gezdirmiştim ama ders on birinci sınıflara ait gibi duruyordu. Fikret hoca sınıfını ikiye bölmüştü. Bir kısmı sahanın sağ tarafında, bir kısmı ise sahanın sol tarafında duruyordu. Anlaşılacağı üzere gruplarda eşit bir dağılım yoktu.
Kalan son adımları da atarak sahaya usulca girdim ve Fikret hocanın önünde durdum. "Efendim hocam?" Dedim.
"İsmin ne senin?"
Bildiğine adım kadar eminim ama neyse.
"Kamuran hocam."
"Dersiniz beden mi?"
"Evet hocam."
"Hocanız nerede?"
Ben anlamamak siz ne yapmak istiyor hocam..!
Elbette diyemedim. Diyecek cesareti olan varsa, gelsin alnından öpeceğim.
"Rahatsız olduğu için raporluymuş hocam."
Fikret hoca öfkeli gözlerinden yüzüme doğru aşağılayıcı bir ışın gönderince çenemi sıktım. Birkaç kişi kurduğum cümleye gülmüştü. O an bu gereksiz sınıfı anında tanıdım. Mert ve Tuna'nın sınıf arkadaşlarıydı bunlar.
Bana sevimsiz gülüşler atanlardan birisi Mert'e yıllardır kör kütük aşık olan Beyza cadısıydı. Diğeri de onun yanından ayırmadığı çıngıraklı yılanı Buket'ti. Hangisi daha şeytandı seçim yapamıyorum. Ama gerçek olan bir şey var; onların bulunduğu ortamlarda sürekli kırmızı modda geziyorum.
Kendilerini ne kadar sevdiğim ortada, değil mi?
Egolarına baksanız İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyorlar ama gerçekte "Hey bro,"dan öteye gidemeyen bir grup şapşallar.
Açıklamamdaki ciddiyetsizlikten anlaşıldığı üzere edebiyatta da iyi değildim, doğru. Çizgi roman okumak yerine kitap okusaydım belki şu an daha iyi cümleler kurabiliyor oldurdum ama maalesef şu saatten sonra bana yapılacak bir şey yoktu, ürün ortadaydı. Bana gülmeleri tamamen geri zekalı olmalarından kaynaklıydı.
"Sınıf başkanınız kim sizin?"
Top bir anda benden Buğra'ya çevrilince şeytanlara olan sinirim uçtu gitti. Kendimi, içimde Oh Olsun nidaları atan Füsun Önal'a bağıra bağıra eşlik ederken buldum. Yüzümde belirmek üzere olan şeytani gülümsemeyi hızlıca perdeleyip parmağımla arkadaki sarışını gösterdim.
"Hocanız nerede?" Öfkeli gözler Buğra'yı hedef aldı. "Niye bir arada değilsiniz siz?"
"Müdür, Kemal hocanın hasta olduğu için bir haftalığına raporlu olduğunu bildirdi hocam. Bize şu an 9-D'nin dersine giren Seda hoca gözetmenlik ediyor. Hep birlikte arka bahçedeyiz fakat biz serbestiz."
"Anlıyorum," dedi Fikret hoca.
Halbuki isteseydi benim dediğimi de gayet net anlayabilirdi. Çince konuşmuşum muamelesi görmeme gerek yoktu.
Kötü bakışlarımı benim sözde yanlışımı düzelterek kahraman olmaya çalışan Buğra'ya çevirmek üzereyken tanıdık sesle bakışlarım rotasını başka yöne çevirdi. Mert nefes nefese yanımda duruyordu, beni ve diğerlerini henüz fark etmemiş gibiydi.
"Ne yaptın, bulabildin mi?" Dedi Fikret hoca.
"Yok hocam. Arka bahçede birileri vardı ama biz oynamayız dediler."
"Fikret hoca istiyor, demedin mi?"
"Dedim hocam."
"Bak şu hergelelere."
Fikret hoca çenesini öfkeyle kaşıdı. Ardından aradığını bulmuş kaplan misali gözlerini üzerime dikti. Çatık kaşlarının altındaki çirkin gülümseme beni korkuturken geriye doğru hayali bir adım attım, zira yerime çivilenmiştim.
"Sorun yok. Ben bir kişiyi buldum." Ben neler olduğunu idrak etmeye çalışırken Fikret hoca bakışlarını arkamdakilere kaydırdı. "Şunu dört yapalım."
Fikret hoca henüz cümlesini tamamlamıştı ki Mert ve Tuna'nın başları şaşkınca bana doğru döndü. Tuna şaşkınlığını korurken çakma Johnny Depp gülümsemeye başlamıştı bile. Mert'in yüzünde beliren gülümsemenin kendisini uçurumdan atması elbette uzun sürmedi.
Buğra ile göz göze geldiler.
Ben koptu kıyamet kaçın demeyi planlarken asıl kıyametten maalesef habersizdim, yoksa ilk kıyamette kaçmasını iyi bilirdim.
"Mert sen," diyerek Doğan'ı işaret etti Fikret hoca. Doğan hemen adını söyledi. "Doğan'ı takımına al."
Doğan'ın yüz ifadesi hiç haz etmediğim bir küfrü yaşarken Fikret hoca Tuna'ya döndü.
"Tuna sen de diğerlerini al aslanım."
Biz birbirimize en şaşkın bakışlarımızı atmaya devam ederken Fikret hoca bizi ayıltacak kadar şiddette ellerini çırptı ve "Hadi bakalım yerlerinize!" diyerek gür sesi ile bağırdı.
"Güzel bir maç yapalım!"
"Güzel bir maç mı?" Fısıltı halinde çıkan sesimle şaşkın bakışlarımı boşluğa diktim. Mert ve Buğra'nın ayrı takımlarda olduğu güzel bir maç?
Yok Çılgın Fikret'in bale pabucu!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro