Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

10 | ❝herkes anımsar güzel hisleri❞

"Çok acıyor mu?"

Revirin geniş penceresinden gözlerime vuran öğle güneşini perdelemek için soluma geçen Mert bir kez daha endişe içerisinde sorduğunda başımı beyaz ve son derece rahatsız olan başlığa indirip gözlerimi kapadım ve ters bir tepki vermemek için dişlerimi sıktım. Ağlamak istiyordum. Gerçekten ağlamak istiyordum. Eğer utanmasaydım, eğer rezil olacağımı bilmeseydim, eğer yanımda duran kişi yakışıklılığı ile neredeyse okulun bütün kızlarını revirin kapısının önüne dizmiş vizyonsuz hergele olmasaydı muhtemelen ağlardım da.

Artık nefret listemin üç yüz kırk beşinci sırasına yerleşen o çirkin top yüzünden yarım saattir revirde bekliyordum ve hemşirenin birkaç saatliğine okuldan ayrılması sebebiyle annesi doktor olan Mert'in deve dikenine dönmüş olan yanağıma pansuman yapmasını izliyordum.

Bunun benim için ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyor musunuz? Şu an duyduğum öfke yüzünden millet birbirine atom bombaları yağdırıyor.

Elbette bu devasa öfkemin tek sebebinin kendini dev aynasında gören Mert olduğunu söyleyemezdim, sonuçta beni Mert'in arsızlığından çok daha fazla öfkelendiren bir şey vardı: Alçak Mert'in bitmek tükenmek bilmeyen hayranları. Mert'ten bir nefret ediyorsam, onlardan on nefret ediyordum. Hadi ama! Bana, bir sabah ansızın yatağımda ölü bulunacakmışım gibi tehdit dolu bakışlarla bakan bir grup süslü kokonaya sevgi besleyecek değildim. En fazla boğazlarına başkalarının hakları durunca yaşamaları için boyunlarının köküne bir tane indirirdim, o kadar.

Baygın ve tiksinti dolu bakışlarımı o sevimsiz sinsirellalardan çekip duvardaki gri saate diktim. Her saat başı iğrenç bir melodi ile kulaklarımı kemiren serseri ders zili hala neden çalmıyordu ki?

"İşte oldu."

Mert'in işinin bittiğini belirten sesi kulaklarıma zil sesi ile birlikte ulaştığında derin bir nefes alarak gözlerimi saatten çektim ve ona doğru dönmek için hafifçe doğruldum. Fakat başımı başımı henüz çevirmişken beklenmedik bir şey yaşayarak Mert ile göz göze geldim. Bu az önce aldığım nefesin boğazıma oturmasına sebep olduğunda yutkunmak istedim ama bana ne olduğunu çözemediğim bir şey yüzünden tepki veremedim. Gözleri gözlerime o kadar yakındı ki onda daha önce görmediğim ve beni adeta dehşete düşüren o şey yüzünden kilitlenip kaldım.

Benim gözlerinin içerisine doğrudan bakıyor olmam onu rahatsız etmiş olacak, yutkunarak başını geriye çekti. Şimdi bana değil, zilin çalmasına rağmen hala kapının önünde beklemekte olan kızlara bakıyordu. Baktığı yere başımı çevirmek ve o süslü kokonalara kötü bir bakış atmak için hafifçe döndüm fakat onlar bana bu fırsatı vermediler -birbirine karışan adım sesleri çoktan bulundukları yerden ayrıldıklarını haber veriyordu. Tekrardan başımı bu halde olmamın ana sebebine kaldırıp sessizce bekledim. Mert yüzüne neredeyse var olmadığını düşüneceğim bir gülümseme yerleştirmiş, iç çekerek başını iki yana sallıyordu. Bu garip duruşu, istemsizce benim de tebessüm etmeme sebep oldu.

Elindeki bezleri karşıdaki kabın içerisine koyup bana yeniden döndüğünde yüzümdeki ifadeyi çabucak sildim ve asık suratlı kamyon şoförü kimliğime büründüm. Mert bir şey söylememi bekliyor gibiydi. Gözlerime baktı, bekledi ancak aradığı cevabı alamayınca gülümsemesini genişletti. "Pekala," dedi kendisini toparlamaya çalışarak. Bandı sabitlemek için yanağımdaki gazlı bezin üzerine hafifçe dokunduğunda irkilerek geri kaçtım.

Kaşlarım refleks olarak çatıldığında yaranın acıyacağına aldırmadan elinin üzerine vurdum ve öfkeli gözlerle çığırdım.

"Suçu haddinden büyük çakma doktor, yine sınırını aşıyorsun."

Takındığım tavırdan dolayı moralinin bozulmasını bekledim ancak bırakın moralini bozmayı utandırmayı bile beceremedim.

Mert ellerini usulca yukarı kaldırıp göğüs hizasına getirirken hafifçe gülümsedi. "Sınır korunuyor matmazel." Ardından yüzündeki gülümsemeyi silmeden ayaklanıp yaramı temizlediği kabı perdenin arkasında duran bir başka yere bıraktı. Geri döndüğünde gülümsemesi silinmiş, yerini pişmanlık dolu bir ifade kaplamıştı.

İki eli de bir yere tutunmak istercesine yanında salınırken gözlerini gözlerime dikti ve içten bir şekilde "Özür dilerim," dedi. Suçluluk ve pişmanlık dolu gözlerine bakınca istemsizce aklım geçmişe kaydı.

Çocukken de böyleydi. Hep başıma iş açar, en sonunda da özür dileyerek kurtulduğunu sanırdı. Sanırdı çünkü tamı tamına bir hafta boyunca onu kölem olarak kullanır ve haftanın sonunda affettiğimi söylerdim. Oysa hiç affetmezdim, affedemezdim.

"Affedecek misin?"

Millete eşkıya kesilen arsız Mert gözlerimin içine doğru yavru köpek bakışlarını attığında başımı hafifçe yukarı kaldırıp "cık," dedim. Bu bakışlara kanmamayı yıllar önce öğrenmiştim.

"Ne istersen yaparım."

Bu sefer başıma gözlerim eşlik etti. Bakışlarımı yukarı çıkarıp tekrarladım. "Cık." Mert gözlerimin içine bakmaya devam ederken aynı kelimeyi yineleyip durdum.

"Ömür boyu kölelik yaparım."

İtiraz dolu gözlerimi aşağı indirip kıstım ve yerimde hafifçe doğrularak Mert'e baktım. "Sen beni aptal mı sanıyorsun? Bu işine gelir." Öfkeli sözlerime gülmekle yetindi.

"Affetmeyecek misin yani?"

"Hayır."

Ağzımdan dökülen net kelimeye önce kızgınlık, ardından şaşkınlık ve sonunda sinsi bir bakış atınca, karşı atağa hızlı geçebilmek için yumurtlayacağı şeye dikkat kesildim.

"Bugün basılan birisi için oldukça cesur konuşuyorsun."

Omuzlarımı yukarı kaldırıp hayretle nefes aldım. "Sana inanamıyorum. Alçak pislik!" Ağzımı fazla oynatmış olmalıyım, öfkeli çıkışımın ardından çabuk duruldum. "Ay..." Elim saniyesinde yanağıma çıkarken Mert yüzündeki arsız sırıtışı silip bana yaklaştı.

"İyi misin?"

"Dur orada! Hepsi senin yüzünden!"

Öfkelenmem bir işe yaramıyordu. Aksine canımı yaktığımla kalıyorum.

"Tamam ben suçluyum, hiç affetme beni."

Acılar içinde kıvranan minnoş yanağımı ovarken gözlerimi endişeyle konuşan Mert'e kaydırdım. Dokunmak istiyor, eli ayağına dolaşıyor, cesaretini toplayıp elini kaldırınca da öfkeli bakışlarımı görerek geri basıyordu. Yüzündeki ifade beni neredeyse güldürecekken başımı iki yana sallayıp kızgınca bakmaya devam ettim.

Yaklaşık iki dakika boyunca ikimiz de konuşmadık. Dersleri beden olan Mert sessizce yerine oturdu, ben de aynı sessizlikle saati izlemeye koyuldum. Ortamdaki sessizlik can sıkıcı bir boyuta ulaştığında göz ucuyla kalleş Suphi'ye baktım. Futbol topuyla camı indiren suçlu öğrenciler gibi oturmuş dışarıyı izliyordu. Sürekli sırıtan çocuğun bu süt dökmüş bülbül görüntüsü yine vicdanımın kalın duvarlarını sarstı. Gözlerimi devirerek ofladım ve ona bakmadan konuştum.

"Bir hafta boyunca kölem olursan affederim."

Yalan...

Sevinçle başını dışarıdan çekti. "Ciddi misin?" Yüzünde yine kocaman bir gülüş belirmişti.

"Seni bir hafta boyunca süründüreceğim konusunda mı?" Durup ona baktım ve yılansı bir gülümsemeyle ekledim. "Evet."

Doğru...

"İstesen ömür boyu bile olurum."

Gözlerindeki parlaklığa bakarken yine fazla oyalandığımı fark ederek önüme döndüm. Hepsi Johnny Depp hayranlığım yüzündendi.

"Neden arsız kelimelerine bir son verip ilk görevin için kantine yaylanmıyorsun? Canım ikisi bir arada istiyor."

Mert gizleyemediği kızgınlıkla cevap verdi. "Ağzını doğru düzgün açamıyorsun. Onu nasıl içeceksin?" Sesinde sitem vardı.

"Bu kimin suçu acaba?"

"Kamuran..."

"Ağız benim, yanak benim," diyerek ona döndüm. "Şimdi susup kahvemi getir."

"Getireceğim ama içmeyeceksin." Mert ayaklanıp karşıma dikilince konuşmak için ağzımı araladım ama ağzımdan çıkmak üzere olan kelimeleri geri püskürttü. "Tamam mı?"

"Neyi içmiyor?"

Ortamdaki kasvete yeni bir kasvet ekleyen, çok da tanıdık olmayan sesle birlikte Mert ile bakışmayı kesip başımızı kapıya çevirdik. Kapıda, bu sabah otobüste karşılaştığım Eda denen kız ve onun arkasında da Buğra vardı.

Bakışlarım önce bana merakla bakan Eda'ya, ardından tehdit dolu gözlerini Mert'e dikmiş olan Buğra'ya, en sonunda da Buğra ve Eda'nın ortasında yer alan ellere kaydı.

Birbirini sıkıca kavramış olan ellere...

Bir dakika, ne?

Gün henüz adam akıllı ışımadan bana demediğini koymayan diğer karakter kanseri, sayısal sınıflarının yüz karası, alnıma saydırdığı kurşunlarının üzerinden sadece birkaç saat geçmesine rağmen, ne idiği belirsiz bir kızın elini mi tutuyordu yoksa Mert küpeği o sivri Amerikan futbol topuyla yanlışlıkla beyin hücrelerimi falan mı nişan almıştı?

Daha tohumunu bile doğru düzgün ekemediğim Meğra shipime bunu yapıyor olamazlardı, değil mi?

Lütfen birisi bu kıytırık kızın Buğra'nın kuzeni, kardeşi veya ne bileyim yeğeni olduğunu söylesin! Shipper kalbim bu entrikanın içinden çıkamaz, ölürüm.

"Ay canım yüzüne ne oldu öyle?"

Sabah çok da tehlikeli görünmeyen Eda, Buğra'nın elini bırakıp bana doğru adım atmaya başlayınca hızlı bir şekilde ayaklanıp Mert'in önüne geçtim. Yaptığım atak, yatağa doğru ilerleyen kızı saniyesinde durdurdu.

"İyi misin?"

Kaşlarımı çatıp bedenimi hafiften geriye kaydırdım. Siper alan her bir hücrem, bu değişik kızın amacını anlamadan asla cephelerinden çıkamazlardı. Önce, ortada dönen şu saçma durumu anlayacaktım.

"Sen kimsin?"

Eda yüzüne salakça bir gülümseme yerleştirip bana doğru yaklaşınca kaşlarımın çatılma açısı da kötü oranda değişti. Her hareketimi ustaca takip ediyordu. Kötü tavırlarımda geri basıyor, üzerinden biraz geçince yakınlık kurmaya çalışıyordu. Aptal değildim. Sadece bunu neden yaptığını anlamıyordum. Benim bakışlarımı fark edince yüzündeki gülümsemeyi hafifletip elini saçına çıkardı ve gözlerinin önüne düşen dalgalı turuncu tutamı kulağının arkasına attı.

"Pardon, benim hatam." Evet, Buğriş'in elini tutman senin hatan! Ben yüzüne boş boş bakınca ekledi. "Bu sabah otobüste karşılaşmıştık?"

"Yani?"

Benim soğuk davranışım her geçen saniye biraz daha buz keserken Eda başını hafifçe Buğra'ya çevirip yeniden bana döndü.

Burada neler döndüğünü artık birisi açıklayabilir mi? Minnoş beynim karışıyor. Gün içerisinde böylesine gereksiz şeyleri böylesine çok düşünürsem, günün ilerleyen saatlerinde shipper beynim işlevini yerine getiremez, biliyorsunuz.

Sonra kaldır koca günü, fırlat poşete!

"Nöbetçi öğrenciyim ben. Fizik hocası seni aramam için beni çağırınca ben de Buğra ile sana bakmaya indim."

Bakışlarımın ardındaki sıcaklık derecesi, Meğra shipimi sarsan bu kızın her kelimesinde biraz daha düşüyordu. Soğukluk önce sıfır dereceyi, ardından eksi on dereceyi ve sonrasında ise eksi kırkları gördü. Fakat soğuk kütlenin tuzla buz olmasına sebep olan Eda denen sevimsiz şeyin yüzündeki aptal gülümseme değil, kapanıştaki sözleri oldu.

"Ben şey, Buğra'nın kız arkadaşıyım da."

Derece eksi altmışı vurduğunda daha fazla dayanamadım. Benden habersiz kazılan mezarın başına, bir cam biblo gibi usulca dağıldım.

Zihnimin içerisindeki karışık çalma listesinde şu parça oynatılıyordu. Vicdansız yazarınızdan multi medyaya eklemesini istedim. Son isteğimi kırmayıp yerine getirdi. Açıp beraber söyleyebilirsiniz.

İşte gidiyorum. Bir şey demeden. Arkama bakmadan. Şikayet etmeden. Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden. Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum...

Pekala, şikayet etmiyor oluşumda hem fikir değiliz.

"Ne?"

Donup kalmış olmalıydım çünkü beynimin içerisinde son ses açık olan hüzünlü şarkı yüzünden sesi çok duyulmayan fakat yine de orada fır dönüp duran o mühim soruyu benim yerime, başarısız shiplerim yüzünden hep hüsrana uğrayan Mert sormuştu. Az önce öfkeden dolayı hızlı hızlı çarpmakta olan kalbimin atmayı kestiğini hissettiğimde güç bela nefes almaya çalıştım fakat çok da başarılı olduğum söylenemezdi. Hayati fonksiyonlarımı yerine getirip getirmediğim şu an için büyük bir muammaydı.

Doksanların ekran kalitesinde cızırdamakta olan gözlerimi toparlayarak Eda'nın üzerinden çektim ve kendimden emin bir şekilde, sessizce yaşananları izlemekte olan Buğra'ya doğru kaydırdım.

Az önce Eda'nın avucunun içerisinde olan elleri cebindeydi. Gözlerinin önüne dökülen sarı saçlarının ardındaki ifadesiz, soğuk kahve bakışları üzerimdeydi. Sessizce bir bana bir Mert'e bakıyordu.

Kasvet dolu ortamdaki sükunet canını sıkmış olmalı, bir müddet sonra sessizliği bozan kendisi oldu.

"Yüzüne ne oldu?"

Yaşadığım hayal kırıklığı ve şaşkınlık o kadar büyüktü ki öylesine sorulmuş bu soruya başta tepki veremedim. Fakat sonra, algılarım yavaş yavaş kendine gelirken öfkelenmeyi bir kenara bırakıp kontrollü bir şekilde cevap verdim.

Daha sonra bol bol sinirden kudurabilirdim.

"Seni ilgilendirmeyen bir şey."

Sözlerimin ardından Buğra derin bir nefes alıp doğruldu. "Kendim için değil, sınıf başkanı olarak hocaya vereceğim hesap için soruyorum." Bu esnada başı hafifçe Mert'e kaymıştı.

"Sınıf başkanısın diye kendini bakıcım sanmana gerek yok. Aynı açıklamayı ben de yapabilirim."

Beni dinlediği söylenemezdi çünkü başka bir konuya takılmıştı. Mert ve lanet olası ben! Ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın anlamıştım. Benim o aptal kızlardan birisi olmadığımı biliyorsunuz. Keşke şunu bir de etrafımdaki bütün xy kromozoma sahip küpekler anlayabilseydi.

"O mu yaptı?"

Başımı arkaya atıp bağırmak istedim ama yapamadım.

"Kamuran seni ilgilendirmediğini söyledi. Hala neyi üsteliyorsun?"

Kalın ve ürkütücü bir sesle önüme geçen Mert'in arkamda durduğunu unuttuğumu fark ettim. Öfkeli bakışları doğrudan Buğra'yı hedef almıştı ve bir sonraki zaman dilimi için hiç de olumlu sinyaller vermiyordu.

Şu dehşet, harika, müthiş, mükemmel ötesi yakışan shipi henüz bir tohum bile olamadan öldürdüğü için Eda'nın saçına da yapışmak istedim fakat elbette onu da yapamadım.

"Şu an seninle mi konuşuyorum?"

Buğra şak diye Mert'in yüzüne lafı yapıştırınca bir adım geri çıktım. Her an kavga çıkabilirdi ve benim en son istediğim şey, diğer yanağıma da sıkı bir darbe yemekti.

"Şu an benimle konuşuyorsun."

Buğra yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip Mertle alay etti.

"Zekan gözlerimi yaşartıyor."

"Derdin ne lan senin? Kamuran konuşmak istemediğini belirtti. Hala neyine dayılanıyorsun?"

"Buna sen sebep oldun, değil mi?"

Buğra da tıpkı Mert gibi iki adım öne çıkınca Eda, Buğra'nın koluna asıldı ve kulağına doğru usulca "Buğra," dedi. "Uyma ona."

Mert başını kendisine öfkeyle bakmakta olan Buğra'dan çekip Eda'ya çevirdi. İzlediği gösteri tıpkı benim gibi onun da gözlerini yaşartmış olmalı, yeniden Buğra'ya dönüp her zamanki sinir bozucu gevşekliği ile konuştu.

Ne yalan söyleyeyim, Eda ve Buğra'ya takındığı bu tavrı ilk defa hoşuma gitti.

"Sevgilin doğru diyor." İki adım öne çıkıp kendisinden birkaç santim daha kısa olan Buğra'ya doğru eğildi. "Uyma bana."

Buğra'nın adeta bir alev topuna döndüğünü anlamak güç değildi. İki yanında salınmakta olan kemikli elleri yumruk olmuş, damarları belli oluyordu. İfadesiz yüzündeki her bir hücre gerilmişti. Sıktığı dişleri sertçe çenesine yansımıştı. Her an Mert'in yüzüne bir yumruk indirecekmiş gibi duruyordu.

Kolunu tutup kendisini telkin edecek sözlerde bulunan sarı şırfıntıdan dolayı mı, nedeni bilinmez, bunu yapmadı. Mert'in koyu kahve gözlerinin içine nefretle bakıp durmaya devam etti. Ta ki Mert yüzündeki gülümsemeyi silmeden ağzından kısık bir "hıh," mırıltısı çıkarıp doğrulana kadar.

Eda Buğra'ya dönerek sessizce "Gidelim," dedi.

Buğra'nın çok gereksiz sevgilisine dönüp onay vereceğini düşünürken o beni bilmem kaçıncı kez şaşırtarak bana doğru döndü. Yüzündeki ifade yumuşamış, elleri çözülmüştü.

"Sınıfa gelirken burada olduğuna dair yazı getirmen gerekiyor. Hemşire gelene kadar yerinden ayrılma."

Ona, az önce yapılan onca laf dalaşına rağmen hala nasıl sakin kalabiliyorsun der gibi baktım. Ancak ağzımdan çok daha farklı kelimeler döküldü.

"Ben de zaten sen gelmeden önce tam olarak Antalya'ya uçmayı düşünüyordum. İyi ki uyardın. Mazallah uçmayı keşfederdim falan."

Mert başını bana çevirip gülümsedi. Bana mı yoksa Buğra'ya olan tavrına mı gülümsedi anlamadım. O hep gülümsüyor, bilirsiniz.

Eda ise yüzünde bir belirip bir kaybolan gülümsemeyle başını benden alıp Buğra'ya döndü. Daha doğrusu Buğra'nın çözülen yüzündeki neredeyse görünmeyecek olan tebessüme... O da benim gibi şaşırmış olacak ki ilişkilerini henüz öğrendiğim sevgilisinin koluna hafifçe vurdu. Böylece Buğra'nın yüzündeki silik ifade de silindi.

"Dediklerimi dikkate alsan iyi olur."

Ardından gözlerimin içine baka baka Eda'nın elini tuttu ve sessizce sevimsiz kız arkadaşına "Gidelim," dedi.

Onlar kapıdan çıkıp giderken arkalarından kaldırılmış bir bufalo gibi kalakaldım.

Buna inanamıyordum.

Hadi bir limondan daha ekşi olan Eda neyse, Buğra böyle bir şeyi onca emek verdiğim shipime nasıl yapabilirdi? Telefonda konuştuğum çocuk gitmiş, yerine oldukça moron bir tip gelmişti. Sanki bana kibarca yaklaşan o değil de bir başkasıydı.

Kendime de kızıyordum. Kız arkadaşı olabileceği ihtimalini düşünmeden konuyu masaya yatırmıştım. Sonuç; Mert yine yalnızlığa mahkum kalmıştı.

"İşte buna gülerim."

Mert alayla revirin koltuklarından birisine bedenini atınca başımı ona çevirip sordum. "Neyse gülersin?" Az önceki alay dolu tavrının altında bir şey olduğunu biliyordum.

"En yakın arkadaşı ile günün birinde sevgili olacağını diyorum." Sırtını verdiği yerde doğrulmadan sesli bir şekilde nefes verip gülüşünü genişletti. "Şaka gibi..."

"Buğra ve Eda yakın arkadaşlar mıydı?"

Mert bana göz kırparak oturduğu yerde yavaşça doğruldu.

"Aynen öyle."

Bu durum aklıma birkaç farklı şüphe tohumunu ekerken az önce kalktığım yere, yatağa yeniden oturdum.

"Sen nereden biliyorsun?"

"Geçen sene Ahmet, Eda'dan hoşlanıyordu."

"İkisini oradan mı tanıyorsun?"

Mert usulca başını salladı. "Buğra'yı futbol takımından tanıyorum. Geçen seneki seçmelerde okul takımına almamıştık. Tavırlarına bakılırsa hala bize kin besliyor." Bunu söylerken geçmişi düşünüyor olduğunu gösteren gözlerini benden almış, boş bir yere indirmişti.

"Demek arkadaşlar," diyerek mırıldandım. "Tuhaf."

Düşünceli gözlerini bana yeniden çeviren Mert dediğim şeye hak verdi.

"Evet, çok tuhaf..."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro