Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15 | ❝can verildi mavinin kanatlarında❞

Ecel ufaktan ufaktan yaklaşırken biz bahtsız dörtlü, neredeyse yirmi dakikadır Fikret hocanın kura çekerek diğer grupları belirlemesini bekliyorduk. Voleybol sahasının birkaç adım ilerisinde, futbol sahasının çevresindeki koşu parkurunun bulunduğu alandaydık ve umutsuz bir şekilde bankların birisine kurulmuştuk. Sırasıyla; sol köşede ben, sağ köşede Buğra ve ortamızda da Paris, Tuna ayakta stres atmayı tercih ediyordu.

Paris ve Buğra ile aramızdaki anlaşamamazlık yüzünden zaten konuşmuyordum. Bana iki de bir Beyza cadısını anlatan Tuna da sessizliğimden nasibini bir hayli alıyordu. Bu yüzden de Fransız heykeltıraş Auguste Rodin tarafından 1904 yılında yapılan tunç heykeli Düşünen Adam pozunda dakikalardır düşünüyordum.

Sinirliydim, huzursuzdum ve öfkeden deliye dönmek üzereydim.

Bu takımları gözü kapalı oluşturan Fikret hocaya tarifi imkansız bir öfke duyuyordum ama saygımdan maalesef gıkımı bile çıkaramıyordum.

Karşı tarafta Mert vardı.

Karşı tarafta Beyza vardı.

Karşı tarafta iki adet kimyasal patlayıcı vardı ve her ikisi de farklı nedenlerle benim onlara ateş etmemi bekliyordu.

"Sen iyi misin?"

Hemen sağımda oturan Paris'in endişeyle dolu sorusuna karşılık gözlerimi diktiğim fileden, pardon ikiliden, uzaklaşıp başımı başka bir yöne çevirdim ve ağaçlık alana bakmaya başladım. Gözlerimi oradan çekmem biraz iyi gelse de hala soğuk soğuk terliyordum, titriyordum ve arada sinirden hıçkırıyordum. Nasıl iyi olabilirdim?

Biraz sonra olay çıkacaktı. Hatta belki işler üzerine tereyağı falan sürerse korkunç voleybol performansım yüzünden rezil de olabilirdim. Tünelin iki ucu da malum yere çıkıyordu. Nasıl iyi olabilirdim?

"Kamuran?"

Paris sorusunu tekrar ettiğinde düşünen adam pozundan ödün vermeden boştaki elimi kaldırıp onu susturdum, yönümü dönmemiştim ancak beni anlamış olmalı, bir daha soru sormadı ­­—cesaret edemedi de diyebiliriz. Dünkü vukuatını unutmamıştım. Nasıl kindar bir insan olduğumu birkaç dakikalığına durup hatırlayalım.

"Yol yakınken buradan tüymeniz gerekiyordu."

Tuna gün içerisindeki bitmek bilmeyen yüz bilmem kaçıncı nasihatinden sonra tekrar iç çekerek ellerini kirpi gibi dik saçlarına attı ve kafasını dağıtmak için olduğunu düşündüğüm bir refleksle sertçe saçlarını karıştırdı.

"Başka çare yok, olay çıkmaması için bile isteye yenileceğiz." Gözlerini kapatıp dişlerini sıktı. "Ders içime kesin elliyi basacak." Sonra ansızın durup düşündü. "Biraz çabalar gibi mi görünsek acaba?"

Bu düşünce de kafasına yatmayan kuzenim, koşu parkurunun üzerindeki kırmızı toprağa sertçe ayağını sürttü ve kısık bir sesle çirkin bir küfür savurdu.

Oturduğumuz bankın hemen önünde bir sağa bir sola gergin bir şekilde yürüyüp duruyordu. Pek haz etmediği sayısalcılarla aynı takımda yer almak bir yana, Mert ile karşı karşıya gelmek germişti onu da. Çıkacak kavgada heder olacağını biliyordu. Aynı kanı taşıyorduk nasıl olsa.

"Alt tarafı çıkıp oynayacağız. Abartmayın."

Rotasını Tuna'dan alıp ağaçlara götüren beynim oldukça rahat bir sesle konuşan Buğra'yı algıladığı anda, gözlerim bir fişek gibi sağa döndü ve neredeyse bir tersiyer misali açılarak öylece Buğra'nın rahatlığında takılı kaldı —biz burada sinir krizi geçirirken ki buna Paris de dâhildi, üzerindeki anlamsız rahatlıkla Mert'in takımını inceleyen değişik beyefendide.

Gözlerim tersiyer duruşundan poz vermezken konuşmak için ağzımı araladım ancak beni kendi tükürüğünde boğulan ilk kız olarak tarihe geçirmek isteyen boğazım buna izin vermedi. Birkaç kez öksürdükten sonra toparlanıp yeniden Buğra'ya döndüm.

"Pardon ama karşımızdaki ekibin farkında mısın?"

Rahat bir konuşma daha bir diğerini izledi.

"Farkındayım."

Sinirlerime hâkim olamayarak güldüm. "Değilsin. Farkında olsaydın böyle rahat olmazdın. Ne gördüğünü bilmiyorsun sen." Paris kararsız bakışlarla Buğra'ya bakarken Tuna beni şaşırtarak başını salladı.

"Ne görüyorum biliyor musun? Kendini beğenmiş bir üst sınıf, en az onun kadar sıradan iki kız ve Doğan." Bana dönüp gülümsedi. "Bence gayet farkındayım."

Ellerimi yüzüme şak diye çarparak sessizce inledim. Beni en az Mert kadar çıldırtan birisi varsa o da şüphesiz ultra rahat duruşuyla bana bakan Buğra'ydı.

"Benim işlerime burnunu sokmak yerine sevgilinle Romeo ve Juliet'çilik oynamaya devam etseydin sana bunu şu an açıklamak zorunda kalmazdım bay süper zeka ama nerede bu incelik? Binlerce derdi olan ben değilmişim gibi, başıma yeni yeni dertler açıp duruyorsunuz."

"Neycilik neycilik?"

Buğra kaşlarını çatarken Paris araya girdi.

"Ben ne yaptım şimdi?"

"Senin varlığın yürüyen felaket."

"Bunu iltifat olarak kabul ediyorum."

"Başka türlüsünü düşünemezdim zaten."

"O takımı gözünde fazla büyütüyorsun," diyerek Paris ve benim birbirimize laf atıp durmamızı sonlandırdı Buğra. "Üç adet sinir bozucu insan, gerisi hikaye."

Tuna, Buğra sözlerini bitirir bitirmez çıkıştı. "Arkadaşlarım hakkında doğru konuş." Yüzüne düşük kalitede bir gülüş yerleştiren Buğra onu umursamadı.

"Doğru konuşuyor," diyerek araya girdim. "Sadece yargıda eksiği var."

Buğra başını yeniden bana çevirince gözlerimi Mert ve takımına diktim.

"O cücüğün..." diyerek cümleme başlamıştım ki Paris sesli bir şekilde güldü. Ona ters ters baktıktan sonra önüme döndüm —hala gülüyordu. "...sağındaki siyah saçlı kız Mert'e kör kütük aşık. O çakma Johnny Depp de bunu bildiği halde bana aşık."

Gözlerimi Beyza ile gülüşüp duran kanser hücresini parçalamak istercesine kıstım ama maalesef süper güçlerim olmadığı için hedefe ateş edemedim.

"Ben de-" diyerek tamlamayı devam ettiriyordum ki devamının gelmeyeceğini, doğrusu gelemeyeceğini fark ederek durdum, omuz silkerek garip cümleme son verdim. "Ben de öyle işte."

Konuşmam üzerine ortama kasvet dolu bir hava çöktü. Buğra bakışlarını benden çekip başka bir yöne çevirdi. Paris ise bana tuhaf tuhaf bakmakla yetindi. Sıkıcı sessizliği bozmak için devam ettim.

"Sonuç olarak kız benden nefret ediyor."

"Beyza senden nefret etmiyor Kamuran." Tuna her zamanki gibi saplantılı arkadaşını savundu. Beni savunsa dişimi kırardım zaten. "Kafanda kurup durma."

"Kafasında kurup duran ben değilim."

"Yine başlama. Şu an konumuz bu mu?"

"Sen bunu bir konu olarak görene kadar değildi ama şimdi evet bu."

Tuna gözlerini bayarak bakışlarını üzerimden çekti. Benim duyamadığım birkaç alay dolu kelime mırıldandığında çenemi tutamayarak ekledim.

"Çok sevgili arkadaşına toz kondurarak aranızın açılmasını istemediğin için beni deli yurduna vuruyorsun."

"Saçmalama," diyerek sitem etti. Yüzünde artık bu konuşmalardan yıldığını belirten bir ifade vardı.

"Ama tabii sen de haklısın. Ben kan bağı yüzünden hep hayatında olacak salağın tekiyim ama Beyza öyle mi? O sevmediği insanların mutluluğu ile çok kıymetli yüzünü güzelleştiren kalbi çirkin cadı, o aptal ve bir o kadar da kör olan sınıfınızın biriciği, ah o sözde dünya harikası ve ne yazık ki senin o prensesle arkadaşlık dışında hiçbir bağın yok. Bu yüzden de onu, pardon onları, kaybetmekten ödün kopuyor. Sonra arkadaşsız kalırsın falan. Ne korkunç, ne korkunç! Benimle bir ömür geçirecek kadar aklını peynir ekmekle de yemedin."

"Doğru," diyerek öfkeli gözlerini bana dikti Tuna. "Yemedim."

Bu bakışı biliyordum. Yine kalbimi kıracak bir şeyler söyleyecekti, sonra da hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecekti. Nasılsa ben her şeyi hazmediyordum.

"Senin gibi, arkadaşlarımı bir oyuncak olarak görmediğim için kaybetmekten korkuyorum, evet. Ve biliyor musun Kamuran, senin aptal paranoyan yüzünden de kimseyle arkadaşlığımı kesmeyeceğim."

Paranoyan...

Gözlerim doluyor gibi olsa da derin bir nefes alarak boğazımdaki yumrunun geçmesini sağladım. Kimsenin, özellikle de o Beyza cadısının beni ağlarken görmesini istemiyordum. Eve geçince istediğim kadar ağlayabilirdim ama burada bunu yapamazdım, asla. Başımı sallayıp dudaklarımı aradım ancak cevap verirken tüm çabama rağmen sesimin titremesine engel olamadım.

"Senden arkadaşlığını kesmeni isteyen olmadı."

Tuna yeniden laf yetiştirecek gibi olduğunda yüzümdeki kırgınlığa rağmen başımı hafifçe yukarı kaldırdım ve boğazımdaki kırgınlığı yutarak gözlerimi bana öfkeyle bakan gözlerine diktim. Neyse ki bu sefer sesim titrememişti.

"Senin arkadaşların beni ilgilendirmiyor, benim arkadaşımın da seni zerre ilgilendirmediği gibi."

Dudaklarını birbirine bastırıp sabır dileyen Tuna dediklerimi hazmedemeyerek yeniden başını bana doğru çevirdi ancak hemen yanımdan yükselen bir ses yüzünden ilgisini üzerimden çekmek zorunda kaldı.

"O lanet çeneni bir kez daha açacak olursan bu aptal maça gerek kalmayacak."

Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde ne zaman ayağa kalktığını bilmediğim Buğra'yı görmeyi beklemiyordum. Daha önce görmediğim sert bakışlarıyla doğruca Tuna'ya bakıyordu —Mert ile kavga ettikleri gün, ona bile böylesine nefretle baktığını görmemiştim. Tuna'nın her zamanki patavatsızlığına neden bu kadar öfkelenmişti ki?

Paris de duruma en az benim kadar şaşırmış olacak Buğra'ya soru sormak için ayağa kalktı ancak Tuna'ya yöneltilen öfkenin kurbanı olmamak için ağzını açamadı.

Hani efsane bir kovboy filmi olan İyi Kötü Çirkin'de bir sahne vardı: İsimsiz Adam ve Melek Göz arasında bir düello geçiyordu; kafalarda kovboy şapkaları, ağızlarda bir kürdan, çekilen silahların, eklemlerin şakırtısı, insanı gerim gerim geren tozlu ortamdaki western müziği ve kulakları çınlatan iki el ateş.

Piuw piuw!

Nedensizce karşımdaki bu görüntüyü ona acayip benzetmiştim.

"Kamuran'ın kimseyi oyuncak olarak gördüğü yok. Kapat konuyu Tuna." Paris kuzenimi uyardı çünkü Buğra'nın hali hal değildi. "Lütfen."

Tuna alayla gülerek tüm uyarılara ve ricalara rağmen konuşmaya devam etti.

"Sizi de birer oyuncak olarak gördüğünü hala anlayamamış olmanız çok ko-"

Tuna henüz cümlesini tamamlamıştı ki Buğra kuzenimin yakasını kavradı ve neredeyse burnunun dibine girerek kulağına doğru kısık sesle bir şeyler mırıldandı.

Her kavgada boy gösteren o aptal kızlar gibi çığlık atmamıştım ama gözlerim Buğra'nın hareketi karşısında sonuna kadar açılmıştı. Mert'in bunu fark ederek ortalığı ayağa kaldırmasını, Buğra'nın da Mert'ten sonra bu kez de Tuna ile kavga etmesini istemiyordum.

Bunu önlemek için hızlıca toparlandım ve ayağa kalkarak "Pekâlâ," dedim. Aralarına girmiş, Paris'in de yardımı ile ilk olarak ortamdaki kavga havasını dağıtmıştım. "Biraz oyun hakkında konuşalım mı?" Oyun umurumda bile değildi, amacım yalnızca dikkat dağıtmaktı.

Çıkacak kavganın farkında olan Paris de "Katılıyorum," diyerek önce bana ardından Buğra'ya baktı.

Beni bugün bilmem kaçıncı kez şaşırtan Buğra "Tamam," diyerek bakışlarını Tuna'dan çektiğinde şaşkınlığımı düşünmemeye çalışarak derin bir nefes aldım.

"Hah," dedi Tuna. Bana yaptığı gibi başını başka bir yöne çevirip hakaretlerini ağzında geveledi. Buğra ona her ne dediyse bize delirmiş gibi bakıyordu. Buğra'nın yeniden ona dönmesini engellemek için konuşmaya devam ettim.

"Şey hakkında konuşalım?" Paris'e döndüm. "Ne hakkında konuşacaktık?"

Paris şekilden şekle giren suratıma gülmemeye çalışarak kendisini kasarken "oyun," diyerek sessizce dudaklarını oynattı.

"Oyun, evet." Başımı sallayarak Buğra'ya döndüm. "Hatta benim berbat ötesi voleybol performansım."

Paris başını ağaçlık tarafa çevirip yeniden gülmeye başladığında onu düşünmemeye çalışarak dikkatimi bana düşünceli gözlerle bakan Buğra'ya verdim.

"Bakın ben voleybolun v'sinden bile anlamıyorum. Halterde ne kadar iyiysem onda da bir o kadar kötüyüm."

"Hiç mi oynayamıyorsun?" Paris gülmeyi kesmiş, şimdi durumun vahimliğini tartıyordu.

"Servis konusunda çok da kötü değilim. Bir de smaç basabiliyorum ama basmasam bence daha iyi. Elimin pek ayarı yok da."

Buğra'nın yüzünde ufak bir tebessüm belirince "Mükemmel," diyerek dalga geçti Tuna.

"Tamam." Keyifsiz bakışlarımı Tuna'dan çekip rahat duruşuyla konuşan Buğra'ya çevirdim. "Sorun değil, sana gelenleri karşılamaya çalışırız. Servisler de senindir. Anlaştık mı?"

Başımı hızlı hızlı salladım ancak altını çizelim; anlamamıştık, anlaşmak zorunda bırakılmıştık.

Gözlerime bakan gözlerinin üzerindeki sol kaşı hafifçe yukarı kalkıp bakışları aşağıyı gösterdiğinde gözlerim de onun yolunu takip edip aşağı kaydı. Kolunu hafifçe kaldırmış, sertçe parmağını bana doğru uzatmıştı. Kafa karışıklığı içerisinde, gözlerimi bana beklentiyle bakan gözlerine çıkardım. Bakışlarının aksine yüzü durgundu. Ben davranışının nedeni üzerine gereksizce kafa yormaya devam ederken, biraz şaşırmıştım hak verin, o yüzündeki ifadeyi siler gibi oldu —kaşının hafifçe indiğini ve kolunun da bunu takip ettiğini fark ettiğimde, aklımdaki sorgulama işini bir yana bırakıp elimi kaldırdım ve serçe parmağına kendi serçe parmağımı koyarak başımı ona doğru kaldırdım.

"Anlaştık sınıf başkanı."

Tuna henüz arkamda öfkeli birkaç kelime savurmuştu ki ayaklarımızın dibine sertçe bir top çarptı. İrkilerek parmağımı Buğra'nın parmağından çektim ve başımı topun geldiği yöne çevirdim.

Mert Sean Schwarz, hepimizin daha iyi bildiği gibi çakma Johnny Depp!

İçerisindeki öfkeyi muhteşem ötesi şeytani gülüşüyle gizleyen lanet kıskanç herif! Sabote ettiği anı keyif içerisinde izlerken nihayet dudaklarını araladı ve kahrolası çekici bakışlarıyla bana hitaben konuştu.

"İlk servis sizindir," diyerek göz kırptığında iki yanımda yumruk haline gelmiş olan elimi ona doğru savurmak için kaldırdım ama elbette süper güçlerim yoktu — aptal sıradanlığım yüzünden dışarıdan sadece, hanesindeki işçi arıların civelekliği yüzünden öfkelenip duran komik ve tıknaz bir kraliçe arı gibi görünüyordum.

O ıslık çalarak filenin diğer tarafına doğru keyifle ilerlerken Tuna çok sevgili arkadaşının yaptığı hareketi onaylamak için başparmağını yukarı kaldırdı ve aptalca sırıttı. Topu yerden alıp sahaya doğru ilerlerken ona ters ters bakmakla yetindim.

Mert'e duyduğu öfkeyi, şu an çıkarabileceği en potansiyel kişiye yönelten Paris "İşine dön," diyerek Tuna'yı tersledi. Sevgili kuzenim kavga çıkarmak için Paris'e dönmek istedi ama Fikret hoca yüzünden sesini çıkaramadı —artık saha içerisindeydik.

Takımlar yerlerine geçerken sakin olmak adına derin bir nefes aldım ama beni ne zaman sakin gördüğünüz oldu ki? Her an, her dakika sinirlerimi bozacak bir durumla karşı karşıya kalıyorum.

"Bakın burada kim varmış?"

Beyza cadısı sertçe omzuma çarpıp filenin altından kendi tarafına geçerken sendelememeye çalışarak doğruldum ve sabır diledim. Bu şımarık hallerine bir süreliğine katlanmam gerekiyordu.

"Kamuran." İsmimi ağzında yuvarladıktan sonra dönüp bana baktı ve her zamanki gibi yine dalga geçebileceği o müthiş noktalardan birisini yakaladı; soyadım. "Atladagel."

Yılmış bakışlarımı üzerine diktim ve kısık sesimle mırıldandım. "Sana da merhaba Beyza." Beni kale aldığını söyleyemezdim.

"Az daha seni tanıyamıyordum." Kıkırdadı. "Biliyor musun? Bu yeni imajına bayıldım. Artık o kuş yuvasında böcek aramak zorunda kalmayacağın için senin adına mutluyum."

Geçen seneki gibi bir olay yaşayacağıma artık kesin bir şekilde yemin edebilirdim. Ya suratıma smaç basacaktı ya da buna benzer yeni şeyler deneyerek beni revirlik edecekti —tabii o çok muhteşem hocaları da beceriksizliğim yüzünden bir ton laf diyecek ve beni tüm sınıfın önünde aşağılayarak alay konusu yapacaktı. Haftanın gündemine girecektim.

Manşet 1: Konu halter olunca millete hava atan Atladagel, geçen seneki voleybol performansını yine aratmadı. Kamuran diye yazılır, FİYASKO olarak okunur.

Acilen yok olabilir miydim?

"Mutlu olmana sevindim," diyerek yalandan gülümsedim.

"Kimsenin bileğini bükemediği o meşhur, güçlü Kamuran(!)" Başımı hafifçe yana atıp uyuyormuş gibi gözlerimi kıstım. "Demek yeniden karşılaştık, keşke yetenekli olduğun bir dalda olsaydı. Sürekli galip gelmek artık o kadar da eğlenceli olmuyor."

"Maalesef," diyerek onu onayladım. "Senin 90 kilogramlık bir ağırlığı kaldırırkenki çırpınışlarını izlemek eğlenceli olurdu."

Kısa bir anlığına bozulur gibi olsa da hemen toparlanıp bana laf yetiştirmeye devam etti.

"Senin toptan kaçarkenki halini keyifle izleyeceğim gibi mi?"

"Yerine geç Beyza," diyerek uzaktan onu uyardı Mert. O da biliyordu bu kokonanın benim canımı sıktığını, yine de bu kızı sırf bana inat olsun diye yanında tutuyordu.

Kıskanmayacaktım!

Asla ve asla kimse için bir başkasını kıskanmayacaktım.

Beyza elbette Fikret hoca ile konuşmakta olan Mert'i tınlamadı. Yalandan olduğuna kalıbımı basacağım bir üzüntüyle dudağını büzdü ve gözlerimin içine baktı.

"Ama üzülme. Maalesef doğamız gereği her şeyde mükemmel olamıyoruz. Yeteneklerimizin sınırlandığı alanlar her zaman vardır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Değil mi?"

En yakın arkadaşı Buket'ten beklediği onayı alamayınca —kız onunla ilgilenmek yerine sahanın dışarısında bir yere bakıyordu çünkü— bozulduğunu belli etmeyerek yeniden bana döndü.

Kime baktığını görmek için başımı o yöne çevirdiğimde içimden buyurun cenaze namazına demeden edemedim. Hiç haz etmediğim sınıfım tam kadro bizi izliyordu. Buket'in bakışları ise Ceren'in üzerindeydi. Aralarında ne olduğunu düşünmek istedim ama Beyza sözde şirin, nefret dolu kelimelerini üzerime salmaya devam edince bundan vazgeçtim.

"Her mükemmel kişinin de beceriksiz olabildiği konular olabiliyor. Bir insanı sırf çirkin ve yeteneksiz doğduğu için dışlayamayız." Aniden üzerindeki üzüntüyü dağıtarak bana teselli dolu bir bakış attı. "Ah, lütfen üzülme. Neyse ki halterde iyisin."

"Neyse ki," diyerek yalandan gülümsedim.

Ne yaparsa yapsın beni öfkelendiremeyen Beyza dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini kıstı. Ardından yüzüne kendisinin sevimli olduğunu düşündüğü ama bende yüzüne doğru kusma isteği uyandıran sinir bozcu bir gülümseme yerleştirdi.

"Bu kez senin için dua edeceğim." Yılan bakışlarını benden alıp Tuna'ya çevirdi. "Çünkü arkadaşım senin takımında ve onun düşük not almasını istemiyorum. Umarım sınıf arkadaşların iyi oynuyordur."

"Şüphen olmasın," diyerek bir adım öne çıkan Paris, beni bir kez daha şaşırtarak konuşmasına ekleme yaptı. "Boşa harcadığın duaya ihtiyacın olacak kadar iyi oynuyoruz."

Beyza'nın dakikalardır Buğra ve Paris'e karşı sürdürdüğü sevimli kız duruşu aniden yıkıldı ve yerini öfke aldı. Fikret hoca kulakları tırmalayan gürültüyle bizleri ayırdığında ancak bakışlarını çekebilmişti.

"Yerlerinize!"

Beyza'nın yeniden prenses moduna girerek sahada millete görev dağıtan Mert'in yanına gidişini izlemeyi kesip başımı iki yana salladım. Bu kızın hayatımdan defolması için Tuna ve Mert'in de defolması gerekiyordu fakat ben bunu istiyor muydum, tartışılırdı.

Ben servis atmak için komut beklerken topu karşılamak adına sol tarafa geçen Paris'in sesi düşüncelerimi dağıttı.

"O sana az önce çirkin ve beceriksiz dedi ve sen de sakin mi kaldın?"

"Evet, aynen öyle dedi," diyerek mırıldandım. "Ben de aynen öyle yaptım."

Tuna her zamanki gibi ileri atıldı.

"Öyle demek istemedi. Yine üzerine alınıyorsun."

Ben başımı iki yana sallayarak bıkkınca gözlerimi kaparken "Cidden körmüş," diyerek bana doğru güldü Paris. Boş ver dercesine omuz silktim. Tuna yeniden bize çıkışmak istedi ama Buğra'nın konuşması üzerine susmak zorunda kaldı.

"Arkayı ben korurum. Siz ikiniz de sağ ve sol köşeye gelenleri karşılarsınız. Kamuran sen de servisi attıktan sonra öne geçersin."

"Ciddi misin? Benim önden gelen topları karşılamam demek, yenildiğimizi resmen karşı tarafa ilan etmek demek."

"Tuna ve Paris yardım eder. Smaç basabildiğini söyledin?"

"Basmasam daha iyi, diye de ekledim ama."

"Smaç dediğin zaten sert olur, eğer topu karşılayamayacaklarsa kendilerine voleybol biliyorum demesinler."

"Öyle de, yine de yüzlerine falan gelirse—"

"Bu onların beceriksizliği olur," diyerek bana gülümsediğinde yüzüme bulaşıcı bir mutluluk virüsüne yakalanmışım gibi bir gülümseme yayıldı. Kendimi toparlamak için bakışlarımı başka bir tarafa kaçırarak düşünür gibi yaptım —fakat oyuncu olamayacak kadar beceriksizdim.

Neden durmadan ona gülümsüyordum ki? O Eda civeleği ile sevgili olarak kutsal shipime ihanet etmemiş miydi? Yelkenleri hemen suya indirmemeliydim.

Savaşta her şey mübahtır kuşum.

Buğra ile ittifak kurmak da mı?

Evet.

Onunla serçe parmak birleştirmek bile mi?

Elbette.

Ona gülümsemek de buna dahil mi?

Her şey Kamuran, her şey.

Siz okurlara günahım kadar güvenmiyorum ama neyse.

Aşk olsun.

Düşüncelerimin dikkat çekeceğini fark ederek yeniden bakışlarımı Buğra'ya çevirdim.

"Hadisenize artık! Sizi mi bekleyeceğiz?"

Mert'in gür sesi sahada duyulup ikimizin de bakışlarının ona doğru dönmesine sebep olduğunda oflayarak servis çizgisine doğru ilerlemeye başladım. Aylardır eline top almamış bedenim tedirginlikten titrerken bu ne kadar sürdü emin değilim, ama hocadan aldığım uyarı emeklediğimi gösteriyordu. Nihayet oraya ulaştığımda derin bir nefes alıp bizi, daha doğrusu korkudan ödü patlayan beni izleyen arkadaşlarıma kısaca bakıp başımı yeniden takımıma çevirdim. Bana diğerlerinden daha yakın olan Buğra tekrar güven veren bir ifade ile gülümsedi.

"Yapabilirsin," diyerek başını salladığında, güçlü bir nefes daha alıp "Yapabilirim," dedim. Ardından elimdeki mavi sarı, orta sertlikteki topu hafifçe yukarı atarak bedenimi yerden birkaç santimetre yükselttim ve var gücümle, oldukça sertçe bir servis vuruşu yaptım.

Attığım servisin ardından hızlıca yerime geçerken sevmediğim sınıfımın ıslık çaldığını duydum. Servisi Buğra gibi en arkada duran Mert karşılamış ve sağ köşeyi koruyan Doğan'a pas vermişti. Doğan topu Buket'e pasladı ve Buket de manşet ile karşılık vererek topu Beyza'nın smaç basması için yükseltti. Beyza'nın smacı yüzme doğru son sürat ilerlerken doğal olarak tutuştum.

Yüzümde ani bir yanmamın oluşacağını ve hazin sonun gerçekleşeceğini beklerken önümdeki topa fevri bir manşetle Paris uzandı ve arkamda duran Buğra'ya pas verdi. Buğra topu Tuna'ya pas verip Tuna alçağı da smaç basmam için bana gönderince bana yine ani bir kal geldi. Gün sonu adlı müthiş gösterinin fragmanını önden yayınlayarak tüm seyircilere komik bir an yaşattım —kımıldamayan ellerim ve ayağımın dibine usulca düşen top.

Ondan sonra ne mi oldu?

Hızlıca geçtiğim koca bir on dakika yüzünden kulak tırmalayan gürültü için özür dileyerek hemen sizin için olayları hızlıca sardıralım.

"Ben demiştim demekten nefret ediyorum ama ben demiştim."

Oynadığımız iki seti de benim yüzümden ardı ardına kaybetmiştik —bu, bu seti de alırlarsa ki muhtemel olan buydu, kaybedeceğimiz anlamına geliyordu. İlk sette Tuna'yı suçlayıp durmuştum çünkü Buğra pas vermemesini söylediği halde geri zekâlı topu sürekli bana yönlendiriyordu. Bazen bir iki sayı alıyorduk, o da sağ olsun Paris'in önüme çıkan toplara var gücü ile uzanmasından kaynaklıydı. Tuna'nın bunu her ne kadar istemese de Beyza cadısı yüzünden yaptığından emindim. İkinci sette de aynısı devam edince setin ortasında Buğra ile tartışmışlardı, konuyu fark eden beden hocası da doğal olarak Tuna'ya ve Buğra'ya uyarı vermişti.

Şimdi ise üçüncü sete girmiştik. Tuna'nın tavrından vazgeçmeyeceği ortadaydı, haliyle benim de iğrenç performansımdan. Yine de ona kızamıyordum çünkü bunu yalnızca Beyza takıntısından dolayı yapmadığını biliyordum. Eğer kazanmaya başlarsak Mert öfkelenecekti ve bu saçma oyun büyük bir kavgayla son bulacaktı.

Zavallı kuzenim, Mert ve Beyza yüzünden düşük not almaya razı gelmişti.

Aslında ona teşekkür etmem gerekiyordu —Beyza geçen seferki voleybol maçında olduğunun aksine, garip bir şekilde üzerime oynamamıştı. Farklı bir şeyler mi planlıyordu, yoksa kaybediyor olmamız egosunu tatmin mi ediyordu emin değildim.

"Toptan neden bu kadar korkuyorsun?"

Paris'in sorusu üzerine başımı ayakkabılarımdan çekip onun düşünceli yüzüne çıkardım. Cevap vermemi bekliyordu ama ben cevap vermek yerine omuz silktim. Bunun üzerine cevabı Tuna verdi.

"Geçen sene voleybol oynarken bir kaza oldu. Yüzüne top çarptı."

Paris biraz düşündükten sonra suratına alay dolu bir ifade yerleştirdi. "Kaza olmadığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam." Bakışları karşı tarafta mutluluktan dört köşe Mert'e laf anlatmakta olan Beyza'nın üzerindeydi.

Ben başımı ona çevirip gülümseyince Tuna bana bakarak kaşlarını çattı. Paris geçen seferki takındığı tavrın tam zıttı bir şekilde anlayışla tebessüm etti ve konuşmaya başladı.

"Üçüncü sınıfta matematikten on almıştım ve sınıf öğretmenimiz benimle birlikte birkaç öğrenciyi kulağımızdan tutarak karşı sınıfa götürmüş, tüm öğrencilerin önünde bizi rezil etmişti. Dördüncü sınıfta aynı dersten üç kere kopya çekmiş ve dördüncü denememde okul müdürüne yakalanmıştım. Beşinci sınıfta matematik derslerine girmemek için sürekli hasta numarası yapıp anneme yalan söylüyordum. Ailem bir aptal olduğum konusunda hem fikirdi. Bense sadece matematikten ve başarısız olmaktan korkuyordum —başarısız olursam alay edeceklerinden. Bu yüzden denemiyordum bile."

Ben anlattığı anıyı şaşkınca dinlerken ve nereye varacağını düşünürken o yüzündeki tebessümü genişletti.

"Altıncı sınıfta korkularımın üzerine gitmeye karar verdim. Matematik konusunda yetenekli doğmamış olabilirdim ama bu başarısız olmaktan korkmamı gerektirecek bir neden değildi, başarısız olabilirdim ve bu kimseyi ilgilendirmezdi. Belki hiçbir zaman yetenekli insanlar kadar hızlı anlayamadım ama kendime inanıp çok çalıştım. Sonundaysa başardım."

"Ne demek istiyorsun?"

Ben Paris'ten cevap beklerken bana cevap veren Buğra oldu.

"Denemiyorsun Kamuran," diyerek elindeki topla yaklaştı. "Sana atılan topa vurmayı denemiyorsun."

Bakışlarımı yere indirip göz temasından kaçındım. Haklılardı ama bu benim için o kadar kolay değildi.

"Ona karşı kaybetmek umurumda değil." Topu yüzüme doğru uzatıp irkilmeme neden oldu, başımı kaldırıp onun güven veren yüzüne baktım. "Sadece şu topa bir kez olsun karşılık ver."

Ellerimden birisini tutup topu avucumun içerisine bıraktı ve usulca geri çekildi. "Bir kez daha deneyelim mi?" Dudaklarımı birbirine bastırıp düşünceli gözlerimi gözlerine diktim. Gereksizce oyalandığımı fark etmeme neden olan şey Tuna'nın kusuyormuş gibi yapıp arkasına dönmesi oldu. Bakışlarımı tekrar Buğra'ya çevirip başımı aşağı yukarı salladım.

"Bir kez daha deneyelim bakalım," dedim gözlerimi kırparak.

Ardından derin bir nefes alıp yerime geçtim ve servis vuruşunu yaptım. Bizden bir cacık olmayacağını anlayan arkadaşlarımdan doğal olarak bu kez ses çıkmamıştı. Bu yüzümde aptalca bir gülümsemeye sebep oldu. Hızlı bir şekilde yerime geçerek aynı sahnelerin tekrar ve tekrar yaşanmasını izledim. Top önce Buğra'ya sonra Paris'e ve ardından Tuna'ya geldi. O da inadına yeniden bana pas verdi.

Geri kaçmayarak ilk ve en önemli adımı attım. Top yüzüme doğru yaklaşırken derin bir nefes aldım ve yerimde hafifçe yükselerek topu fileden karşı tarafa yönlendirdim. Topun o tarafa geçmesini beklemeyen karşı takım smacı karşılayamadı ve böylece setin ilk sayısını almış olduk. Yüzümdeki gülümseme artarken başım anında Buğra'ya döndü. "Oldu," dedim ne kadar aptalca göründüğümü umursamadan. "Yaptım." Buğra gülümsememe karşılık olarak tebessüm etti ve elini yukarı doğru kaldırdı. Bir sonraki sayı için servis vuruşunu yapmak adına çizgiye ilerlerken sevinçle eline vurdum.

Yerime geçip Beyza'nın haset dolu ve bir o kadar da tutuşmuş hallerine sevinçle baktım. Ancak gözlerim yine bana meydan okuyarak, öfkeden deliye dönmüş bir halde Buğra'ya bakan çakma Johnny Depp'e kaydı. Yüzüme o keyifli gülümsemeyi bu kez ben geçirdim ve dikkatini üzerime çekmek için ıslık çaldım. Tıpkı bizi izleyen herkes gibi onun da dikkati bana yöneldi. Yüzüme deli göz gibi çılgın bir ifade yerleştirip "Bekle ve gör bakalım," dediğimde yüzündeki öfke yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Sağ gözümü onu sinir etmek için kırkıp servis vuruşunu yaptığımda gözüme saniyelik bir görüntü takıldı. Alçak, dengesiz, manyak herif bana öfkelenmek yerine gülümsemişti.

Hızla yerime geçip bu kez toptan korkmamaya çalışarak oyunu oynamaya çalıştım —çalıştım çünkü Beyza yüzünden hala diken üzerindeydim. Nefret dolu bakışlarının hedefi bendim ve iki de bir topu bana doğru sertçe atıyordu. Eğer önünden çekilip sayıyı onlara vermesem veya topu Paris karşılamasa muhtemelen yine suratımda kocaman bir top izi oluşacaktı.

Neyse ki tüm bunları önledik ve güç bela skoru yedi dokuza getirdik. Beden hocası istemeye istemeye azmimiz karşısında bize güzel kelimeler sarf ederken bu kez servis sırası onlardaydı. Servis vuruşunu Buket yaptı ve top yine hızla bizim tarafımıza geldi. Tüm korkuma rağmen Tuna'nın pasını karşılayarak topu karşı tarafa gönderdim. Top yine orada güzelce karşılanıp paslaşıldıktan sonra bize doğru dönecekken Buket'in vuruşuna Beyza uzandı ve basılan smaçla birlikte top son sürat üzerime gelmeye başladı. Bizi izleyenler için hızlı ilerleyen bu zaman, benim için ağır çekimde gerçekleşti çünkü tıpkı geçen seneyi andıran bir manzaraydı: Gözlerim ve ağzım dehşetle açıldı, ellerim güçlü bir çığlıkla yüzümü buldu ve bedenim geriye çekilerek pustu.

Sert bir darbenin geleceğini bilerek nefesimi tuttum ve içimden çok acıtmaması için dua okumaya başladım. Fakat beklediğim çarpmayı bedenimde hissedemedim —top bana çarpmamıştı çarpmasına ama o şiddetli ses duyulmuştu. Kalbim ağzımda, usulca ellerimi indirdim ve korkarak gözlerimi araladım.

Karşımda üzerime siper olmuş, uzun bir beden vardı. Doğruca gözlerime gelen güneş ışığı yüzünden yüzünü seçemediğim bu kişiyi ancak konuştuğunda tanıyabildim.

"İyi misin?"  

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro