Birinci Kısım | I. Bölüm
I
Atinalılar! Beni suçlayanların üzerinizdeki etkisini bilemiyorum; fakat sözleri o kadar kandırıcıydı ki ben kendi adıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum. Böyle olmakla birlikte, inanın ki bir tek doğru söz bile söylemediler. Ancak, uydurdukları birçok yalan arasında, beni usta bir konuşmacı gibi göstererek sözlerimin güzelliğine kanmamak için sizi uyanık olmaya çağırmalarına çok şaştım. Ağzımı açar açmaz hiç de güzel konuşan bir adam olmadığım ortaya çıkacak ve yalancılıkları kesinlikle anlaşılacak olduğu halde, bunu söylemek için insan doğrusu çok utanmaz olmalı. Eğer onlar her doğru söyleyen adama "konuşmacı" diyorlarsa, diyeceğim yok. Bunu demek istiyorlarsa ben öyle olduğumu kabul ederim; ama onların anladığından bambaşka anlamda. Herhalde, az önce de dediğim gibi, söylediklerinde doğru bir yan hemen hemen yoktur; ben ise size tüm gerçeği söyleyeceğim. Ancak, Atinalılar, ben onlar gibi baştan başa parlak ve gösterişli sözlerle bezenmiş hazır bir söylev yapacak değilim; Tanrı korusun! Hayır, şu anda iyi kötü dilim döndüğü kadar söyleyeceğim; çünkü bütün diyeceklerimin doğru olduğuna inanıyorum.
İçinizde kimse benim doğrudan başka bir şey söyleyeceğimi sanmasın. Toy delikanlılarımız gibi huzurunuzda birtakım süslü cümlelerle konuşmak, benim yaşımdaki bir adama yakışmaz. Sizden yalnızca şunu dileyeceğim; kendimi savunurken öteden beri alışık olduğum gibi konuştuğumu, agorada, sarraf tezgâhlarında ve benzeri yerlerde nasıl konuşuyorsam burada da öyle konuştuğumu görürseniz şaşmayın, o yüzden de sözümü kesmeyin. Çünkü ben yetmişimi aştığım halde ilk kez yargıç huzurunda bulunuyorum; bu yerin diline tümüyle yabancıyım. Bunun için, bir yabancının ana diliyle kendi yurdunun geleneklerine göre konuşmasını nasıl doğal karşılarsanız beni de tıpkı bir yabancı sayarak alışık olduğum gibi konuşmama izin verin. Bu dileğimi yersiz bulmayacağınızı umarım. Söyleyiş iyi ya da kötü olmuş, bundan ne çıkar? Siz yalnızca benim doğru söyleyip söylemediğime bakın, asıl buna önem verin. Zaten yargıcın asıl üstünlüğü buradadır; nasıl ki konuşmacınınki de doğruyu söylemektir.
II
Atinalılar! Önce bana yöneltilmiş olan daha eski suçlamalara ve beni çok daha eskiden beri suçlayanlara yanıt vermek isterim. Bundan sonra daha yenilerini yanıtlayacağım. Çünkü, Atinalılar, yıllardan beri haksız yere beni size karşı suçlayıp duran birçok kimse olmuştur. Anytos ile arkadaşları benim için daha az tehlikeli olmamakla birlikte, ben bunlardan daha çok korkarım. Evet, yargıçlarım, bunlar daha tehlikelidirler; çünkü bunlar birçoğunuzu ta çocukluğunuzdan beri yalanlarla kandırarak güya göklerde olup bitenlerle uğraşan, yerin altında neler geçtiğini araştıran, yanlışı doğru gibi göstermeyi beceren Sokrates adlı bir bilgin olduğuna sizi inandırmışlardır.
Beni suçlayanlar içinde en çok korktuklarım işte bu masalı yayanlardır; çünkü bunları dinleyenler, bu gibi konularla uğraşanlar tanrılara inanmaz sanıyorlar, inanın, bu adamlar çoktur; eskiden beri beni bununla suçluyorlar. Üstelik bunları, çocukluğunuzda olsun,gençliğinizde olsun, daha çok etki altında kalabileceğiniz yaşlardayken, kulaklarınıza doldurmuşlardı. Hem bu suçlamalar, karşılarında kendilerini yanıtlayacak kimse yokken, benim arkamdan oluyordu. Bir komedya yazarını bir yana bırakırsak, ötekilerinin ne adını biliyorum, ne de size söyleyecek durumdayım, işin en korkunç yanı işte bu. Kıskançlıkları, kötülükleri yüzünden bazen ilkin kendilerini bile inandırmaya varacak kadar, sizi tüm suçlamalara inandıran bu adamlar, uğraşılması en güç olanlardır, çünkü bunları ne buraya getirmek ne de söylediklerini çürütmek olanaklıdır...
Bu yüzden kendimi savunurken yalnızca gölgelerle çarpışmak, karşımda yanıt verecek biri olmadan savlarının yanlışlığını göstermek zorunda kalıyorum. O halde, demin de dediğim gibi, düşmanlarımın iki türlü olduğunu görüyorsunuz; bir beni şimdi suçlayanlar, bir de eskiden suçlamış olanlar. Umarım ki, ilkin ikincileri yanıtlamamı siz de yerinde bulursunuz; çünkü bunları hem ötekilerden daha önce, hem de daha sık duymuşsunuzdur.
O halde, Atinalılar, artık savunmama başlayabilirim. Yıllardan beri kafanızda kökleşmiş olan bir suçlamayı kısa bir zamanda söküp atmaya çalışmalıyım. Eğer hakkımda ve hakkınızda hayırlıysa, bunu başarmayı ve kendimi temize çıkarmayı dilerim. Ama bunun kolay bir iş olmadığını da iyice biliyorum. Her neyse, bunu tanrının buyruğuna bırakalım; bana düşen'görev, yasanın emrine göre kendimi savunmaktır.
III
Baştan başlayarak, benim kötülenmeme yol açan ve Meletos'u bana karşı bu davayı açmak için yüreklendiren suçlamanın ne olduğunu araştıralım. Öncelikle, bana haksız yere suçlama yöneltenler bakalım ne diyorlar. Beni dava ettiklerini varsayarak bunların suçlamalarını şöyle kısaca bir toplayacağım; "Sokrates kötü bir insandır; yeraltında ve gökyüzünde olup bitenlere karışıyor, eğriyi doğru diye gösteriyor, bunları başkalarına da öğretiyor; suçlamanın aşağı yukarı özü bu.
Aristophanes'in komedyasında gördüğünüz gibi; sahnede Sokrates adlı bir adam dolaştırılıyor, havada gezdiğinden, benim hiç ama hiç anlamadığım şeylerden dem vurarak bir sürü saçma sapan söz söylüyor. Bunu, böyle bir bilgisi olanlar varsa, onları küçültmek için söylemiyorum. Atinalılar, Meletos'un bana açtığı bu davadan kurtulamayayım ki, gerçekte benim bunlar üzerinde en küçük bir fikrim bile yoktur. Burada bulunanların çoğu bunun doğruluğuna tanıktır. Onlara sesleniyorum: Beni dinleyenler, içinizde bu konular hakkında şimdiye kadar tek söz söylediğimi bilen varsa buradakilere söylesin...
Yanıtlarını işitiyorsunuz. Suçlamanın bu kısmına verdikleri bu yanıt karşısında, geri kalanının doğruluğu hakkında da bir yargıya varabilirsiniz.
IV
Bunun gibi, benim parayla ders vermekte olduğuma ilişkin dolaşan sözün de hiçbir temeli yoktur; bu da ötekiler kadar asılsızdır. Doğrusu, bir kimsenin insanlara gerçekten bir şey öğretmesi olanaklı olsaydı, buna karşılık para alması bence o kimse için bir onur olurdu. Leontinoili Gorgias gibi, Keoslu Prodikos gibi, Elisli Hippias gibi kent kent gezerek ders veren; gençlerin kendi hemşerilerinden parasız ders almaları olanağı varken, onları bu kişilerden ayırarak kendilerine çekecek kadar kandıran, dersleri için para almakla kalmayıp üstelik bu parayı lütfen kabul ettiklerinden dolayı bir de teşekkür ettiren kimseler var!
Şimdi, Atina'da Paroslu bir bilgin vardır. Bu adamı tanımam şöyle olmuştu: Bir gün, bilgicilerin (sofist) uğruna dünya kadar para harcayan Hipponikosoğlu Kallias'a rastlamıştım; bu kişinin iki oğlu olduğunu biliyordum, onun için kendisine sordum: Kallias, dedim, iki oğlun olacağına iki tayın veya buzağın olsaydı, bunları eğitecek birini bulmakta zorluk çekmezdik; onları kendi doğalarının olanaklı kıldığı ölçüde yetiştirecek ve olgunlaştıracak bir seyis veya bir çiftçi tutardık; mademki birer insandırlar, onları eğitimleri için kime gönderebileceğini biliyor musun? Onları bir insan ve bir yurttaş olarak yetiştirecek biri var mıdır? Herhalde, oğulların olduğuna göre bu konuyu düşünmüşsündür? Ne dersin,böyle bir kimse var mı? Kallias bana, evet var, dedi. Öyleyse kim? Nereli? Derslerini kaça veriyor? diye sorunca, "Paroslu Evenos dersine beş mina alıyor" yanıtını verdi. O zaman kendi kendime düşündüm ve dedim ki: Evenos gerçekten böyle bir bilgin ise, bu bilgisini bu kadar ucuza öğretiyorsa, doğrusu mutluymuş. Bende de böyle bir bilgi olsaydı, gerçekten ben de gurur ve sevinç duyardım; fakat, Atinalılar, doğrusu benim böyle bir bilgim yoktur.
V
Belki içinizden biri bütün bunlara karşı diyecek ki: "Sokrates, bunların hepsi güzel, ama uğradığın bu suçlamalar nereden çıkıyor? Herhalde alışılanın dışında bir şey yapmış olacaksın ki sana karşı bu gibi suçlamalar var. Sen de herkes gibi olsaydın bütün bu dedikodular çıkmazdı; o halde, hakkında acele bir hüküm vermemizi istemiyorsan bize bunların nedenini anlat."
Bu karşı çıkışının haklı ve yerinde olduğunu kabul ederim; onun için ben de size bu kötü ünümün nereden çıktığını anlatacağım. Lütfen dikkatle dinleyin. Bazılarınız belki şaka ediyorum sanır; ama inanın ki tamamıyla doğru söylüyorum. Atinalılar, bu ün bende bulunan bir tür bilgiden, yalnızca ondan çıkmıştır. Bunun ne biçim bir bilgi olduğunu sorarsanız, derim ki, bu, herkesin elde edebileceği bir bilgidir; ben de ancak bu anlamda bir bilgim olduğunu sanıyorum. Oysa sözünü ettiğim kimselerin, bende olmadığı için size anlatamayacağım insanüstü bilgileri var. Benim böyle bir bilgimin olduğunu söyleyen yalan söyler, bana kara çalmış olur.
Atinalılar, size belki abartıyorum gibi gelecek, fakat sözümü kesmemenizi dilerim. Çünkü size şimdi söyleyeceğim sözler benim sözlerim değildir. Size güvenilir bir tanık göstereceğim. Benim bir bilgim varsa, bunun nasıl bir bilgi olduğunu Delphoi Tanrısından dinleyin. Khairephon'u tanırsınız; çok eski bir arkadaşımdı; sizin de dostunuzdu, geçen sürgünde o da sizinle birlikteydi, dönerken de birlikte gelmiştiniz. Khairephon'un huyunu bilirsiniz, kafasına koyduğu şeyi kesinlikle yapardı. Bir gün Delphoi'ye gitmiş, -lütfen sözümü kesmeyin- benden daha bilgin bir kimse olup olmadığını tanrıya çekinmeden sormuş; Pytholu tanrı sözcüsü de benden daha bilgin bir adam olmadığını söylemiş. Khairephon bugün sağ değil, ama kardeşi burada, mahkemededir; söylediklerimin doğruluğunu onaylayabilir.
VI
Bunu size sırf bu kötü ünümün nereden geldiğini göstermek için söylüyorum. Tanrının bu yanıtını öğrenince düşündüm: Tanrı bu sözüyle ne demek istemiş? Bu bilmece nedir? Çünkü, az olsun, çok olsun, bende böyle bir bilgi olmadığını biliyorum. Böyle olduğu halde insanların en bilgini olduğumu söylemekle ne demek istiyor? Tanrı yalan söylemez, yalan onun sözüyle uzlaşır bir şey değil. Ne demek istediğini uzun zaman düşündüm; en sonunda işin aslını bir araştırayım dedim.
Bilgisi belli birini bulup tanrıya gider, sözünü çürütmek için derim ki: "İşte benden bilgili bir adam; oysa sen benim için en bilgili demişsin." Bunun üzerine bilgisiyle ün salmış birine gittim, kendisine iyi baktım. Adı gerekmez, denemek için seçtiğim bu adam devlet işleriyle uğraşır. Vardığım sonuç şu oldu: Bu adam çok kimselere ve kendisine bilgin gibi gözüküyor ama gerçekte hiçbir bilgisi yok. Bunun üzerine kendisini bilgin sandığını, gerçekte ise olmadığını anlatmaya çalıştım. Bunun sonucu, onun da, üstelik orada bulunup beni dinleyen birçok kimsenin de düşmanlığını kazanmam oldu.
Yanından ayrılırken kendi kendime dedim ki: doğrusu belki ikimizin de iyi, güzel bir şey bildiğimiz yok; gene de ben ondan bilgiliyim; çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor; ben ise bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum. Daha doğrusu, bilmediğimi biliyorum; demek ki ondan biraz daha bilgeyim. Bundan sonra başka birine, daha da bilgili tanınan başka birine gittim. Gene aynı sonuca vardım; onun da, daha birçoklarının da düşmanlığını kazandım.
VII
Böylece, birçok düşman edindiğimi bile bile, birini bırakıp ötekine gidiyor, gittikçe umutsuzlaşıyor ve kederleniyordum. Artık boynumun borcu oldu, her şeyden önce tanrının sözünü göz önünde tutmalıyım diyordum. Bilgili denen kim varsa ona başvurarak tanrının ne demek istediğini anlamam gerekiyordu. Size doğruyu söylemeliyim.
Atinalılar, köpek hakkı için, bütün o araştırmalarımda baktım, asıl bilgisizler, bilgilidir diye tanınmış olanlar! Boştur denenlerde ise daha çok akıl var. Size bütün o dolaşıp durmalarımı anlatayım.
Atinalılar; o kadar didindim, tanrının sözünü çürütemedim. Devlet adamlarından sonra tragedya yazanlara, övgücülere, her türden ozana başvurdum. Kendi kendime, artık bu kez göreceksin, kendinin onlardan çok daha bilgisiz olduğunu anlayacaksın diyordum. Yazılarından, bence en iyi işlenmiş parçaları seçtim, ne demek istemiş olduklarını gidip kendilerine sordum, bir şey öğreneceğimi umuyordum.
Yargıçlar, inanır mısınız? Doğruyu söylemeye utanıyorum; ama söylemeliyim. O ozanların yapıtları hakkında dedikleri, orada bulunan hemen herkesin diyebileceğinden daha iyi değildi. O zaman anladım ki ozanlar yapıtlarını bilgilerinden değil, bir çeşit içgüdüyle, tanrıdan gelme bir esinle yazıyorlar, tıpkı bir sürü güzel şey söyleyip de dediklerinden bir şey anlaşılmayan tanrı sözcüleri, biliciler gibi. Ozanlar için de öyle olduğunu gördüm; üstelik onlar, kendilerinde ozanlık var diye, bilmedikleri şeylerde de insanların en bilgini olduklarını sanıyorlar. Yanlarından ayrılırken anlamıştım ki, devlet adamları karşısında nasıl bir üstünlüğüm varsa, onlardan da öylece üstünüm.
VIII
En son, ustalara gittim; çünkü kendim bir şey bilmediğimin farkında olduğum gibi, onların da hem çok, hem de iyi şeyler bildiklerinden emindim. Bu kez aldanmamışım; onlar benim bilmediğim birçok şeyleri gerçekten biliyorlardı ve bunda hiç kuşkusuz benden daha bilgindiler. Ama, Atinalılar, gördüm ki iyi ustalarda da ozanlardaki özür var; kendi işlerinin eri oldukları için en yüksek şeylerden de anladıklarını sanıyorlar, böyle sandıkları için de asıl bilgileri gölgede kalıyor; o kadar ki Tanrının sözüne geldim, onlar gibi bilgin, onlar gibi de bilgisiz olmaktansa, bilgilerini de, bilgisizliklerini de edinmeyip "Olduğum gibi kalmak daha iyi değil mi?" diye düşündüm; gerek kendime, gerek Tanrı sözüne yanıt vererek, benim için olduğum gibi kalmak daha iyi dedim.
IX
Atinalılar, bütün bu araştırmalarım birçok düşman, hem de en kötü, en tehlikeli türünden düşmanlar edinmeme neden oldu; birçok karalamaya yol açtı; adım bilgeye çıktı, çünkü beni dinleyenler, başkalarında bulunmadığını gösterdiğim bilginin bende bulunduğunu sandılar. Asıl bilen, Atina Yargıçları, belki yalnızca tanrıdır; o sözüyle de insan bilgisinin büyük bir şey olmadığını, hatta bir şey olmadığını göstermek istemiştir; "Sokrates", demiş olması ancak bir söz gelişidir: "Ey insanlar! Aranızda en bilgeniz, Sokrates gibi bilgeliğinin gerçekte bir hiç olduğunu bilendir", demek istemiştir.
İşte böylece tanrının sözünü düşünerek yer yer dolaşıyor, yurttaş olsun, yabancı olsun bilge sandığım kimi bulursam konuşup soruyorum; bilge olmadıklarını anlayınca da, tanrı sözüne hak vererek bilge olmadıklarını kendilerine gösteriyorum. Bu iş bütün zamanımı alıyor; bu yüzden devlet işleriyle de, kendi işlerimle de yeterince uğraşacak zaman bulamıyorum; o kadar ki, tanrıya hizmet edeceğim diye yoksul kaldım.
X
Dahası var: Birtakım gençler kendiliklerinden başıma toplanıyor; babaları zengin, zamanları bol; ben önüme aldığım adama sorular sorarken durup dinliyorlar; üstelik bilgiçlerin sorguya çekilmesini dinlemekten hoşlanıyorlar, çoğu kez bana benzeyerek başkalarını da denemeye kalkışıyorlar; az bir bilgiyle, üstüne üstlük büsbütün bilgisiz, kendilerini bilgin sananlar sayısız; bunu o delikanlılarda biliyorlar. Sıkıştırdıkları adamlar kendilerine kızacaklarına bana kızıyor, "Ah! Alçak Sokrates! Gençleri baştan çıkarıyor!.." diyorlar. Oysa biri çıkıp da kendilerine sorsa "Peki ama bunun için ne yapıyor? Ne öğretiyor?" dese, ne yanıt vereceklerini bilemezler; fakat şaşkınlıklarını belli etmemek için de her zaman filozoflara karşı çevrilen "bulutlarda, yerin dibinde olup bitenleri öğretmek", "tanrılara inanmamak", "iyiyi kötü göstermek" gibi beylik sözleri sayıp dökerler; çünkü bir şey bilmedikleri halde biliyor görünmek istediklerinin açığa vurulduğunu söylemeye bir türlü dilleri varmaz.
Onlar, iyi tanınacağız, sözümüz geçecek diyen, kalabalık bir gurup insandır; benim sözüm açılınca, bir ağızdan konuşup karşılarındakini kandırmayı bildikleri için, öteden beri, ağır karalamalarla kulaklarımızı doldurdular, gene de dolduruyorlar. Meletos'a, Anytos'a, Lykon'a bana saldırmak cesaretini veren, işte bu karalamalardır. Meletos, şairlerin, Anytos, ustalarla politikacıların, Lykon da konuşmacıların düşmanlıklarına tercüman olmuştur.
Sözüme başlarken de dediğim gibi, böyle kök salmış bir karalamadan kendimi böylesine az bir zamanda temize çıkarabileceğimi sanmam. İşte, Atinalılar, size doğruyu söyledim; büyük küçük, bir şeyi saklamadım, bir şeyi değiştirmedim. Biliyorum ki bu yüzden gene düşmanlıklarıyla karşı karşıya kalacağım; bu da gösterir ki ben doğruyu söylüyorum, bana haksızlık ediliyor, nedeni de budur. Şimdi arayın, sonra arayın, bulacağınız hep budur.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro