Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Sonsöz


Wooyoung San

"Yanlış kapıya geldiniz," dedi San sertçe, ona pizzayı teslim etmeye çalışan yaşlı teyzeye bakarken yüzünde öfke ve az da olsa suçluluk ifadesi vardı.

Şaşkın kadın kaşlarını çattıktan sonra elindeki fişi buruştururken mahzun yüzü San'ın nazik kalbine işlemişti.

"Bu ay ikinci kez sipariş etmediğim bir pizza kapıma geliyor," diye mırıldandı San ve kadını geri döndürdü. "Lütfen ben sipariş edesiye kadar bir daha gelmeyin buraya," dedi teker teker, aynı zamanda sabahın erken saatinde kimin pizza yemek istediğini merak ediyordu.

Kadın gittiğinde kolundaki saatine baktı ve saati görünce sessizce küfür etti. Eğer zamanını harcayan pizza şirketinin çalışanı sipariş eden kişileri karıştırmasaydı beş dakika önce çıkmış olmalıydı.

Dışarıya adımını attığında soğuk şubat rüzgârı San'ın açıktaki yüzünü okşadı; aylardır bir dokunuşa dair hissettiği en yakın şeydi. Başını hafifçe geriye doğru kaldırırken neredeyse yabancısı olduğu hissin tadını çıkardı.

Dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşirken dostane hisse alışılmadık bir şekilde kolay alışmıştı.

Sonunda ürpertisi geçtiğinde çenesini yüzünün alt kısmını çevreleyen pamuklu boğazlı kazağının sıcaklığına gömdü. Ellerini de kazağının kollarının içine soktuktan sonra San memnun olmuş bir halde iç çekti, fakat görüşünü bulanıklaştıran nefesi yüzünden gözlerini kıstı.

Kabul etmeliydi ki geçen birkaç ay ilk başta çok zor olsa da bir bakıma terapi gibi olmuştu. Her gününü Wooyoung'un onu sevdiğini bilerek geçirmişti ve bu sayede kendine olan değeri tekrar kazanabilmişti. Yalnız ve içe kapanık hissettiğinde ya da geleceklerine dair karamsar olduğunda bile San biliyordu ki sadece kısa bir süre daha beklemek zorundaydı.

O yüzden sabah kahvesi için Yeosang'la buluşmak için adımlarını hızlandırdı. İkisi kolayca barışmışlardı; San, kişiliğini o kadar iyi bilen başka birisini bulamayacağı için Yeosang'ın arkadaşlığının hafife almamasını gerektiğini fark etmişti.

Gideceği yer kaldığı evden çok uzakta değildi, ufak kahve dükkânı ikisinin ve üniversiteden diğer arkadaşlarının buluşma noktalarıydı. San, Daegu'yu sevmişti; şehir, Seul'un alışık olduğu işlek merkezinden çok daha huzurluydu. Tam onluk bir yerdi.

Elinin tersiyle siyah saçını ittirdi, uzayan saçları artık boğazlı kazağının yakasına hafifçe değiyor, ensesini ısıtıyordu. Saçımı kestirmem lazım, diye düşündü hemen, önüne gelen saç tutamları sinir etmeye başlıyordu.

Yeosang da onu her gördüğünde saçını kestirmesini söylemeden edemiyordu. Fakat bugün, San kahve dükkânının kapısını açtığında geldiğini belli eden gümüş zil çaldıktan sonra garip bir şekilde gülümseyerek onu selamlamış ama saçıyla ilgili hiçbir şey söylememişti.

"Neyin var?" diye sordu San şüpheyle. Tereddüt ederek masaya oturdu ve Yeosang'ın alışkın olmadığı yüz ifadesine gözlerini kısarak baktı.

"Yok bir şeyim!" Arkadaşı anında cevap verince San gözlerini devirdi.

"Yeo, hadi ama. Yıllardır arkadaşız, seni çok iyi tanıyorum." Çenesini yumruk yaptığı ellerine koyduktan sonra beklentiyle arkadaşına baktı.

"Şey..." Yeosang sanki bir cevap ararcasına çevresine etrafına bakındı. "Hukuk sınıfımdan Hyunjae'yi biliyor musun?"

San mırıldanarak onaylarken Yeosang elinin arkasıyla ağzını kapattı. Yeosang'ın bu kadar gülümsemesine ya da utanarak konuşmasına alışkın değildi.

"Şey, sonunda bana çıkma teklif etti!" dedi Yeosang heyecanla ve San şaşkınlıkla gülümsedi.

"Bu harika!" dedi San içten bir mutlulukla, ama bir yandan da içindeki yalnızlık hissini bastırmaya çalışıyordu. "Demek sonunda iki yıllık platonik aşkını aşabildin ha?"

Yeosang gözlerini devirirken sandalyenin arkasına yaslandı. "Seonghwa düz olduğunu gayet açıkça gözüme soktu. Onunla bir şansım yoktu zaten."

San dudaklarını üzülerek bükerken geçmişte yaşanan tatsız olaylar tekrar hatırlanınca ortamı sessizlik kaplamıştı.

Sessizliği geçiştirmek için boğazını temizlerken gözlerini tezgâhın arkasındaki kahve dükkânına düzenli gelmelerine alışan garsona çevirdi.

San bile çocuğun oldukça son derece çekici olduğunu kabul ediyordu, o yüzden neredeyse her gün okul üniformalı kızların ağızlarının suyunu akıtarak çocuğu izlemeleri sıra dışı gelmiyordu ona.

"Her zamankinden mi?" diye sordu garson bir kaşını karizmatik bir şekilde kaldırarak ve ardından elindeki küçük not defterini üzerinde Younghoon yazan isim kartlığının olduğu cebe soktu.

San gülümseyerek başıyla onayladı ve Younghoon her zamanki kahveyi hazırlamak için geri dönemeden önce gülümsemesine karşılık verdi.

"Bence senden hoşlanıyor," dedi Yeosang ikisini izlerken, San daha önce defalarca kez tekrar eden bu duruma aynı tepkiyi vermesini bekliyordu.

"Atlatır," dedi omuzlarını silkerek, daha fazla bir şey demeye gerek duymamıştı. "Başım bağlı, biliyorsun."

Yeosang bir kahkaha patlattı ve ikisi boş konuşmalarına gülümseyerek devam ettiler.

Önemli bir konu konuşmadan geçen yaklaşık kırk dakikanın ardından San eve gidip ödevini tamamlamak istediği için artık kahve dükkânından çıkma vaktinin geldiğine karar verdi.

"Gitmem lazım," dedi yorgun bir halde, onu bekleyen ödevi hiç yapmak istemiyordu.

Yeosang telefonunun ekranına bakarak başını sallayınca San onu umursamayarak masadan kalktı ve her zaman geldiği kahve dükkânının estetik düzenini bozmamak için sandalyesini geri yerine ittirdi.

Acele etmeden evine yürürken masasında onu bekleyen işleri düşünmemeye çalışarak soğuk rüzgarın tadını çıkardı.

Ama evi beklediğinden çok daha çabuk görüş alanına girdi ve saniyeler içinde kapısını açarken hızla akan zamanın onu savuruyor gibi hissettirmesinden nefret etmişti.

Bir süre sonra artık neşeli halinden eser kalmamıştı ve tam o sırada zaten ağrıyla zonklayan beyninin içinde kapı zili yankılandığında sinirle başını birkaç kez masaya vurdu.

Tekerlekli sandalyesini sertçe geriye ittirdi ve sürekli aynı sorunu yaşadığı için elindeki kalemi kapıya fırlattı. "Sana söylemiştim!" diye bağırdı odanın içinde.

"Lanet olası pizzayı ben sipariş etmedim!" Sandalyesinden hızla kalkınca oda birkaç saniyeliğine etrafında döndü ama kendine geldikten sonra hızla kapıya ilerlerken kuryeye haddini bildirmeye ve hatta dava etmekle tehdit etmek için hazırladı kendisini. Ta ki...

"Seni görmek de güzel." Wooyoung.

Gelen Wooyoung'du. Wooyoung, Wooyoung, Wooyoung.

İsmi zihninin içinden defalarca yankılanırken önündeki dikilen kişinin görüntüsüyle gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu ve çenesi resmen yere düştü. Wooyoung'un lila rengi saçları artık kaybolmuştu ve San'ın en son hatırladığına göre biraz daha kısa, dalgalı ve doğal siyahlığına geri dönmüş haldeydi. Bal rengi teni resmen parlarken gözlerinde ışıldayan yıldızlarla birlikte dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı.

Çok farklıydı ama hala aynı gibiydi ve San o anda kalbinin, beyninin, bedeninin ve ruhunun hissettiklerini kelimelere dökmeyi başaramamıştı.

Wooyoung'un bileğinde nereden geldiğini ve tedavisini tamamladığını belli eden basit bir bileklik vardı. Diğer eliyse cebinde serbestçe duruyordu ve onunla ilgili diğer her şey nefes kesici derece güzel görünüyordu.

"Na-nasıl..." diyebildi San sadece, dikildiği yerde mıhlanmışçasına dururken gözlerini kırpıştırıyordu.

"Dün rehabilitasyondan çıktım," diye açıkladı Wooyoung yüzündeki San'ın en sevdiği gülümsemeyle ve adımlayarak San'a yakınlaştı. "Burada yaşadığını Yeosang söyledi."

San kendine gelerek bir kahkaha attıktan sonra kollarını hızla Wooyoung'un boynuna sardı ve ona sıkıca sarıldı. Wooyoung ani ağırlıkla geriye doğru sendelerken kolları San'ın gövdesini sardı ve onu sıkıca kendisine doğru çekti.

Birbirlerine sarılı halde öylece kaldılar. San, Wooyoung'u bırakmaya niyeti yokmuş gibi kollarını daha da sıkıp yüzünü boynuna gömerken aktığından bihaber olduğu gözyaşları Wooyoung'un kıyafetini ıslatıyordu. Wooyoung, omuzlarının hafifçe sarsıldığını hissetti ve o anda kaldığı yerde neler yaşadığını düşününce sonsuza dek öyle kalmak için gücü yettiğince daha sıkı sarıldı.

"Beni özledin mi?" diye fısıldadı Wooyoung kulağına fakat alaycı ses tonu beklediğinin aksine titrek çıkmıştı.

San tekrar gülerken ne kollarını serbest bıraktı ne de Wooyoung'un onu bıraktığını hissetti. "Seni asla bırakmam," diye cevapladı ciddi ses tonuyla, mutluluktan akan birkaç gözyaşını gözlerini kırpıştırarak geçiştirdi.

"En azından içeri girebilir miyiz? Biraz soğuk da," dedi Wooyoung bir süre sonra, sesi San'ın boynunun kovuğunda boğuklaşmıştı.

Kollarını boynundan çekerken az önce söylediği sözlere ihanet ediyormuş gibi hissetti ama bu sefer evin içine doğru geri adım atarken parmaklarını Wooyoung'un parmaklarına geçirdi ve onu içeriye çektikten sonra yavaşça kapıyı kapattı.

Ayrı geçirdikleri onca zamandan sonra şimdi ikisi de ne diyeceğini bilemeden birbirinin yüzüne bakıyordu ama hissettikleri duygular yüzlerinden açıkça okunurken ikisi de o hisleri gizlemeye gerek duymuyorlardı.

Wooyoung burnundan derin bir nefes alırken elini San'ın elinden çekerek ensesine götürdü ve parmaklarını uzayan saç tutamlarına daldırdı.

"Saçların uzamış," dedi sakince, gözlerini kırpmadan bakarken hala San'ın o güzel yüzünü sindirmeye çalışıyordu.

"Biliyorum, kestirmem lazım," diye mırıldandı San utanarak, yanakları uzun zamandır hasret kaldığı bakışların altında kızardı. "Kestirecektim ama..."

"Hayır." Wooyoung hızla sözünü keserken saçlarıyla oynadığı parmaklarıyla nazikçe ensesini okşadı. "Bu halini sevdim."

Nefesi boğazına takılırken San cesaretini toplayarak ellerini omuzlarına yerleştirdi; sıcak ellerinin altında ceketinin sertliğini ve soğukluğunu hissetti. "Neden beni hala öpmedin?" diye sordu San utanarak.

"Bilmem," dedi Wooyoung dalga geçercesine, bakışları, gözlerinde en büyük yıldıza ev sahipliği yapan çocuğun yüzünde geziyordu. "Gözlerini kapat."

San'ın kirpikleri titreşerek kapanırken sadece nefesleri duyulacak kadar etrafındaki her şey sessizleşmişti; o an sadece onlara aitti.

Aniden Wooyoung'un tüy gibi yumuşak dudaklarını göz kapağında hissetti, diğer göz kapağına geçmeden önce nazikçe öptü. Ardından dudaklarına yakınlaşarak, "Çok güzelsin," dediğini duydu ve dudaklarının hafifçe kendininkilere değdiğini hissetti.

Hafif dokunuşla birlikte nefesi kesildi ama daha fazlasını istercesine gözlerini asla açmadan başını içgüdüsel olarak yana yatırdı.

İstediği şeye anında kavuştu; Wooyoung da o çok özledikleri hissi hissetmek için can atıyordu. Birbirleri için yaratılmış dudakları birleştiğinde sanki o anı bekliyorlarmış gibiydi; pimi çekilmiş iki bomba sonunda patlamıştı.

Her yeri ateş sarmıştı. Gökyüzünü rengarenk havai fişek cümbüşü süslüyordu. İkisi de aynı şeyleri hissederken öpüşmeyi daha ileri, daha derine sürüklüyorlardı.

Hepsi sonsuz gibi hissettiren saniyeler içinde bitmişti; hepsi önceki öpüşmelerinin kopyala yapıştır versiyonu gibiydi, ilkinde ne hissettilerse sonuncusunda da aynı şeyi hissetmişlerdi; tüm hisler yabancı ama çok tanıdıktı.

Fakat havai fişekler henüz sönmemişti, ikisi de hala birbirleriyle sarhoş olmuş gibiydi, az önce yaşanan şeyleri hala idrak edemiyorlardı.

"Beni bir daha bırakma," diye fısıldadı San nefesini toparlayabildiğinde, ağzından çıkan her bir sözle dudakları hafifçe Wooyoung'un dudaklarına sürtüyordu.

Wooyoung hızla başını sallayarak onayladı, göğsü hala hızla inip kalkarken ellerini San'ın bacaklarının arkasına yerleştirip onu kaldırdı ve masanın üzerine oturttu.

San ödevini tamamen unutmuş bir halde Wooyoung'u tekrar öpmek için eğildi, bacaklarını beline sıkıca sararken elleriyle yanaklarını kavrayarak daha rahat öpebilmek için başını yukarı doğru kaldırdı.

"Seni bir yere götüreceğim," dedi Wooyoung kesik nefeslerle aç öpücüklerin arasından. San'ın bacaklarını sıktırırken San da hızla Wooyoung'un ceketini çıkartmak için çekiştiriyordu.

"Burada kalalım," diye itiraz etti San, ceketini başarıyla çıkardı ve tenini keşfe çıkmak için ellerini Wooyoung'un tişörtünün altından soktu.

Ama Wooyoung bileğini kavradı ve öpüşmelerine ara vermek için geriye çekilince San hayal kırıklığıyla ve memnuniyetsizlikle somurttu. "Bunun için bir ömür boyu vaktimiz var," dedi nazikçe alt dudağını ısırarak.

"Çıkalım hadi," diye tekrar etti Wooyoung sırıtarak. "Akşam yemeğine götürmek istiyorum seni."

"Peki o zaman," dedi San abartılı bir şekilde iç çekerek. Ardından saçını geriye attı ve masanın üzerinden atlamadan önce bacaklarını sallandırdı. "Nereye gideceğiz?"

"Önce yürüyelim," dedi Wooyoung ve ceketi omuzlarına tekrar geçirdikten sonra parmaklarını San'ın parmaklarına geçirdi "Hala gün batımını yakalamak için vaktimiz var. Sonra da nereye gideceğimize bakarız."

San mırıldanarak onayladı ve Wooyoung'u kapıya doğru takip etti. Dışarı çıktıklarında başını ondan çok az kısa olan Wooyoung'un omzuna rahatça koydu ve yakınında durarak sessizce varlığının tadını çıkardı.

San, tüm gün boyunca çalışırken farkına varmadığı turuncu, mor ve kızıl rengin birleşimiyle güzel gökyüzüne yayılan günbatımının ne kadar güzel olduğunun farkına varmıştı. Ruhu zamansız bir varoluşa sürüklenirken karşısındaki görüntüyle heyecanlandı ve gecenin karanlığının koruyucu örtüsüne ve yanındaki çocukla yeni rüyalara dalmaya tamamen hazır hissediyordu.

El ele, pek bir şey konuşmaya gerek duymadan bir süre boyunca sadece yürüdüler. Gerçek aşkla birlikte San, Wooyoung'un varlığının güzel hayatının nedeni olduğunu hissetti. Etrafındaki her şey hayat bulmuştu, gökyüzündeki renkler bile uzun süredir görmediği canlılıkla parlıyordu.

San gözlerini sevgilisine çevirdi; kara gözleri gökyüzünün ateşli turuncusunun zarif alevlerini yansıtıyor ve gözlerini çevreleyen koyu kirpikleri yanaklarına gölge düşürüyordu.

"Görüşmeyeli nasılsın?" diye sordu San rahatlatıcı sessizliğe doğru, eğer konuşmazsa tekrar tekrar Wooyoung'u öpmeye çalışabilirdi.

Wooyoung ona yan gözle bakınca San da onu meraklı bir şekilde izledi. "Kolay değildi," diye itiraf etti birbirine geçmiş elleriyle oynarken. "Ama değdi."

San o anlık daha fazlası için üstelemedi ve basitçe başını sallayarak elini destek olurcasına hafifçe sıktı. "Peki diğerleri..." diye başladı sorusuna ama aslında kimi sormak istediğinden emin olamamıştı.

"Nasıllar mı?" diyerek Wooyoung tamamladı. "Birkaç kere ziyaretime geldiler. Hyunjin seni çok özlüyor, sen de biliyorsundur. Onu aramalısın."

"Arayacağım," diye söz verdi San köşeyi dönerlerken, önüne çıkan yarısı boyalı tuğla duvarı inceledi.

"Mingi ve Yunho hala birlikteler," diye devam etti Wooyoung sözlerine düşünceli halde mağaza tabelalarına bakarken. "Seonghwa da her zamanki gibi, Minho da öyle. Minho'yla en son bir ya da iki hafta önce cinsel yönelimini açıklamak istediğiyle ilgili konuşmuştuk."

"Onun adına sevindim," dedi San samimi bir şekilde fakat bir sonraki sorusunu sormak için tereddüt ediyordu. "Peki Felix?"

"Şey, o hiç ziyaretime gelmedi," dedi Wooyoung gülerek. "Ama iyi olduğunu duydum."

San mükemmel anı bozmak istemeyerek bir anlığına duraksadı. "Neler yaptığını biliyorsun, değil mi?"

Wooyoung yavaşça San'a doğru söndü ve dikkatle ona baktı. "Biliyorum," diye onayladı ve eğilerek alnını öptü. "Ondan nefret etmemeye çalış."

San verecek cevabı olmadığı için sessiz kaldı. Ondan nefret etmemişti. Sadece onu hayal kırıklığına uğratmıştı.

"Ayrıca hepsi benim suçum," diye devam etti Wooyoung ve sevimli lambalarla süslenmiş boş bir kaldırıma çıktı.

İkisi de o anki konudan pek haz etmediği için tekrar bir sessizlik çökmüştü. Daha fazla uzatmaktansa San birbirine geçmiş ellerini havaya kaldırdı ve Wooyoung'un eklemlerine sert bir öpücük kondurdu.

Wooyoung'un dudaklarına samimi bir gülümseme yerleşirken başparmağıyla San'ın elini okşadı. "Seni sevdiğimi biliyorsun, değil mi?" diye sordu nazik sesiyle ama sanki alacağı cevaptan korkuyormuş gibi sesi titriyordu.

"Evet, Jung," dedi San gülerek, ardından bedenini Wooyoung'a döndürdü ve diğer ellerini de birleştirdi. "Ve sen de benim seni sevdiğimi biliyorsun."

Wooyoung istediği cevabı duyunca aniden ellerini çekti. San şaşkınlıkla kaşlarını çatarken Wooyoung geriye doğru adımladı ve tereddüt ederek elini cebine atarken derin bir nefes aldı.

"Ne yapıyo-" diye soracaktı ki Wooyoung önünde bir dizinin üzerine çöküp San'ın bir elini tutunca sorusunun devamını getiremedi.

"Evlenme mi teklif ediyorsun?!" diye sordu San şaşkınlıkla incecik çıkan sesiyle, etrafına endişeli gözlerle bakarken eliyle ağzını kapattı.

Wooyoung cevap olarak sadece gülümserken başını salladı ve elindeki sade ama ışıkta parlayarak göz alan güzel gümüş yüzüğü gösterdi. "Henüz değil Küçük Choi," dedi imalı ses tonuyla.

"Bu bir söz yüzüğü," diye açıkladı, göz bebekleri aniden kocaman olmuş ve aşkla parlamaya başlamıştı; hissettiği samimi duyguları ve gerginliğini apaçık yansıtıyorlardı.

San hala ağzını eliyle kapatıyordu, içinden çığlıklar atarken nefes alabiliyor mu emin değildi. Tekrar Wooyoung'a baktı, daha önce onu hiç böyle görmemişti; yüzünü önündeki açık bir kitap gibi okuyabiliyordu.

"Seni sonsuza kadar sevmek istiyorum," dedi Wooyoung utanarak ve yüzüğü San'ın bekleyen parmağına taktı. "Bir daha birbirimizi bırakmayalım, olur mu?"

"Olur," diye tekrar etti San, gözleri hayranlıkla ve gözyaşlarıyla parıldıyordu. İkisi de büyük bir rahatlıkla gülerken Wooyoung yerden kalktı ve San'ı kucağına çekti, etrafındaki insanlar bakıyorlar mı diye umursamadılar bile.

San elbette evet demişti. O kelimeyi söylemeden hayatının nasıl ilerleyeceğini hayal bile edemiyordu ve daha önce hiç bu kadar kendinde hissetmemişti. Aşklarına belki 'kader' denemezdi ama birbirlerini buldukları için kesinlikle çok şanslılardı.

Her ne kadar kusurlu olsa da aşkları kaçınılmazdı.

GERÇEK SON

____________________________________________________

Bu sefer gerçekten bitti 🥺

Çevirmek için sabırsızlandığım fic 9 ay gibi kısa bir süre içinde sonunda bitti gsksn 

Amatör bir çevirmen olduğum için hatalarım illaki olmuştur umarım kusura bakmazsınız. 🥲
Okuyarak, yorum yaparak ve oy vererek destek olduğunuz için çok teşekkür ederim. 🌸🤍

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro