Bölüm 40 (Final)
Wooyoung San
Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Onları tetik halinde izleyen iri yapılı güvenlik görevlilerine dikkatini veremiyordu; o sırada güvenlikler sürekli saatlerini kontrol ediyorlar ve telsizlerine sertçe bir şeyler mırıldanıyorlardı.
Üzerlerine dönen sorgulayıcı bakışlara aldırmadı, yolcular trenlerine yetişmek için aceleyle koşarken istasyondaki kargaşayı fark etmedi bile. Her şey anlamsız bir bulanıklıktı. San'ın tek görebildiği o çok özlediği ve yakışıklı yüz hatlarına yerleşen şimdiye kadar gördüğü en parlak olan gülümsemesiyle önündeki çocuktu.
Wooyoung'un artık iyice koyulaşan saçında hala lila renginin belli belirsiz izleri vardı, rüzgarın dağıttı saçları güzelliğin anlam bulmuş haliydi. Soluk soluğa kalmış halde Wooyoung'un tüm varlığı kusursuzum diye çığlık atıyor ve San'ın kalbini sıkışıyordu.
İkisinden biri sessizliği bölmek zorundaydı ama Wooyoung nefessiz halde önünde dikilen San'ın görüntüsünü sindirmeye çalıştığı için ve zaman ikisi için de durmadığı için sessiz kalmaya karar verdi.
"Ne yapıyorsun burada?" diye sordu San şok içinde, ellerini başka bir şeyle meşgul etmek için omzundaki çantanın askısını düzeltti.
"Ne yapıyor gibi duruyorum?" diye cevap verdi Wooyoung başka bir soruyla. Fakat sonra bir önemi yok dercesine başını sallayarak San'a doğru bir adım attı, yüzündeki gülümseme asla kaybolmuyordu.
San istemsizce gerilse de geri adım atmadı, gerçek olup olmadığı kontrol etmek istermiş gibi elini uzatarak yanağını okşayan Wooyoung'un önünde hareketsizce duruyordu.
"Aklım başıma geldi," diye devam etti Wooyoung sözlerine. "Tanrım, tam bir aptaldım. Ama şimdi, senin için en iyisi olduğunu düşündüğüm için kendimi engellediğim o bencilce olan şeyi yapma zamanı."
Konuşurken titreyen elleri San'ın yüzünü kavradı, nazik dokunuşu kalp ritimlerini bozarken sanki elektrik çarpmış gibi tüm tüyleri havaya kalmıştı.
"Ne diyorsun?" diye sordu San, başını hiçbir şey anlamadığı için hafifçe sallarken kendi elini Wooyoung'un elinin üzerine yerleştirdi.
"Diyorum ki," dedi Wooyoung, bakışları sanki direkt ruhuna işliyormuş gibi hissederken San'ı garip bir şekilde savunmasız hissettiriyordu. "Tam burada ve tam şu anda..."
Wooyoung duraksarken San bekledi, ağzından çıkan her bir kelimeyle yakınlaşırken nefesini tutuyordu. Ne yaptığını bilmiyordu ama Wooyoung'u çok fazla özlediğini biliyordu ve tam burası, tam şu an onun için önemli olan tek şeydi.
"Seni seviyorum Küçük Choi," diyerek bitirdi Wooyoung sözlerini ve kullandığı isimle San'ın kalbi tekledi.
San tuttuğu nefesini bırakırken kelimeleri algıladığı an yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmişti.
"Se-seviyor musun?" dedi San kekeleyerek ve inanamaz bir halde aralarındaki mesafeyi kapatmak için kendisi de bir adım attı.
"Tanrım, evet," dedi Wooyoung ikna etmek için, başparmağıyla yanağını okşarken gözleri San'ın yüzünün her yerini inceliyordu. "Hem de çok."
Nefesi boğazına takılınca kafasında bozuk plak gibi tekrarladığı kelimeler bu sefer en güzel melodi gibi geliyordu kulağına. "Bana karşılık vermeni bekleyerek gelmedim buraya," diye ekledi Wooyoung aceleyle, gözlerini bir an olsun yüzünden ayırmıyordu. "Sadece bilmeni istiyorum ki—"
"Ben de seni seviyorum Jung Wooyoung," diye sözünü kesti San küçük bir kahkaha atarak, hissettiği coşku içini ısıtırken sonunda hislerini dürüstçe itiraf etmesinin verdiği his başını döndürüyordu. "Her ne kadar kendimi engellemeye çalışsam da seni gerçekten çok seviyorum."
Wooyoung her ne bekliyorduysa beklediği şey kesinlikle bu değildi. Şaşkınlık içinde kısa bir kahkaha attı ve yakınlıklarından dolayı San, Wooyoung'un gözlerinde biriken yaşları fark etti.
San, Wooyoung'un bileklerini daha sıkı kavrarken eline doğru iyice eğilince Wooyoung'un gözleri büyüyen gülümsemesiyle yarım ay şeklini aldı.
"Onca şeyden sonra bile—" Wooyoung başını yüzüncü kez sallarken San'a daha da yaklaştı ve göğüslerinin hafifçe birbirine çarpmasına neden oldu. "Siktir." O anda kelimelerin kifayetsiz kaldığına yemin edebilirdi. "Seni seviyorum."
San kendi parmaklarıyla Wooyoung'un parmaklarını nazikçe okşarken bunca zamandır yoksun kaldığı basit dokunuşun tadını çıkarıyordu. Tekrar nefes alabildiğini hissediyordu. "Tekrar söyle," dedi hafifçe, gözleri beklenti içinde titreşti.
Wooyoung dudaklarını San'ın dudaklarına mühürlerken ikisi de aralarındaki saf aşkla bu kadar yakın olmalarının zevkini çıkarıyorlardı. Fakat bir süre sonra zor da olsa birbirlerinden ayrıldılar. "Seni," diye başladı bu sefer yüzündeki daha nazik bir gülümsemeyle ve San'ın saçını okşadı.
"Seviyorum." Wooyoung'un 'seviyorum' kelimesini telaffuz edişi bu sefer çok daha farklı yangınlara neden olmuştu. Sadece basitçe dudaklarından dökülmüş olsa bile sanki kendisini sevdiğine adayan Orpheus'un flütünden çıkan müzik gibiydi. Kelime, bir kelimeden çok daha fazlasıydı, Wooyoung'un dudaklarından çok çıplak ve yürekten çıkmıştı.
"Daha önce kimse beni sevdiğini söylememişti. Ya da bildiğim kadarıyla kimse sevmemişti beni," diye itiraf etti San utanarak ve daha da yakınına girdi.
"Bir kere daha söyleyeyim mi?" diye sordu Wooyoung boğuk sesiyle ve San anında başıyla onayladı. "Seni seviyorum." Wooyoung istediğini yerine getirince San'ın daha da kızarıp tekrar gülümsemesine neden oldu.
Bir kere daha duymak yeterli gelmemişti, bıkana kadar tekrar tekrar söylemesini istiyordu ama bunu başka bir şekilde de elde edebilirdi. San kollarını Wooyoung'un boynuna doladı, sabırsız dudaklarını yavaş ve aç bir dans için, yakıcı bir serinlik ve aralarındaki tutkulu yakınlık içinde birleştirirken başını eğdi.
Bu seferki öpüşmeleri daha öncekilere benzemiyordu ama yine de tamamen aynısıydı. Dudakları birbirlerini tanıyordu, aynı anda kusursuzca hareket ediyorlardı; sanki bu ana hazırlanmak için onlarca kez prova yapmış gibiydiler, her dokunuşlarında tanıdık bir his vardı.
Wooyoung dudaklarına doğru gülümserken bir kolu otomatik olarak San'ın beline dolandı, diğeri ise hala San'ın yanağını okşamakla meşguldü. Öpüşmeleri sonlanmasına rağmen alınları hala birbirine dayalıydı ve ikisi de kısa süre içinde birbirlerinden ayrılmayı düşünmüyorlardı. Tam burada, tam şu anda, Wooyoung'un onu sevmesi için yeniden doğsaydı işte o zaman hayatının amacına ulaşmış olacağını fark etti San.
Ama onların o anları sonsuza kadar sürememişti çünkü yakınlarında duyduğu boğaz temizleme sesiyle sürelerinin çoktan dolduğunu anlamışlardı.
Birbirlerinden ayrılırlarken San tensel temaslarını bir an olsun bölmemek için parmaklarını Wooyoung'un parmaklarına geçirdi. "Sorun yok," diye mırıldandı Wooyoung'a kendinden emin bir şekilde. "Trene gitmeyeceğim, beraber—"
Ama arkasında polis üniformalı üçüncü bir kişi onlara doğru gelip diğer iki güvenlik görevlisiyle sessizce bakıştıktan sonra sözünü kesmişti. "Jung Wooyoung? 0V98 *** plakalı aracın sahibi siz misiniz?"
Adama doğru dönerken yüzündeki gülümsemenin yerini şaşkınlık alırken adamın söylediği numarayı anında tanımıştı. "Evet?" diye onayladı, ses tonu daha çok soru sorar gibiydi.
San ikisine de endişeyle bakarken Wooyoung'un park parasını ödemediğini falan düşünmüştü; çok ciddi bir şey olamazdı sonuçta.
"Aracınız Seul Üniversitesi'nden Yongsan Garı'na kadar olan hız kameralarına aşırı hızla yakalanmış," dedi polis memuru, gözleri aralarındaki ellerine kaydı ve ardından Wooyoung'un görünüşünü süzdükten sonra çenesi kasıldı.
"Peki," dedi Wooyoung kabullenerek ama yüzünden kafasının karıştığı okunabiliyordu. "Fakat insanlar her gün hız yapıyor zaten. Bir polis memurunun gelip bunu bana neden söylediğini anlayamadım."
"Hepsi bu kadar değil Bay Jung." San yanında gerilirken ardından duyacağı sözlerden korkmuştu. "Aşırı miktarda çeşitli yasa dışı madde bulundurduğunuz tespit edildi. Ve bu, yasaları çiğnemek demek..." Adam konuşmaya devam ederken Wooyoung'un yüzü düştü.
San artık dinlemiyordu, başı dönmeye başlarken duyduğu şeyleri algılamaya çalışıyordu. Wooyoung'un elini daha da sıktığını fark edince nefes alış verişi hızlandı. En kötü kabusu gerçek olmuştu. Sevdiği kişiyi tekrar farklı ama yine de aynı sebeple kaybediyordu.
"Hala reşit olmadığınız için," dediğini duydu San ve boğazındaki düğüm daha da büyüdü. Adam neyi mahvettiğini umursamıyordu. "İki seçeneğiniz var." Umurunda olan tek şey işini düzgün yapmaktı.
San arkasını döndü, ardından çıkan sözleri duyamıyordu. Korkuyla büyümüş gözlerinde yaşlar birikirken teker teker yanaklarından süzülmeye başlamışlardı. Wooyoung'a henüz yeni kavuşmuştu ama aşık olduğu kişi tam bir aptaldı o yüzden bir şey çıkacağı kesindi. Her şey çok hızlı gelişmişti, söyleyecek çok şeyi, yapacak çok şey vardı fakat yeterli zaman yoktu.
"San." Wooyoung'un sesi kulağının dibinden çok nazik gelmişti. Şaşırtıcı derece Wooyoung'un sesi çok sakindi. "Bebeğim..." Duyduğu şeyle San daha da çok ağlamaya başladı.
San, Wooyoung'a doğru dönünce Wooyoung'un gözleri anında yumuşadı. Onu göğsüne doğru çekti ve San başını boynunun kovuğuna gömerek ağlamaya devam etti, omuzları titrerken Wooyoung sakinleştirmek için sırtını okşadı. "Sakin ol," dedi mırıldanarak.
San, Wooyoung'un kollarının sıcaklığında uzun süre sonra yeniden güvende hissederken gözlerini ona hayran hayran bakan gözlere çevirdi. "Özür dilerim," dedi, sözleri Wooyoung'un asıl hissettikleriyle çelişiyordu.
Wooyoung onu sakince sustururdu ama San sadece başını salladı. "Bunların hepsi benim suçum," dedi kendisini suçlayarak, suçluluk hissi sözlerinden bile hissediliyordu. "Eğer sana haber vermeden gitmeye çalışmasaydım..."
Nefes almakta zorlanmaya başlayınca sözleri aniden kesildi. Wooyoung hala onu kollarıyla sararken sessizce gülmeden önce saf bir öpücük için dudaklarını uzun süre alnına bastırdı. "Senin suçun değil. Sensizken tek çarem sandığım o şeye tekrar bulaştığım için hepsi benim suçum. Çok daha güçlü olmalıydım."
San karşı çıkıp suçu tekrar kendisi üstlenmeden önce Wooyoung kollarını çekti ve onu kendisinden bir kol boyu uzaklaştırarak omuzlarından kavradı. "Şimdi beni dinle," diye başladı sözlerine ve o anda San, Wooyoung'un kendisini ne kadar sıktığını fark etti. "Hapishaneye ya da ıslahevine falan gitmeyeceğim. Rehabilitasyon seçeneği de sundular bana."
San tekrar yıkıldığını hissetti, her bir hücresi ona karşı gelmek istiyordu. Rehabilatasyon çok zaman alacaktı ve Wooyoung'una henüz yeni kavuşmuştu. "Kabul edeceğim. Sadece senin için değil bizim için. Benim için." Titrek bir nefes verdi. "İkimiz de neye ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyoruz. Ben hala bu haldeyken hayatında olmam senin için hiç adil değil. Lanet olsun bir anda buraya gelmemin sebebi bile kafamın o şeyler yüzünden güzel olması," diyerek itiraf etti Wooyoung. "Ben artık bu kişi olmak istemiyorum."
San zorla ve sessizce 'hayır' diyebildi ama biliyordu ki Wooyoung haklıydı. Sadece bu kadar çabuk olmasını beklemiyordu.
Polis memurunun ifadesiz yüzünde bir an acıma ifadesi belirmişti ama Wooyoung'un kolunu sertçe tutarak gitmeleri gerektiğini hatırlatırken sert görünümüne tekrar dönmüştü. Genç çocuk büyük bir cesaretle polisi görmezden gelirken San'la uzun süre sonra sahip olduğu o son anlarının tadını çıkarmaya çalışıyordu.
"Daegu'ya gidecek tren kısa süre içinde kalkacak." Aniden duyulan rahatsız edici ses hoparlörlerden yankılandı. "6 numaralı perona gelecek olan tüm yolcular, lütfen geçiş yaptığınızdan emin olun."
San gitmek istemiyordu. Gitmesi gereken yönden zıt yöne adım atarak Wooyoung'a daha da yaklaştı. Wooyoung ise üzgün bir şekilde gülümserken geriye doğru adımladı. "Trenini kaçıracaksın."
"Ama sana daha yeni kavuştum!" diye bağırdı San telaş içinde, göğsü, tüm hayatı boyunca güvendiği annesinden koparılan bir yavru gibi çaresizlik içinde sıkışıyordu. "Bu kadar çabuk olamaz!" diye karşı çıktı çaresiz bir şekilde.
Wooyoung pişmanlıkla onu inceledi, cam gibi parlayan gözleri aklından geçen her şeyi gözler önüne seriyordu. "Nasıl bu hale geldik?" diye sordu kendi kendisine sessizce ama daha yüksek sesle sorusuna cevap verdi. "Her şey yoluna girecek."
"Bu son uyarı. Henüz geçiş yapmayan 6 numaralı perondan kalkacak Daegu treni yolcularına sesleniyoruz; treniniz kalkmak üzere."
"Birkaç ay içinde görüşeceğiz," dedi Wooyoung ifadesiz sessiyle ve kendisinin polis memuru tarafından çekilmesine izin verdi. "Trenini kaçırma," diye ekledi aceleyle. "Ve unutma..." Gittikçe uzaklaşıyordu fakat San onun peşinden gidemiyordu. "Seni seviyorum."
Ve öylece Wooyoung gözden kaybolmuştu.
"Ben de sen seviyorum," diye fısıldadı San arkasını dönerek, onu duyacak kimse yoktu çevresinde.
Trenin son ikaz düdüğünün sesi onu gerçekliğe döndürünce Wooyoung'un son dediklerini tekrar hatırlayarak adımlarını hızlandırdı ve hayatı pahasına koşarken makiniste beklemesi için bağırdı. San tıpkı planladığı gibi Daegu'ya gidecekti. Hayatını tekrar düzene sokacak, geçmişindeki herkesi unutmak haricinde kendisine söz verdiği gibi her şeyi yapacaktı. Ve her ne olursa olsun Wooyoung'u bekleyecekti.
Eğer gerekirse sonsuza dek bile beklerdi.
✣✣✣
San Wooyoung
Polis arabasının arkasında elleri kelepçeli zorla götürülmek hiç beklediği gibi bir son değildi.
Bugün hiç beklemediği, asla akıl sır erdiremeyeceği birçok şey olmuştu. Fakat son olanlar ona mantıklı gelen tek şey olmuştu.
Sessiz araba yolculuğu ona düşünmek için oldukça zaman kazandırmıştı fakat sadece tek bir şey düşünüyordu: eğer gerçekten San'la birlikte olmak istiyorsa rehabilitasyon kaçınılmazdı. Her ne kadar San onu her şekilde çok daha iyi biri yapsa da bağımlılığını rehabilitasyondan başka bir şey çözemezdi.
Böyle olması daha iyi oldu, diyerek kendisini rahatlatmaya çalıştı Wooyoung. Bu şekilde, San'ın kendisini iyi hissetmek için ona bağlı olmadan, onsuz nasıl yaşayacağını öğrenmek için biraz zamanı olabilirdi. Sevdiği çocuğun onun yanında daha iyi olduğunu bilmesi onu her kadar özel hissettirse de bu durum ne sonsuza kadar sürebilirdi ne de onun için sağlıklıydı.
İkisinin de birlikteyken yaşadıkları acı verici bir zamana değil, birbirlerini beklerken birbirinden uzak geçirdikleri zamana ihtiyaçları vardı. Farklı yerlerde olsalar da birbirlerini sevdiklerini ve istediklerini bildikleri sürece o uzun süre ikisi için de kolay geçecekti.
Arabadan çıkarılıp kötü ünüyle bilinen Seul Rehabilitasyon Merkezi'ne götürülürken bile bu düşünceler zihninde fırtınalar oluşturuyordu. Bina umut vaat eder bir şekilde önünde görünüyordu; sıcak bir yuva gibi görünmek için sade bir tasarımı vardı. Kapıdan içeri adım atanlar bunun ya hayatlarında yeni bir şans olduğunu düşünüyorlardı ya da başka birisinin şansı olması için dua ediyorlardı, bazılarıysa ellerine verilen şansları umursamazca geri tepmişler ve birçok kez o kapıdan tekrar girmişlerdi.
En sonunda resepsiyon odası gibi görünen bir yerde bir masanın yanındaki tahta sandalyeye oturtulmuştu. Karşısında düzgün giyimli tombul birisi vardı; kırışık yüzünde mide bulandırıcı sevimli bir gülümse vardı. Yamuk gözlüğü burun kemerinin üzerinde eğri duruyordu ve Wooyoung en az bir kez olsun o rehabilitasyondan kendisini kurtardığına parasına iddiaya girebilirdi.
"Pekala," dedi adam cızırtılısı sesiyle. "Rehabilitasyona girmeye karar vermişsin." Elindeki kalemle birlikte masanın ortasındaki kağıtları düzeltti.
Ne bu, röportaj falan mı? Wooyoung böyle bir konuşma yapmayı hiç beklemiyordu.
"Islahevi kesinlikle çok daha kolay ve kısa yollu bir seçim olurdu. Diğer genç çocukların ilk kararı o oluyor." Demek ki uzun bir konuşma olacak, diye düşündü içinden Wooyoung ilgiyle adamı dinliyormuş gibi yaparken.
"Neden rehabilitasyonu seçtin?" Adam sorduğu soruyla uzun, felsefi bir cevap olacağını umuyor olmalıydı ama Wooyoung'un cevabı çok basitti.
Wooyoung hafifçe sırıtırken zihninde canlanan kuzgun karası saçlı ve parıldayan koyu renk gözlü bir meleğin yüzüyle bakışlarını yere indirdi. "Birisiyle tanıştım." Cevabı işte bu kadar basitti.
Son
____________________________________________________
Ve sona gelmiş bulunuyoruz.
Şaka şaka son bir epilog bölümü var o yüzden bu fic'e veda konuşmamı o bölümde yapacağım gskdnks 🥺
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro