Bölüm 39
San Wooyoung
O olaydan sonra San belirli nedenlerden dolayı Wooyoung'un yurt odasında kalmaktansa kendi evinde kalmayı tercih etmişti ve ardında kendinden kalıntılar bırakarak ortalıktan resmen kaybolmuştu.
Eşyalarının çoğunu toplamamıştı o yüzden Wooyoung sürekli San'ın kazaklarıyla ve San'ın kokusunu ve sayısız anıları barındıran duş jeliyle yüz yüze geliyordu.
Sanki kimi kaybettiğini asla unutma dermişçesine eşyalarını arkasında bırakmış olmasa da hatıralar sürekli Wooyoung'un kalbini sızlatıyordu.
Ancak genç bir erkeğin küçük bir odada bırakabileceği çok fazla bir şeyi olmadığı için bu tarz anlar gittikçe azalmıştı.
Aşık olduğu çocuğun hatıraları her ne kadar canını yaksa da Wooyoung bencilce o eşyaları sürekli görmek istiyordu. En azından ikisinin bir zaman gerçek olduğunu kanıtlıyorlardı; her şeyi mahvetmeden önce San'ın bir süreliğine onun olduğunun tek kanıtıydılar.
Bu da yetmezmiş gibi boyaları dökülmüş eski kapının her çalındığını duyduğunda Wooyoung umutlanmadan edemiyordu ve San'ın olabileceğini düşünerek tek bir kalp atışı hızında kapıya koşuyordu.
Ama gelen asla San olmuyordu.
Bu sefer de bir istisna değildi ve kilitli kapısının hafifçe bir iki kere çalındığını duyduğu an Wooyoung tamamen dolmuş küllüğünde sigarasını söndürdü ve kendisini uyandırabilmek için koyulaşan saçlarına bir elini daldırdıktan sonra elleriyle yüzünü ovaladı.
Anında ayağa kalktıktan sonra kapının kilidini açtı ve nefesini tutarak kapıyı araladı.
Ama kapının diğer tarafında bekleyen kişi sevdiği kişi değildi. Aksine rahatsız bir şekilde dikilen Choi Jongho karşısına çıktı. Wooyoung'un başka birisini beklediğini biliyormuş gibi dudaklarını özür dilercesine birbirine bastırıyordu.
Yanlış Choi'nin gelişiyle yüzü düşerken davetsiz misafiri içeri buyur etmek için kenara çekildi.
"Buraya konuşmaya gelmedim," diye açıkladı Jongho basitçe, ifadesiz kalmak için büyük çaba harcıyordu. "Kardeşimin birkaç eşyasını alacağım."
Wooyoung kapıya doğru yaslanırken bir kaşını kaldırarak kollarını tembelce göğsünde bağladı. "Neden kendisi almıyor?" Neden olduğunu biliyordu ama duygularının bedenini ele geçirmemesi için vurdumduymaz gibi davranmak zorundaydı.
"Meşgul," dedi Jongho direkt. Yere eğilip Wooyoung'un bir süre önce bir çocuk gibi nazikçe yüzüne tuttuğu ama ardından öfkeyle fırlattığı kazağı aldı.
"Öyle mi? Neyle?" diye devam etti Wooyoung, ses tonunu ilgisizmiş gibi tutmaya çalışıyordu.
"Evdeki eşyalarını topluyor," dedi Jongho tereddüt etmeden, gözlerini Wooyoung'dan kaçırıyordu.
"Neden?" dedi Wooyoung ama merakını gizlemeye çalışıyordu. Kalbi endişeyle birlikte hızlanırken farkında olmadan yaslandığı kapıdan ayrılarak dimdik dikilmişti.
"Daegu'ya taşınıyor. Hep girmek istediği bölüm için burs veren iyi bir üniversite var orada, ayrıca—" Jongho durdu ve sessizce kendisine küfretti. "Bunu sana neden söyledim bilmiyorum, artık seni ilgilendirmiyor."
"Beni ilgilendirmiyor mu?" Wooyoung sertçe gülerken gözleri az önce duyduğu bilgiyle sulanmaya başlamıştı. Taşınıyor mu? Taşınıyor, taşınıyor, taşını—
O anda, görenler belki Wooyoung'a deli diyebilirdi ama nefesini kontrol etmeye çalışırken elleri titremeye başlamış ve göz bebekleri büyümüştü. Haklı da olabilirlerdi çünkü delilik ve aşk arasında ne fark vardı ki?
"Beni ilgilendirmiyor mu?" diye tekrar etti Wooyoung, titreyen parmağını Jongho'nun temkinli yüzüne doğru kaldırdı.
"Dikkatli ol Jung," diye uyardı Jongho tereddüt ederek. "Seni tekrar yumruklayabilirim," dedi.
Ama Wooyoung onu dinlemiyordu. Tek düşünebildiği her ne olursa olsun, ona yük olmamaya çalışmasına rağmen San'ı öylece kaybedemeyeceğiydi. Onu sadece görerek, iyi olduğunu bilerek hayatta kalabiliyordu. O yüzden eğer giderse...
"Tabii ki beni ilgilendiriyor!" diye bağırdı Wooyoung çaresizce, öfkeden akan gözyaşlarından kurtulmak için başını sallıyordu. "Beni ilgilendiriyor çünkü onu seviyorum!"
Kelimeler ağzından dökülür dökülmez eşyaları toplayan Jongho donakalırken Wooyoung bir anlığına gözlerini kapatmış, derin nefesler alıp verirken omuzları çökmüştü. "Onu kaybedemem," diye ekledi sessizce, kelimeleri çok güçsüzdü.
Jongho bir süre kendisine gelmeye çalıştı ama kırılgan çocuğa sorgulayıcı bir bakış attıktan sonra onu tekrar görmezden gelerek işine devam etti. "Bunu ona söylemeliydin."
Wooyoung'un gözleri sanki öfkeli bir boğa gibi odanın içinde dönerken hayali bir çemberin içinde dönüyormuş gibi kafasının içinden bir plan yapıyordu.
"Söyleyeceğim," dedi aklına gelen fikirle aniden canlanırken. "Söyleyeceğim," diye tekrar etti bu sefer daha yüksek bir sesle.
Jongho dikildi, onu vazgeçirmek için konuşmaya hazırlanıyordu ama Wooyoung'un hiçbir vazgeçme belirtisi göstermediğini fark etti.
"Nerede o şu anda?" diye sordu Jongho'ya çaresizce, gözleri beklentiyle birlikte kocaman olmuştu.
"Şu anda tren istasyonuna gidiyor olması lazım—" diye cevap verdi Jongho tereddütle, zaman konusunda yalan söylemişti. Wooyoung'un anahtarlarıyla ceketini almak için odanın içinde koştuğunu görünce ona doğru bir adım attı. "Wooyoung, onu vaktinde yakalamazsın..."
"Hala umudum var!" diye bağırdı Wooyoung kapıdan çıkarken.
"Nereye gidi—" diyordu ki çılgınca planı olan eski arkadaşını durdurabilmek için geç kalmıştı.
"Bana yapmamı söylediği şeyi yapıyorum!" diye cevap verdi Wooyoung ceketini giyerken başını kapıya doğru çevirerek. "Kardeşine ona sırılsıklam aşık olduğumu söyleyeceğim."
✣
Wooyoung San
San başını arabanın camına dayayıp nefesiyle buğulanmasını izlerken derin bir iç çekti.
Çok fazla şey götürmek istemediği için zaten az olan eşyasının bir kısmını toplayabilmişti. Yeni bir sayfa açacaktı o yüzden eski hatıralara ihtiyacı yoktu.
San'ın bavulundaki eşyalar çoğunlukla temel ihtiyaçlarıydı, kişisel eşyası sadece ardında bırakmaya henüz hazır olmadığı Shiber'di.
Tek özlediği şey Wooyoung'un yurt odasında bıraktığı eşyalardı. Onları orada bıraktığı için kötü hissetse de oraya gidip haberleri Wooyoung'a kendisi vermek zorunda kalacağı için Jongho'yu göndermişti.
Üvey kardeşi onunla istasyonda buluşacaktı. Kısa bir veda ettikten sonra ardından özgürlüğüne kavuşacaktı.
San her şeyi geride bırakmıştı. Kendisinin çok çabuk ikna edilen biri olduğunu bildiği için ve arkadaşlarının kalması için dil dökmesini istemediğinden onlara çok fazla bir şey söylememişti.
Seçiminde kararlıydı, San'ın ihtiyacı olan şey de buydu. Sorunlarından kaçtığı için her şeyi başlı başına düşünmemişti, burs sınavını da geçecek değildi zaten. Biraz paraya sahip olup özel bir tedaviye ihtiyacı olsa da anne babasından para yardımı almadan tek başına bir şeyler yapabilmek istiyordu.
Kendi kirasını da kendisi ödeyecekti ve San annesinden para isteyecek kadar küçülmemekte çok kararlıydı. Eski okulunda olduğu gibi yeni okulunda da ailesi tarafından şımartılmış inek gey olarak adının çıkmasını istemiyordu. Bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmek için çok kararlıydı.
Sanki her şeyi ardında bırakıyormuş gibi değil de yeni hayatında olmak istediği şey için her şeyi siliyormuş gibiydi. Belki de San on sekizinci yaşından önce yaşadığı her şeyi aklından çıkaramamasından bıkmıştı.
Planı basitti. On sekizinden sonra tekrar doğacak ve öncesinde olan hiçbir şeyin önemi kalmayacaktı. Her şeyi unutabilirdi. Wooyoung dahil.
San bakışlarını kucağına indirdi, planının aptallığına öfkelenince ayağıyla çocuk gibi tekme attı. Gömdüğü bir parçası, o kadar da kötü değil, dedi ona ama o parçasını umursamadan onu daha da derinlere gömdü.
Elbette her şeyden tamamen kurtulamazdı. Mesela Yeosang da onunla geliyordu ve iki yakın arkadaşın yıllar yıllar önce hayalini kurdukları şeyi gerçekleştirmek için hazırdı: üniversiteden sonra Daegu'ya taşınıp (bu durumdan üniversite sonrası değildi gerçi) çalışmaya devam edip beraber bir işe gireceklerdi.
Artık şüphelere yer yoktu. Daegu'daki apartmanına yerleştikten sonra her şeyi en başından düşünebilirdi fakat şu an kararından geri dönmek için çok erkendi.
"Geldik efendim," dedi şoför Bay Kim iki beyaz çizginin arasına düzgünce park ettikten sonra.
San etrafına bir göz attı fakat istasyonu göremeyince aklı karışmıştı. Seyahat konusundaki deneyimsizliğinden dolayı neyi görmeyi beklediğinden de pek emin değildi.
"Buradan itibaren yürümek zorundasınız," diye açıkladı adam özür dilercesine. "Çok uzak değil ama burası park edebileceğim en yakın yer."
San başıyla onayladı ve ardından arabadan inerek soğuk havanın tadını çıkararak bacaklarını esnetti. Koyu saçları bir film sahnesindeymişçesine dalgalanırken gözleri ya beklentiyle ya da rüzgardan dolayı sulandığı için parıldıyordu. Ama her iki türde de San, yanından geçip alnındaki uzun koyu saçlarının örttüğü parıldayan gözlerinin altındaki koyu halkaları fark etmeyen diğer herkese göre çok daha iyi görünüyordu.
"Çantalarınızı getireyim efendim," dedi Bay Kim ama San ona engel olmaya çalışmadı bile. Bu hizmetin tadını son kez çıkarıyor olabilirdi.
Sessiz ve itaatkar Bay Kim önde, gözleri kaldırımda ve başı eğik olan San ise arkada sessizlik için yürüyorlardı.
Eğer başını az da olsa kaldırsaydı ya da düşüncelerinin içinde bu kadar gömülmemiş olsaydı yakınından gelen hızlı motorun sesini duyabilir ya da atın tepesindeki bir prens edasıyla parıldayan demir motorun üzerindeki motorcuyu görebilirdi ama başını asla kaldırmadığı için her şeyden bihaberdi.
Motorcunun da onu fark etmemesi muhtemelen iyi bir şeydi çünkü oracıkta kaza yapabilirdi. Hayat bazen bu şekilde iyi ya da kötü şeylere vesile olabiliyordu.
İstasyonunun girişine yakınlaştıkça San'ın tereddütleri çoğalmış, adım attıkça ayaklarına bağlanan görünmez zincirler ağırlaşıyor ve adım atmasını zorlaştırıyordu. O kadar çok ağırlaşmış hissediyordu ki söylemediği her şeyin ağırlığı ve arkasında bıraktığı her şey durması için yalvarırcasına bileklerine kapanıyordu.
Ancak kendisini tamamen hissizleştirerek hiçbirini umursamadı.
İstasyonda bulunduğu noktaya gelesiye kadar duygularını görmezden gelmesi işe yaramıştı. Artık Bay Kim da gittiğine göre çantalarıyla baş başaydı. Saatini kontrol etti ve treninin on beş dakika için kalkacağını fark etti.
Telefonunu çıkardı, üvey kardeşi hala ortalıkta gözükmediği için yüz ifadesi endişeliydi.
San mesaj yazmak üzereydi ki biraz arkasından gelen kargaşa sesleriyle dikkatini o tarafa verdi.
"Efendim biraz sakin olmalısınız," diye yalvardı görevlilerden biri ve ardından San'ın anında tanıdığı o çaresiz ses duyuldu.
San o tarafa bakar bakmaz içinde bir şeyler kırıldı ve tüm hisleri göğsünü ve tüm benliğini doldurdu. Bir anda her şeyi hissederken dizleri oracıkta ona ihanet etmişti.
"Geçmem lazım!" Jung Wooyoung'un sesi San'ın kulaklarına dolarken aldığı nefes boğazına takılmış, kalbiyse göğsünde sıkışıp kalmıştı.
"Biletsiz geçemezsiniz. Üzgünüz efendim."
San'ın ayakları kendiliğinden hareket etmeye başlamıştı. "Wo-wooyoung?" diyebildi sadece, daha fazla bir şey söyleyemeyecek kadar şaşırmıştı.
San'ın dudaklarından çıkan ismiyle birlikte Wooyoung başını çevirirken tüm yüzünü kocaman bir gülümseme kaplamış ve güvenliğin sert kollarının arasında rahatlamıştı.
San göğsünde bir rahatlama hissederken gözlerinin kenarlarından gözyaşlarının aktığını hissetti. Şaşkınlıktan mı yoksa sevinçten mi aktıklarını bilmiyordu ama Wooyoung'un varlığı içinde bir şeyi harekete geçirmişti ve tüm hislerini tekrardan canlandırmıştı.
Güvenliklerin bakışları ikisi arasında gidip gelirken lila saçlı çocuğu serbest bırakmak için aynı anda karar verdiler.
"Sadece beş dakika," dedi içlerinden biri sert sesiyle ve iş arkadaşından onay almak için diğer arkadaşına baktı ama o da sadece omuzlarını silkti. "Bir şey denemeye kalkma, izliyor olacağız."
__________________________________________________
Sonunda 🥺 güvenlikler bol öpüşmeli bir sahne izleyeceklerinden bihaberler tabii hskdk
Son bir...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro