Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 37


Wooyoung San

Okula geri dönmüştü. Başı aşağıya eğik halde etrafını çevreleyen koridor duvarlarının arasında yavaşça ilerlerken çıkan seslerle ürküyor ve kimsenin onunla konuşmaması için dua ediyordu.

Giriş kapısı sanki kıyamete açılacak demir kapı gibiydi; kaçınılmaz kaderine doğru ilerlerken sütunlar bir anlığına korkunç yaratıklar gibi görünmüştü.

Tabii ki gözlerini kapatıp açmasıyla onu karşılayan asıl manzarayı gördü; önceki öğrencilerden lisede hayatta kaldıkları için hediye olarak bırakılmış saçma graffiti yazılarla dolu iki parçalanmış tuğla sütunun arasında yarısı boyalı, hiç de dayanıklı görünmeyen demir kapı vardı.

İyi olacaktı. Wooyoung'u ve diğer herkesi görmezden geldiği sürece bir sorun olmayacaktı.

Şimdiye kadar her şey yolunda gitmişti.

Bilim dersinde Yunho'dan kaçmayı başarmıştı. İngilizce dersinde ise Wooyoung'u görmezden geldikten sonra kendisini karşılamak için gelen Seonghwa, Mingi, Minho ve Hyunjin'den kaçmak için malzeme odasına atmıştı kendisini.

Ve şimdiyse en zor bölüm gelmişti; öğle arası. Kafeteryaya oturup hepsiyle karşılaşma riskine girmeyi planlamıyordu ama herkes koridorda gezinirken kendisi koridora çıkacak kadar da cesaretli değildi. Dışarı çıkabilirdi ama iki farklı yolda da ana koridordan ya da kafeteryanın içinden geçmek zorunda olduğu için o seçeneği de hızla elemişti.

O yüzden fakülteyi varlığıyla alarma geçirmemek için sessizce nefes alırken malzeme odasında en uzaktaki köşeye oturmak zorunda kalmıştı.

Kulağa gerçekten çok acınası geliyordu. Son zamanlarda kendisiyle özleştirdiği tek kelime 'acınası' kelimesiydi.

Fakat kapıda hafif bir tıklatma duyasıya kadar her şey yolunda gidiyordu. Kalp atışları hızla düzensizleşirken gözleri korkuyla büyümüştü.

"San? Benim..." Kapının diğer tarafından kalın bir ses geldi. "İngilizce dersinden sonra seni takip ettim."

Bir süre duraksadı. "Malzeme odasında ne yapıyorsun?"

San dudağını ısırırken hızla bir karar verdi. Felix gelmişti. Felix'e güvenebilirdi. Güvenebileceği birisine deli gibi ihtiyacı vardı.

"Saklanıyorum..." dedi sessizce. Ağzından çıkan son hece sanki soru sorar gibi çıkmıştı.

"Biraz konuşmak için dışarı çıkabilir misin? Biz— ben senin için endişeleniyorum."

San kapı koluna doğru ilerlerdi ama sanki dokunamayacak kadar sıcakmış gibi elini aniden geri çekti. "Yanında başka biri var mı?"

"Hayır... hayır kimse yok. Sadece benim." Ardından yüksek sesle boğazını temizlediğini duydu. "Yemin ederim."

Kuzgun karası saçlı çocuk temkinli bir şekilde kapıyı araladıktan sonra Felix'i görebilmek için kapıyı yavaşça açtı. Koyu gözlerindeki saf endişeyle birlikte tek başına dikiliyordu.

San anında kendisini arkadaşının kollarına attı, tanıdığı birisinin rahatlığında erirken ona sıkıca sarıldı.

Felix şaşkınlıkla gerildi ama hızla rahatlarken her ne kadar ona garip gelse de sıkı sarılışına o da karşılık verdi. En son sarılışları güzel sonlanmamıştı. Ve Felix o anı her detayına kadar hatırlıyordu.

San sonunda Felix'in aksine sakin bir şekilde geri çekildi ve ona karşı gülümsedi. "Senin geldiğine çok sevindim," diye itiraf etti.

"Ee... e-evet," dedi Felix kekeleyerek, gergin bir şekilde başını kaşıdı. "Seninle konuşmak istiyordum... Wooyoung hakkında."

Yüzündeki gülümseme anında düşerken Felix'in ağzından çıkan kelimeler sanki ona fiziksel bir güç uygulamış gibi geriye doğru adımladı. "Neden?"

"Onunla konuşmalısın San," dedi Felix arkasını dönerek ondan uzaklaşan San'ın bileğini yakalayarak. "Hiç iyi görünmüyorsun. Senin—" Sanki ağzından çıkacak kelimeler onu zorluyormuş gibi derin bir iç çekti. "Senin ona ihtiyacın var."

"Hayır," dedi San sertçe. Felix'in elinden sertçe kurtulurken gözlerindeki alev alev ifadeyle hızla geriye dönerek onunla yüz yüze geldi. "İhtiyacım yok." Solgun dudaklarından keskin bir kahkaha döküldü. "Onca insanın içinde sen... Neden sen bana ne yapacağımı söylüyorsun?"

Gözleri acıyla bulutlanırken Felix geriye adımlamaya çalıştı. "Bu— bu doğru değil."

"Mutlu olmalısın," diye devam etti San ne söylediğinin farkında olmadan. "Ayrılmamızı istediğini sanıyordum. Böylelikle bana sahip olabilirdin. Lanet olsun, o videoyu gönderen kişi sensen şaşırmam bile."

Acı artık öfkeye dönüşmüştü. "Senin incindiğini görmeyi asla istemem! Neden seni böylesine mahvolmuş halde görmek isteyeyim?"

San aniden utangaç bir şekilde, hatta bir zafer elde etmiş gibi sırıttı. "Sana güvenebilir miyim? Benim önemsiyor musun?"

"Elbette önemsiyorum!" diye bağırdı Felix, San'ın bildiğini düşündüğü hislerini ifade ederken sinirlenmişti.

"O zaman belki de," dedi San, titreyen ellerini uzatırken bir elini arkadaşının yüzüne koydu. "Belki de ben de seni, senin benden istediğin şekilde önemsemeliyim. Benim ona... ihtiyacım yok."

Felix duraksadı. Uzun zamandır sevdiği çocuğun dokunuşuna kaptırmıştı kendisini. "Bu doğru değil," dedi tekrar hafifçe.

"Bana bunu yapma." Felix başını sallarken gözünden düşen bir damla yaşla birlikte San'ın elini uzaklaştırdı. "Şu anda düzgünce düşünemediğini biliyorum. Ama bu çok fazla."

San, Felix'in uzaklaşmasını izledikten sonra sırtını duvara dayayarak gözlerini kapattı. Her şeyi mahvetmekte üstüne yoktu ama elinde kalan son arkadaşlığını da böyle mahvetmek istememişti.

"Felix!" diye bağırdı arkasından giderek.

Arkadaşı durduğunda San'ın ona yetişmesine izin verdi.

"Özür dilerim. O videoyu senin gönderdiğini düşünmek çok saçmaydı," diye özür diledi. "Ama senin istediğin gibi seni önemseme konusunda ciddiydim."

"Henüz çok erken." Felix üzüntüyle iç çekerken San'a gözlerindeki şefkatle baktı. "Ne söylediğini bilmiyorsun."

Öğle yemeği sırasında etraftaki vızıltılarla elleri cebinde, zihni hayal dünyasında tek başına koridorda ilerliyordu.

Öyle bir hayal dünyasındaydı ki yanlış yerden dönüp kendisini herkesin gözü önüne çıkaran kafeteryada bulmuştu.

San paniklerken uzaklaşmak için hızla arkasını döndü ama keskin gözler onu fark etmişti ve o gözlerin sahibi çok da uzakta değildi.

"San, bekle!" diye bağırdı çocuk ardından.

"Git Hyunjin!" diye bağırdı San. "Kimsenin Wooyoung'un kucağına koşmamı söylediğini duymak istemiyorum."

"Onu söylemeyeceğim!" diye cevap verdi Hyunjin. Futbolcu olduğu için onu kolayca yakalarken kaçmaması için elini sertçe göğsüne koymuştu. "Felix'le ilgili."

"Onun..." San duraksarken kendisi zorla daha sessiz bir yere doğru sürüklenmişti. "Bekle! Sen nereden biliyor—"

"Oradaydım," diyerek sözünü böldü sert sesiyle. "Beni göremiyordun. Felix'in seninle konuşmasına Yeosang ve ben karar vermiştik."

"Yeosang da mı oradaydı!?" diye sordu San telaşla, ihanete uğramış gibi elini kalbinin üzerine koymuştu.

"Hayır, sadece bendim," dedi Hyunjin ona güven verircesine ama anında 'katı baba' moduna geri dönmüştü.

"Her şeyi duydum." Hayal kırıklığı gözlerinde parlıyordu. "Ona yaptığın şey inanılmaz derecede aptalcaydı San! Onu böyle bir şeye sürükleyemezsin! Ne kadar bencilce davrandığının farkında mısın?"

"Ben—" San konuşmaya çalıştı ama Hyunjin elini kaldırdı.

"Şu anda ne kadar kötü bir durumda olduğunu biliyorum. Ama haddini aştın! Üzgün olduğunu, ihanete uğramış gibi hissettiğini, kimseye güvenmek istemediğini anlıyorum... Tepki gösterdiğini anlayabiliyorum. Ama artık durman gerek. Kendine aynada baktın mı hiç? San..." Hyunjin'in sesi hafifçe kısılırken diğer elini de San'ın omzuna koydu.

"Kendini mahvediyorsun. Sana yardım etmek istediğimiz için bizi suçlayamazsın! Kendini acındırmaya öyle bir kapılmışsın ki çevrendeki herkesi mahvetmeye çalıştığının farkında bile değilsin. Biri kalbini kırdığı anda başkasının seni sevmesini istiyorsun—birisinin, o kişi en yakın arkadaşın bile olsa herhangi birisinin seni sevmesi için çaresizce çabalıyorsun! Ve o lanet kafanın içinde yaşadığın tüm o şeyler yüzünden sevilmeye değer birisi olmadığını düşünüyorsun! En ufak bir ilgi bile yeterli senin için. Çok kolay affediyorsun, çok kolay seviyorsun ve bundan hiçbir sorun yok."

Soluklanırken gözleri San yerine arkasında dikilen birisine çevrilmişti. "Sen sevilmeye değersin. Ve birisi seni seviyor. Onun senin güzel kişiliğine ne kadar aşık olduğunu biliyorsun. Ve ben de senin onun üzgün haline bile bir o kadar aşık olduğunu biliyorum! O yüzden gerçekten ihtiyacın olan şey onu dinlemek."

"Teşekkür ederim," dedi Wooyoung sessizce, bir şekilde onları takip etmiş ve Hyunjin'in dediklerini duymuştu.

San, onca zaman boyunca birkaç adım arkasında dikilen çocuğa doğru döndü; Hyunjin şimdi ikisine birden bakıyordu.

San sözlerin doğruluğunu kavrarken sessizliğe gömülmüştü; ağzını açıp kapatıyordu ama hiçbir şey çıkmıyordu. Hyunjin onun sözünü kesmeden önce tek söyleyebildiği, "A-ama o—" olmuştu.

"Ona da söyle," dedi Wooyoung'u işaret ederek. "Ben gidiyorum."

Hyunjin adımlayarak uzaklaşarak ikisini yüz yüze bir halde bırakırken yaptığı şeyden gurur duyuyordu.

"Sana tecavüz etmedim." Wooyoung'un ağzından ilk çıkan sözler bunlardı. "Zaten çok sarhoştun o yüzden içkine hap atmadım. Bana i-izin verdin. Tanrım, bu hiçbir şeyi düzeltmez ama özür dilerim."

"İzin mi?" San kahkahasına engel olamamıştı. "Wooyoung, bana masal anlatma. O gecenin büyük bir bölümünü hatırlayamıyorum. Sana izin verebilecek halde bile değildim."

Wooyoung dudağını ısırırken doğruları söylediğini biliyordu. "Bu bahane sayılmaz ama ben de sarhoştum. Ben de çok hatırlamıyorum. Bana gerçekten izin verdin mi vermedin mi karar verememiştim."

"Bu hiçbir şeyi değiştirmez." San konuşmayı sonlandırırken gözlerini ovaladı. "Bugünkü lanet konuşmalardan bıktım."

San Wooyoung

San gittikten sonra arkasından bakarak öylece koridorda kalakalmıştı.

San, Felix'in aşkına bir şans vermek istiyordu.

Ve Wooyoung, kendisini onun için bir sorun olmadığına ikna etti. Tek istediği onun mutlu olmasıydı.

__________________________________________________

Son üç... ಥ_ಥ

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro