Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 38




San Wooyoung

Zaman öylece akıp gidiyordu, San'sız geçen günlerin sayısı saymayı unutacak kadar birikmişti.

Hayatına perişan halde, var olduğunu unutacak kadar sessizce yaşıyordu. Her şeyin gerçek olduğuna dair tek kanıt, artık hatırlayamadığı bulanık olaylar arasında hayatta olduğunun belirtisi olan göğsünün sürekli inip kalkmasıydı.

Canlıydı. Hayattaydı. Ama yaşamıyordu.

Kabullenmesine rağmen Wooyoung bencilce bıraktığı çocuğu istiyordu; dokunuşu için çığlıklar atan bedeninin varlığını, ağzından çıkan sözlerini, gülümsemesini istiyordu.

Sonsuz gibi gelen zamanın onu tekrar evine, güvende olduğu, sevildiği ve bir bütün hissettiği sığınağına götürmesi için dua ediyordu.

Ama hayır, San'ı kendisinden uzakta tutan şeyin kendi aşkı olduğunu hatırlamaya devam etti. Onu uzaklaştıran şey tutkuyla birlikte kontrol edilemez hayranlığıydı.

Onun için yeterli olmayan çocuğa saygı duymasını sağlayan şey hala tüm gerçekliğiyle hissettiği güzel duygularıydı. Onun için asla yeterli olmayacaktı. Wooyoung'un gözlerinde onun için kimse yeterli olmayacaktı.

Ona olan aşkı o kadar büyümüştü ki önemli olan tek şey San'ın mutluluğu, güvende olması ve iyi olmasıydı. Ve eğer bunlar Wooyoung'un sevgilisiyken mümkün değilse o zaman onunla olmayı hak etmiyordu. Bu kadar basitti.

Ama aşk hiçbir zaman basit olmamıştı. Ona olan özlemi tüm benliğini kaplayan ve her zaman kaplayacak olan fiziksel bir acıydı. Yalnızlık, farkındalıkla birlikte gelen boğulmaydı.

Onu görmek kaçınılmaz bir işkenceydi ama sürekli uzaktan görüyor, teninin solgunluğunu ve gözlerinin etrafındaki koyu halkaları inceliyordu. İfadesiz yüzünü ve halsiz hareketlerini izliyordu.

Ve bunlar daha ilk günde yaşanan şeylerdi. Ona koşamadığı zamanlar, koruyucu kollarının arasına onu alıp, yatırıp, saçını öpüp uyumasına yardım edemediği zamanlar en zor zamanlardı.

Ama gittikçe kolaylaşmıştı. Daha mutlu görünüyordu, gülümsemeleri daha samimiydi. Daha huzurlu göründüğünün gerçeği acısını dindirse de huzurunun nedeninin kendisinin olmadığını bilmesi çok daha zordu.

Bazen karşılıklı konuşmaların kaçınılmaz olduğunu kabul ederken San onunla tekrar konuşmak için pek de uğraşmamıştı. O anlar garip, kısa ve aniydi, ikisi de birbirinin karşısında uzun süre duramamışlardı.

Wooyoung'un nedeni kendisini durduramayacağından korkması, kalbindeki ağırlığın altında ezilirken kendini kontrol edememesiydi; San'ın varlığıyla elinde tuttuğu zincirler güçsüzleşiyordu.

San'ın nedeniyse bir zamanlar her şeyin kendisi için zor olduğu kadar lila saçlı olan çocuk için de her şeyin bir o kadar zor olmasını istemesiydi.

İkisi de haftalarca konuşmamıştı, ta ki Wooyoung düşüncelere dalmış bir halde görmediği birisine çarpıp, çarptığı için kafasını kaldırmadan sessizce özürlerini mırıldanasıya kadar.

"Önüne baksa—" Kurbanının ağzından öfkeli sözler dökülürken anında tanıdığı sesle birlikte kafasını kaldırdı ve tıpkı bir sihir sonucu önünde beliren manzarayı idrak etmeye çalıştı.

"Wooyoung?" San'ın sesi sessizce duyulurken tüm tavrı, duvarlarla çevrili cesaretten Wooyoung'un kalbini eriten savunmasızlığa dönüşmüştü.

Kıpırdamaktan korkarlarken sessizce birbirlerine bakıyorlardı; birbirlerinin görüntülerini zihinlerine kazırlarken, kalplerini hızlandırırken ve aralarına özenle diktikleri duvarları zayıflatırken zaman ikisi için de durmuş gibiydi.

San yorgun görünmüyordu ama hala bir şeyler doğru gelmiyordu gözüne; kıyafetleri çok bol, teni buz gibiydi. Ayrıca saçları da biraz uzamış, gözlerinden aşağıya uzanıyor ve kusursuz yüzünü kaplayan şaşkınlığı mükemmel bir şekilde örtüyordu.

Saat tekrar işlevine dönmeden önce zaman öylece durmuşken San gözlerini kaçırarak geriye doğru adımladı. Wooyoung ise donakalmış halde dikilirken gözleri artık oksijeni haline gelmiş kişiye odaklanmıştı. Eğer gözlerini üzerinden çekerse ölürdü.

San onu es geçip ciğerlerini daha fazlası için çığlıklar içinde nefessiz bırakıp gitmeden önce Wooyoung derin bir nefes alıp gözlerini kapattı ve açtığında nazik ses tonuyla konuştu. "Bunu yapma."

"N-ne?" San kekelerken, anılar zihnine akın edip hisleri ilk kez hissettiği andaki gibi tazelenirken parmaklarıyla oynamaya başladı.

"Yapma..." Duraksarken San'ı biraz daha yakınında tutabilmek için kullanacağı sözleri özenle seçiyordu. "Benden uzaklaşma. Değişme, benim yüzümden güçsüzleşmene izin verme. Sen güçlüsün San. Çok güçlüsün."

Belki de San'ın nefesinin tıkanmasının nedeni isminin dudaklarından bu kadar kolay dökülmesiydi ama bu onun için çok fazlaydı. San cevap vermeden hızla yanından geçip Wooyoung'u koridorda gözyaşlarını engellemek için başını tavana doğru kaldırmış bir halde tek başına bırakmıştı.

Wooyoung San

Mavi sandalyede otururken bacaklarını sürekli oynatıyor, parmaklarıyla tıpkı o gün Wooyoung ile karşılaştığında atan kalbi gibi düzensiz bir ritim tutturmuştu.

Etrafını çevreleyen dört krem rengi duvarda ne bir leke ne bir çizik yoktu, en küçük bir kusur bile görünmüyordu. Modern saat sol taraftaki duvarda rahatsız edici sesiyle işlerken içerdeki tek süs ilk geldiğinde dikkatini çeken arka duvarın önündeki sanat eseriydi. Meşe ağacından yapılma üzeri boş bir masa sol tarafında duruyor, sağ tarafındaysa sinirbilimi ve ruhsal sağlık kitaplarıyla dolu bir kitaplık vardı.

Karşısında oturduğu sandalyenin aynısı vardı; lacivert gömleğine düzgünce iliştirilmiş isim kartında 'Doktor Bang' yazan, otuzlu yaşlarının başında genç bir adam oturuyordu. Kıvırcık sarı saçlarıyla birlikte nazik kahverengi gözlerinde direkt kendi gözlerinin içine bakan sorgulayıcı bakışları vardı.

Evet, son dört haftadır her Perşembe olduğu gibi San yine doktorun ofisindeydi. Seanslara çoğunlukla birisiyle konuşmaya ihtiyacı olduğu için katılıyordu çünkü onu mutlu ediyorlardı.

Doktor Bang kendisine terapist denmesini tercih etmişti ama San kendisini bir deli vakası gibi hissettirdiği için öyle söylemeyi reddetmişti. Deli değildi çünkü. Sadece kalbi kırıktı.

"Günün nasıl geçti?" diye basit bir soru sorarak başladı Doktor Bang. San'a cesaret verircesine gülümserken Avusturalya aksanı Korecesini gölgeliyordu.

"Onu gördüm," diye itiraf etti San. "Beni o kadar küçük, aptal ve çaresiz hissettirmesinden nefret ediyorum, fakat—" Cümlesinin ortasında duraksarken söyleyeceği şeylerden emin olamamıştı.

"Hala ona karşı bir şeyler hissediyor musun?" diye sordu sarışın doktor sakince, ellerini çenesinin altında birleştirmişti.

Evet. Tanrım, evet. "Bi-bilmiyorum. Neden soruyorsunuz?" diye mırıldandı, ses tonunda incinmişlik vardı. "Bana neler yaptığını biliyorsunuz."

"San, ben senin terapistinim arkadaşın değil," diye açıkladı Doktor Bang pek de nazik olmayan ses tonuyla. "Bu da demek oluyor ki sana karşı dürüst olabilirim. Daha sonra onunla karşı karşıya geldin mi? Bana anlattıklarına göre Jung Wooyoung oldukça değişmiş ve o video olayı da çok uzun zaman önce olmuş."

San dudaklarını birbirine bastırırken onunla aynı fikirde olduğunu dile getirememişti. Ama büyük bir parçası Doktor Bang'ın haklı olduğunu biliyordu. "Onu hala seviyorum," dedi kısık sesle. "Neden seviyorum onu? Yalan söyledi. Onu sevmek istemiyorum. Ben sevmeye değecek birisi değilim."

"Bunu daha önce konuşmuştuk," dedi terapisti sert sesiyle. "Sen her şeye değersin. Ve senin çocuk da bunu biliyor. Asıl anahtar iletişimdir San."

Doktor Bang derin bir iç çektikten sonra ortama sessizlik çökerken San'dan bu konu hakkında daha fazla konuşmamasını istiyordu.

"Her neyse, sen nasılsın?" diyerek konuyu değiştirdi doktor tekrar San'ın dış görünüşünü incelerken. "Düzgünce yemek yiyor musun?"

"İyiyim." Hala düşüncelerinin içinde boğulurken alışkanlıktan yalan söylemişti. "Üzerinden hala o kokuyu alabiliyorum," diye ekledi ardından.

"Neyin kokusunu?"

"Sigara. Ot." San'ın omuzları düştü. "Hiç değişmedi."

"Ama seninle birlikteyken..." dedi Doktor Bang San'ın ilişkileri hakkında anlattıklarını hatırlayınca.

"Keşke bir yardım alabilseydi," dedi San yumuşak ses tonuyla. "Ama artık benim sorunum değil."

"Sanki senin çocuğun bir terapistten daha fazlasına ihtiyacı var gibi görünüyor," diye itiraf etti doktor konuyu tekrar değiştirmeden önce. "Uykuların nasıl?"

San omuzlarını silkti. "Aynı." Duraksadı. "Bana uyku ilaçları yazamaz mısınız?"

Doktor Bang sanki daha önce bu konunun üzerinde uzun bir süre düşünmüş gibi şakaklarını ovaladı. "San... biliyorsun ki güvende olacağına ve sorumluluklarının farkında olarak ilaçlarını kullanacağına güvenemeden bunu yapamam."

San gözlerini uzaklara çevirirken çenesi kasılmıştı. İntihar düşüncesinde olmadığını biliyordu. Sadece bazı zamanlar hayatı çekilmez bulduğu için aptalca şeyler yapmaya eğilimli biri hale gelmişti.

"Bak, çok şey yaşadın," diye devam etti adam. "Bir profesyonel olarak sana şunu söyleyebilirim ki senin çocukla aranı düzeltmeden asla düzelemezsin. Onunla aynı odada kalırken gayet güzel uyuyordun, değil mi?"

"Bu konumuzun dışında," dedi San sertçe. "Ayrıca başka bir okula geçtiğimi biliyorsunuz. Hayatımı düzeltmeye çalışıyorum. Daegu'da bir evim var. Onu bir daha görmeyeceğim."

"Biliyorum," dedi Doktor Bang başıyla onaylayarak. "Seninle gurur duyuyorum. Çok saygı duyduğum cesur bir karar bu." Ama San'ın kalbinden çok daha fazlasını kıran o çocukla arasını düzeltmek için henüz işi bitmemişti. "Sadece ona hiçbir şey söylemeden onu öylece terk etmenin senin için çok üzücü olduğunu düşünüyorum."

"Onsuz daha iyi olacağım," dedi doktorun dediklerine karşılık, fakat söylediklerinden pek de emin değildi. Ve Doktor Bang bunu San'ın gözlerinde görebilmişti.

"Buna kendin inanıyor musun?"

"Bu konuşmayı devam ettirmek istediğimden emin değilim." San hala doktorun tüm güvenini kazanmadığını fark etmişti.

"Sorun değil." Doktor Bang'ın ses tonu mesleği gereceğinde çok inandırıcıydı. "Peki ya arkadaşların?"

"Ne olmuş onlara?" diye sordu ifadesiz ses tonuyla. "Jeongin ortalıklarda yok. Hyunjin, Wooyoung'u benim için hayatta tutmakla meşgul. Yunho, Mingi ile yaşamak istiyor. Yeosang'ın ailesi Daegu'da yaşıyor, benim transfer olduğum okulda stajyer olmak istiyor, o yüzden... bizim için biraz olsun umut var."

"Peki... Lee Felix?" Doktorun ağzından çıkan isimle acı verici anıları canlanmıştı.

"San?" Hyunjin. "Jeongin bana her şeyi anlattı."

"Yani?"

"Takım işiydi. Hyungwon ve... Felix."

Yıkıldığını anı hatırladı. İhanet tekrar tekrar onu şaşkınlığa uğratıyordu.

"Bunu nasıl yapar?" Hyunjin, gözleri yaşlı ve titrediği için ona karşı gelemeyecek kadar güçsüz olan çocuğa sarıldı.

"Aşk seni aptallaştırır." Hyunjin onu nazikçe susturdu. "Sanırım Hyungwon ona baskı yaptı."

Ama Hyunjin'in kollarında ileri geri sallanırken San'ın tek hatırlayabildiği kendi aptallığıydı.

"Onunla ilgili konuşmak istemiyorum." San anıları uzaklaştırırken titrek bir nefes alarak yumruklarını sıktı.

"Nefes al," diye önerdi Doktor Bang derin nefes alışını San'a gösterirken. "Yavaşça." Al, ver. "Güzel."

"İyi olacaksın," dedi doktor San sakinleştiğinde.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı San. "Her şey için. Resmen umutsuz vakayım," dedi zayıfça kahkaha atarak.

"Umutsuz falan değilsin," dedi sarışın adam başını sallayarak. "Hem de hiç. Önemsediğin herkesin güvenini kaybettikten ve bana kuşkusuz istediğimden çok daha fazlasını anlattıktan sonra hayatını yeniden şekillendiriyorsun."

"Siz çok iyi birisiniz Doktor Bang," dedi San dürüstçe, fakat yetişkin bir adamın yanında otururken hafiften ezik gibi hissediyordu kendisini.

"İşimi yapıyorum," dedi Doktor Bang gülümseyerek. Fakat gülümsemesi zorakiydi. Çünkü doktor, bu zavallı çocuğun kendisini bir kez fiziksel, sayısız kez de duygusal olarak inciten birine aşık olmasına derin bir üzüntü duyuyordu.

__________________________________________________

Felix hadi bir halt yedin diyelim hyungwon'la birlik olmak nedir ya. San resmen herkesten darbe yedi çocuğum hepsinden uzaklaşmakta çok haklı ಥ_ಥ

Son iki...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro