Bölüm 14
Wooyoung San
San direkt en yakındaki lavaboya doğru giderken Minho'nun acımasız cevapları içine oturmuştu. Düşündüğünden daha fazla etkilenmişti o sözlerden çünkü o sözler can evinden vurmuştu ve San hiçbirinin yanlış olmadığını biliyordu.
Anne babası sorunlu oğullarıyla uğraşmak istememişlerdi. Bu onların kaldırabileceğinden çok daha fazlasıydı.
Gözyaşları art arda firar edip yanaklarından süzülürken nefes alıp verişi gittikçe hızlanıyordu.
Seni istemiyorlar.
Jongun muhtemelen evlendiği kadının bir oğlu olsun istememiştir. Benim gibi bir oğlu.
San lavaboya doğru eğildi, gözyaşlarıyla savaştıkça nefes alması zorlaşıyor, kendisini bırakmamak için çabalarken omuzları titriyordu. Nefes alamıyordu; her bir nefes için verdiği mücadele, yüzünden aşağıya akan daha fazla gözyaşına neden oluyordu.
Aynada kendisine bakarken gördüğü şeyden nefret etti. Kendisine bakan o kişiden nefret etti.
Benim suçum değil.
"San?"
Wooyoung'un tereddütlü tanıdık sesi onu korkutunca gözyaşlarını yok etmek için gözlerini kırparken aceleyle yüzünü sildi.
Rahatlatıcı bir el omzunu buldu ve o dokunuş San'ı ürkütse de bunun için minnettardı.
Wooyoung ona dokunduğunda onu tamamen panikleten şeyin, bakirelerin ilk kez arzuladıkları kişi tarafından dokunulduklarında hissettikleri şey olacağı aklının ucundan bile geçmezdi: varlığından asla haberdar olmadığı ve zaten olduklarından daha da rahatsız edici duygular uyanmıştı içinde.
Diğer herkesin kusurlarını bulmayı sevmekle bilinen biri için San, her zamanki kayıtsızlığının ardında ona karşı duygularını gizleyen, düşmanlık besleyen ya da onu gölgede bırakacak konumda olan herhangi biri için memnuniyet duyuyordu.
Wooyoung kusursuzdu ve onda herhangi bir kusur bulamadığı için San bundan neredeyse nefret ediyordu.
Onunla göz teması kurmaktan kaçınırken, beni takip etti, diye düşündü San şaşkınlık içinde.
"...Sen iyi misin?"
San cevap vermedi. Birisi tek başına, boş bir lavaboda ağlarken iyi olabilir mi acaba?
Kollarını kendisine sararken kızarmış gözleriyle aynadan yansıyan titreyen dudaklarına ve perişan olmuş haline baktı.
İçinde hissettiğinin yalnızca birazı kadar berbat görünüyordu.
Kirli cam çerçeveye bir yüz daha katıldı ama bu sefer hiçbir şey söylemedi. Sadece bakıyordu. Yüzündeki içten endişeyle ona bakarken San ona bakmaya dayamayacaktı neredeyse.
"Beni önemsiyormuşsun gibi davranmaya çalışma," diye konuştu San zar zor, kalbi ve beyni karmakarışık hisler içindeydi.
"Öyle davranmıyorum," diye yanıtladı Wooyoung, ellerini nazikçe San'ın omuzlarına koyarken yüz yüze gelebilmek için onu aynadan kendisine doğru döndürdü.
"Hissettiğim şey her ne ise seni önemsediğimi biliyorum. Sana bu kadarını söyleyebilirim."
Daha fazla sıcak gözyaşları San'ın yanakların süzülerek boynuna damladı. "Daha önce kimse beni gerçekten önemsemedi."
Wooyoung karşısındaki çocuğu göğsüne doğru çekip kollarını etrafına sararak sırtına yumuşak, ritmik daireler çizmeye başladı. "Bu doğru değil."
"Doğru." San'ın omuzları hıçkırıklarla titrerken yüzünü Wooyoung'un boynuna gömdü ve yenilgi içinde kendisini kollarına bıraktı.
"Doğru olmadığına yemin edebilirim," diye fısıldadı Wooyoung saçlarına doğru ve çenesini başının üzerine yasladı. "İtiraf etmese bile Jongho seni önemsiyor. Arkadaşların önemsiyor."
San, Wooyoung'un göğsüne doğru başını zayıfça sallarken insanların onu neden önemseyebileceğini anlayamıyordu. "Benim için sadece üzülüyorlar."
"Neden?" diye sordu Wooyoung yumuşak bir ses tonuyla, sırtını durmaksızın okşamaya devam ediyordu.
"Babam yüzünden. Gerçek babam yüzünden. O öldü Wooyoung ve ben bunun için çok mutluyum. Annemin hayatını ve benim hayatımı cehenneme çevirdi. Hiç kimse onun ölümüne üzülmedi. Ama hepsi biliyor. Hepsi benim zarar gördüğümü düşünüyorlar, benim kırılgan olduğumu düşünüyorlar. Sanki beni önemsiyormuş gibi davranmazlarsa paramparça olacakmışım gibi." San dürüstçe içini dökerken Wooyoung'un onun o anda paramparça oluşunu görmesi büyük bir ironiydi.
"Senin kırılgan olduğunu düşünmüyorum." Wooyoung alnına bir öpücük kondurdu ve içtenlikle yüzüne baktı. "Bence sen çok güçlüsün."
San güldü, burnunu çekerken hafifçe Wooyoung'dan uzaklaştı. "Beni çok az tanıyorsun."
"Belki de ihtiyacın olan budur." Wooyoung ona küçük bir gülümsemeyle bakarken tarifsiz bir ifade gözlerine yerleşti. "Seni tanımayan biri. Senin hakkında bildikleri şeyleri baz alarak davranmayacak, seni yargılamayacak biri."
San bir anlığına dediklerini düşündü. "Belki de," diye onu onayladı, "Ama en başından beri ben seni bildiğim ya da duyduğum şeylere göre yargıladım."
"Haklısın." Wooyoung dudaklarını büzerken söylediklerini inkar etmeye çalışmadı. "Ama belki de duyduklarının hepsi yanlıştır. Eğer doğru olsaydı şu anda burada olur muydum?"
"Hayır. Ama güvenemediğim şey de bu zaten. Artık neyin gerçek olduğunu bilmiyorum."
Wooyoung söylediklerini düşününce iç çekmeden önce gözlerindeki endişeyle San'a baktı. "İlk başta, hepsi bir iddiaydı; senin benden hoşlanmanı sağlayacaktım. Ben attım bu fikri ortaya. Ama geri kalanını... geri kalanını asla planlamadım."
San zaten bu kadarını bekliyordu ama kelimeleri yine de canını yakmıştı. "Demek ki sen de sahtesin."
"Hayır," dedi Wooyoung anında. "Değildim. Değilim. Seni öpmek ya da korumak istemek zorunda değildim. Bu asla planın bir parçası değildi. Seninle oynamaktan nefret ediyorum San ve tüm istediğim sana karşı dürüst olmak."
"Hislerinde de dürüst müsün?" Benim için olan hislerinde? Çünkü ben senin için hislerimden emin değilim. Ve bu hiç mantıklı değil. Ama bunların hiç birini ona söylemedi.
"Hayır," diye cevapladı tekrar dürüstçe. "Anlamak zorundasın, bir erkekten hoşlanmanın yanlış olduğuna inanarak büyütüldüm. Bana öğretilen şey buydu."
"Ben de öyle büyütüldüm," diye yanıtladı San ona buz gibi bir ifadeyle bakarken, gözlerinde rahatsız edici bir bakış vardı. "Ama işte buradayım, kendimi kabul ediyorum. Kim olduğumu biliyorum." Bu söylediği en büyük yalandı. Kim olduğunu asla bilememekten korkuyordu San. Her gün bununla mücadele ediyordu.
"Ama benim için kabul etmek çok zor." Wooyoung onu aniden tekrar göğsüne doğru çekti ve çenesini San'ın omzuna koydu. "Ama işte buradayız."
"Buradayız," diye tekrarladı San, kolları cansız bir şekilde iki yanında duruyordu.
Birkaç saniye boyunca öylece kaldılar. San sakinleşirken Wooyoung ona sarılıyordu fakat San ona sarılmasa da geri de çekilmemişti.
Ta ki birisi tuvaletin kapısı aniden açıp gürültülü bir şekilde içeri girip onları bölene kadar.
"San!" Wooyoung yaşadığı şokla San'ı bıraktı, aniden gelen kişi yüzünden korkmuştu.
"Olanları duydum- o burada ne yapıyor?" Davetsiz misafir Felix şüpheyle bakarken gözleri şüpheyle ikisi arasında gidip geliyordu.
San boğazını temizlerken yanakları ona ihanet edercesine kızardı. "Be-ben iyiyim."
Felix ona doğru koştu ve kollarını ona dolarken yüzünü birkaç kez inceledi. "Emin misin? Biliyorum-"
"Sana iyiyim dedi." Felix'e sertçe bakarken Wooyoung aralarına girdi.
"Sakin ol Jung," dedi San sessizce. "O benim arkadaşım."
Felix'in omuzları bir anlığına düşerken San'a umutsuzca baktı. "Doğru."
Wooyoung öfkeyle soludu ve son bir kez San'a bakarken isteksizce tuvaletten çıktı.
O gider gitmez Felix San'ı kollarına çekti ama Wooyoung'da olduğu gibi rahat değildi. Sarılışı boğucu, rahatsız ediciydi. Felix en yakın arkadaşlarından biriydi. Neden ona sarılmak için gayret edemediğini bilmiyordu.
"Muhtemelen iyi değilsin, biliyorum." Felix fısıltıyla konuşmaya başlarken San'dan ayrıldı ve gözlerine baktı. "Bana karşı dürüst olabilirsin."
"Gerçekten iyiyim," dedi onu inandırmaya çalışarak.
"San-"
"Bana neden inanmıyorsun Felix? İyiyim dedim. Minho götün teki. Sadece- anlık bir şeydi. Onunla başa çıkabilirim."
"Neden beni kendinden uzaklaştırıyorsun?"
San derin bir iç çekti, arkadaşını gerçekten incitmek istemiyordu. "Sen iyi bir arkadaşsın Lix. Bunu bozmak istemiyorum.
Felix'i elini San'ın yüzüne doğru kaldırdı ve hafifçe yanağına dokundu. "Ama engel olamıyorum."
San nazikçe Felix'in elini çekti ve kısa bir süre elinden bırakmadı. "Benim gibi birisini bu kadar önemsememelisin. Boşuna çabalama."
"Senin için çabalamaya razıyım. Senin için her şeyi yaparım." San neredeyse ağlayacaktı. Onu bu kadar önemseyen birine bunu yapmak zorunda kaldığı için kendisinden nefret ediyordu.
"Buna müsaade edemem. Sevmek için daha az çaba gerektiren birini bulmalısın. Ben o kişi değilim."
"Ama Jung Wooyoung'un önemsemesine izin veriyorsun?" diye sertçe sordu Felix ama aslında gerçek bir soru değildi.
"O – o da benimle aynı acıları yaşıyor." San bakışlarını yere indirdi, arkadaşının gözlerindeki acıyı ve incinmişliği daha fazla görmek istemiyordu. "Felix, seni, bunu yaşamana izin verecek kadar çok önemsiyorum."
"Çok geç," diye yanıtladı Felix üzüntüyle. "Kendine olan özgüvensizliğin kadar hiçbir şey canımı yakamaz. Seni sevmek çok zor çünkü sen kendini sevmiyorsun."
"Ben kendimi bile sevemiyorken seni nasıl sevebilirim o zaman?" Gözyaşları San'ın gözlerini tekrardan istila etmeye başladı. "Wooyoungla birlikte paylaştığımız şey aşk değil. Ama seni uzun zamandır tanıyorum. Bunu bozmak için çok uzun zamandır arkadaşız biz."
"İlk başta arkadaş, sonrasında sevgili olurduk. Belki de sevgililer böyle yapıyordur." Felix titrek bir nefes alırken ellerini San'ın her iki omzuna yerleştirdi. "Vazgeçeceğim. Eğer gerçekten istediğin buysa. Ama sadece bana bunun bir anlamı olmadığını söylersen."
Ve aniden Felix dudaklarını San'ınkilere yapıştırdı ve onu aceleyle çaresizlik içinde öptü.
San o an şaşkınlıkla kendisini geri çekmedi.Ne kadar acımasızca olursa olsun Felix'e bu kadarını borçlu olduğu düşündü. Tek bir öpücük.
Ve o yüzden yavaşça ona karşılık verdi. Hiçbir duygu ya da tutku olmadan, sadece arkadaşça.
Onu öptüğü o kısa süre içinde, San bunun Wooyoung'u öpmenin yanından bile geçmediğini düşünmeden edemedi. Heyecan, beklenti, tutku, zincirlerinden kurtulmuş şehvet; bu hislerin hiçbiri yoktu.
Ayrıldıklarında San zorlukla ifadesiz bir şekilde dururken Felix öpücüğün ne anlama geldiğini, herhangi bir duygu belirtisi bulmak için nefes almadan ona baktı. Sonuç olarak San'ın tek hissettiği hayal kırıklığı ve kendinden nefret etmekti.
"Neden bana karşılık verdin?" diye sordu, aklı karışmıştı.
"Hiçbir anlamı olmadığını görebilmen için."
"Yeterince gördüm," diye yanıtladı Felix, hala inanamıyor bir halde dudaklarını dokunuyordu. Ardında kalan San'a bir kaz bile bakmadan tuvaletten çıktı ve onu orada tek başına dikilirken bıraktı.
Avusturalyalı çocuk görüş alanından çıkar çıkmaz San yere çöktü ve elleriyle yüzünü kapatırken içinde tuttuğu hıçkırığı serbest bıraktı.
Felix'i incitmeyi asla istememişti. Ama onun için hisler beslemesini de istememişti ondan.
Ya da belki de istemişti. San her zaman belli olan işaretleri fark ettiğinde büyük bir suçluluk kapladı içini. Ne Felix'i uzaklaştırmış ne de o işaretleri adlandırabilmişti.
Onun suçuydu.
Olanların hepsi onun suçuydu.
Eğer yorgun gözlerle ona bakan üvey kardeşi lavaboya girmeseydi San o soğuk yerden asla kalkamayabilirdi.
"Zor bir gün geçirmiş gibisin."
_______________________________________
San'ımı üzmeyin artık ya ☹️
Oy ve yorumlarla destek olursanız çok sevinirim 🌸
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro