Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 2: ~Hasret Uzun Bir Yol~

Tepesindeki güneşin kavurucu etkisinden veryansın etmeden hızlı hızlı yürüyen genç adam, sağ elindeki çantayı sol eline alarak omzunun gerisinden sırtına düşmesine izin verdi. Uzun zamandır, evinden uzakta kalan adam, hem göreceği ailesi için hem de hayatının bütün anlamını taşıyan varlığı görmek için sabırsızlanıyordu. Uzun bacaklarını saran kot pantolonu yürüdükçe kaslı bacaklarına sürtünüyor, havanın sıcaklığına rağmen hiç rahatsız olmadan her gün giyindiği asker botlarını aratmayan ayakkabıları ise resmen bastığı yolları ağlatıyordu. Üzerindeki tshirtün v yakasını eliyle çekiştirerek serin hava yaratan genç adam eline takılan künyesine gururla baktı.

Üsteğmen Özgür Aslan Aksoy..

Liseden beri askeri okullara giden genç adam bu işe bütün ömrünü adamaya yemin etmişti. Önce genç bir subay adayı, sonrasında subaylığı başarıyla tamamlayarak ailenin gurur kaynağı olan oğlu olmuştu. Askeri akademiyi tamamladıktan üç sene sonra ise Üsteğmen rütbesine yükselmişti. Tabi ki bununla kalmayacaktı. Hayallerinin sınırı olmayan Özgür, elinden geldiği kadar yükselecekti. Ardında bıraktıklarının kendisine yaşattığı zorlukları bile bile bunu yapacaktı..

Arabasını askerlerinden birisine veren genç adam, şuan aldığı bu karardan oldukça pişman olmuştu. Eğer arabası olsaydı daha hızlı gidebilir, varacağı yere daha erken ulaşabilirdi. Lanet olası taksici bütün yolları karıştırmış, sonunda da adamı hastanelik etmemek için yarı yolda sinirle inip yürümeye başlamıştı. Ve son kırk beş dakikadır yürüyordu. Hoş onun için bu süre zarfı bir şey değildi. Lakin görmeye can attığı bir Melek olmasaydı..

Muhteşem Sevda Sokağına girdiğinde adımlarını yavaşlatan adam çantasını omuzlarından indirerek yanında tutmaya başladı. Uzun bacakları omuz genişliğinde açık duruyordu. Sokağın başından sağlı sollu ayrılan çocukluğunun geçtiği bu görseli harika olan evlerin tamamına büyük bir aşkla baktı. Zaten en büyük aşkı o evlerin birindeydi nasıl bakmazdı?
Zaman öyle çabuk geçmişti ki, daha dün gibiydi bu eve gelişi.. Yüreğinin bayram yerine dönüşü..

Romantik kelimesinin emaresini taşıyan babası, ona büyük bir aşk besleyen annesi, çılgın amcaları, deli dolu teyzeleri, hiç yaşlanmayan büyük babaları, gençlik iksirini bulan büyük anneleri, kardeşim, dostum dediği kuzenleri, kanı bir olmasa da canına can adadığı biricik kardeşi Deniz'i.. Ve o..

Melek.. Sadece adı uğruna tüm ömründen vazgeçeceği asi meleği..

Özlemi bağrından aşağı bir kor gibi yakıp geçerken, derin bir nefes koy verdi genç adam.. Bakalım ruhu özgür meleği, onu özlediği kadar özlemiş miydi?

Bahçeden adımını atan Özgür, kuş cıvıltılarından başka bir ses duymuyordu. Sabahın erken saatinde hele de hafta sonunun en güzel saatinde herkes uyurken, uyanık olup gazetesini okuyan ve yanında kahvesini yudumlayan tek kişiyi görmeyi umut ediyordu.. Ve tahminlerinde yanılmadı..

Aslan gibi aslan olan dedesi, Sinan Aslan bütün asaletiyle her zamanki yerinde sabah gazetesini okuyor, bir yandan kahvesini yudumluyordu. Karizmatikliğinden ödün vermeyen adam yetmişini geçmiş olsa da, hala dinç, hala kuvvetli ve hala sinirliydi. Özgür adımlarını yavaş yavaş dedesinin arkasından yaklaştırdı. Tam arkasında durduğunda, elindeki çantayı yere bıraktı ve asker olarak selama durdu.

"Üsteğmen Özgür Aslan Aksoy, İstanbul! Emret komutanım!"

Sinan, yankılanan sesle kafasını hızla kaldırdı. Uzun zamandır görmediği torununun gelişini bilse de, ona bunu belli etmedi. Suratındaki mutlulukla kısık gözlerini araladı. "Aslan parçam!" diyerek oturduğu yerden kalktı. Özgür, Sinan'ı ne zaman görse elini öperek başına koyardı.. Bunu yapmasının sebebi adamın yaşı değildi. Özgür'ün ona karşı duyduğu büyük saygındandı. Yeri geldiğinde dededen ziyade bir baba gibi davranan, yeri geldiğinde ise en iyi dostu gibi davranan bu adama saygısını son nefesini verene kadar gösterirdi.

"Çok özledim be dede.."

Özgür'ün neredeyse titremekte olan sesine karşılık gülümseyen Sinan, genç adamın sırtına özlemini belli edercesine birkaç kere vurup geri çekildi. "Var mı sıkıntı?" diye sordu her zamanki şüpheli bakışlarıyla.. Biran için duraksayan Özgür, gülümsemesini zırh olarak taktı ve "Yok!" dedi. Bu adama yalan söylemenin imkansız olduğunu bilse de, diyememişti sıkıntısını.. Gel gör ki, er ya da geç zaten öğrenecekti bu sebepsiz gelişini.. Özgür, konuyu değiştirme telaşını girerek, "Bizimkiler uyanmadı mı?" diye sordu. Sinan sinirle soludu.

"Yıllardır, erken uyansınlar diye elimden gelen her şeyi yaptım ama bana mısın demedi! Sinan Aslan bir işi beceremez mi diye sorarlarsa, işte bu işi beceremedi dersiniz!"

Özgür, adamın homurdanmasına gülmemek için dudaklarını bastırdı. Evin ikinci katındaki balkonuna kısa bir bakış attı. O balkonda görmeyi özlediği adamı göremeyince kaşlarını çattı.

"Dayısı dönmedi mi daha?"

Sinan gülümsedi. "Dayısı dediğini duymasın.." diyerek elini salladı. Özgür, dost bildiği adamın dayısı olmasını alay malzemesi yapsa da, bu alayı kaldıramayan Hopali her fırsatta kendisini öldürmeye teşebbüs ederdi. Saatine bakan Sinan, "Bir iki saate uçağı kalkacak. Öğlene burada olur.." dedi. Özgür anladım dercesine kafasını salladı ve bakışlarını bu sefer çaprazında kalan eve çevirdi. Bütün çocukluğu, gençliği gözünün önünde o an belirdi. O balkon altlarında az sabahlamamıştı..

"Çiftlik evindeler.."

Özgür, dedesine yakalanmanın utancıyla masumca gülümsedi. Kafasını eğerek yanağını kaşıdı. "Biliyorum.." dedi. Eliyle adamın omzuna vuran Sinan, "Utanma aslanım. Biz nelere şahit olduk.." dediğinde Özgür anında gaza geldi. Elini bağrına sertçe vurdu.

"Öyle böyle değil! Hasretinden ölüyorum be dede.."

"Eksik olma evlat bende senin hasretinden ölüyorum.."

Özgür, dedesinin ateşlenmesinin yanı sıra şakacı tavırlarına da mest olurdu. Gülen gözleri ışıl ışıl parladı. "Ananem çok şanslı çok!" dedi. Bu yaşına rağmen kalp ritmini bozan kadınının varlığıyla heyecanlansa da bozuntuya vermeyen Sinan, tekrar kaşlarını çattı.

"Çok konuşma eşek sıpası! Git kaldır sizinkileri. Bu seferde kalkmazlarsa füze atmayı deneyeceğim!"

Sinan koşar adım giden torunun ardından yarım bir gülüş eşliğinde bir süre baktı. Gençliğin verdiği o heyecanı negüzel yaşıyordu. Bu seferde aklından hiç çıkmayan oğlu düştü yangın yerini aratmayan yüreğine.. Mustafa Ali, onun için çok başkaydı.. Onun çektiği acıları o kadar derinden hissediyor ve anlıyordu ki, her zaman kendi gençliğine benzetirdi. Belki de düşkünlüğü ondandı.. Bugün gelecek oğlunun keyfiyle tekrar oturdu ahşap sandalyesine.. Bu seferki gelişi bakalım nelere sebep olacaktı. Onu da zaman gösterecekti..

                             ***

Yaylanın sert havasına nazaran o sabah ılık bir rüzgar hakimdi, yüksek dağlara.. Odun ateşinde pişen çayın taze dem kokusu bütün alana yayılmıştı. Kullanılmaktan yıpransa da hala iş gören masanın üzerinde cızırtıyla çalan radyodan Karadeniz'in o eşsiz güzellikteki ezgileri yükseliyor, kuşların cıvıltı seslerine karışıyordu. Genç adam oturduğu ufak tabureden karşısındaki bomboş araziye baktı.. Gözünün alabildiği yeşillik, onun zihninde tek bir şeyi canlandırıyordu.. Damarlarında ılık ılık akan kanın hızlandığını hisseden genç adam, iki parmağıyla tam alnının ortasında oluşan çizgilere bastırdı.

İnsan her an anımsar mıydı o zümrüt gözleri? Varlığını her an hissedebilir miydi kor gibi yanan yüreğinde? Gönlüne düşen bir çift göz müydü, onu bu kadar hoyrat eden? Bir masum gülüş müydü, hırçınlığını nükseden? Yoksa ona kurduğu son cümle miydi, kaçışlarına sebebiyet veren?

'Ama bana hep vurgun saatlerinde geldin, ya da sen vurdun Mustafa Ali.. Şimdi git.. Gidebildiğin, kaçabildiğin her yere git.. Nasılsa kurbanı olduğun o öfkenin, yerlere göklere sığdıramadığın o hırçınlığının sebebinden ötesi değilim..'

Mazilerin arasında can veren genç adam, bahçe çitinin diğer tarafından seslenen adamla kendisine geldi. Kısa bir süre duraksayan Hopali, suratına zoraki bir gülüş bırakıp, eliyle adama selam verdi. Yaşlı adam elindeki bastonu hafifçe kaldırıp selamını aldı.

"Hopali uşağum ne alemdesun?" Yaşlı adamın sevecen sesi Hopali'yi buhranlı halinden çıkartmaya yeterken, "Gel hele Mehmet emmi. Yoktun uzun zamandur." dedi.

"Nenen bekler uşak hiç gelmeyeyum." Yaşlı adam tahta kapının kenarından güç alarak tutundu."Hem senun aklin sendan çok uzakta uşağum!" dedi. Adamın imasına karşılık sadece buruk bir şekilde gülümsemekle yetindi. Doğru söze ne denirdi ki? Yaşlı adam, Hopali'nin suskun halini çok sorgulamadan gitmek için hareketlendi. "Dönüş ne zamandu? Ha o nenen Sinan oğula tereyağ etmuş. Almayu unutma sakin. Adamin canuna ot tıkamayi çok seveyi.."

Babasının daha adını duymasıyla ayaklanan Hopali, anında ciddi bir surat ifadesi takındı. Kolundaki saatine kısa bir bakış attı. Burada hülyalara dalarak ziyadesiyle vakit kaybetmişti. Daha yapacak bir sürü işi olduğunu hatırlayınca aceleci bir tavra büründü. "Bir iki saate kaçarım emmi! Ben birini yollatır aldırırım. Nenemin ellerinden öperim. Çok selam söyle.." dedi. Düzelen konuşmasını hiç aldırmayan yaşlı adam, "Öyle olsun Hopali! Çok selamlarumu ilet bak! En yakun zamanda beklerum." dedi. Genç adam, avuç içini göğsünün üzerine bırakıp, hafifçe kafasını salladı. Giden adamın ardından boynunu sağa sola doğru çevirip rahatlatmaya çalışırken, sertçe çektiği nefesiyle ciğerlerini rahatlattı.

"Hopali!"

"Hop!"

Evin arka kısmından yükselen sinirli bir ses dudaklarında bir kıvrım oluşturmaya yeterken, sesin sahibi görüş alanına girdi. Attığı her adımında zelzele etkisi yaratan ve her zamanki gibi burnundan soluyan dostu, can bildiği adam, kendini kesecek gibi bakıyordu.

"Beni mi özledun Osman'um Mirza'm Kurt'um!"

"He öleyrum hasretunden!" Genç adam keskin bakışlarını iyice kıstı. "Mevzu büyüktür da! Kaldur kıymetlinu, büyüttüğün yeterdu!"

Osman Mirza Kurt, nam-ı diğer Deli Mirza.. Hopali'nin can bildiği genç adam, her daim çatık kaşlarıyla, gülmeyen sert çehresiyle nam salmış bir adamdı.. Vakti zamanında kaybettikleriyle bütün insanlığını da kaybeden adamın sığındığı tek limanıydı Hopali.. Bir tek onun yanında insan olmayı, hayata tutunmayı hatta konuşmayı başarırdı.. Ona öyle bir can borcu vardı ki, canını yoluna katsa yine de ödeyemezdi.. Bunu kendisine her gün hatırlatan Deli Mirza, her daim Hopali'nin arkasında gölge gibi dolanırdı.. İki elini çok iyi kullanır, kimsenin duyamayacağı sesleri duyar, gelecek olan tehlikenin farkına herkesten önce varırdı. Tüm bunların nimetlerinden de Hopali faydalanırdı..

"İki çay içirmedun!"

Hopali, çocuk gibi homurdandı. Elinde soğumaya yüz tutmuş bardağı masanın üzerine gelişigüzel bırakırken, Mirza'nın tek kaşı havalandı. "Sabah sporunu yap öyle zıkkımlanırsın!" dedi ve evin arka kısmında kalan depoya doğru ilerledi. Hopali, suratına geçirdiği gerçek kimliğiyle dostunun peşine düştü. Bedenini hafif aralık duran kapıdan geçirdiğinde havasız kalan deponun kokusu suratına vurdu. Bu kokuyu çok yakından bilmesine rağmen çok tercih ettiği bir işkence yöntemi sayılmazdı.. Loş bir ışığın altında tavandan demir zincirlerle sarkıtılan iki adamı görünce duraksadı.. Büyük ihtimalle yanık kokusu onlardan geliyordu.

"Ula ne ettunuz uşaklara?" Hopali, Mirza ve diğer adama söylenirken Mirza hiç oralı olmadı. Cebinden adının kazılı olduğu çakısını çıkartıp, yavaşça açtı. Kenarda duran koca sepetin içindeki elmalara sapladı. Hareketleri o kadar ağırdı ki, Hopali derin bir iç çekti. Mirza, bekle dercesine işaret parmağını kaldırdı. Çakısının sert keskin tarafıyla elmayı ikiye ayırırken gözleri, asılı duran adamlara çevirdi.

"Tüm mesele çakallarla dans edebilmekte dediler birader! Biz de dans ettirdik. Ver coşkuyu olanından.." dedi.

Hopali, dostunun söylediklerine karşılık günlerdir ilk defa kahkaha attı. "Oğlum dans ne du ya?" diye söylendi. Asılı adamların önüne doğru yürümeye başladı. Adamlar bu kişiyi ilk defa gördüklerinden dolayı şaşkınca bakıyordu. Diğerinden yaşça daha büyük gösteren kişi yardım dilenişinde bulanacaktı ki, Hopali üzerindeki ceketi bel kısmından geri ittirerek ellerini arkasına götürdü. Belinde takılı olan iki silahı kavrayıp öylece durdu.

"Bir Karadeniz atasözü ne der bilir misiniz?"

Adamlar önce birbirlerine baktı. Zaten gördükleri işkence yüzünden üçü beş görür olmuşlardı. Kendilerinden yanıt bekleyen adama tekrar bakıp, güçlükle kafasını hayır anlamında salladı. Suratına sinsi bir gülüş bırakan Hopali, kendinden emin dik duruşuyla belini dikleştirdi.

"Biz çakallarla dans değil, horon ederuk ballisi!"

Hopali, cümlesini bitirdiği anda belinden saniyesinde çıkardığı silahları adamların ayak uçlarına doğru sıkmaya başladı. Biri sağ elinde biri sol elinde olan silahları teker teker ateşliyor, adamların ayaklarının biri inerken biri kalkıyordu.. O görüntü Hopali için muazzam olurken, ardından onu izleyen Mirza, yanındaki adamına döndü.

"Bide bana derler deli diye.."

Şarjöründeki mermileri tüketen Hopali silahları havaya kaldırıp Mirza'ya dpğru salladı. "Bitmeyen mermi yapmak lazım. Böylesi zaman kaybı.." dedi. Korkudan ecel teri döken iki adam nefes nefese kalırken, artık dayanamayan iri kıyım adam, "Abi vallahi ben bir şey görmedim! Yemin ederim o paraları ben almadım. Hem o mekandan para kaldırmak benim haddime mi? O göt var mı bende abi!" diye bağırdı.

"Var mı yok mu anlarız birazdan!"

Artık işin şakasını bir yana bırakan Hopali gömleğinin bilek kısmından yukarı doğru katlamaya başladı. Bu görüntüden sonra akıbetini anlayan adam, son bir kere daha şansını denemek için, "Abi dur, dur!" dedi. Hopali, elini gömleğinin katlı yerinde sabit tutarak konuş dercesine yandan bir bakış attı.

"Abi bokunu yerim etme eyleme! Sinan Aslan'ın mekanına dalmak ne demek? Hem o varken.."

Can havliyle konuşurken birden duraksayan adam sesli bir şekilde yutkundu. Suratına alaylı bir ifade bırakan Hopali, adama doğru adım attı."O, kimmiş o?" dedi. Kuruyan dudaklarını ıslatan adam, kararan gözleri kapanmasın diye açabildiği kadar açtı. "Oğlu diyorlar abi! Ne kadar doğru bilmiyoruz. Adını pek kullanmıyormuş. Herkes Hopali diyor!"

"Bak o doğru!" Genç adam kendinden emin bir şekilde gülümsedi. Bu gülüş birazdan atacağı dayağın keyfindendi. Adamın saçlarından tek eliyle kavrayıp kendisine doğru çekiştirdi. Burun kemerine kafasını savurmadan önce büyük bir keyifle mırıldandı..

"Herkes bana Hopali der!"

                            ***

"Kendine geldin mi Hopali?"

Mirza'nın alaylı sorusuna karşılık ciddiyetini koruyan genç adam birbirine geçirdiği ellerini ileriye uzatarak vücudunu esnetti. "Hem de nasıl.." diye mırıldandı. İçinde para bulunan siyah orta boy çantayı kapısı açık duran bagajın içine doğru fırlatan Mirza, arabanın kenar kısmına doğru yaslandı. "Paralardan eksikler var ama sana koymaz." dedi. Geçen seferki olay aklına gelince dudakları tek yana kıvrıldı.

"Bu sefer babanın karşısına elin boş, götün yaş çıkmazsın!"

"Siktir ula ordan!"

Adamın bakışlarından başkası olsa orada can verebilirdi lakin Mirza, geriye tek adım bile atmadı. Bir ayağını diğer ayağının üzerine doğru attırdı. Kollarını göğsünde kenetleyip derin bir nefes alıp verdi.

"Mirza?"

"Hop!"

Bakışlarını karşı araziden hiç çekmeyen adam, dostunun ne diyeceğini çok iyi bilmesine rağmen aptala yatmayı tercih etti. Hopali, hiç duraksamadan, "Düşündün mü?" diye sordu."Neyi?" Hopali sinirle gözlerini devirdi. Kendisine aptal muamelesi yapan adamı öldürmemek için yumruk yaptığı elini cebine sokuşturdu. Tıpkı onun gibi arabaya yaslandı. "Benimle gelme meselesini!" dedi. Meselenin uzamasından her daim rahatsız olan Mirza, kollarını çözerek elini Mustafa'nın koluna doğru uzatarak sıktı.

"Sen kendine iyi bak kardeşim. Gerisi bende!" Hopali'den itiraz sesleri yükselirken, genç adam kafasını salladı. "Buraları sahipsiz bırakamam. Hem.." dedi ve dudaklarına alaylı bir gülüş bıraktı."Buralarda götünü toplayacak birileri lazım!"

İnsan her zaman şanssızım ben diyemiyordu.. Hopali'nin sevdadan yana pek şansı olmasa da ailenden ve dosttan yana oldukça şansı yüksekti.. Minnetle baktı can bildiği adama.. Ne zorlukların üstesinden gelmişlerdi. Kaç geceyi omuz omuza sabah etmişlerdi.. Kimselere yük olmamaktı tek gayeleri.. Bütün gençler eğlence mekanlarında dolanırken, sağda solda har vurup harman savururken, imkanı olmasına rağmen bir kez olsun yememişti öyle yerlerde parasını.. Bileğinin hakkıyla, tırnaklarıyla kazıya kazıya gelmişti bulunduğu mevkiye.. Evet, Sinan Aslan'ın namını yürütmeye yemin etmiş olsa da, kendi emeklerinin karşılığını fazlasıyla alan bir adamdı Mustafa Ali Aslan..

"Unutmadan.." Hopali ceketinin iç cebine elini sokuşturdu. "Sana yeni tespih yaptım.." dedi çıkarttığı tespihi adama uzatırken. Genç adam yarım bir gülüş eşliğinde boynunu büktü. "Kehribar.." dedi dostunun iki parmağının ucunda sallanan tespihe bakarak. Üç taşın üzerine işlenen baş harfleri ve soyadını gören Mirza, beğendiğini parıldayan gözleriyle belli ederken, ilk tanıştıklarında ona verdiği tespihi cebinden çıkarttı. Siyaha çalan koyu kahve rengindeki taşları oldukça deforme olmuştu. Hopali, elindeki sarı tonundaki tespihi Mirza'nın tespihiyle değiştirdi.

"Bilirsin, kehribarlar çekildikçe koyulaşır.. Artık değiştirmenin zamanı gelmişti.."

"İçimdeki karanlığın yüz bulmuş hali.." diye mırıldandı Mirza, eski tespihine bakarak.. Konunun açılmasını istemiyordu. Bunu bilen Hopali, adamın omzuna birkaç kez vurarak kafasını çevirdi. Bu hayatta tahammül edemediklerinin arasında vedalar da yer alıyordu. İfadesini hiç bozmayan adam arabasına binmeden elini kaldırıp selamını verdi..

"Allah'a emanetsin kardeş.."

                                ***

Sinan önüne sertçe bırakılan para yüklü çantaya kısık gözleriyle baktı. Mustafa adamın karşısındaki yerini alırken, dudağını yarım bir gülüş bıraktı.

"Seni eğlendirebildim mi?"

"Fazlasıyla."

Sinan, uzun zamandır görmediği oğlunu bir süre seyretmekle yetindi. Göz altlarında oluşan mor halkalara bakılırsa hala uyku problemi çekiyor olmalıydı. Bu konu hakkında hiçbir zaman konuşmak istemeyen oğluyla artık konuşma vaktinin geldiğini anlayan adam, düşüncelerini rafa kaldırarak elini geçiştirircesine salladı.

"Memleketinde ne var ne yok?" diye sordu. Hopali umursamaz bir şekilde omzunu çekti. "Bol oksijen!" yanıtını verdi. "Sana her zaman diyorum. Orada yaşayabilirsin. Bana minnet borcun falan yok! Sen her şekilde benim oğlumsun. Benim lügatımda evlatlık kan bağıyla değil, can bağıyla olur!"

Hopali oturduğu yerde dikleşerek bedenini öne doğru kaydırdı. "Senin hakkını ben nasıl öderim?" Sinan gelen fırsatı değerlendirdi. "Mutlu olarak!" dedi. İki yana açtığı elleriyle kendini gösterircesine işaret eden oğlu, "Mutluyum zaten!" dediğinde Sinan sinirle homurdandı.

"Yapma Mustafa!" Adamın bakışları adeta 'Babana yalan söyleme!' diye bağırıyordu. Dile gelmeyenleri bile anlayan Hopali, yavaşça oturduğu yerden kalktı. Babasına tepeden bir bakış attı.

"Ben hayatımdan memnunum baba. Beni böyle yetiştirdin. Güç, hırs, nam, imkan her şey elimin altında! Soy adın emin ellerde!"

"Önemli olan soy adım değil Mustafa!"

Sinan seğiren gözlerini kırpıştırdı. Oğlunun yakın bir zamanda temiz bir derse ihtiyacı olduğuna karar verdi. Hopali ise babasının itirazlarını duymazdan gelerek gülümsedi. "Sen öyle san! Aslan denildiğinde hangi Aslan diye sorulmuyorsa soy adının namını öğrenememişsindir demektir." dedi.

Sinirine rağmen gururunda bir okşama meydana gelen Sinan, ciddi surat ifadesini hiç bozmadı. "Biraz dinlen. Özgür geldi. Yemek için toplanacağız." diyerek konuyu kapattı. Hopali, hafifçe kafasını salladı. "Biliyorum. Yolda konuştum. Bu akşamlık beni affet. İşlerim var." dedi ve hızla kapıya doğru ilerledi.

"Soy adının hakkını vermek mi istiyorsun?" Sinan'ın otoriter çıkan sesi odanın duvarlarına çarparak kaybolurken, genç adam adım atmayı bıraktı. Babasını görecek şekilde sadece kafasını çevirdi. Devamında gelecek cümleyi merak ederken, Sinan ciddi tavrından asla ödün vermedi.

"O zaman ailene vakit ayıracaksın. Ailen varken, iş ikinci plandadır. Şimdi dinlen!"
Genç adam, babasının posta koymasıyla sinirle soludu. Kapıdan çıkarken, "Bezdum da, bezdum!" diye inledi.

"Çok rivriv etme! Hala sağlam ateşliyorum!"

Koridorda ilerleyen genç adam, babasının duyacağı şekilde bağırdı.

"Emin ol, herkes bunu çok iyi biliyor!"

                              ****

Cesur, ailesiyle bahçe kapısından girdiği sırada bütün bakışlar kendilerini buldu. "Şu yemekleriniz olmasa, birbirimize hasret gideceğiz.!" Eliyle masada oturmakta olan Berdan'ı işaret etti. "Sen hariç!" dedi. Ortama yayılan gülme sesleri eşliğinde herkes birbirlerini kucaklayarak kısa bir hasret giderdi. Cesur, sıraya giren yeğenine kendisine sinsi şekilde bakıp sırıtmasıyla kaşlarını çattı.

"Amca?"

Özgür tek kaşını kaldırdı. Mesleğinde örnek aldığı amcasına gururla bakarken, daha fazla gururu yaşayan Cesur, tepeden tırnağa adamı süzdü.

"Amcası?"

Genç adam amcasının yaptığı gibi o da aynı şekilde adamı baştan aşağı süzdü. Yaşına inat o fit vücuduna hayret etti. "Senin bu karizman ne olacak?" diye sorduğunda Cesur sesli bir kahkaha attı.

"Nazar değdireceksin. Sonra Ahu yengen bakmaz falan. İki içinden, üçü suratıma üfür!"

Cesur'un arşa değen egosu karısı Ahu'yu inletirken, yaptığı havaya gözlerini devirdi. Ayak üstü sohbet devam ederken, Cesur birden ciddileşti. "Dağlardan ne haber aslanım?" Adamın sorusu karşısında gözleri buğulanan Özgür, şuan ne yeri ne zamanı olduğunu biliyordu. Hızla toparlanarak suratına zoraki bir gülüş yerleştirdi. "Seni özlemiş!" dedi. Cesur, yüreğinde kabaran hasretle içli bir nefes koy verdi.

"Ah ah! Bak Ahu dedim sana bu seneki tatilimizi dağda yapacağız! Başka çaresi yok!"

Özgür, gülüşlerinin arasından, "Yaman yok mu?" diye sordu. Cesur yeğenin omzunu sıvazlayarak kulağına doğru eğildi. "Henüz gelmedi." Genç adam anladım dercesine kafasını salladığı sırada, göz hapsine giren güzellikle suratındaki gülüş genişledi.

"Ceylan'ım!"

Ceylan babasının arkasından yavaşça abisine doğru yanaştı. Annesinden aldığı sarı saçları gecenin karanlığına inat bir güneş gibi parlıyordu. Adamın uzun boyuna erişmek için parmak uçlarında kalkarak sarıldı.

"Hoş geldin abim."

Özgür daha kızın belini sarmaya fırsat bulamadan kolları arasından kayıp gitti. Geriye doğru çekilen kıza şaşkınca baktı. Aynı şaşkınlığı Ceylan'da yaşıyordu. Cesur kızını, çekiştirerek hızla arka tarafına doğru ittirdi.

"Tamam Ceylan geç bakayım kızım şöyle kızların yanına doğru! Hadi bebeğim, sağdan sağdan ilerle!" Cesur çattığı kaşlarıyla, masada oturan diğer erkek sürülerine döndü. "Sizde önünüze dönün, gözlerinizi oymayayım!"

Cesur'un tavırlarını Soyhan büyük bir keyifle karşılarken, yanında sinirden kuduran kuzeni için aynı şey geçerli değildi. Genç adam sırıtarak, Umut'a doğru eğildi.

"Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar aman aman!"

Fırsatı hiç kaçırmayan kuzenine sinirle dönen Umut, kapalı dudaklarının arasından "Kes sesini!" diye tısladı. Soyhan, omzunu çekti. Ağzına attığı et parçasını afiyetle çiğneyerek yutkundu.

"Yoksa o şarkı öyle değil miydi? Peki bir de şunu dinle.. Gezme Ceylan, bu dağlarda seni avlarlar.."

Umut'un içindeki öfke, yanardağ gibi patlamak üzereydi. Diline gelenleri söylememek için zor dururken, ciddileşen Soyhan, "O işi unut!" dedi. Umut sesli bir yutkunuşun ardında bakışlarını Ceylan'dan çekti ve kuzenine yandan bir bakış attı. "Sen öyle san!"

"Cesur amcama kendini nasıl kabul ettirmeyi düşünüyorsun? Adam bordo bereli! Eminim hala gücü yerindedir."

Umut bunun farkındaydı. Lakin farkına varamayan kalbine, bunu nasıl izah edecekti. O sarı saçları aklının her zerresine kazınmışken, bu durumdan nasıl vazgeçecekti? Ceylan'ın ürkek bakışları Umut'un arzu dolu bakışlarıyla buluştuğunda, bir kez daha anladı. Bu kızdan asla vazgeçemezdi!

"Tek bir avantajım var Soyhan. Eminim o da bütün kapıları aralayacaktır."

"Neymiş o?"

Soyhan merakla kaşlarını çattı. Umut, bir ihtimalin olduğunu biliyordu. Ve bu ihtimale bel bağlayarak gülümsedi. Bakışlarını Ceylan'dan hiç çekmeden, "Çay!" diye fısıldadı. Soyhan'ın ağzı şaşkınlıktan aralanırken, genç adam kuzenine döndü ve aşkın her halini yansıtan suratına kocaman bir gülüş bıraktı.

"Çay seviyorum!"

Görkemli sofrada herkes keyif içinde yemeklerini yerken, Selin oturduğu yerde aklına gelen detayla kıpırdandı. Ağzındaki lokmayı hızla yutarak, "Neslim?" dedi. Bu sesleniş tek bir kişinin yüreğinde sızlama yaparken, Neslihan suratındaki sıcak bir tebessümle yengesine çevirdi mahzun bakışlarını. "Efendim yenge?" dediğinde Selin, kötü bir haber verme ifadesiyle suratını düşürdü.

"Bebeğim bahsettiğim şirket vardı ya hani? Stajyer alımlarını doldurmuş. Baya ısrarcı davrandım ama maalesef olumlu bir dönüş olmadı."

Genç kızın az önceki gülen gözlerinin yerini hayal kırıklığı alırken, düşen suratına zoraki bir tebessüm yerleştirdi. Kırgın omzunu çekerek hafifçe boynunu büktü. "Nasip değilmiş yenge. Olsun teşekkür ederim uğraştın o kadar." yanıtını verdi. Aile pür dikkat konuyu anlamaya çalışırken, Sinan merakla Neslihan'a çevirdi keskin bakışlarını. "Hayırdır kızım? Ne işi bu haberimiz yok?" dedi. Adamın sert ve tok sesi gecenin sessizliğine karışırken, genç kız cevap vermeden babası Demir gerekli yanıtı verdi.

"Stajını yapamamıştı. Malum.." dedi ve sustu. Eskiyi hatırlatmamak adına hemen konuyu geçiştiren Demir, "Uygun ve de en önemlisi güvenilir bir yer arıyoruz." dedi. Demir'in bakışları karşısında oturan Hopali'deydi.. Genç adam kendisine bakışları öyle asillikle karşıladı ki, suratında tek bir mimik dahi oynamadı. Masadaki kişilerin akıllarına gelen tek soru ise kendi şirketleriydi.

"Bizim şirket neden olmuyor, onu anlamadım?" diye sordu Emirhan sinirle.

"Bölüm başkanımız aile şirketi diye kabul etmiyor amca. Hak ve etiklik çerçevesine uygun düşmezmiş."

"Galeride gel çalış güzelim. Valla senin gibi elemana ihtiyacım var!"

Berat'ın lafına destek Berdan'dan gelirken, Hopali ayağını masanın altından doğru yanında oturan Berat'ın eklem kemiğine doğru savurdu. Berat olduğu yerde inlerken bütün dikkatleri üzerine çekmeyi başarsa da, gülümseyerek masadaki suyu kafasına dikti. Yandan bir bakış attığı Mustafa sinsi bir şekilde dudaklarını araladı.

"Acıdı mı güzelim?"

O bakışlarda ölümünü gören Berat ya sabır çekerken, kafasını adamın aksi yönüne doğru çevirdi. Neslihan korkak bakışlarını Mustafa'dan hızla kaçırarak Berat'a gülümsedi. "Teşekkür ederim abi. Stajını yapmayan kişilerle grup halindeyiz ve çoğu kişi galeride ayarladı. Farklı alanlar olmalı." dediğinde yine üzgün bakışları kısa biran için Hopali'yi buldu.. Aklında ve gönlünden geçen tek yerin onun yanı olduğunu lakin onunda imkansız olduğunu anlatmaya çalışıyordu dilsiz yüreğine..

"Bence, sizin hoca bu akrabalık ilişkisini fazla abartıyor." dedi Yiğit bariton sesiyle. Elindeki bardağı masaya bırakmadan avuçlarının arasında çevirdi. "Bizim otellerin birinde gayette rahat çalışabilirsin. Eğer hocanı dert ediyorsan, rahat ol. Ayar çekerim ben.."

Neslihan alayla dudaklarını kıvırdı. Elindeki çatalı sakince tabağının kenarına bırakıp ellerini birleştirdi. "Teşekkür ederim Yiğitcim ama hatırlarsan bundan üç ay evvel sevgili dayıcım hocanın ayarlarını bozmuştu." Genç kız, dayısı Cihan Soydan'ın üzerini gözlerini dikti ve "Düzelemeyeceği şekilde!" diyerek iğneledi. Masadan kıkırtılar yükselirken Cihan'ın bakışları, kendisine laf sokan yeğenini buldu.

"Ufak bir ayar çekmeyi abartmasak mı dayısının canı.."

Neslihan'ın alaylı bakışlarının yerini ciddi bir ifade alırken, yeşil gözleri kocaman aralandı.

"Adamın evini bastın dayı! Korkusundan rapor alıp iki ay derslere giremedi!"

"Bastı demeyelim lütfen!" Cihan eline aldığı peçeteyi dudaklarına bastırıp masanın üzerine bıraktı. Sakin tavrından ödün vermeden, "Çok kısa bir ziyaretti. Seninle içmek istediği kahveyi benimle içti. Ayrıca gelmiş işte. Hem ne derler önceye değil sonraya bakmak lazım.." dedi.

Yiğit, babasına hak verircesine kafasını salladı. "Tabi, sonrası önemli.." diyerek Neslihan'a göz kırptı. Durumu hiçbir zaman kabul etmeyecek olan genç kız, gözlerini devirdi. "Sayende okulda herkes beni görünce yolunu değiştiriyor. Adım ateşleyen Cihan Soydan'ın yeğenine çıktı! Peşimde bin tane korumada cabası!" Neslihan gülen ailesine hayretli bir bakış attı. Bu sefer bakışları babası Demir'i buldu. "Babamın polis komitesini saymıyorum bile!" dedi.

"Maalesef o dert bende de var."

Feray'ın yarı kapalı tuttuğu dudaklarının arasından çıkan cümle Giray'ı sinirlendirmeye yeterken, elinde tuttuğu çatalı kızına doğru salladı. "Sen sus bakayım! Öyle cinayet mahallini basmaya devam edersen daha çok dolanırsın!" dedi. Genç kızın öfkeli bakışları anında babasını buldu.

"Gazeteciyim ben hatırlatırım!"

"Bende emniyet amiriyim aynı zamanda da babanım hatırlatırım!"

Baba kız arasında oluşan gerginlik sebebine ortama kısa biran için sessizlik hakim olurken, genç kız diline gelen bütün itiraz cümlelerini yutmak zorunda kaldı. O ağa bozuntusunun karşısında yeterince rezil olmuştu. Berat'ın bulunduğu tarafa bakmak istemese de gözleri adeta oraya bakmak için can atıyordu. Berat ise yükselen sinirlerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Şu dünyada bir bakışıyla dize getiremeyeceği kişi yokken, o lanet olası bakışları neden bu kızda işe yaramıyordu? Daha ne kadar tehlikelere atlamasına göz yumacaktı? Aslında merak ettiği ve cevaplayamadığı tek soru, hangi sıfatla ona dur diyecekti?

Feray, bu gergin ortamdan kurtulmak için seğiren gözlerini destek arayışlarına çıkardı. Dayısı Demir'in bakışları karşısında umutla, "Sende mi öyle düşünüyorsun dayı?" dedi. Demir, dudaklarını büzerek omzunu çekti.

"Seni en son havada uçan kurşunların arasında gördüğümden sonrasını mı soruyorsun, yoksa Türkiye'nin aranan bir numaralı çete liderinin karşısında gördüğümden sonrasını mı? İnan bu ikisi arasında çok kararsızım.."

"Kahretsin.." diye mırıldanan genç kız, şuan yerin dibine girmek istiyordu. Hatta mümkünse o dipte sonsuza kadar yaşamak tek arzusuydu. Genç kızın yardım dileği buhar olup uçarken, artık suskunluğunun pimi çekilen Berat, orta yere yıldırım gibi düştü.

"Cesaretli olabilirsin!" dedi ve sustu. Tüm dikkatleri üzerine toplayan genç adam gözlerini saniye bile kırpmadı. "Ama bu tehlikelere balıklama atlayacağın anlamına gelmez. Bu yaptığın sadece aptallık!"

"Dedi kutsal toprak ağası!"

Feray, havaya diktiği küçük burnuyla ve o kalkık kaşlarıyla hiç çekinmeden hodri meydan dercesine baktı. Sergilediği bu tavır, adamın yükselen ateşine benzin atmaktan farkı yoktu. Genç adamın sıktığı dişlerinden çıkan sesi yanında oturan Hopali duyarken, "Sakin.." diye mırıldandı. Sakin olmak Berat Özçakır'ın lügatında olmayan bir terimdi. Sinirlilik konusunda Hopali ile yarışabilir fakat sakinlik ve sabır konusunda Hopali'nin eline asla su dökemezdi.

"Ben hiç değilse topraklarımın barışını sağlıyorum küçük hanım! Senin gibi elimde makine bütün gün şipşakçılık yapmıyorum!"

Tek kaşı alayla havalanan Berat, sandalyesine sırtını yaslayacak şekilde rahat bir tavır takındı. Feray bu lafın altında ölse kalmazdı. Yutmak zorunda kaldıklarını tam kusacaktı ki, Samet elini sertçe masaya vurdu ve ikili arasındaki soğuk savaşın bitiş düdüğünü çaldı.

"Karışmayın torunlarıma! Onlar, neyi nasıl yapacağını çok iyi bilir. Nasıl olsa dedeleri benim!" dedi. Neslihan ve Feray, minnetle dedelerine bakıp her zamanki desteğini esirgemediği için teşekkür ederken, bomba etkisi yaratacak cümle nefesleri kesmeye yetti..

"Yarın evraklarını getir!"

Sessizliği bir bıçak gibi kesip atan Hopali'nin sert sesi, şaşkınlığı üst seviyeye çıkartırken, herkes yemeği bıraktı. Yarı yolda kalan kaşık ve çatallar, çiğnenen lokmalar hepsi saniyelik birisi tarafından durdurulmuş gibiydi. Özellikle Neslihan.. Soluk bile almadan, gözlerini kırpmadan adama bakıyordu. "Anlamadım?" diyebildi fısıltıyla..

"Anlamayacak bir şey yok!" dedi bariton sesini yumuşatma gereği duymadan.. Bakışlarındaki alay, aslında içindeki öfkesinin neferiydi. Elindeki bardağı var gücüyle sıkarak masanın üzerine sertçe bıraktı.

"Nasıl olsa aramızda aile bağı yok! Yabancı sayılırım. Hatta sayılmam, direk öyleyim! Sevgili hocan bu durumu seve seve kabul edecektir!"

Hem mutluluk, hem hüzün bir arada olur muydu? Göğe doğru sevinçle kanat çırpan yüreği, tek bir cümleyle vurularak yere çakılır mıydı? Her bir kelime nasılda kurşun gibi yağıyordu üzerine.. Bilmeden tuttuğu nefesi bırakan genç kız, elini yarasının üzerine götürmemek için zor durdu.. Asıl yarası gönlündeyken, suratındakinin önemi var mıydı?

"Teşekkür ederim." diyebildi, buğulaşan gözlerini birkaç kez kırpıştırarak.. Suyundan bir yudum alarak sakinleşmeye çalışsa da nafileydi. Ağzından çıkan her bir kelime yüreğine bir ok gibi saplanmıştı. Nasıl bir acınası hale düşmüştü ki, o vurdumduymaz adam bile ona yardım eli uzatır olmuştu. Lakin ona muhtaç olmak istemiyordu. Yeterince yüreği ayaklar altına alınmamış mıydı? Hayatında sadece bir kere yardım istemişti. Gel gör ki Hopali zamanı kaçırmış, geçmişte uzatmadığı yardım elini şuan uzatıyordu.. Suratına taktığı fakat karşısındaki adamdan gizleyemediği o yalancı ifadesiyle gülümsemeye çalıştı.

"Bir yerden daha haber bekliyorum." dedi ve kavisli kaşı alayla havalandı. Kıstığı bakışları çaprazındaki adamı buldu. "Bu beklenmedik ince düşüncen için tekrar teşekkürler, Hopali!"

Hopali!

Genç adam duymaya alışkın olmayan namını, kızın ağzından belki de ilk kez duyuyordu.. Hatta diğer aile bireylerinin bile bu iğneleme karşısında şaşkınlıktan ağızları beş karış açılmıştı. Mustafa Ali'ye ne olmuştu?

İç dünyasında adeta savaş veren Hopali oturduğu yerden hızla kalktı. Öyle bir kalktı ki, oturduğu sandalyesi neredeyse geriye doğru devrilecekti. Onun yanından başka yerde çalışmayı aklından silip atacaktı. Atmamakta inat ederse zorla attıracaktı! Üzerindeki ceketi düzelten adam burun kemerini sıkarak boynunu eğdi.

"Yarın sabah o evraklar masamda olsun Neslihan! Yoksa ince düşünceme, çok yakından tanık olursun!"

Genç adam donuk ifadesinden taviz vermeden kendisine bakmakta olan aile bireylerine hızla göz atarak kafasını eğdi ve hiçbir şey olmamış gibi, "Afiyet olsun!" dedi. Ardından şaşkın bakışları umursamadan attığı her adımda ortalığı inleterek gözden kayboldu.

"Buda neydi şimdi?"

Demirhan çattığı kaşlarıyla, gözden kaybolan adamın peşinden bakadursun, Sinan ağır bir tavırla gülümsedi. Keyifle ardına yaslanırken, gururla omuzlarını kabarttı.

"Oğlum her zamanki gibi ateşledi ve gitti!"

-Bölüm Sonu-

^-^ Canlarım hala kayıp okuyucularım var ve bunun yanı sıra beğenilerini yapmayanlar var.. Keşfet kısmına çıkamıyoruz.. Çevrimdışı okuyan okurlar, beğeni yapsanız da bunlar yansımıyor. Lütfen çevrimiçi olduğunuzda değerlendirmeden geçmeyin..

Bu sebepten dolayı bölümü kesmek zorunda kaldım.. Oy çokluğu lazım.. 😊😊

Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum görüşmek üzere.. ❤

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro