Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 16. ~Sebep Olduklarımız~

Karşısındaki kadının güzelliğinden bir türlü gözlerini alamıyordu adam. Zamanı o an durdurmak istemesi sadece bundandı..

"Bu masayı sen mi hazırladın?" diye sordu Neslihan şaşkınlıkla.

Adam dudaklarında kibar bir tebessüm bırakıp keskin bir bakış attı. "Beğeneceğini düşündüm." dedi en sakin ses tonuyla. Neslihan kaşlarını kaldırdı. Dudaklarını ezerek başını hafifçe salladı. "Beğendim." dedi düz bir şekilde. Heyecanından titreyen ellerini birbirine kenetledi. Genç adam, derin bir nefesle doldurdu sıkışan ciğerlerini. Konuya girmenin zamanıydı ona göre. Beklemenin anlamı yoktu. Bunca zaman sustuklarına sayabilirdi.

"Seni seviyorum." dedi ansızın.

Neslihan nefes almayı bıraktı. Ayakuçlarından başlayan elektrik bütün bedenini hızla sardı. "Anlamadım?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Diyorum ki, sevmek güzel sevmek.. Sana olan hissiyatım, duygularım.." derken birden duraksadı. Ona ne oluyordu? Böyle zor şeyleri söylemek onu zaten derinden sarsıyordu. Elleri iki yana açılırken, "Ula tek seferde anlasan ne olurdu?" diye söylendi.

Neslihan gözlerini kıstı. "Tekrar söyle!"

Hopali, "Hayır!" derken, Neslihan bir adım daha yaklaştı adama. "Evet! Söyleyeceksin!" dedi inatla.

Aralarındaki kısa mesafenin etkisiyle soluk bile alamayan Hopali, bütün gardını düşürdü. Tek odak noktası karşısındaki kızın can alıcı güzellikteki gözleriydi. Derin bir nefes aldı. Sadece iki kelime edecekti. Evet, bunu yapabilirdi.

"Kaşınıyorum!" dedi birden bire.

Bütün romantikliğini bilinmeyen diyarlara yollayan genç kız büyük bir hüsranla, "Ne kaşınması?" diye sordu. Kaşınmanın sırası mıydı cidden?

Hopali, sanki burnuna bir şey değiyormuş gibi elini sallıyor, oradan kulağına giden kaşıntıyı kovmaya çalıyordu. "Ula bu ne du?" diye bağırdı. İki eliyle yüzündeki kaşıntıları yok etmeye çalışan genç adam, uzaklardan gelen buğulu sese kulak verdi. Anlamsız sesler daha da yaklaşırken, karşısındaki suret yok olmaya başladı. "Dur, dur gitme!" dedi elini uzaklaşan Neslihan'a doğru uzatarak..

"Hu hu.. Dayısı? Kim gitmesin?"

Deniz, uzun saçını adamın suratına doğru sürtmeye devam ederken, Hopali yataktan can havliyle doğruldu. "Oy canuna fuşki koduğum.." dedi nefes nefese..

Deniz, ayıplarcasına bir bakış attı. "Ayıp oluyor ama dayısı!" dedi saçlarını savururken.

Hopali, bir sağına bir soluna baktı. Ter içinde kalan suratını eliyle sıvazladı. "Ula rüyaymış!" dedi hüzünlü bir sesle. Deniz, bağdaş kurarak omuzlarını dikleştirdi. "Hı, nasıl rüyaysa artık bütün dişlerini gösterdin.. İlk defa seni bu kadar gülerken gördüm. Hem ne gördün?"

Genç adam yandan bir bakış attı ve yorgun bedenini yatağa sertçe bıraktı. "Adı üstünde rüya! Olmayacak şeyler!" diye mırıldandı tavana bakarak. Zaten aşkını rüyalarında yaşamaya da alışmıştı. Onun için anormal bir durum sayılmazdı. Deniz, itiraz edercesine ah çekti.

"Öyle deme dayısı. Hem ne demiş imparator, sevenin gönlünde umut olmasa, hayal neye yarar, düş neye yarar?"

Hopali, alaylı bir şekilde güldü. "Evet, ve devam etmiş imparator, sevilmekten yana hiç kısmetin yoksa, talih neye yarar, şans neye yarar? Dimi canım yeğenim?"

Adamın her şeye cevabı olmasına bozulsa da belli etmeyen Deniz, "Rüyaların çoğu bilinçaltı olur bilirsin. Senin bilinçaltındakinin zümrüt göz olduğuna her türlü bahsine girerim.." dedi.

Hopali tavandan gözlerini çekip Deniz'e çevirdi. "Saçma saçma konuşma Deniz. Hem, sabah sabah ne başımdasın?" dedi dişlerinin arasından. Deniz, alayla kaşlarını kaldırdı. Konuyu çevirme çabası takdire şayan olsa da ne için geldiğini hatırlayınca bakışlarıyla komodindeki saati işaret etti.

"Sabah olduğuna emin misin dayısı? İstersen bir saate bak.." dedi. Genç adam kafasını hafifçe çevirip saate baktı. Bakmasıyla yatakta doğrulması bir olurken, gözleri yerinden çıkarcasına aralandı. "Ula o da ne?" "Saat bir mi?" diye sordu telaş içinde.

"Bence kalkmana gerek yok. Üç beş saate güneş batacak.."

Odanın içinde kıyafetlerini arayan adam, "Oy nenem oy! Ceset gibi uyumuşum ya!" diye söylenirken, durdu ve Deniz'e baktı. "Sen bir şey istemeye mi geldin?" diye sordu. Deniz, masum bir şekilde gülümsedi ve kafasını evet dercesine salladı. "Konu şu ki, yardımına ihtiyacım var. Daha doğrusu ihtiyacımız var!" dedi gülüşleri sinsi bir hal alırken. "Bir yardım borcun varmış.." dedi ve ayağa kalktı. "Yani dayısı, hesap kapatma günün!"

Genç adam, düşüncelerinde yakın bir geçmişe gidip geldi saniyesinde. Kaşları sinirle çatılırken, "Dur tahmin edeyim. O şam şeytanı Meltem'in başı belada!" dedi.

Deniz, gülüşleriyle gerekli cevabı dayısına verdi. Hopali gözlerini kapattı. Şu hayatta sadece uyku halinde huzuru bulan adam kafasını geriye doğru atıp inledi.

"Sırf sizden kurtulayım diye, yemin ediyorum ölüm uykusuna yatacağım!"

***

"Ya abi Allah aşkına kaç yaşına geldim! Bu yaşta ev cezası mı olur? Babamı ikna eder misin artık! Ve lütfen beni ara!"

Meltem, kaç saattir abisine sesli mesaj attığını bilmiyordu. Annesinin verdiği akılların üzerine babasının suç mahalline yaptığı baskın sonucu hayatı kararmış ve bütün suç annesinin olmasına rağmen cezayı sadece o almıştı. Ve bu durum ona göre hiçte adil değildi. Ayaklarını sertçe yere çarpa çarpa mutfağa geçtiğinde annesinin keyifle kahve içtiğini gördü. Ağzı şaşkınlıkla aralanan kız, ellerini hayretle iki yana açtı.

"Ben burada sinirden gebereyim. Sen keyif kahvesi iç!" dedi kızarmış suratıyla. Füsun kızına cevap vermek yerine, fincanını dudaklarına götürüp sesli bir şekilde yudumladı. "Bana yön veren sendin anne! Söylesene, babam neden cezayı sadece bana kesti?"

Buna hayat tecrübesi deniyordu. Füsun'un kaşı gözü farklı oynarken, "Bebeğim taktik meselesi bu! Zamanla sende ceza almamayı öğrenirsin.." dedi. Meltem taktik meselesini düşünür gibi gözlerini kıstı. Bu gidişle hayatını ceza alarak evde geçireceği için, hiçbir şey öğrenemeyecek iki duvar arasında çürüyüp gidecekti.

"Yiğit aradı mı?" diye sordu Füsun konuyu geçiştirir gibi. Meltem gerçek dünyaya döndü. Ayağını sürüye sürüye yürümeye başladı. Annesinin tam karşısındaki sandalyeyi çekiştirip oturdu. Tepesinde toplu duran saçlarından sarkan bir bukleyi parmağına doladı. "Aramadı!" dedi baygın bir şekilde.

"Hayret!" dedi Füsun dudak büzerek. "Demek senden vazgeçmiş!" diye devam etti önemsizce. Meltem aniden duraksadı. "Ne demek benden vazgeçmiş?" diye sordu.

Füsun tam ağzını açtığı anda, mutfak kapısından giren oğlu sebebine aniden sustu. Meltem abisini gördüğü anda sevinçle ayağa fırladı. "Ay biliyordum! Beni kurtarmaya geldin dimi? Canım abim, can abim!" dedi.

Berat çatık kaşlarıyla kardeşine baktı. Sırf arama tacizlerinden bıktığı için onu engellemişti. Bu seferde ek destek güçlerini devreye sokmuş, bir türlü rahat vermemişti. En son Hopali'nin araması sonucunda kayıtsız kalamayan Berat, pes ederek eve gelmişti. Tabi bu kısımları anlatma gereği duymayan genç adam, tepkisini hiç bozmadan kafasını iki yana salladı. "Hayır, tabi ki!" dedi sertçe.

Meltem'in sevinçleri buhar olup uçarken, hüsranla, "Nasıl ya? Mesajlarımı almadın mı?" diye sordu. Berat, alayla dudaklarını kıvırdı. "Seni engellediğim için almadım kusura bakma, canım kardeşim!" dedi.

"Adi düşman yaveri!"

Berat bakışlarını kardeşinden çekerek, annesine çevirdi. "Anne akşama Mardin'e geçmek zorundayım. Birkaç günlük eşya hazırlar mısın?" dediğinde Füsun hayırdır dercesine baktı.

"Akşam yemeğe gidecektik Giray amcanlara.." dedi sakince.

Berat duraksadı. Ona kimse bir şey dememişti. Babasının işleri yoğun olduğu için denetim için kendini feda etmişti Mardin işine. "Neden ki? Bana kimse bir şey demedi!" Genç adamın merakı son hız yükselirken Meltem, önemsiz bir tavırla omzunu çekti. "Senin haberin yok mu?" diye sordu. Berat nefesinin hızlandığını hissetti. Öyle yemekler her zaman olmazdı. Kutlama gibi şeylerde bir araya gelirlerdi. Aklına Feray'ın bir sinsilik yapacağı geldi. O öpüşme olayının üzerinden ne görmüştü, ne de konuşmuştu.

"Fulya döndü!" dedi Meltem abisinin girdiği şoku anlamadan. "Temelli!"

İşte bu beklediği bir şey değildi genç adamın.. Olmasını istediği bir durumda değildi.. Geçmiş Azrail gibi yapıştı yakasına oracıkta. Koca bir boşluğa süzüldü bakışları. Nefes aldığı bile aşikardı. Şimdi ne yapacaktı? Bir gün, karşılaşmak zorunda olduğunu biliyordu. Peki, o karşılaşmaya hazır mıydı?

"Oğlum iyi misin?"

Füsun, aniden garip tavırlar sergileyen oğlunun koluna dokundu. Berat, korkuyla irkildi. Tavırlarını kontrol almaya çalışsa da nafileydi. "İyiyim." dedi yalan söylemeye çalışarak. Burada beklemenin anlamı yoktu. O karşılaşmaya hazır değildi. "Eşyaları ben ayarlarım." dedi ve hızla mutfaktan çıktı. Anne kız birbirine bakarak dudak büzdü. Berat'ın hareketlerindeki anormallik Meltem'in dikkatinden kaçmazken, peşinden gitmek için hareketlendi. "Yardım edeyim." dedi annesini geçiştirmek için ve koşar adımlarla gözden kayboldu.

Odaya girdiği anda hemen eşyalarını dolaptan üçer beşer çıkartan genç adam, ufak bir valizin içinde gelişi güzel sokuşturdu. Ardından açılan kapı sesiyle duraksayan Berat, gözlerini kapatıp sakin bir nefes aldı. "Ben hallederim dedim ya anne!" dedi sertçe.

"Benim.." dedi Meltem sakince. Berat, umursamadan işine devam ederken, genç kız abisinin yanına kadar geldi. "Neyin var senin? Suratın bembeyaz oldu!" diye sordu. Dolaba tekrar yöneldi Berat. Göz göze gelmemeye çalışıyordu kardeşiyle. Çünkü, çok iyi biliyordu. Meltem, eğer bir yara gördüyse onu kanatana kadar kaşırdı. Sebebini mutlaka öğrenirdi. "Yok bir şeyim, yorgunum sadece!" dedi geçiştirmeye çalışarak.

"Hayır değilsin!" Meltem'in inadıyla başa çıkmak zor olsa da, elindeki kozu kullanmaktan çekinmedi genç adam. Çekmeceyi açtı. Birkaç eşya daha aldı eline. "Sende benimle gelebilirsin. Anca böyle cezadan kurtarabilirim seni. Tabi istersen.." dedi.

Meltem, kısa biran için duraksadı. Aslında ona da iyi gelebilirdi uzaklaşmak. Hem ne zamandır Mardin'e gitmemişti. Akşamki yemek aklına gelince suratı düştü. "Ama akşamki yemeğe gitmeyecek miyiz? Gece çıkardık yola.." dedi umutla.

Berat'ın kararı kesindi. Bunu belli edercesine, "Hayır, hemen gitmemiz lazım!" diye bağırdı. Bu kadarı Meltem için yeterliydi. Artık kesindi bir şeyden kaçtığı. Genç kız, elini hızla uzattı ve abisinin elindeki eşyayı alarak valize koymasını engelledi.

"Sen neden kaçıyorsun?" diye sordu şüpheyle.

Berat duraksadı. Hala kızın suratına bakmıyordu. Sırtını dikleştirdi ve elini uzatarak eşyasını almak istedi. "Ver şunu abim." dedi. Meltem elini arkasına götürdü. "Ya da kimden kaçıyorsun diye mi sormalıydım?"

"Meltem yapma!" dedi son bir gayretle Berat. Meltem hayır dercesine kafasını salladı. Abisi onun suratına bile bakmıyorsa, bu işi burada bırakamazdı. "Feray'dan değil, kaçışın.. Ondan kaçmazsın.." dedi sakince. "Giray amcamdan da kaçmazsın.. Biriyle mi kavga ettin?" diye sordu bu sefer.

Berat hiçbir açıklama yapmadı. Sadece, "Yapma!" diye mırıldanıyordu. Meltem, düşündükçe içinden çıkışı olmayan bir girdabın içine sürükleniyordu sanki. Bütün olasılıkları düşündü genç kız. Abisinin kaçacağı herkesi düşündü ve neden kaçtığını.. Bütün ihtimalleri eledi ve aklına gelen kişiyle gözleri korkuyla aralandı. "Sen.." dedi titreyen sesiyle.

"Fulya'dan kaçıyorsun!"

Ve Berat'ın bakışları sonunda Meltem'in gözleriyle buluştu. Bu hareketle haklı olduğunu anlayan Meltem, bir adım geriledi. Kafasını sağa sola doğru salladı. "Yapmadığını söyle!" dedi. "Bana iki kardeşi idare etmediğini söyle!"

"Saçmalama Meltem!" Sonunda suskunluğunu bozan Berat, kan bürüyen gözleriyle kardeşinin üzerine doğru yürüdü. "Benden öyle bir adiliği nasıl beklersin?" diye bağırdı. Odanın duvarlarına çarparak kaybolan sesi, Meltem'i yerinden bile kıpırdatmadı. "Sadece.." dedi ve sustu. Geçmişin sayfalarını kurcalamaya hiç gerek yoktu ona göre.

"Sadece ne?" diye üsteledi Meltem. Adamın bakışlarının daldığı boşluğa elini sallayarak dikkatini çekti. "Sadece ne abi?" dediği anda Berat sinirle ellerini iki yana açtı.

"Sebep olduğum gidişin, dönüş kutlamasına katılamam!"

Odanın içine aniden bir sessizlik hakim olurken, Berat yaş dolu gözlerini kırpıştırdı. "Eğer katılırsam o zaman adi bir adam olurum anladın mı? Daha fazla soru sorma!" dedi ve kardeşinin elindeki kıyafeti sertçe çekiştirdi. "Şimdi gelecek misin benimle?" diye sordu hiç ona bakmadan. Meltem şaşkın bir şekilde ayakta duruyor, abisinin nelere sebep olduğunu düşünüyordu. Fulya abisi yüzünden mi gitmişti? Aralarında ne geçmişti? Ve bir yığın cevabını merak ettiği sorular beynini ele geçirirken, gitmekten başka çaresi olmadığına kanaat getirdi. Eğer giderse her şeyi öğrenme şansını bulabilirdi. "Evet." dedi mırıldanarak. "Geleceğim."

"Güzel! O zaman hazırlan, yarım saate yola çıkmamız gerekiyor!"

****

"Dayım oğlu?"

Soyhan bahçe kapısından koşarak girerken, kesilen nefesi yüzünden iki büklüm kaldı. Yiğit telaş içinde adamın yanına geldi. "Ne oldu? Ne bu hal?" Soyhan'ı dik tutup vücudunu kontrol eden Yiğit, telaş içinde bir yanıt bekliyordu. Genç adam kesik bir nefes alarak yutkundu.

"Oğlum durumlar boka sardı! Berat.." dedi ve bir nefes daha aldı. Suratı berbat bir haldeydi. Duyduklarını nasıl söyleyeceğini kestiremiyordu. Ağırdan alırsa belki, Yiğit'i kontrol altında tutabilirdi. Bu tavrıyla iyice merakı artan Yiğit, "Ne olmuş Berat'a?" diye sordu.

"Vildan, Vildan aradı az önce.." Soyhan elini göğsüne bastırarak derin bir nefes daha çekti. Yiğit sabırsız bir halde adamın omzunu sıktı. "Ulan şunu tane tane anlatmasana!" Genç adamın kükremesi bahçenin her bir köşesinden duyulurken, Soyhan tane tane anlatırsa yatıştırma düşüncesinden vazgeçti ve söyledi gitti.

"Meltem'i, Mardin'e götürüyormuş!"

"Ne dedin sen?"

Yiğit yana çevirdiği kafasını sabit tutmakta güçlük çekiyordu. Seğiren gözlerini Soyhan'ın çehresinde gezdirdi. "Mardin'e?" Duyduklarını hazmetmeye çalışan Yiğit dudaklarında sinirli bir gülüş belirdi. "Mardin'e götürüyormuş, öyle mi?"

Soyhan, sesli bir şekilde yutkundu. Kuzeni kayışları koparmış gibiydi. Kafasını sallamakla yetindi. Yiğit aklından geçen onca şey varken, hiçbirini dile dökmedi. Yumruk yaptığı elleri iki yanına düştü. Adamın yanından rüzgar gibi geçerken omzuna çarparak geriye doğru ittirdi. Uzun bacaklarındaki hız her adımında artarken, ardından kuzeninin seslenmesini bile duymuyordu.

"Ulan nereye? Yiğit? Oğlum öldürecek misin kendini?"

Soyhan adamın ardından öylece kalırken, ne yapacağını bilemedi. Peşinden gitmekten başka çaresi yoktu. İki ateşleyen adamın, ateşleyen oğulları meydanda karşılaşırsa, neler olacağını tahmin etmek bile istemiyordu.

"Soyhan neler oluyor?"

Genç adam, ardından gelen sesle sıçrayarak sesin geldiği yöne doğru döndü. Allah'tan başka bir şey istese kesinlikle olacağına Feray'ı görünce emin oldu. Gözleri mutluluk içinde parlarken hızla genç kızın bulunduğu yere doğru koşturdu. Bugün kesinlikle koşmaktan can verecekti!

"Berat, Meltem'i Mardin'e götürüyor! Yiğit çıldırdı. Yiğit durdurulamaz ama Berat durdurulabilir!"

Feray duyduklarına inanamaz haldeydi. Mardin'e gitmekte nereden çıkmıştı? Hem de ona hiçbir şey demeden! Daha aralarındaki meseleyi bile çözüme kavuşturamamışlardı. Ablasının gelmesiyle de konuyu erteledikçe ertelemiş, Berat'ı değil görmek, aramamıştı bile. Soyhan'ın hala konuşuyor olmasını fark eden kız, "Neden gidiyor ki?" diye fısıldadı. Soyhan gözlerini devirdi. Nedenini nasılını düşünecek vakitleri yoktu. Çünkü dakikalar sonra Yiğit bunları sormadan konuya direk dalış yapacaktı.

"Az önce dediklerimi anladın dimi?" Kuruyan dudaklarını ıslatan Feray, anlamasa da kafasını evet anlamında salladı. Soyhan sinirle ellerini araladı.

"Ne bekliyorsun Feray! Berat'ı sadece sen kontrol altına alabilirsin!"

Alabilir miydi gerçekten? Ne yapması gerektiğini bilemeyen genç kız bıraktığı uzun solukla gözlerini kapattı.

"Eğer biraz daha oyalanırsan, Özçakır ve Soydan arasındaki kan davasına seyirci olarak katılacağız!"

İki genç hızla Soyhan'ın arabasına doğru koştururken, Yiğit ise aracını son sürat kullanıyordu. Gideceği yeri bilmeden ilerliyordu. Sağlıklı düşünmesi gerekiyordu. Eğer yola çıktılarsa, havaalanına varmadan yakalamak zorundaydı. Kasılan beynini daha fazla çalıştırmaya zorladı. Aklına gelen fikirle, aracın hızını kesmeden tehlikeli bir şekilde sürerken, aynı zamanda telefonundan arayacağı kişiyi buldu ve arama tuşuna bastı. Bir süre sonra aradığı kişinin keyifli sesi kulaklarına doldu.

"Kayınçomun oğlu hayrola?"

Demir'in alaylı sesine gülecek durumda olmayan Yiğit, "Enişte pek hayır değil. Yardımın gerek!" dedi. Demir'in neler olduğunu sormasına izin vermeden, "Mobeseden Berat'ın arabasını bulabilir misin? En son nerede görülmüş? Nedenini sorma sonra tamam mı?" dedi.

"Bekle!" Adamın sıkıntılı çıkan sesi gayet toktu. Kulağına dolan seslerle beklemeye başlayan Yiğit bir umut eniştesinden gelen yanıtı bekliyordu. Eğer umudu hüsranla sonuçlanırsa, en fazla bir bilet alır Mardin'e giderdi.

"Beş dakika önce evlerinin sokağından çıkmış, anayola bağlanmadan yakala. Yoksa durduramazsın!"

Yiğit aldığı yanıtla hemen telefonu kapattı ve aracın hızını daha da arttırdı. Bir taraftan Berat'ı arıyor ve araması sürekli meşgule atılıyordu. Sinir krizi geçirmesi an meselesi olan Yiğit, bu sefer Meltem'i aradı. Onun telefonu tamamen kapalıydı. Sert bir küfür savuran genç adam, sıktığı direksiyonu neredeyse yerinden sökecekti. Bir süre sonra görüş alanına giren Berat'ın arabasıyla derin bir nefes aldı. Bundan sonrasını düşünmeyecekti. Meltem onu istesin veya istemesin veya ailesi ne derse desin hiçbiri umurunda olmayacaktı. Ardı ardına bastığı kornayla Berat'ın dikkatini çeken Yiğit, elini camdan çıkartıp durması için işaret verdi. Berat durmadı. Hızını arttırdı. Sanki bir yarış oyununda gibi olan ikilinin verdiği kıyasıya mücadeleyi Yiğit kazanırken, arabanın önünü keserek sertçe durdu. Berat usta şoförlüğü sayesinde frene hızla basarak elim bir kazayı son anda engelledi. Meltem korkudan irileşen gözleriyle ön camdan Yiğit'e doğru bakıyordu. Berat, kardeşinin yanında oluşuna aldırmadan sert bir küfür savurdu ve hızla torpido gözünün kapağını açtı.

"Abi saçmalama!" Meltem adamın ne aradığını gayet iyi biliyordu. "Dur dedim!"

Berat bulduğu silahın emniyetini açarken, Yiğit korkusuzca arabanın ön kısmına sertçe elini indirdi. "İn aşağı!" diye bağırdı. Berat, hızla kafasını salladı. Yanında korkudan titreyen kardeşine bakmadan, "Sakın arabadan inmiyorsun!" dedi ve dışarıya çıktı. Çıkmasıyla Yiğit'in gırtlağına silahı dayaması bir oldu.

"Seni gebertirim! Neden geberttin diye soran olursa zevkine derim! Benim yolumu kesmek ne demek ulan?"

Yiğit gözünü dahi kırpmadı. Bakışları Berat'ın seğiren gözlerindeydi. "Sende bana ait olan bir şey var!" dedi ve kafasını hafifçe yana eğdi. Dudaklarında içinde bulunduğu duruma tezat bir gülüş belirdi. "Şimdi ben onu alacağım, Berat efendi. Sonra sen nereye istersen, oraya git!"

Yakasındaki eli sıkan Berat, "Artist misin ulan sen? Sana ait olan nedir?" diye kükredi. "Hadi söyle de beynini asfalta akıtayım."

"Hiç durma!" dedi Yiğit. İki elini teslim olurcasına iki yana doğru açtı. "Vurabilirsin!"

Berat dudaklarını ezdi sinirle. Yiğit kıstığı gözleriyle korkusuzca Berat'ın suratına doğru yaklaştı. "Meltem'i Mardin'e götürmene asla izin vermeyeceğimi biliyorsun! Onu sevdiğimi biliyorsun! Ha götürürsün, oraya gelirim. İstersen kıta değiştir. Oraya da gelirim, hiç sorun değil! Sorun ne biliyor musun?" Yiğit alayla güldü. "Sorun, her dakika beni görmeye katlanabilir misin? İşte orasından şüpheliyim!"

Berat güldü. Bu gülüş sadece sinirdendi. Adamın yakasındaki elini sertçe çekerek Yiğit'i geriye doğru ittirdi. "Çekil yolumdan ufak Soydan!" dedi.

"Çekilmeyeceğimi biliyorsun!"

Köprüde karşılaşan iki inatçı keçiden hiçbir farkı olmayan gençler birbirlerine ölümcül bakış atarken, inatlarını kıran Feray, "Berat!" diye seslendi.

Feray'ın sesiyle elindeki silahı yavaşça indiren genç adam, kızın korkuyla harmanlanmış gözlerine takılı kaldı. Feray karşılaştığı sahneye inanamıyordu. Gerçekten sevdiği adam mıydı bu? Her şeye zorba gibi yaklaşmak zorunda mıydı? Öfkesini kontrol etmek çok mu zordu?

"Feray?"

Berat'ın dudaklarının arasından süzülen isim bütün bedenini titretmeye yeterken, Yiğit'in dudakları iki yana kıvrıldı. Şans bugün onu çok seviyordu.. Meltem arabanın içinde öylece Yiğit'e bakıyor, iki sevdiği adam arasındaki gerginlik biran önce son bulsun diye dualar ediyordu. Yiğit kendisine bakılmasını sezmiş gibi hafifçe kafasını çevirdi ve o can verdiği gözlerle karşılaştı. O gözler adeta yalvarıyordu..

Feray ve Berat arasındaki bakışma ise Yiğit'in adama doğru yaklaşmasıyla son buldu. "Sen aptalın önde gidesin Berat efendi! Yoksa ağa mı demeliydim?"

Berat kan bürüyen gözlerini saniye kırpmadan Yiğit'ten ayırmadı. Korkusuz Soydan namını yürütmeye ant içmiş gibiydi. "Gerçekleri kabullenemeyecek kadar korkak herifin tekisin!"

"Kes sesini!" Berat adamın göğsüne uyguladığı baskıyla geriye doğru ittirdi. Yiğit dudaklarına alaylı bir gülüş bırakarak adama doğru tekrar hamlede bulundu.

"Yalan mı? Canından bile çok sevdiğin kıza duygularını açamayacak kadar cesaretin yok! Tutup kolundan yoluna katacak kadar cesaretin yok! Sen benimsin diyecek kadar cesaretin yok! Sahi söylesene, ailenden cesaretler akarken, sen kime çektin böyle?"

"Sana kes sesini dedim!"

Berat yumruğunu hızla Yiğit'in suratına indirdiği anda Meltem, dudaklarından kaçan çığlığı tutmak için elleriyle kapattı. Genç adamın aldığı darbe karşısında bedeni dahi kıpırdamadı. Zaten ona vurmasını sağlamak için elinden geleni yapıyordu. Genç kız, artık bu olaya son vermek zorundaydı. Kapıyı açmak için davrandığı sırada Yiğit, kıza elini kaldırarak durmasını işaret etti. Meltem ansızın duraksadı. Kimse neden onu ciddiye almıyordu?

Yiğit, suratındaki sinsi sırıtışı Berat'a inat yok etmedi. Aksine daha da büyüttü. Korkusuz gözleri kısıldı. "Bak şimdi beni iyi izle!" dedi ve kafasıyla Meltem'i işaret etti. Onu ellerinden alması için önce ölüsünü çiğnemesi gerekecekti. Cesaret bütün damarlarında patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Tek bir adım daha attı ve Soydan cesaretini sonuna kadar gösterdi.

"Kardeşini kaçırıyorum!"

Yiğit, son hız arabanın diğer tarafına geçerek sertçe kapıyı açtı. Meltem'in itirazlarına aldırmadan kolundan çekiştirerek araban çıkardı.

"Tek kelime etme! Beni bırakmanın cezasını daha sonra soracağım! Önce sakinleşmem lazım!"

Meltem, sinirine ilk defa tanık olduğu adamın karşısında yutkunmadan edemedi. Sivri dilli olabilirdi lakin şuan için Yiğit'in karşısında hiç şansı olmadığından da adı kadar emindi. Bakışlarını abisine çevirdi. Berat Feray'la karşı karşıya sessizce bakışmaktan öteye gidemiyordu. Yiğit'in zoruyla arabaya bindirilen genç kız, adamın üzerinden doğru eğilmesiyle nefesini tuttu. Kemerini bağlayan Yiğit, burnuna dolan kokuyla gözlerini kısaca kapatarak sakinleşmeye çalışıyordu. Gözlerini açtığında burun buruna kaldığı sevdasına kısılan gözleriyle baktı.

"Gerçek dünyama hoş geldin!"

Adamın tok sesi kulaklarında mermi etkisi yaratırken, yüksek bir binanın tepesinden boşluğa düşer gibi hissetti.. Onu bırakmayacağını biliyordu lakin bu kadar cesaret gösterisini de ciddi anlamda beklemiyordu. Meltem bu durumdan müthiş bir şekilde etkilenmiş olsa da bunu belli etmemek için varını yoğunu ortaya koydu. Yanına oturup arabayı hızla çalıştıran adamın omzuna var gücüyle yumruğunu savurdu.

"Sen? Sen ne yaptın? Allah'ım! Kesin öldük! Bittik biz! Sen beni kaçırıyorsun! Yaban ayısı seni! Söylesene, senden beni kaçırmanı isteyen oldu mu? Ne olacak şimdi? Resmen kan davası sebebi! Hadi abimden kurtuldun! Babamı ne yapacaksın? Hiç hesaba kattın mı? Ateşleyenleri karşı karşıya mı getireceksin?"

Yiğit arabayı yeteri kadar ortamdan uzaklaştırdıktan sonra sertçe durdurdu. Kafasını kıza doğru çevirdi. Direksiyonu tutan elleri kasıldı. "Susacak mısın artık? Yoksa ben mi susturayım? Çünkü bu sefer beni o çenenle öldüreceğini bilsem de seni sustururum! Yemin ederim yaparım bunu!"

Meltem, adamın çıldırmış suratına aynı öfkeyle baksa da, nasıl susturacağı fikrini düşündükçe kızardığını hissetti. Adamın sinsi bakışları dudaklarına kayınca, elini adamla arasına doğru set gibi sokuşturdu. "Aklından bile geçirme!" dedi. İlk öpüşmesini bir arabanın içinde sinir yatıştırmasına kurban veremezdi. Belki sakinleşince olabilirdi..

Yiğit elindeki telefonu yan tarafından havaya doğru kaldırdı. "Peki, gülümse o zaman!"

Meltem adamın fotoğraf çekme olayına pes etme durumuna gelirken, "Sana inanamıyorum! Ben öldük diyorum sen ölüm öncesi mezar taşına koyulacak fotoğrafımızı çekiyorsun!" diye bağırdı.

"Dur be kızım! Olağan üstü hal çağrısı bu!" diyen Yiğit, müttefiklerinin olduğu gruba fotoğrafı yolladı ve ne yaptığını göstermek için telefonun ekranını Meltem'e doğru çevirdi.

Yiğit: Yengenizi, küçük ağanın elinden kaçırdım beyler!"

Soyhan: Dayımın oğlu ateşle yavrum!

Umut: Sana kaçırmalar yakışır bebeğim!

Özgür: Mezar yerin nereden olsun kayınço?

Berat: Bu sefer haddini aştın! Bekle sen!

Soyhan: Ağa abi, sevenleri ayırmanın vebali büyükmüş bak! Hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye?

Umut: Amcamın oğluna katılıyorum. Savaşmayın sevişin!

Özgür: Birader aşkta her şey mubahtır. Karşı ki dağlar bizimse, gerisi teferruattır!

Yağız: Allah'ın emri ile istemek varken, kaçırmak neden diye sorarlar adama? Bende sordum!

Soyhan: Sus bakayım sen, git ders çalış!

Hopali: ULAAA NE BOK DÖNÜYOR BURDA?

Yiğit: Pardon abi kuzenim yazmış!

Soyhan: Yemin ederim, onun kuzeni değilim!

Yiğit suratındaki gülümsemeyle yanında oturan kıza çevirdi ateşleyen bakışlarını.. "Söyle bakalım dağ esintisi.. Takriben ölmeden önce iki saatim var.. Benimle biraz vakit geçirmek ister misin?"

"Her ne kadar yaban ayısı da olsan.." Meltem saçlarını havaya doğru savurdu. Yiğit, romantik cümleler duymayı hayal etse de, Meltem ona bu fırsatı sunmayacaktı. İnadı inattı! Çektirdiği kadar çekecekti!

"Karnım aç! Aç karnına ölmek, en son isteyeceğim şeyler arasında bile yok! Bilmem anlatabildim mi? Ayrıca, sana bu yaptıklarının bedelini de ödeteceğim. Bakma şimdi olayın tesiri altındayım yoksa senin kaslı kollarında ölmeye pekte hevesli değilim! Hem ben Mardin'i seviyorum.."

"Bende seni seviyorum.."

Seviyorum dedi..

Bende dedi..

Meltem hıçkırdı. Saçları kabardı. Gözleri yerinden çıkar gibi aralandı. Bu iki kelime nasılda yüreğini esir almıştı anında. Sevilmek ne kadar da güzeldi. Hele de Yiğit Soydan tarafından sevilmek.. Bu duyguyu, dünya üzerindeki hiçbir güzelliğe değişmezdi. Yerinden çıkmak için can atan kalbinin üzerine elini bastırdı. Yiğit kızın alev gibi olan yanaklarını, avuçlarıyla kavradı.

"Ölüyorum aşkından gör artık kurban olduğum.."

Adamın dudaklarındaki gülüş resmen ateşe davetiye çıkartıyordu. Bayılmak üzere olan Meltem, ne yapacağını bilmiyordu lakin ne diyeceğini çok iyi biliyordu.

"Pasta! Çikolatalı pasta, krokanlı pasta, meyveli pasta.."

Yiğit daha önce aşina olduğu bu duruma kaşlarını çatarak geri çekildi.

"Sakın bayılayım deme Meltem!"

Artık çok geçti.. Genç kızın kafası hafifçe yana doğru düşerken Yiğit acıyla inledi..

"Hay ben böyle aşkın, pastasını ateşleyeyim!"

-Bölüm Sonu-

^-^ Merhabalar.. 😍

Nasılsınız bakalım can kuşlarım😊

Kış hazırlıkları yapıldı mı? Mümkünse ben daha domates kırmızı biber falan görmek istemiyorum! 😂 Hayır, yemesi beş dakika olan şeylerin yapımı neden haftalar sürüyor hiç anlamadım.. 😒😒Hep söylene söylene yaptım ne varsa Allah affetsin 🤭🤭 Gecen hafta bolumu o yuzden saaapamadm 🙈

Neyse efem.. Bölümü oylayan parmaklarınız dert görmesin 😍

Seviliyorsunuz❤

Kendinize iyi bakın..🙏

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro