Bölüm 14. ~Eve Dönüş~
O akşam, susmak nedir bilmeyen kuzenleri yüzünden can verecekti, Deniz. Saatlerdir oturduğu çimenlere neredeyse yapışmış durumdaydı. Öne doğru uzattığı uyuşmuş bacaklarını kendine doğru çekti ve kalkmak için hareketlendi. Tüm dikkatleri üzerine çekerken suratına zoraki bir gülüş bıraktı.
"İçecek bir şey isteyen?" diye sordu gülüşünün ardından.
Kızların kimisi kafasını hayır anlamında sallarken, kimisi teşekkür ederek sohbetlerine devam etti. Bu durumu fırsat bilen Deniz, neredeyse koşar adımlarla yanlarından uzaklaşırken, evlerinin yan kısmına giden boşlukta bir hareketlilik gördü. Adımları temkinle yavaşlarken, kafasını hafifçe eğerek gördüğü hareketliliğin gerçek olup olmadığını idrak etmeye çalışıyordu. Çalıların kıpırdanışıyla nefesini tutan genç kız, aldığı ani bir kararla o yöne doğru hareketlendi. Bu saatte evin arka kısmındaki kapıya gidecek biri olduğunu düşünmediği için korkması normaldi. Köşeyi döndüğü anda ilerisinde gördüğü sırtı dönük adamla adım atmayı bıraktı. Devasa bir adam ufak demir kapının kilidini zorluyordu. O kapıyı kullanan pek yoktu. Zaten tek kişinin geçebileceği kadar dar bir kapıydı ve neredeyse her yeri sarmaşıklarla kaplıydı. Genç kız, elini arkasına attığı anda telefonunu kızların yanında bıraktığını hatırladı. Şimdi ne yapacaktı? Hırsız var diye bağırsa o dev yaratık onu saniyesinde ikiye bölebilir, kaçmasına fırsat bile tanımazdı. Dayısının kaçmak için bir fırsat yaratman gerekir dediği zaman kulaklarında çınladı. Yalnız adamın arkası dönükken onu haklamak pekte akıllıca olmazdı. Ön kapıdan çıksa ve adamı dışarıda karşılasa ne yapabilirdi? Burası tamı tamına on beş villadan oluşuyordu ve zamanında yapılan bütün evleri bir birine bağlayan tek bir yol ile girişi sağlanıyordu. Sadece bir tane ana kapı vardı. Ve bu adam ana kapı yerine neden bu kimselerin bilmediği kapıyı kullanıyordu?
'Kahramanlık yapma Deniz! Bas çığlığı!' dedi iç sesi.. Deniz iç sesine aldırış etmedi. Bu sefer dayısına kendini ispat edebilirdi.
"Hay kilidine!" diye bir ses yükseldi adamdan. Deniz iki eliyle birden dudaklarını kapatarak elim bir inlemeyi son anda engelledi. Çalıların arasından görebildiği kadarıyla adam kilidi açmayı başarmıştı artık yapacak hiçbir şeyi yoktu. Adamın elleri iki yana düşerken kıpırdamadan birkaç saniye öylece durdu. Havayı koklar gibi bir hali vardı.
"Evine git küçükhanım!"
Deniz adamın sesiyle irkildi. Onu nasıl fark etmişti?
"Sandığın gibi hırsız değilim. Ufak bir işimi hallettim ve şimdi gidiyorum!"
Adamın sırtı hala kendine dönüktü. Şoka giren Deniz, dudaklarını birkaç defa araladı ve titreyen nefesi süzüldü. Çalıların arasından çıkmayı son anda gelen cesaretiyle başarırken, dik tutmaya çalıştığı başını kaldırdı.
"Kimsin o zaman?" diye sordu. "Ve senin hırsız olmadığına nasıl inanacağım?"
Arkası dönük olsa da, adamın güldüğünü hissetti Deniz. Kaşlarını çattı. "Komik olan nedir?" diye sordu sert çıkmasına özen gösterdiği sesiyle.
"Bu ailenin hangi ferdine aitsin bilmiyorum ama cesaretine hayran kaldım."
Deniz saf gözlerini kocaman araladı. "Son kez soracağım.." derken genç adam kızı aldırmadan hızla açtığı kapıdan ansızın çıkıverdi. Deniz, karşısında yok olan adamın boşluğuna birkaç saniye bakakaldı. Sinirlendiğini hisseden genç kız, ne yaptığını dahi bilmeden adamın peşinden yola fırladı. Devasa adamın attığı tek adım onun atacağı on adıma bedeldi!
"Bekle!" diye bağırdı giden adamın ardından.
Adam duraksadı. Omuzlarında asılı duran ceketi, birkaç tanıdık kişiyi andırdı zihninde. Dayısı da bazen böyle bırakırdı ceketini omzuna.. Acaba derken adamın kıpırtısız durmasıyla adımlarını ona doğru atmaya başladı.
"Ben orada bir şey soruyordum ve lafım bitmeden kaçtın!"
Hiç tanımadığı bir adamın peşinden gitmek ne kadar aptallıksa şuan sorduğu soruda o kadar aptalcaydı. İkisi de bunun farkındaydı. Deniz adamın bunu fark etmemiş olacağını düşünse de fazlasıyla yanılıyordu. Mirza, tek kaşını havaya kaldırırken, "Gerçekten mi?" diye sordu. Deniz, adama bir adım daha yaklaştı. Bu korkusuzluğu nereden geliyordu bilmiyordu ama bu yaptıklarından pişman olacağını çok iyi biliyordu.
"Pekala hırsız değilsen kimsin, necisin? Ve şu esrarengiz havalarına son ver, yüzünü bana dön!"
Mirza ya sabır çekerek sert sakallarını sıvazladı. "Seni neyle besliyorlar böyle? Yürekle mi?" diye sordu. Deniz aldırış etmedi. "Önünü dön dedim!"
"Alduk başumuza bela!" diye mırıldanan Mirza, yavaşça önünü kızdan tarafa doğru döndü. Aralarında hemen hemen beş adım kadar bir mesafe vardı. Gecenin karanlığında bile görüşleri adeta kurt gibi olan adam gözlerini kısabildiği kadar kıstı. Onun karakteri buydu. Gelecek tehlikenin boyutunu her zaman analiz etmesi gerekirdi. Bu küçük bir kız bile olsa..
Saçlarını gelişigüzel tepesinde toparlamış, bakımlı ama doğal görünmeye özen gösteren, üzerinde bir karışlık şortuyla çocuk gibi bir kızdı.. Havanın sıcaklığına rağmen titriyordu. Bacaklarındaki titreme ellerine nazaran daha yoğundu. Alnında ter damlaları birikmişti. Dudakları hafif aralık duruyordu. Ya şaşkınlıktan ya da korkudandı.. İkisinin birden olması ihtimaller arasındaydı. Göz bebekleri göz göze geldiklerinden beri iriliğini koruyordu. Ve neredeyse on saniyedir gözlerini dahi kırpmadan cesaretini korkusuna siper eden bir kız ona bakıyordu. Peki kendisi neden kalp atışlarının sesini duyuyordu?
Çünkü, tehlikenin en büyüğü ona bakıyordu!
Tehlike çanları onun için çalıyordu!
Genç adam hızla kaşlarını çattı. Bu hissettiklerini sevmemişti. Burada yeterince vakit kaybettiği yeterdi. Zaten Sinan Aslan'ın hatırına gelmiş, kahvesini içmiş, anlatacaklarını anlatmıştı. Artık gitme zamanıydı!
"Hadi git yoluna küçükhanım! Yeterince sabrımı sınadın!" dedi Mirza, sıkılı tuttuğu dişlerinin arasından.
Deniz son saniyelerde aldığı kesik nefesini normale almayı başardığında yanlarında sarkılı duran ellerini yumruk haline getirdi. "Önce kim olduğunu söyle! Yoksa.." dedi ve sustu. Yoksa ne yapacaktı? İki metrelik adamın pençelerinden kurtulmak için ölü taklidi mi yapacaktı? Pişmanlık her yanını saran kız bir adım gerileyerek gardını düşürdü.
Genç adam alt dudağını dişleriyle ezerek gülüşünü bastırdı. Kafasıyla kızın yumruk halindeki ellerini işaret etti. "O minicik ellerinle bana vurabileceğini mi sanıyorsun?" diye sordu.
Deniz hiç bu kadar küçük düştüğünü hatırlamıyordu. Sinir bütün bedenini ele geçirmiş gibiydi. Elin yabancısıyla gecenin bir vakti burada sahiden ne işi vardı? Kimse kimdi, ona neydi?
Genç kız, ani bir kararla arkasını döndü. O dönüş hızında topuzundan fırlayan ufacık tokası bir yana savruldu. Mirza şaşkınlık dolu ifadesiyle kızın ardından bakındı. Bu kadar çabuk mu pes edecekti cidden? Neden biraz daha uğraşmak istiyordu? Hani zamanı yoktu?
"Ne o çabuk pes ettin?" dedi birden bire. "Bende gerçekten yürekli bir kız sanmıştım seni."
Deniz adamdan işittikleriyle duraksadı. Sırtı hala adama dönüktü. Kapı tam karşısındaydı. Şimdi bu kapıdan içeriye girebilir, her şeyi unutabilirdi. Ya da bütün hırsını gerisinde duran adamdan çıkartabilir, ona yürekli kız nasıl olur ispatlayabilirdi. Tek seçim hakkı vardı.
Bunu başarabilirdi! Deniz seçimini yaptığı anda öyle bir döndü ki, sert adımlarla saniyeler içinde adamın karşısındaki yerini aldı. Mirza, nedensizce heyecanlanırken, kızın yapacaklarını keyifle beklemeye başladı. Çünkü her şeyi bildiğini sanan genç adam, en önemli gerçeklikten haberi dahi yoktu. Deniz adamın tam önünde durdu ve alttan bir bakış attı. Suratı alev topu gibiydi. Bu hali adamın daha da hoşuna giderken, Deniz dudaklarında sinsi bir kıvrım oluşmasına izin verdi.
"Benim dedemin adı, Sinan Aslan adi herif!"
Ve beklenmedik yumruk şok etkisiyle Mirza'nın suratıyla birleşti. Adamın suratı yana doğru düşerken, galibiyet kutlamasına o an başladı genç kız. Hayatı boyunca hep bu sahneyi bekliyormuşçasına yumruk yaptığı ellerini havaya kaldırarak olduğu yerde zıplayan Deniz, "Evet! İşte bu!" diye bağırdı. Kulaklarında adeta tezahürat sesleri yankılanıyordu. Sonuçta delilik ailede genetikti!
Girdiği şoktan gözüne vuran araba farıyla çıkan genç adam, eliyle yamulan çenesini sıvazladı. Acı içinde kaşlarını çatarken, bu vuruşun normal olmadığını adı gibi biliyordu. Bu vuruş özel bir taktikti ve bunu bilen kendinden başka tek kişi vardı!
"Bu vuruşu biliyorum!" diye mırıldandı sersemce.
"Çünkü dayısı öğretti!" diye araya girdi Hopali.
Genç adam gözünü alan far ışığına elini uzatarak kısık gözleriyle baktı. Işıkların içinden çıkan Hopali, suratındaki ciddiyetle ikilinin arasındaki yerini alırken, Deniz'in gülümsemesi büyüdü.
"Gördün mü dayısı?" diye keyifle şakıdı. Hopali, gülüşlerini bastırıp kafasını salladı. "Hiç bu kadar iyi olacağını düşünmemiştim!" dedi. Mirza sessizce küfrediyor, hala çenesini sıvazlıyordu. Zaten kaderi rast gitseydi şaşardı. Şu boktan hayatında sadece iki dakika alay edecek bir konu bulmuştu, o da Sinan Aslan'ın torunu, ciğerim dediği adamın yeğeni çıkmıştı!
"Geleceğini haber vermedin!" diye iğneledi Hopali. Bu akşamın böyle keyifli biteceğini hiç düşünmemişti. Yılların deli Mirza'sını bu hallerde göreceği aklına dahi gelmezdi. Adamın alaylı sorusuna gözlerini deviren Mirza, aklına gelen kapı kilidiyle bir küfür daha savurdu. O kilit olmasaydı bu cadı kızla karşılaşmayacak hemen toz olacaktı. Girerken atladığı çitlerden geri tırmanma şansı kızların oturması sebebine yok olmuştu. Geri kalan yerlerde inanılmaz yüksekti. Sinan Aslan kimseye görünme dediği için ne hallere düşmüştü..
"Kilidine sokayım!" dedi tıslarcasına. Birden bakışları Deniz'i buldu. "Pardon!" diye mırıldandı bu sefer.
Deniz ise hayretle dayısına bakıyordu. Başta tahmin ettiği gibi dayısının bir tanıdığıydı demek ki. Bunu en başında söyleyebilir, bu olanlara engel olabilirdi! Yine hepsi adamın suçuydu. Şimdi ne diyecekti peki? Yumruk attığım için özür dilerim mi?
"Sorun değil!" diye araya girdi Mirza. Sanki kızın aklından geçirdiklerini hissetmiş gibi. Deniz mahcupça kafasını eğdi. Hopali, kızın kulağına eğilerek bir şeyler dedi ve tek kelime etmeden kapıya doğru ilerledi.
"Bir adam küçücük kıza yumruk atmayı neden öğretir ki?"
Mirza'nın sorusuyla bütün gülüşünü serbest bırakan Hopali, adamın çenesini tutarak yanağının sol kısmına baktı. "Güzelliğinden bir şey kaybetmemişsin.." dedi alayla.
Adamın elini sinirle savurdu Mirza. "Ula basma damaruma!" diye söylendi. Hopali, daha da keyiflendi.
"Şiven kayayi uşağum!"
"Hopali!"
Mirza'nın tıslamayı andıran çıkışıyla susan genç adam, kafasıyla arkasında kalan evi işaret etti. "Hayır mı?" diye sordu. Genç adam omuzlarındaki ceketi düzelterek duruşunu dikleştirdi.
"Şerle işi olur mu?" diye sordu sinsi bir gülüş eşliğinde. Hopali anladım dercesine başını salladı. Sonuçta babasının yaptıklarını asla sorgulamazdı.
İki adamın konuşmadan anlaşabilmeleri ise gerçek dostluklarının kanıtıydı. Onların hayatında çok konuşma olmazdı. Sürekli faaliyet olurdu.
"Eve geçelim de buz koyalım yarana!" diyen Hopali, alayla bir gülüş daha sundu. Mirza'nın küfürlerini duymazdan gelerek omzuna kolunu atıp adamı zorla arabaya doğru yürütmeye başladı.
"Bebek suratına gölge düşsün istemem.."
Mirza adamın zoruyla eve doğru yürürken kalbi hala deli gibi atıyordu.. Aklı ise artık yerinde değildi..
***
Bütün ailenin bir arada olduğu Pazar kahvaltılarını seven kadar sevmeyende vardır. Sevmeyenlerin başını kesinlikle Feray çekiyordu. İkiz kardeşleriyle sürekli kavga halinde olan genç kız, cinnet geçirmeden bir önceki evresini tamamlamak üzereydi. Kendisinden dakikalardır kaçan kardeşini salonun bir köşesinde sıkıştırmayı başarırken, parmağı çocuğa doğru havalandı.
"Samet yemin ediyorum seni çöpe atarım! Ver şu telefonumu!"
Çocuk bana ne der gibi omzunu çekerek dilini çıkardı. "Sen neden koca bulup gitmiyorsun?" diye sordu elindeki telefonu arkasına gizleyerek.
Feray gözlerini kocaman araladı. "Sen bunları kimden öğreniyorsun?" diye sordu sinirle. "Ablanım ben! Saygılı konuş!"
Samet, dudaklarını büzerek başını eğdi. "Ama dün gece kızlara öyle demiyordun!" dedi masumca.
Feray'ın gözleri daha da irileşti. "Sen bizi mi dinledin?" diye sordu. Sesinde hem korku hem sinir vardı. Akşam kızlarla yaptığı konuşma bu saatten sonra geleceği için fazlasıyla tehlike arz ediyordu.
"O hep dinliyor!" diye arayan giren ikizine göre daha uslu olan Eray, elindeki elmayı dişledi. "Yani bil diye diyorum ablacığım, babam ve dedemle iş birliği içinde bu!"
Bu genç yaşta ikizinden darbe yiyen ufak Samet, elini boğazına götürerek kesme işareti yaptı. Bu birazdan ikizini parçalara böleceğinin mesajıydı. Eray sinsi gülüşleriyle ablasının arkasına saklanırken, Feray ellerini beline koydu.
"Seni hain düşman askeri! Bunun hesabını vereceksin!" dedi, ve ani bir atakla kardeşinin üzerine doğru atıldı. Atılmasıyla kaldı. Üzerindeki kıyafetin ense kısmından beklenmedik şekilde yakalandı ve geri çekildi. Feray atabildiği bir adımı hızla geri atarken babasının sert bedenine yapıştı. Giray kızına tepeden bir bakış atarak keyifle gülümsedi. Feray babasına ölümcül bir bakış fırlattı. "Ufacık çocuğu benim özel hayatıma alet mi ediyorsun baba?" diye sorduğunda Giray'ın suratındaki gülümseme yok olsa da, hızla toparlandı.
"Sana da günaydın kalfalık eserim. Bu soruna cevap vermeden önce iznin olursa kahvaltı yapmak istiyorum. Enerjim sıfır. Çok uzun bir gece.." derken sustu ve elini geçiştirircesine salladı. Sonuçta bu detayları anlatmasına hiç gerek yoktu. "Pardon ne diyordum? Evet, kahvaltı!" dedi ve kızının yanından hızla adımlayarak ikizlerin yanına doğru ilerledi. Çocukların hizasında eğilerek iki kolunu birden yana doğru açtı.
"Haydi aslanlarım gelin babanızın kollarına!"
Henüz ilkokul çağlarında olan ikizler aynı anda babalarının kollarına oturup alışkın oldukları yolculuklarına başladı. Giray gibi babanız varsa hayat gerçekten muhteşemdi!
Kahvaltının sonlarına yaklaşırken, Giray yan bahçesinden gelen sesleri duymamaya çalışıyordu. Çünkü yıllardır bermuda üçgeninin tam ortasında yaşıyordu. Sağında Demir kayınçosu, solunda Emir kayınçosu ve tam arka kısmında ise Samet babacığı yaşıyordu. Hal böyle olunca, ne zaman bahçede vakit geçirmek istese, kafasına ya çatal fırlatılıyordu ya benzeri şeyler..
Yanındaki karısından kıkırtılar yükselirken, gözlerini devirdi. "Kocan burada gazi olma yolunda ilerliyor sen gülüyorsun ya, pes!" dedi ayağındaki terliği çıkartıp Demir'e doğru fırlatırken. Adam o kadar antrenmanlıydı ki, attığı yere bakmadan bile isabet ettirebiliyordu.
"Ah!" diye bir ses yükseldi Demir'den. Sonunda eklenen küfrü sadece Giray anlarken, suratına galip bir sevinç gülüşü bıraktı. Ve birden göz hapsine tanıdık bir sima girdi..
Ve o kadar tanıdıktı ki..
Bir o kadarda özlem içeriyordu..
"Fulya.." diye mırıldandı ayağa kalkarken..
Ailenin bütün fertleri hayretle kendilerini izleyen kıza bakarken, ardından kalan adamı kimse fark etmemişti.
"Kızım.." diye inledi Nergis gözleri yaş dolarken.
Feray girdiği şoktan ayağa dahi kalkamamıştı. İkizler koşarak ablalarını yarı yolda karşılarken, genç kız kollarını açarak kardeşlerini kucakladı. Nasılda özlemişti.. Fulya'yı gören bütün aile bahçenin ön kısmına doğru hareketlenirken, genç kız koşarak babasının boynuna atladı.
"Babam.." dedi titreyen sesiyle. Gözlerini sımsıkı kapatan genç kız ilk ve tek aşkı olan adamın kokusunu uzunca soludu. Giray ilk göz ağrını sinesine bastırdıkça bastırdı. Onca evlat sahibi olmasına rağmen hepsinin ayrı olan kokularına can verirdi.
"Hoş geldin ilkim.." dedi Giray kızına her zaman seslendiği gibi..
Genç kız geri çekildiğinde suratında inanılmaz bir mutluluk emaresi vardı. Hemen babasının ardında sırasını beklemekte olan annesine gülümsedi ve özlemle Nergis'in koynundaki yerini aldı. Kadın mutluluk gözyaşlarını serbest bırakırken, genç kız geri çekilerek annesinin yanaklarındaki yaşları özenle sildi.
"Ağlamak sana yakışmıyor Nergis sultan.." dedi kendi gözyaşlarını tutmaya çalışarak. Sıra Feray'a geldiğinde Fulya kardeşine göz kırparak gülümsedi.
"Sürpriz böyle yapılır ufaklık!" dedi ve kardeşini çekiştirip sarıldı. Feray günlerdir tuttuğu gözyaşlarını ablasının göğsünde serbest bırakırken, herkes bu yaşların özlemden kaynaklandığını sanıyordu. Pekte yalan sayılmazdı. Hem özlem, hem suçluluk duygusu bir olup kuşatmıştı zavallı kızı..
Fulya bütün aile fertleriyle uzun uzun kucaklaşmış, özlem giderirken babasının sesiyle ardında unuttuğu adama çevirdi bakışlarını. Giray en sonunda fark ettiği adama çatık kaşlarıyla sorgularcasına bakıyordu. Bu çekik gözlü herifin kızıyla olan münasebetini düşündü. O sert ifadesine tezat yine de bir gülümseme bıraktı suratına.
"Arkadaş kim?" diye sordu Fulya'ya. Genç kız tam ağzını açacağı sırada Giray parmağını kaldırıp araya girdi. "Bak arkadaş dedim anladın dimi? Sadece arkadaş!"
Fulya sessizce yutkundu. Eliyle genç adamı gösterdi. "Babacım.. Bu.." dediğinde Giray safça güldü.
"Arkadaşın dimi? İstanbul'u ziyarete mi geldi?"
Genç kız başını salladı. "Sayılır.. Aslında.." dedi ve yine babasının araya girmesiyle lafı yarıda kesildi. Giray, solunda kalan Emir'e doğru eğildi.
"Kayınço sen Japonca biliyordun. Sor bakayım niye gelmiş?"
Emir, hayretle gözlerini açtı. "Oğlum ne bileyim ben! Benim Japonca o iki mo iki anca.." dedi safça.
Fulya, adama mahcup bir bakış atarak utancını belli etti. "Baba Japon değil!" diye mırıldandı. Babası az daha saçmalamaya devam ederse cidden rezillikten can verecekti. Giray, elini havaya kaldırdı.
"O zaman Çince bilen var mı?" diye sordu. "Neslim sen bilirsin!" dediğinde genç kız kıkırdayarak dudaklarını kapattı.
"Baba!" diye inleyen Fulya bir türlü derdini anlatamıyor oluşunun sancısını çekiyordu. Herkes durumun ciddiyetini fark ederken, aptala yatan Giray'ın ne zaman pes edeceğini merak ediyordu.
"Yine mi tutmadı? Koreli mi?"
Fulya bezgince nefes verirken Yakup Efe, öğretmeninden izin isteyen edepli öğrenci kıvamında elini kaldırıp dikkatleri üzerine çekti. "Ben araya girebilir miyim?" dediğinde Fulya umutla amcasına baktı ve kafasını salladı. Yakup Efe, temkinli bir ifadeyle kıza doğru yaklaştı ve ardında kalan adamla aralarında elini gel git halinde hareket ettirdi. Herkes merakla adamın sorusunu beklerken, doktor milyon dolarlık soruyu sordu gitti.
"Amcam nikah falan olmadı dimi?"
"Ne nikahı?" diye kükredi Giray. Bu durum ona fazlasıyla tanıdıktı. Geçmiş tekerrür mü ediyordu? "Aman yarabbim! Nergis kalp krizi geçiriyorum!"
Nergis üzerine devrilen adamı var gücüyle geri ittirdi. "Dur be adam!" diye bağırdı. Giray tek gözünü açıp karısına baktı.
"Kalp spazmı?"
Nergis seni öldürürüm dedi bakışlarıyla. Giray pes etmedi.
"Kalp sektesi?"
Nergis, hala aynı bakıyordu. Giray yutkundu. Ne kadar zaman kazanırsa o kadar iyiydi.
"Kalp şeysi?" dediği anda akıbetini anladı ve baygınlık geçirir gibi bir ifadeye bürünerek, "Yakup Efe neredesin?" diye inledi. Yakup Efe, doktor edasıyla öne çıktı. "Buradayım kardeşim ama sen rahat ol nikah olmamış!" dedi, yangına benzin dökerek. Kalabalığa dönen adam suratına gururlu bir ifade bıraktı. "Bu konuda üzerime adam tanımadım da.."
Giray adamı sinirle ittirdi. "Ağzın çıksın Yakup Efe!"
Fulya elini artık babasına dur anlamında kaldırdı. "Babacım.." dediğinde Giray kızarmış suratını sıvazladı. Kimin ahını almıştı böyle?
"Ah benim çıraklık eserim! Fırsatlar ülkesinden bula bula bu seri sonu Çin malını mı buldun?"
"Baba beni bir dinlesen!"
"Yavrum neyini dinleyeyim? Bu herifin membaı bura! Git Zeytinburnu'na adım başı çekik göz! Bunun için İngiltere'ye ne gerek vardı? Hatta bunun aynısını daha iki gün önce, Demir dayın içeri tıktı kapkaçtan!"
Artık ortalık kahkaha seslerinden inliyordu. Giray'ı kimse susturamıyor, adam konuştukça şişiyordu. Fulya ise gülmeyen tek kişiydi. Utançtan dolan gözlerini kırpıştırdı. Tamam babasının tepkisinin fazla olacağını tahmin ediyordu ama bu kadarına da pek ihtimal vermemişti. Ardında kalan çocuğa özür dileyen bir bakış attı. Genç adam o bakışlara can verecek şekilde gülümsedi.
"Anlattığın kadar eğlenceli bir ailen varmış!" dedi düzgün lisanıyla.
"Aha Türkçe konuştu!"
Giray'ın şaşkın nidasıyla genç adam kafasını salladı ve hafifçe tebessüm etti. "Evet efendim. Aslına bakarsanız kızınızın anlatmaya çalıştığı benim Türk oluşumdu. Annem Koreli, babam Türk!"
Giray'la hemen hemen aynı boyda olan genç adam, saygın duruşuyla herkesin gönlündeki yerini alırken, kibar elini Giray'a doğru uzattı.
"Sizinle tanışmak benim için büyük bir şeref efendim. Adım Şerafettin!"
Giray nefesini tuttu. Hıçkırdı. Gözleri kocaman oldu. Güldü. Gülüşü yok oldu. Tekrar güldü. Kafasını salladı. Birden geçmişe gitti. Bu bir oyundu. Oyun olmalıydı. Etrafına bakındı. Karşısındaki adama yine baktı. Bu nasıl olurdu? Çekik gözlü Şerafettin olamazdı!
"Kabus bu! Yok yok kesinlikle kabus! Olamaz! Şerafettin olamaz! Emin miyiz Şerafettin olduğuna? Sen bir daha düşün kimliğine falan bak! Olmadı aileni ara sor! Oğlum Koreli Şerafettin mi olur?"
Genç adam, güldükçe çekik gözleri iyice çekiliyor bir çizgiden ibaret kalıyordu. Fulya gülüşlerine son verirken, "Sakin ol babacım. Biz sadece bir şey denemek istedik." dedi adama göz kırparak. Gözü dakikalardır tek kişiyi arıyordu ve hala gelmemesi canını sıkmaya başlıyordu. Ve biraz daha gelmezse babasının elinden adamını kim kurtaracak bilmiyordu..
"Kızım sosyal deney yapmanın sırası mı?" diye gözlerini deviren Giray rahat bir nefes alırken, genç adamın elini var gücüyle sıktı. "Gerçek adını söyle efendi! Hemen gbt soruşturması yapacağım!" dedi.
"Kürşat Lee Arıkan efendim." dedi genç adam tam ismini söyleyerek. "Sadece Kürşat ismini kullanıyorum." diye ekledi adamın içi rahat etsin diye. Giray sinirli duruşunu sabit tutmaya özen gösterirken, tek kaşını indirmeden öylece adama baktı. Kafasını hafifçe salladı. Hala sıkarak salladığı ele bir bakış atarak bıraktı ve geri çekildi. Bu sefer sağ tarafında kalan kayınçosu Demir'e doğru eğildi.
"Kayınço sor bakayım sünneti var mıymış?"
Demir gözlerini kocaman araladı. "Yuh! Ben niye soruyorum oğlum?" diye tısladı. Giray umursamaz bir tavırla omzunu çekerek dudaklarını büzdü.
"Dikkat çekmez. Sen Polissin!" dedi.
Demir pes dercesine ellerini kaldırdı. "Ulan ne alaka? Ayrıca sen nesin makam şoförüm mü? Çok biliyorsan sen sor!" dedi ve kafasıyla adamı işaret etti.
Giray boğazını temizledi ve duruşunu dikleştirdi. Şimdi herkesin içinde sorması pek uygun düşmezdi ama eğilerek çocuğa sorabilirdi. Sonuçta bu detaylar da önemliydi!
Ve o esnada tanıdık bir ses bahçenin içinde yankılandı.
"Bakın şuraya kimler gelmiş?"
Giray'ın bütün jetonları geçte olsa birer ikişer düşerken sinirle Samet babasına baktı. Yılların kurdu, torununu bütün sevecenliğiyle kucaklarken, Fulya, "Hiç gelmeyeceksin sandım! Kurtar bizi şu durumdan dede!" diyerek adamın kolları arasından çekildi. Samet, çekik gözlüyü yıllardır tanıyormuşçasına sevip kucaklarken, Giray sinirden titreyen elini adama doğru uzattı.
"Sakın bana bu çekiği bildiğini söyleme!"
Samet keyifli bir kahkaha attı. "Yahu kaç yaşına geldi hala Samet Durmaz stratejisini öğrenemedi.."
Samet bir kolunu çekik gözlü adama, diğer kolunu Fulya'ya uzatarak ikisini de himayesi altına aldı. Ve galip bir gülüş sunarak maçın bitiş düdüğünü çaldı.
"Düşmanımın düşmanı, dostumdur cincik damat!"
-Bölüm Sonu-
^-^ Bu tayfayı özlemeyen var mı?😍😂
Biliyorum, bende çok özlemiştim.. Ufakta olsa bahsi geçmeleri beni eskilere götürdü. 😍😍
Ufak bir sağlık sorunu sebebine Salı günü bölümü yayınlayamamıştım. Telefon ve bilgisayar gibi sosyal mecralardan uzak kaldığım içinde haber veremedim kusura bakmayın.. Zaten Bayram sebebiyle şehir dışında olacağım için haftaya bölüm atamayacaktım bunu geç atmayı düşünüyordum. Öyle de oldu. 🙏
Şimdiden herkesin Kurban Bayramını en içten dileklerimle kutlarım.. ❤
Kendinize çok iyi bakın.. ❤
Seviliyorsunuz.. ❤❤
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro