Bölüm 13. ~Umutlar~
Saatlerdir çalan telefonunu bir kez daha duymazdan geldi genç kız. Sıcağın kavurucu etkisinden bayılmaya yüz tutmuş bedenini eve varana kadar sağlam tutmaya çalışıyordu. Telefonu çalmaktan bıkmadığını belli edercesine bir daha çaldı. Sol elinde sıkı sıkıya tuttuğu koca keman çantasını sağ eline aldı ve kot şortunun arka cebinde unutmaya çalıştığı telefonu çıkarttı. Yürümeyi sertçe bıraktı ve sinirle gözlerini kapattı. Kimin aradığına bile bakmadan açtığı telefonu kulağına yasladı.
"Aradığınız kişi şuan sinir krizi geçirmek üzere!" dedi bezgin bir sesle. Karşı taraftan homurtuyla karışık bir ses yükseldi ve "Neredesin?" sorusuyla gözlerini devirdi. İnsan bir nasılsın diye sorardı!
"Hiç iyi değilim Vildancım sen nasılsın?" diye sordu alayla. Telefondan gelen homurtu sesleri daha da yükseldi.
"İnan bana senin iyi olup olmaman umrumda değil! O yüzden neredesin?"
Deniz, sinirle kaşlarını çattı. Bu kıza acilen nasıl kibar konuşulur adlı bir ders vermeyi kafasına not ederek, "Nerede olduğumda umurunda olmasın o zaman!" dedi ve aramayı hızla sonlandırdı. Böyle davranışlar sergilemek hiç onluk bir davranış olmasa da, kendini iyi hissettirmişti. Suratına bıraktığı keyifli gülümsemeyle yoluna devam ederken, diğer tarafta suratına kapanan telefona kırmızı ışınlar fırlatan bir adet öfkeli Vildan vardı.
"Söyledi mi, neredeymiş?"
Vildan elindeki telefonu sıktı. "Küçük iblis telefonu suratıma kapattı!" dedi tıslarcasına.
Genç kız, omzunu çekerek elindeki kekten ufak bir parça ısırdı. "Yani bana da umrumda değilsin desen o telefonu ağzına sokardım!"
Vildan karşısındaki kıza susması gerektiğini belli eden bir bakış attı. Bakışları yeterli gelmeyince, "Susmayı deneyemez misin?" diye sordu. Genç kız ağız dolusu kahkahasını serbest bıraktı.
"Hah! Benden ne istediğinin farkında mısın? Ben ve susmak? Sence de çok anormal durmuyor mu? Hem ne demişler, konuşmak var konuşmak var.. Hem ben.."
"Az daha konuşursan topuklumu ağzına sokacağım, Meltem!"
Vildan'ın gerçekçi tehdidi karşısında ellerini teslim olurcasına kaldıran Meltem, başını usulca salladı. "Tamam anladım! Zaten Deniz'in bunu kabul edeceğini sanmıyorum. Ayrıca kızın konser hazırlığı var unuttun mu? Senin bu saçma defilen için vakit ayırmaz!"
"Saçma mı?" Vildan cinnet geçirir gibi titredi. Seğiren gözlerini kocaman aralayıp Meltem'in üzerine doğru eğildi. "Sen benim defileme saçma mı dedin?"
Gözleri kocaman aralanan Meltem, sandalyesinde geriye doğru gitti. "Sümme haşa! Vallahi billahi demedim! Yani dedim ama öyle lafın gelişi olarak.." diyerek tatlı bir gülümseme sundu. Vildan, uzun saçlarının arasına ellerini sokuşturarak, çekiştirdi.
"Geri zekalı kızın ayağını kırdığına inanamıyorum! Bu defileyi yapamazsam hayatta mezun olamam anlıyor musun?" diye inledi. Meltem kızın durumuna üzüntüyle karşılık verdi. Aklına gelen fikirle, "Sen neden çıkmayı düşünmüyorsun?" diye sordu.
"Olmaz! Tasarlayan benim zaten. Benim mükemmel tasarımlarımı taşıyacak bir manken lazım!"
Meltem anladım dercesine başını salladı. Kırgın bir sesle, "İstersen ben çıkayım? Teklif etmedin ama.." dediğinde Vildan yandan bir bakış attı.
"Makyaja alerjin var! Topuklu ayakkabı ne demek onu bilmezsin! Ama mankenim mi olacaksın? Gerçekten mi?"
Meltem suratını astı. "Tamam, kötü bir fikirdi!" dedi. Saf bir ifadeyle gözlerini işaret ederek, "Ama artık sürme çekebiliyorum.." dediğinde Vildan'ın ölümcül bir bakışına daha nail oldu. "Tamam, demedim say.." dedi ve yerine sindi. Bir süre kıstığı gözlerini okulun bahçesinde dolandırdı ve aklına gelen diğer fikirle parmaklarını şıklatıp Vildan'ın dikkatini çekti.
"Neslihan'ı ikna edelim diyorum.." dediğinde Vildan anında, "Asla olmaz!" yanıtını verdi. Meltem merakla, "Sebep?" diye sordu.
"Soyhan'ı üzerime mi salacaksın? O da yetmezse Hopali gelsin direk defilemi ateşlesin!"
Genç kız konuya hak vermeden edemedi. Gözünde saniyesinde canlandırdığı defilenin kanlı son bulması tüylerini ürpertti. Büzdüğü dudaklarını ezdi. "Melek nasıl olur? Hatunun fizik on numara!"
Vildan sesli bir nefes bıraktı. "Cihan Soydan'ın fizik kanunları da on numara! Hatırladın dimi? Hani babası olan Cihan Soydan! Hani, müstakbel kayınpederin!"
"Ne münasebet? Çok rica edeceğim Vildan, kelimelerimizi dikkatli seçelim lütfen."
Meltem elinde kalan son kek dilimini ağzına sokuşturdu. "Neyse, ders saatim geldi. Sende çok oyalanma geç eve. Akşam uğrar, bir plan yaparız. Dert etme!" dedi ve Vildan'ın yanağına kısa bir öpücük kondurup koşar adımlarla uzaklaştı. Vildan kara kara ne yapacağını düşünürken, diğer yanağına dokunan dudakla yerinden sıçradı. Yanındaki tabureye oturan Soyhan'ı gördüğünde gözlerini devirdi.
"Okurken bu kadar gelmedin bu okula!" dedi dişlerinin arasından. Soyhan dudak büzdü. "Olabilir, şimdi kaçak girmek daha eğlenceli.."
Genç kız saçlarını savurttu. "Neden geldin?" diye sordu küskün bir tavırla. Genç adam, karşısındaki hatunun kırdığı omuzlara, büzdüğü dudaklara şimdi can verecekti. "Seni özledim.." dedi etkileyici bir sesle.
Vildan hızla bakışlarını Soyhan'a çevirdi. Özlediğini belli etmemek için bütün iradesini zorladı. Çünkü, affetmek onun kitabında böyle kolay olamazdı. Onun için okulu asmış, en sevdiği yiyecekleri yapmış, onlar için özel sayılan bir mekanda sürprizler hazırlamış ve akşama kadar Soyhan'ın gelmesini beklemişti. Adi adam arayıp gelemiyorum bile dememişti! Soyhan ise şuan Yiğit'in yedi sülalesini zihninde ateşliyor, sebep olduğu durumu düzeltemediği için kaderine bir kez daha sövüyordu..
"Vildan'ım.. Benim kor ateşim.."
"Hiç başlamayın Soyhan bey!" diye araya giren Vildan, parmağını adamın gözüne sokarcasına salladı. "Kor ateşin harlandı. Hatta az daha sinirlendirirsen, ağzından ateş fırlatacak!"
Genç adam çöküş pozisyonu alarak omuzlarını düşürdü. "Günlerdir af diliyorum! Bari ayıp olmasın diye birini kabul etseydin!" dedi üzgün bir sesle.
Vildan omzunu çekerek kollarını göğsünde birleştirdi. Bakışlarını tam karşı istikamete çevirerek bacak bacak üstüne attığı ayağını sallamaya başladı. Dudaklarını kemiriyor, Soyhan'ı kale almamaya gayret ediyordu.
"Vildan, zaten berbat zamanlar geçiriyorum. Hiç mi Allah'tan korkun yok?"
"Benim var! Darısı en yakın zamanda senin başına!"
Lafına karşılık lafla cevap veren kıza daha nasıl yaklaşacağını bilmiyordu genç adam. Hepsi Yiğit adisine verdiği söz yüzündendi. Halbuki, o gün olanları anlatabilseydi eğer, şuan bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmayacaktı. "Yavrum o gün yanına gelmeyi inan çok istedim ama hayat memat meselesiydi diyorum. Bak anlatamıyorum çünkü büyük yemin ettim!"
"Bende süt ve süt ürünlerine yemin ettim ama her sabah süt içmeden kendime gelemiyorum! Gün içinde yediğim kaçamak çikolataları saymıyorum bile.."
Bu kadarına pes diyen genç adam hayretler içinde gözlerini araladı. Vildan suratına bıraktığı galibiyet gülümsemesiyle ellerini iki yana araladı. "Yani yeminini bozup neler olduğunu bana anlatabilirsin!" dedi.
"Neden beni affedip yolumuza devam etmiyoruz? Hem bak sana ne aldım?"
Vildan masanın üzerine bıraktığı kutuya gözlerini açarak hayretle baktı. "Bu Louis Vuitton.." dedi ve devamını getiremedi. Kutunun içindeki ayakkabı hayallerinin ötesindeki bir güzelliği barındırıyordu. Koleksiyonuna bir ayakkabı daha ekleyen adamı bağrına basmamak için direnirken, Soyhan haklı gururuyla gülümseyerek kafasını salladı. "Beğeneceğini düşündüm.." dedi yaptığı jestten övünerek. Vildan'ın gözleri ışıltıyla etrafını aydınlatırken anında eski donukluğuna geri döndü.
"Kim verdi sana bu fikri?" diye sordu sertçe. "Yoksa senin aklına gelecek bir jest değil!" dedi yandan bir bakış atarak.
Bu kızdaki zekayı azaltma imkanı yok mu? diye geçirdi içinden. Göz bebekleri yuvalarında bir sağa bir sola kaydı. "Hadi çıkar ağzındaki baklayı!" dedi Vildan tekrar dudaklarını kemirirken. Soyhan pes ederek yanaklarını şişirdiği nefesi dışarı bıraktı.
"Pekala! İnanamayacaksın ama Hopali.." dedi ve Vildan'ın çığlığa benzer çıkarttığı sesle susmak zorunda kaldı.
"İnanmıyorum!" diye bağıran kız dikkatleri üzerine toplamayı başarırken, altındaki sandalyesini genç adama doğru yanaştırdı. "Sen Hopali'den yardım mı istedin cidden? Aranızda soğuk savaş olduğunu sanıyordum. Yoksa ateşkes mi imzaladınız? Sana o adamın mükemmel bir enişte adayı olduğunu söylemiştim değil mi? Yani Sinan Aslan gibi bir adamın oğlu sonuçta.."
"Vildan.." diye araya girdi Soyhan.. Tamam, Hopali ile arasındaki buz dağlarının erimesi hoş olsa da, sevdiği kadının ondan bu kadar bahsetmesi sinirlerine dokunuyordu.
Vildan sinsi bir gülüş eşliğinde adama doğru yanaştı. "Ne o? Kıskandın mı?" diye sorduğunda Soyhan adeta burnundan soluyan bir boğa gibiydi.
"Tabi ki kıskandım! Hep kıskandım! O yüzden her şeyi bok ettim ya!" diye sesini yükseltti genç adam. Vildan kaşlarını çatarak oturuşunu dikleştirdi.
"Ne yaptın?" diye sordu merakla. Genç adam üzgün bir şekilde kafasını salladı. "Bu zamana kadar aslında her şeyin farkındaydım ama gerçekliğini bilmediğim için konduramıyordum. Kardeşimin ona bakışlarını, Hopali'nin sadece Neslihan'a olan farklı yaklaşımlarının hep farkındaydım.."
Vildan, sevdiği adamın bazı gerçekleri görebilmesine sevinmişti. Suratında bu durumdan memnun olurcasına bir ifade belirirken, Soyhan konuyu kızın anlayamayacağı tarafa çekti. "Her defasında o yara izini yapan kişiyi bulacağımı, felaketi olacağımı gerekirse sonu olacağımı söyledim durdum.."
Vildan konunun Neslihan'ın suratındaki yara izine geçişine şaşırsa da adamın sözünü kesmedi. Tüm dikkatini ona verdi. Soyhan derin bir nefes alıp bıraktı. "Vildan ben isteyerek veya istemeyerek de olsa kardeşimin düşüncelerine, fikirlerine, duygularına her zaman bir set kurdum. İçten içe.. Onu sevdiği adamdan uzaklaştırdım. Eğer bir şansı olduğunu düşünse bile bunu benim için hep geri plana attı. Hopali'ye kin besledi. Ve benim bu durumu acilen düzeltmem lazım.."
"Beynim şuan iflas etti!" diye mırıldandı genç kız.. "Olayın yara iziyle ne ilgisi var?" Genç kızın ve bütün ailenin bildiği kadarıyla atın üzerinden düşmüş, suratını taşa çarpmıştı. Soyhan etrafta sanki onları dinleyen birileri varmış gibi sesini kısarak kıza doğru eğildi.
"Olay sandığımız gibi değilmiş Vildan." dedi ve olayı üstü kapalı bir şekilde anlatmaya başladı. Vildan duydukları karşısında renkten renge giren suratına eliyle hava vererek yükselen ateşini serinletmeye çalıştı. Dolan gözlerini kırpıştırdığı esnada Soyhan, kızın yanaklarını kavrayıp kendisine bakmaya zorladı. "Bunu ne olursa olsun kimse bilmeyecek tamam mı?" diye sordu durumun vahametini hatırlatırcasına.
"Saçmalama Soyhan! Tabi ki kimse bilmeyecek! Sonucunda neler olacağını tahmin edebiliyorum!"
Soyhan gülümseyerek geri çekildi. "O yüzden benim şu iki aşığı birbirine kavuşturmam için yardıma ihtiyacım var.." dediğinde Vildan adamın elini kavradı.
"Bir fikrim var.." dedi. Bu fikir hem kendi hayatını kurtaracak hem de, iki aşığın alevini harlamasına yardımcı olacaktı. Soyhan kıza hevesle baktığında Vildan koruma istercesine gözlerini kırptı. "Ama sonucunda beni koruman lazım.." diye mırıldandı. Yani bu genç yaşında Hopali denen adamın ateşlemesine kurban gidemezdi. Soyhan, kendinden emin bir şekilde gerinerek kızın omzuna kolunu attı ve sınırlarına doğru çekiştirdi.
"Seni canım pahasına koruyacağımı biliyorsun.."
***
Genç kız, okuduğu maile kendisini o kadar çok kaptırmış durumdaydı ki, yaklaşık on dakikadır izlendiğinin farkında bile değildi. İtalya'da çok ünlü bir iş adamının karısı için sipariş etmek istediği takıların bütün detaylarını okuyor, Türkçe olarak tercüme edip yazı haline döküyordu. Dudaklarında tatlı bir kıvrım oluştuğunda, o kıvrıma can veren adamdan bihaberdi. Sağ tarafından doğru süzülen saçlarını kulağının ardına sıkıştırdığı sırada karşısındaki adamı fark ederek, oturduğu yerden sıçradı. Gözleri korkuyla aralanırken, adamın tatlı gülüşüne mest olmamak için silkelendi. Kaşlarını çatarak kızgın bir görüntü oluşturmaya çalıştı.
"Ne zamandır ordasın?" diye sordu sert çıkarmaya çalıştığı sesiyle.
"Gülüşüne can verecek kadar.." dedi adam tok sesiyle..
Neslihan sertçe yutkundu. Bunlar alışkın olduğu Mustafa Ali cümleleri değildi.. Bu adama ne olmuştu?
"Sen iyi misin?" diye sordu şaşkınlıkla. Genç adam dudak büzerek göğsünde birleştirdiği kollarını çözdü. Sırtını yasladığı kapıdan çekerek kıza doğru adım attı. Suratında halinden oldukça memnun bir ifade vardı. "Yıllardır hiç bu kadar iyi olmamıştım." dedi. Masanın önüne geldiğinde duraksadı. İki elini birden koyarak kızın üzerine doğru eğildi. Neslihan ise kalp atışlarının durma yolunda hızla ilerlediğini hissediyordu. Şimdi ne diyecekti? Neden sınırlarına bu kadar giriyordu? Zehirlenmiş olabilir miydi? Adamın bakışlarının yoğunluğunda neredeyse kaybolacaktı. Hopali, konuşmaktan ziyade bakışlarıyla olaya dahil oluyordu. Şimdi şuanda ona duyduğu aşkı bir çırpıda söylese ne kaybederdi? Ben artık sensiz yapamıyorum dese.. Ya da, yeter ulan ölüyorum aşkından diye ateşleyebilirdi. Oda olmadı, iki romantik söz söyleyebilir, bu aşkın seyrini değiştirebilirdi.
"Yemek yemeğe gidelim!"
Yemekler aşkına! Bütün aklından geçirdiği romantik cümleler nasıl olurda emir kipine dönüşerek odunlukta çığır açabilirdi?
"Genelde yemek yemeye gidelim mi, diye sorulur.."
Neslihan saf bir surat ifadesiyle adama bakıyordu. Hopali, ellerini masadan çekerek duruşunu dikleştirdi. Boğazını temizleyerek kaşlarını çattı. "Acıkmış olmalısın!" dedi iyice durumu sıvazlayarak.
Genç kız sertçe ayağa kalkarak, "Mustafa Ali, neyin var?" diye çıkıştı. Genç adam omuzlarını dikleştirdi ve kafasını hafifçe eğdi.
"Bir gönül yaram var.. İyileştirmesi zor.. Hatta imkansız.. Ama inanıyorum ki, bunu başaracağım."
Neslihan dudaklarını birkaç kez aralayıp kapattı. Gönül yarasından kastını beyni idrak etmeye çalışıyordu. Kalbi onca anlam yüklerken, mantığı geri dur diyordu sanki.. Genç adam, dudaklarına ufak bir kıvrım bıraktı ve kıza doğru tekrar eğildi. Söyleyeceklerini çok iyi seçmeliydi. Sonuçta geçmişten geleceğe süregelen aşk itiraflarıyla dolu bir sürü liste yapmıştı. Açılışı kral Aslan ateşlemesiyle yapmayı tercih etti. Bir Sinan Aslan klasiğini denemek bugüne kısmet demek diye düşündü.
"Bana bir saatini ayırır mısın?" diye sordu gülümsemesini genişleterek. "Sadece bir saat. Söz veriyorum ondan sonra istediğin yere bırakırım.."
Neslihan aptal bir ifadeyle adama baktı. Kesinlikle bu adama bir haller olmuştu. "Aynı şirkette çalıştığımızı ve aynı evlerde kaldığımızı göz önüne alırsak, beni nereye bırakmayı düşünüyorsun?"
Hopali, hiç bu kadar aptal durumuna düştüğünü hatırlamıyordu. Babası şu halini görse utancından onu ateşlerdi herhalde. İlk taktik onu hüsrana uğratsa bile pes etmeye niyeti yoktu. İkinci taktik belki iş görürdü. Bozulduğunu belli etmemeye çalışarak gülümsedi.
"Pekala, şuna ne dersin? Diyorum ki, uzun zamandır baş başa vakit geçirmedik. Çiftlik evine gidelim ben sana kahve falan yaparım.. Öyle uzun uzun konuşuruz.."
Neslihan şimdi bayılacaktı. Uzun zamandır baş başa vakit geçirmemiştik de ne demekti? Onlar ne zaman baş başa vakit geçirmişlerdi? Paralel evrende falan mı? Genç kızın O şekline gelen ağzına felç inmiş gibiydi. Artık emindi. Bu karşısındaki adam kesinlikle Mustafa Ali olamazdı!
"Sen kimsin ve Mustafa Ali'me ne yaptın?"
Ali'me.. Ali'me.. Benim Ali'me..
"Ne dedin sen?"
Hopali, heyecandan titrek çıkan sesine aldırış etmedi. Neslihan ise dilini ısırıp içinden sert bir küfür savurdu. Elini savurup geçiştirmeye çalışırcasına, "Ne demişim?" diye sordu.
"Az önce şey dedin sanki.. Ali'me?"
Neslihan yapmacık bir kahkaha atıp saçlarını suratından çekiştirdi. "Şimdide kulaklarını kaybettin herhalde? Tıpkı beyninin işlevlerini kaybetmesi gibi.." dedi ve gülmeye devam etti. Biraz daha zoraki gülmeye devam ederse, suratına ciddi anlamda cerrahi müdahale uygulanması gerekecekti. Bozulduğunu gizlemeye çalışan genç adam burun kemerini sıkarak sert bir nefes çekti.
"Her neyse.. Ne diyorsun?" diye sordu.
"Ne konuda?"
Hopali, gözlerini kapatarak inledi. Neden taktikleri işe yaramıyordu. Oysa en güvendiği taktik kesinlikle Yusuf Haznedaroğlu taktiğiydi! Bir akşam güneşinin kızıllığında, kahve eşliğinde her şeyi anlatabilir, af dileyebilir, mutlu aydınlık geleceklerine yelken açabilirlerdi. Bu taktik Yakup Efe'de bile işe yararken kendisinde işe yaramaması olacak şey değildi. Hafızasını yokladı. Listesinin içinde mutlaka işe yarar bir taktik olması gerekiyordu. Aslında direk Abant'a gitseler, hiç fena olmazdı.. Olur muydu?
"Neden sinsi sinsi güldüğünü sorabilir miyim?"
Genç adam gözlerinin önünde canlanan fantezilerini uzay boşluğuna fırlattı. Omzunu çekerek kafasını salladı. "Hiç, öylesine.." diye mırıldandı. Abant sonraki plan olabilirdi. Şimdi daha farklı çözüm yollarına ihtiyacı vardı. Durumdan sıkıldığını belli eden Neslihan, masadan destek alarak duruşunu düzeltti.
"Ciddiyim Mustafa Ali! Sana son kez soracağım, neyin var?"
Artık cevap isteyen ifadesiyle adama baktı.
"Ben daha iyisini soracağım, asıl senin neyin var?"
Ona yeşil ışık yaktığını cidden fark etmiyor muydu?
"Asıl benim soruma cevap verin! Siz burada ne halt ediyorsunuz?"
Son iki dakikadır aralarındaki saçma diyaloglara şahit olan Soyhan anlamsızca karşısındaki ikileye bakıyordu. Hopali, suratına kocaman bir gülümseme bıraktı.
"Kardeşim hoş geldin!" dedi.
Şok etkisi anında kızı vurdu. "Kardeşim mi?"
Soyhan'da aynı keyifle adamla sıkı sıkıya tokalaştı. "Eyvallah abim! Ne var ne yok?" diye sordu.
İlk şok etkisini atlatamayan Neslihan'ı ikinci şok esir aldı. "Abim mi?"
Karşısında sarılan adamlara adeta şeytan görmüş gibi bakan Neslihan kocaman araladığı gözlerini güçlükle kırpıştırdı. "Biri bana neler olduğunu anlatacak mı?" diye bağırdı taşan sabrıyla. Soyhan bir yanındaki adama baktı, bir kardeşine.. Suratına bıraktığı aptal bir gülüşle kolunu yanındaki adamın omzuna doğru attı.
"Yemeğe çıkmaya ne dersiniz?"
***
"Görmeniz lazımdı kızlar! Sanırsın ezelinden beri can ciğer kuzu sarması gibi hareketler sergileyip durdular. Biri anlattı diğeri kahkaha attı. Böyle sarılmalar, kardeşim benim demeler! İnanılır gibi değildi."
Neslihan bugündür yaşadığı o saçma anları harfi harfine destek ekibine anlatıp elindeki ufak otları ileriye doğru fırlattı. Bahçenin en kuytu köşesinde çimenlere doğru yayılan kızların hiçbirinden ses çıkmazken, her zamanki gibi susmayı başaramayan Meltem şüpheyle kıstı gözlerini. "O adi Soyhan, Hopali'ye büyü yaptırmış olabilir mi? Çünkü o iblisten her şeyi beklerim! Bak kardeşin falan ama sevmiyorum biliyorsun. Sen üzerine alınma yani!" dedi. Meltem yandan bakış atarak Vildan'a doğru dönerek parmağıyla işret etti. "Sen alınabilirsin!"
"Bana bak poğaça hamuru! Bir daha sevdiceğim hakkında kötü konuşursan, konuşacağın bir ağzın kalmayacak! Çünkü ikiye ayıracağım!"
Meltem ellerini yumruk haline getirip Vildan'a doğru salladı. "Denemeni çok isterim saten boya!"
"Hey hey! Yine başlamayın lütfen!" diyerek araya giren Melek, bakışlarını Neslihan'a çevirdi. "Neden olayı bu kadar büyütüyorsun? Belki, ikisi de yaptıklarının çocukluk olduğunu anlamıştır." dedi akıllıca bir fikir sunarak. Genç kız belki anlamında dudak büzdü.
"Bilmiyorum Melek. Soyhan ve Mustafa Ali'den bahsediyoruz." dedi suratını asarak. Bunca zaman Soyhan'ın ona bilmediği bir öfke beslemesini zaten anlamış değildi. Kıskandığını sansa da, bir türlü bundan emin olamıyordu. Tamam, ikiz olsalar bile Soyhan'ın ona karşı hep bir abilik içgüdüsüyle yaklaştığını biliyordu. Sürekli ona karşı doldurması hele de günün birinde sebep olduğu hataları öğrenirse yapacaklarından korkmuştu her zaman.. O zamanın geldiğinde olacakları düşünmek bile istemiyordu zavallı kız..
"Bence farklı bir oyun dönüyor!" diye suskunluğunu bozdu Feray. Bütün meraklı bakışlar üzerine döndüğünde omzunu çekti. "Naçizane fikrimdi.." dedi elini savurarak. Çünkü o gün, ufak bir hesap kapatma işi diyerek yanından ayrılmış, spor salonuna gitmişti. Çıktığında ise tek değildi. Uzaktan gördüğü kadarıyla Hopali ile birlikte çıkmış, hatta tokalaştıklarını görmüştü. Sanki bir anlaşma yapar gibi bir halleri vardı. Bu gördüklerini ise şimdi dile getirmesinin doğru olmadığını düşündüğü için konuyu geçiştirmeye karar verdi. Tam o sırada Meltem'in sorusuyla adeta eşekten düşmüşe döndü.
"Sen ablanın yanına gitmeyecek miydin?"
Feray, nefesini tuttu. Henüz ablasının karşısına çıkacak cesareti kendisinde bulamadığı için biletini ertelemek zorunda kalmıştı. "Evet, ama işten izin alamadım." dedi aklına gelen ilk yalanın ardına sığınarak. Suratına zoraki bir gülüş bıraktı ve gözlerini uzak bir noktaya çevirdi.
"O zaman sen ve abim için plan yapmama engel yok!" dedi Meltem sinsi sinsi gülerken.
"Ne planı?" Feray, heyecanla kuruyan dudaklarını ıslatırken, Meltem göz kırparak ellerini birbirine sürttü.
"Aslında söylemeyecektim ama söylemem ikiniz içinde hayırlara vesile olacağı için bunu dile getirmek zorunda olduğumu düşünüyorum. Şöyle ki, bu bir sürprizde olabilirdi ama abimin zeka seviyesi bu sürprizi berbat edeceği için.."
"Meltem ne saçmalıyorsun?" Feray'ın sinirle çıkan sesine aldırış etmedi genç kız. Keyifle bütün dişlerini göstererek gülümsedi.
"Nur topu gibi sevda adamı yakaladın diyorum!" dedi.
Feray gözlerini araladı. Ne demesi gerektiğini bilmiyormuş gibi bir hali vardı. Her şey üst üste gelmek zorunda mı diye düşündü. Genç kızın suskunluğunu fırsat bilen Meltem kıkırdayarak kızlara döndü. "Abim bu safı öpmüş bu safımda ona yumruk atmış biliyor musunuz?" dedi. Kızların hepsi gülmeye başladığında Feray utanarak başını eğdi.
"Adama yumruk mu attın cidden? Hem de seni öptü diye.." Melek'in sorusu karşısında masumca omzunu çekti Feray.
"Refleksti.." diye mırıldandı. O güne geri dönebilseydi eğer, bu sefer iki yumruk atardı! Çünkü, bu olayı kimsenin bilmemesi gerekirdi! Hiç utanmadan birde kardeşine mi söylemişti, onu öptüğünü? Tam anlamıyla rezillikti! Ama bunların hesabını elbet soracaktı! Daha Feray'ın kim olduğunu çözemediyse, en yakın zamanda itinayla öğretecekti!
Aynı zaman zarfında başka bir mekanda toplanan adamlar kafa kafaya vermiş, kaderlerine ah çekiyordu. Elindeki bardağı hızla kafasına diken Berat, boş bardağı sertçe masaya vurdu.
"Bu hatun milletini çözmek, dört bilinmeyenli denklem çözmekten daha zor dostlarım!"
Bilim adamı gibi tavırlara bürünen adamın ensesini sıvazlayan Hopali, ikinci bardağı kafasına dikerken yarı yolda yakaladı. "Yavaş git koçum! Sonun baban gibi olacak!" dedi alayla gülerek. Berat, kafasını salladı. Hafif çakır keyfin verdiği rahatlamayla sırıttı.
"Benim gibi adam, kırk beş kiloluk kızdan yumruk yedi! Neden? Çünkü onu öptüm diye!"
"İzin istemeliydin.." diye araya girdi Yiğit. Her seferinde izin isteme yoluna başvurup ve her seferinde reddedilmekten bıkmayan bir adamın tecrübesiyle konuşuyordu.
Berat yandan bir bakış attı. Acaba kardeşinden de izin mi istiyordu bu adi ateşleyen? "Sen izin mi istiyorsun?" diye sordu tıslarcasına. Soyhan ağzındaki içeceği püskürtür gibi ses çıkarttı.
"Onun izni hep veto ediliyor dostum!"
Berat ayağa kalmaya çalışırken, "Ulan!" diye kükredi. Sesi anca kedi miyavlaması gibi çıktı. Hopali, omzundan tutarak adamı kontrol altına alırken, "Sakin, sakin.." diye mırıldandı. Genç adam ikiyi beş, beşi on beş gördüğü için karşısındaki adamın kim olduğunu kestiremedi.
"Kardeşimden uzak dur!" dedi tehdit edercesine. Yalnız karşısında Yiğit değil, Umut vardı!
"Banane ulan kardeşinden! Bana kuzenin yetiyor!" dedi gülerek. Aklına düştü yine sarı ceylanı.. Son bir haftadır mahrum kalmıştı o boncuk gözlerinden.. Her şey o bordo bereli kayınpederi yüzündendi! Ne vardı şöyle karısıyla uzun bir tatile çıksa, kızını evde bıraksa.. Hayaller boncuk gözlü, hayatı bordo bereliydi resmen!
Berat, Umut'un dedikleriyle kafasını geriye çekerek gözlerini kocaman araladı. "Ha! Ben seni Yiğit sandım! Sen neredesin lan?" diye bağırdı bu sefer. Yiğit gözlerini devirdi ve yoklama alan öğrenci edasında elini kaldırdı. "Buradayım bok kafa!" diye tısladı. Hopali, Yiğit'e sus dercesine baktı ve Berat'ın küfürlerini son anda ağzına elini kapatarak bastırdı.
"Yemin olsun seni vururum!" dedi. Berat susmayı tercih ederek elini dudaklarına götürüp fermuar işareti yaptı. Bu genç yaşta atarlı yârine kavuşmadan ölemezdi.
"Kızları anlamanın yolu onlar gibi düşünmekten geçer biraderlerim.." Yağız, suratındaki kemik gözlüklerini tepesine doğru kaldırdı. Bu çocukta diğerlerine nazaran eksantrik bir hava vardı. Hepsinden daha farklı ve daha doğru düşünürdü her daim.. Tıpkı babası Yakup Efe gibi saf bir edası vardı. Elindeki meyve suyundan bir yudum aldı. "Yani onlar beyaza beyaz diyorsa sen ak demeyeceksin. Sende beyaz diyeceksin. İşte o zaman onların kalbindeki taht sizin olur.."
Soyhan korku dolu gözlerini kocaman araladı. "Bu adamın romantik halleri benim sonum olacak! Hayır, genimizde romantiklik varsa, bende neden yok? İnanın anlamış değilim!"
Umut, kuzeninin ensesine bir şamar atarak geri kaçtı. "Belki kayınpederine çekmişsindir.." dedi Barış amcasını hatırlatırcasına kaşlarını çattı. Soyhan yandan bir bakış atarak sinirle burnundan soludu.
"Buna şey deniyor. Kendi kayınpederini görmeyen başkasının kayınpederini bir şey sanır."
Soyhan'da Cesur amcası gibi iki satırlık şiir okuyarak Umut'un suratının asılmasına neden olurken, Özgür, gururla omuzlarını dikleştirdi. "Mesela bende kayınpederime çekmişim. Çok iyi ateşliyorum.."
Yiğit, adamı ateşleme içgüdüyle keskin bir bakış attı. "Çok kaşınma istersen.." diye tısladı.
"Sidik yarışınız bittiyse eve geçelim artık!"
Hopali, kayınpederlerin savaşı adlı çalışmaya son vererek oturduğu yerden ayaklandı. Artık eve gitmek istiyordu. Daha yapacak bir sürü listesi vardı. Mesela, bu sefer her şeyi göze alacak kayınpederi gibi yaklaşmayı deneyecekti. Belki ilk öpücüğünü çalmak onu affettirebilirdi.
'Aptal olma!' diye araya girdi iç sesi. Öpen adamların sonu ya yumruk oluyordu, ya da daha çok yıkım.. Haklıydı. En iyisi onun sabrının selametini beklemekti.. Yavaş ve sağlam adımlarla hareket edecek ve bunu başaracaktı.. Başka kimse olarak değil, Mustafa Ali olarak bunu başaracaktı..
Bir süre sonra evin köşesine dönen genç adam karşılaştığı sahneyle ayağını frene dokundurdu ve direksiyona doğru yapıştı. Gördüğü sahne gerçek olamayacak kadar hayal ürünüydü. Gözlerini birkaç defa kırpıştırdı. Ciddi anlamda ya aslan sütünü çok kaçırmıştı, ya da araba sürerken uyuya falan kalmıştı.
Yoksa masum yeğeni Deniz, yılların Deli Mirza'sına yumruk atmış olamazdı!
-Bölüm Sonu-
^-^ Selamlaaaarr 😍😍
Bir soruya daha kapı araladık 🙈 Olaylar birbirini doğurduğu için gidişat böyle ilerleyecek.. Durumdan sıkılan var mı? Varsa belirtin lütfenn 🤗🤗
Çokca seviliyorsunuz.. ❤
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro