Yarım Aşk
Çocukluğum ülkü ocaklarında geçmişti. Görkem'le birlikte her gün okuldan çıkınca eve uğramadan oraya giderdik. O zamanlar ne anlattıklarını, bizden ne istediklerini tam kavrayamazdık ama o etkileyici konuşmalarına hayran olmaktan da kendimizi alamazdık. Öyle ki çocuk olmamıza rağmen bize gelip konuşan abilerle eylemlere katılmak isterdik, ne olduğunu bilmediğimiz bir uğurda bir şeyler yapmaya, bir şeyler için savaşmaya hatta belki ölmeye bile hazırdık. Bazı günler okulu asardık orada biraz daha fazla durabilmek için, oraya ait hissediyorduk kendimizi.
Liseye geçtiğimde bu durum değişmişti, Görkem'in aksine ben zorla gidiyordum artık oraya. Okudukça ve başka düşünceleri dinledikçe yıllardır aklımda beslediğim ideoloji yerini bambaşka bir düşünceye bırakıyor içten içe çürüyordu. Babam ülkücü bir adamdı, gençliğini bu ocaklarda bitirmişti. Benden de bunu bekliyordu ama ben genç yaşıma rağmen kabul edemiyordum bana anlatılanları. Görkem'le bu konudaki ilk kavgamız da o zamanlarda olmuştu. Yıllarca istemememe rağmen onun için katlanmıştım oraya gitmeye ama daha fazla dayanamayacağımı anladığımda Görkem ile birlikte olma fikri bile cazip gelmemeye başlamıştı. Bahaneler uydurup ya hiç gitmiyordum ya da erkenden ayrılıyordum. Bir süre sonra bu durum Görkem'in içine şüphe tohumları ekmeye başlamıştı, beni sürekli sorguluyor, benimle birlikte gelmek istiyordu gideceğimi söylediğim yerlere. İlk başlarda bir şekilde halledebiliyordum, yalan yalanı getiriyordu ta ki Görkem babama gidip her gün nereye gittiğimi sorana kadar. Babama göre ben ocağa gidiyordum, aksini söyleyen Görkem yanılıyordu. Görkem'e göreyse ben yalancının tekiydim, sarsılmaz dostluğumuza koca bir darbeydi söylediğim yalanlar. Bu onu ilk kaybedişimdi. O gün eve giden yola döndüğümde sokağın kenarında bir duvara yaslanmış beni bekliyordu. Beni görünce doğrulup bana doğru yürümeye başladı, karanlık silüeti sokak lambasının altına gelip aydınlandığında gülümsemiştim yüzündeki öfke yansımalarını görmeme rağmen. Sinirli olduğu kişinin ben olduğumu aklımdan geçirmek şöyle dursun, sakinleşmek için bana geldiğini düşünmüştüm. Sarılmak için açtığım kollarımla son adımları atarken de böyle düşünüyordum, hatta yüzüme geçirdiği kafasından sonra da. Eğilip burnumu tutarken anlam arayan bakışlarımı yüzünde gezdirdim, bir sebep görmeye çalışıyordum orada. Görmekten korktuğum cevap öğrenmiş olmasıydı. Sırf onu seviyorum diye canımı yakmaya çalışıyor olmasını kabul edemezdim, kalbim zaten bunu bilerek bile yanardı. "Ne oluyor lan?" Yakalarımdan tutup beni doğrulttu. "Bana niye yalan söyledin Alper?" Ona çok fazla konuda yalan söylemiştim, hangisinden bahsettiğini anlamak için gözlerine biraz daha baktım. Ayşe'yi sevdiğim yalandı, onu kardeş olarak gördüğüm de yalandı, Elif'le birlikte olmasını istediğim de yalandı. Hangisinden bahsediyordu? Aptala yatarak kaşlarımı çattım bir yalanımı da kendi ağzımla söylememek için. "Ne yalan söylemişim sana?" "Anlamazlıktan gelme, biliyorsun. Kadir amca söyledi, ocağa gidiyorum diye çıkıyormuşsun evden. Nereye gidiyorsun oğlum sen?" Ona doğruyu söylesem ne olurdu? Reis olmak için hayaller kuracak kadar bağlıydı bu davaya. Beni gözden çıkarırdı, ekmeğini paylaştığı bana düşman demekten çekinmezdi. Ellerimi ellerine sarıp yakamı kurtararak uzaklaştım ondan. Artık sinirliden ziyade sarsılmış bir ifade taşıyordu yüzü. "Benden saklayacak kadar gizli neyin var senin? Ne yapıyorsan yanında olacağımı da biliyorsun, niye yalan söyledin?" Ve Görkem'i aynı gün içinde ikinci kaybedişimdi, bir itiraf yetmişti. "Artık o ocağa gitmek istemiyorum. Orası benim yerim değil." Uzaklaşan bedenlerimizi tekrar bir araya getirdi ve gerisinde sadece vücudumda hissettiğim sızlamazlar kaldı. Ona yalan söylemek yumruklarını yemekten daha ağır geliyordu bana, rahatlamış hissediyordum. Yanımdan uzaklaşırken söylediklerinden kulağıma ulaşabilen sadece "Sen artık benim kardeşim de değilsin" sözleriydi. Yumruklarının acısını geçirmeye o cümle yetmişti ama beni arkasında bıraktığında acıdan ağlamıştım saatlerce.
~~~
Müziğin sesi kesilip sokak sessizliğe büründüğünde ikimiz de oturduğumuz duvarın kenarından kalkmış evlerimize doğru yürüyorduk. Arkasında ya da önünde yürümek yerine yanında yürümek istemiştim, o da buna ses etmemişti. Yanyana yürüdüğümüz sokaklarda dışardan bakanlar beraber olduğumuzu sanabilirdi ancak aramızda koca bir duvar vardı bizim bile göremediğimiz. Sadece hissediyorduk o duvarı, konuşsam sesim ona ulaşmazdı. Sanki arkasında yürüsem ona daha yakın olacaktım, yakınlaştıkça uzaklaşıyordum hep Görkem'e. Bir şeyler söyleyip o duvarı yıkmak istiyordum, saatlerdir o duvarın kenarında kendime duvarlar ören ben değilmişim gibi. Ona onu sevdiğimi söyleyebilirdim, bu beni bir yükten kurtarırdı ama çok daha kötülerinin koynuna da atabilirdi. Üzülmemesini söyleyebilirdim ama bir gün onun bir kızla evlenmesini düşündüğümde kahrolurken bunu ondan beklemem mantıksızdı. Söyleyecek çok şey vardı, dile gelebilecek hiçbir şey yoktu. Susmaya karar verdim ben de. "Yarın gidecek misin?" Duvar yerle bir olurken altında kalmışım gibi hissediyordum. Söylemese de nereden bahsettiğini anlayabilmiştim ve açıkçası gidip halay başı olmayı da düşünmüştüm. Sonra onun acısını hissetmiştim içimde, kendimden utanmış ağlamıştım Görkem'in acısına. "Karar vermedim." Başımı ona çevirip ifadesiz yüzünde bir beklenti aradım. Ne yapmamı istiyordu? "Gitmeli miyim? Cevabı yüzünde bulamayınca önüme döndüm geri. "Gitme, Alper."
"Neden? Olay çıkartacaksın da babam üzülmesin diye uzak mı durayım istiyorsun?" Söylediğimin yüzünde bir gülümseme oluşturmasını bekliyordum ama değişmeyen ifadesiyle yüzüme bakmıştı sadece. "Konuşmaya ihtiyacım var."
Babalarımız arkadaştı bizim, beraber büyümüştük. Görkem'i zayıf gördüğüm zamanlar yok diyebileceğim kadar azdı. Küçük bir çocukken bile düştüğünde kalkar oynamaya devam ederdi, ağlamazdı. Onu ağlarken gördüğümü hatırladığım tek gündü annesini kaybettiği gün. Nurcan Teyze babasının aksine çok sevecendi, her zaman gülümserdi ve insanlara yardım etmek için çırpınır dururdu. Belki de bu yüzden erkenden ayrılmıştı aramızdan. İyi insanlar hep en önce gidenlerdi bu hayatta. Önce bizi sevgiye alıştırır, güzelliğini gösterirlerdi sevginin ve sonra da bir şey olmamış gibi günün birinde giderlerdi. Geriye kalan bizler ne yapacağımızı bilemeden öylece kalırdık hayatın ortasında. Görkem'in ağlayışı da bu yüzdendi, ağlarken sürekli sormuştu bana o gün; ben şimdi ne yapacağım Alper? Görkem'le bir arkadaştan fazlası olduğumuz gündü o gün. Artık onun sadece arkadaşı değildim, annesiydim, doğmayacak kardeşiydim. Dağınıktı Görkem, sürekli bir şeylerini kaybederdi ya da eksik getirirdi o yüzden her zaman çantamda iki tane taşırdım silgileri, kalemleri, kalemtraşları. Yemeğini unuturdu, anneme iki tane beslenme çantası hazırlatırdım. Önlüğünü düzgün giyip geldiği gün olmazdı, andımızın hemen öncesinde düğümesini ve yakasını düzeltirdim özenerek. Görkem bir dosttan ötesiydi benim için artık. Küçük yaşıma rağmen bunu anlayabiliyordum, sevgim içime sığmıyordu ve küçük yaşıma rağmen yine biliyordum; aşkım yarım kalmaya mahkumdu.
Mahalleden uzak olduğumuz halde bir yerlerden saz ve davul sesleri geliyordu. Görkem duymasın diye özellikle uzak bir yeri seçmiştik oturup konuşmak için ama hayat her daim acılarımızı yüzümüze vuracak bir yer buluyordu kendine. Hoş mahalleden değil ülkeden de kaçsak Görkem duyacaktı o sazları, içindeki acıdan kaçabilir miydi insan? Ben kaçamıyordum, yanmaya mahkumdum ama Görkem güçlü olandı o kaçardı belki. "Ne yapacaksın şimdi?" Karşımızda bir ışıktan bir denize uzun uzun bakıyordu, ben onu iyileştirmek istiyordum. Her ne kadar beni yaralasa da o yaralandığı zaman daha çok acıyordu canım. Onun yara olduğu kadar merhemdim ona. Bunu bildiğinden ne zaman bir yeri kanasa koşarak geliyordu bana, kapılarımı hiçbir zaman kapatamıyordum ona. İstediği zaman gidiyordu gözleri bana değdiği zamanlarda sadece nefreti görüyordum orada. Ertesi gün geri geliyordu iki güzel sözüne tüm kırıklarım kaynıyordu, iyileşiyordum birden.
"Bir şey yapmayacağım." Onu izlemiyormuşum gibi çevirdim başımı bana döndüğünde. "Benimle mutlu olamazdı Elif. Geleceğim bile belirsiz benim." Elimin altında yeni yeni yeşermeye başlamış çimenleri yolarken tekrar baktım yüzüne. Kabarık bir sabıkaya sahipti, her an içeri alınabilirdi ya da bir çatışmada yitip gidebilirdi hayatımdan. Düşüncesi bile içimi ezerken yutkunmadan edemedim olası ihtimallerin verdiği korkuyla. "Böyle şeyler söyleme Görkem." Kötü ihtimaller dile dökülmediği zaman yok oluyorlardı sanki, söylenmemeleri gerekiyordu. "Şimdi ben ne yapacağım?" Bilmiyordum, yıllardır bu derdi taşısam da çözümünü bulamamıştım. Sadece yanıyordun, seni söndürecek suya uzanamıyordun.
Dizlerimi gösterdim ve o da ne demek istediğimi anlayarak uzandı, başını dizlerime koydu. Küçükken bunu yaptığımızda üzüntüsü azalırdı, Nurcan Teyze saçlarını okşarmış Görkem'in canı yandığında. O gittiğinde bunu yapmak bana kalmıştı ve o zaman anlamıştım acısının neden azaldığını. Saçlarında gezindikçe parmaklarım acısı bana geçiyordu sanki, sevdiğimin acısı benim acım alıyordu. Görkem dizlerimde sevdiği için ağlıyorken ben saçlarını okşayarak onun için ağlıyordum içten içe.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro