Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

34.Bölüm: "Kamp"

Biz geldik canımın en içleri!💙

Nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Umarım hepiniz çok çok iyisinizdir. Ben de işte sınavlarla, okullarla boğulmakta uğraşıyorum:(

Şimdi benim için önemli olan bir konu var sizden de fikir almak istiyorum.

~Serseri ile birlikte artık finale doğru gidiyoruz. Şimdiye kadar bölümlerde büyük aksamalar yaşandı falan filan. Ama finale kadar olan bölümleri seri ve belli bir düzende yazıp atmak istiyorum artık. Evet finale doğru gidiyoruz.

~Finalden önce bizimkilerden okumak istediğiniz, yapmalarını istediğiniz ya da değişiklerden görmek istediğiniz sahneler varsa yazabilir misiniz? Belki hepsini yazamam ama fikirleriniz çok önemli benim için.

Bölüm şarkısı;Can Oflaz - Fikrimin İnce Gülü

Hepinize iyi okumalar.

~

"Okumak istemiyorum," diye bağırdığımda önümdeki matematik sorusuyla boğuşup duruyordum.

"Okumayacağım ben ya, okumayacağım."

"Ders çalışmak istemiyorum."

"Matematiğe olan alerjim de tuttu yeniden."

"Ay bana bir şeyler oluyor." Kendi kendime sanki bir şey oluyormuş gibi konuştuğumda, soruyu çözemeyeceğimi anlayarak kitabı kapattım. Oturduğum sandalyeden koşarcasına kalktığımda elime telefonumu alıp kendimi hemen rahat yatağıma attım. İnstagram'da dolaşmaya başladığımda bir yandan da dertli dertli düşünüyordum.

Üniversite sınavına çok az bir süre kaldığı için deli gibi ders çalışıyordum. Daha doğrusu ders çalışmak zorunda bırakılıyordum. Hocalarımız bizi o kadar çok zorluyordu ki kendimi bazen boğuluyor gibi hissediyordum.

Sosyal hayatım bile neredeyse sıfırlanmıştı be! Bir sınav uğruna ne güneşler batıyordu!

Ah ah...

Bizim çocuklarla bile zar zor toplaşıp bir şeyler yapabiliyorduk. Bize bunu yapan hayatın ben ta yani. Neyse neyse...

İnstagram'da dolaşıp milletin attığı fotoğraflara laf edip durduktan sonra artık sıkılıp çıktığımda, WhatsApp'tan gelen mesajlarla birlikte oraya girdim. Kutay gruptan mesaj atmıştı.

Kankaların en ponçik kalplisi: Lan kankalar

Kankaların en ponçik kalplisi: Okul kampa götürüyormuş ya

Kankaların en ponçik kalplisi: Gider miyiz

Kankaların en ponçik kalplisi: Gider miyiz

Kankaların en ponçik kalplisi: Ne olur gidelim

Asrın: Ne işimiz var kampta

Asrın: Yeni yeni adetler çıkarma.

Asrın: Ne yapacağız lan ormanda?

Kankaların en ponçik kalplisi: Seni doğal ortamına bırakıp kaçacağız kardişim asdfghasdf

Siz: Ahajajaja

Aslan: Şu gereksize güleceğim aklıma gelmezdi ama bu iyiydi

Siz: Ahajajaja

Ela: Sevgilim be

Siz: Ahajajaja

Serseri: Bir uyutmadınız

Siz: Ahajajaja

Beste: Ada asdfgh

Serseri: Güzelim otomatiğe bağladın herhalde?

Ada: Dalmışım ahahahajajaj

Burak: Grupta benim dışımda tek bir akıllı yok

Kankaların en ponçik kalplisi:

Kutay'ın gruba attığı şeyle birlikte kahkahalarla gülmeye başladığımda Burak ve Kutay çoktan kavgaya tutuşmuştu bile. Daha doğrusu Burak, Kutay'la kavga etmeye çalışıyor, Kutay ise daha çok Burak'ı kışkırtmaya çalışıyordu. Aradan geçen dakikalarda Burak ve Kutay'ın neredeyse yüzü gergin mesajı olduğunda her bir mesajı okumaya çalışıyor ama arada kaçırdıklarımda oluyordu.

Ay bir de çekirdeğim olsa yani.

Ela: Ay yeter be

Ela: Engelleyeceğim şimdi sizi

Kankaların en ponçik kalplisi: Beni beni kutayını mı

Kankaların en ponçik kalplisi: Ayıp ayıp

Kankaların en ponçik kalplisi: Yazık be yazık!

Ela: Kutay...

Kankaların en ponçik kalplisi: Tamam ballı çöreğim:)

Tam bir hanım köylüydü ya. Nasıl da hemen çevirmişti olayı.

Beste: Kampa gideceksek

Beste: Adımızı yazdıralım bence

Siz: Valla ben kamp falan anlamam

Siz: Kesin orada da bize ders çalıştıracaklar

Siz: Gelmiyorum ben kampa falan

Ne işim vardı benim ormanın içinde canım? Börtü böcek falan... Yüzümü buruşturdum. Hiç çekemezdim valla. Ayrıca hocalarımızın bizi kampta da ders çalıştıracaklarına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım yani.

Kankaların en ponçik kalplisi: Yaa ne olur gidelim

Kankaların en ponçik kalplisi: Ne olur ne olur

Kankaların en ponçik kalplisi: Adaşkım:(

Kankaların en ponçik kalplisi: Ne olur ne olur

Kankaların en ponçik kalplisi: Sen gelmezsen ateş kardişim de gelmez bak

Kankaların en ponçik kalplisi: Ateş kardişim gelmezse onun ekürisi Asrın kardişim de gelmez

Kankaların en ponçik kalplisi: Asrın kardişim gelmezse Beste'm de gelmez hem

Kankaların en ponçik kalplisi: Ne olur ne olur gidelim

Siz: Ne bu orman merakı ya?

Siz: Ben kalamam oralarda öyle

Siz: Mis gibi yatağım varken

Siz: Hiç rahatımı da bozamam valla

Kankaların en ponçik kalplisi: Gençlik ölmüş be ölmüş

Kankaların en ponçik kalplisi: Daha da konuşmuyorum sizinle

Siz:

Siz: Hiç yazma canım yaa

Siz: Prensesler gibiyim

Yolladığım mesajdan sonra annemin, "Ada gel evi süpür..." diye bağıran pardon böğüren sesini duyduğumda kendi kendime hareket çekmeden edememiştim.

Kıçımın prensesi Ada.

"Bok prensesisin," diye kendi kendime konuştuğumda oflayarak yatağımdan kalktım. Şimdi süpürmezsem konuşur dururdu, en iyisi baştan savma süpürüp hemen odama kaçmaktı.

"Ada hadisene kızım."

"Geliyorum," diye bağırdım sinirle.

Ne prenses, ne prensestim ama (!)

***

Zulamdaki kötü günlerime karşılık olarak biriktirdiğim çikolatalarımı çantama koyduğumda, diğer abur cuburlarımı da çantamın içine koydum. Kendime fazlasıyla yetecek kadar yiyecek aldığıma kanaat getirdiğimde içim biraz olsun rahatlamıştı. Artık hazır olabildiğimde çantamı sırtıma taktım.

Bilin bakalım ben böyle hazırlanmış bir şekilde nereye gidiyorum?

Evet 'gitmeyeceğim' diye götümü yırttığım kampa gidiyordum.

Valla hepsi Kutay'ın suçuydu ama. Kaç gündür başımın etini yemiş ve atmadığı trip kalmamıştı. Ben de onu daha fazla çekmemek için gitmeyi kabul etmiştim.

Bekleyin beni börtü böcekler ben geliyorum.

Tövbe tövbe ya.

Telefonumun çalan sesini duyduğum an fazlasıyla dağıttım odamda telefonu buldum. Ateş arıyordu.

"Efendim sevgilim?" Diyerek telefonu açtığımda Ateş'in, "Geldim," diyen sesi kulaklarıma doldu. "Hazır mısın sen?" Ben diyorum sevgilim, o diyor ne ya?

"Ben de iyiyim sağ ol yaa. Sen de çok iyisin maşallah. Yoksa bu odunluğunun başka anlamı olamaz yani. Bekle geliyorum yarım saate." Ateş'in bir şey demesine izin vermeden telefonu yüzüne kapattığımda, 'sabır' dileyerek odamdan çıktım. Her ne kadar yarım saat onu bekletmek istesem de şu durumda pek bekletemeyecek gibi gözüküyordum. O yüzden şansımı da pek zorlamak istemiyordum.

"Ben çıkıyorum," diye bağırdığımda annemin, "Git git," diyen sesini duydum. "Git de şu başım biraz dinlensin.

Ne kadar da kırıcı bir anne.

Şaka be şaka. Buna da kırılacaksam yani... Arsızım ben arsızım. Evden kovsanız yine bir şekilde gelirim ki.

"Ben de seni çok seviyorum anne," dediğimde ayakkabılarımı giyerek kapıyı açtım. Çıkmadan önce anneme, "Yola çıkıyorum yola ölümlü dünya be!" Diye bağırdığımda annemin bir şey demesini beklemeden hemen çıktım.

Oh oh annem şimdi bir güzel vicdan yapacaktı.

Tam da tahmin ettiğim gibi telefonumun çalmaya başladığında ekranda gördüğüm 'annem' yazısıyla birlikte gülmeye başladım. Bilerek telefonu açmadığımda peş peşe yeniden aramaya başlamıştı.

Onları da açmadım.

Oh olsun.

Binadan çıkıp Ateş'in arabasına bindiğimde kapıyı bilerek hızlı bir şekilde çarptım. Ateş'in kaşları çatıldığı an ağzının içinden, "Sabır..." çektiğini duyabilmiştim.

Kural bir: Erkeklerin arabaları çok kıymetli oluyor. Onlara sinirlendiniz zaman arabalarına hoyrat davranın!

Ateş arabayı çalıştırdığında çok geçmeden yola koyulmuştuk. Bu sefer de emniyet kemerini çekiştirmeye başladığımda, çekip çekip duruyor sonra da sertçe geri bırakıyordum.

Ateş, "Ada gel al canımı," dediği an tek eliyle emniyet kemerine uzanıp taktı. "Sen zaten bu sinirinle bugün öldürürsün beni."

Birden, "Senin kelleni alırım!" Diye avaz avaz bağırdığımda Ateş'in öylece kaldığını hissettim.

"Ne?" Dediği an şaşırdığını hissedebiliyordum. Ama öyle böyle bir şaşkınlık değildi yani. Ki böylesine şaşırmakta da haklıydı.

Gerçekten 'ne' yani Ada ya?

Ne kelle alması kızım ya?

"Şey ya... Yaa ben kaç gündür Muhteşem Yüzyıl izliyordum da kendimi birden Hürrem zannettim. Böyle bir gaza geldim falan." Konuştukça batıyordum galiba. Ne ya, ne vardı yani kendimi Hürrem zannediyorsam?

Hem ne eksiğim vardı ki benim Hürrem'den?

Bence hiç yani...

Ateş birden kahkahalarıyla gülmeye başladığında başını iki yanına salladı. Bir türlü susmuyor, güldükçe daha çok gülüyordu. Ayy rezil olmuştum yaa şimdi on dakikada bir taksit taksit gülerdi artık.

"Gülmesene ya," diye cırladığımda elimde tuttuğum telefonumun ekranı yanıp yanıp söndü. Annem mesaj atmıştı. Ateş'e sinirli sinirli söylemeye devam ettiğimde annemin attığı mesajları açtım.

Annem: kIz adA

Annem: ne diyrsm sEn öle

Annem: ÖLüM fln

Annem: Azındn çIkanlrI kUlaklrın duyyor mu

Annem: Kalbİme mi indirCeksn kıZ seen bnm

Annem: dığru dığru gt gEl

Annem: ayağımn altna almıyyım sNi

Okuduğum mesajlarla birlikte ben de gülmeye başladığımda başımı iki yanıma salladım. Annem keşke klavyeye bu kadar can çekiştireceği yerde direkt olarak sesli mesaj atsaydı daha iyi olur gibiydi.

Annemin daha fazla aklı ben de kalmaması için ona bir sürü kalp yollayıp telefonumu kapattığımda gözlerimi hâlâ gülen Ateş'e çevirdim.

Hiç gülmediği kadar gülüyordu. Bir üç gün daha da gülerdi herhalde. Gerçi şu an sırf bana inadına güldüğünü de biliyordum ya neyse.

"Gülüp durma elimden bir kaza çıkacak bak!" Diyerek altının oldukça boş olduğunu bildiğim tehdidimi savurmuştum.

Ateş alayla, "Ne yapacaksın kellemi mi koparacaksın?" Dediğinde kaşlarım çatık bir şekilde ona bakmaya devam ettim. "Sen şimdi allah bilir bunları izlerken eline bıçak falan alıp hurra diyerek evde falan da koşuyorsundur."

"Aaa nerden bildin?" Dediğimde artık ben de alaya alarak konuşmaya başlamıştım.

"Bence ben seninle evlenme işini düşünmeliyim gibi." Ne, ne, ne?

Bu sefer gülen taraf ben olduğumda, "Şakacı seni," dedim ve birden ciddileştim. "Sen sorsana bir yaa... Ben seninle evlenmeyi düşünüyor muyum acaba? Sor bir sor... Tövbe tövbe ya. Evlilik diyor bir de. Ne evlenmesi, ne evlenmesi?" Saçlarımı savurdum.

Ateş sinirli sinirli, "Ada!" Dediğinde yüzüne bön bön baktım. Valla bu kadar evlenme meraklısı olduğunu bilmiyordum yani. "Farkında mısın bilmiyorum ama sevgiliyiz biz."

"Ben çok çok farkındayım da sen pek farkında değilmişsin gibi. Böyle sanki karşında amca oğlun varmış gibi davranışların falan."

Ateş'in kaşları çatıldığında, "Bu tartışmadan da ben suçlu çıkacağım değil mi?" Dedi sanki sonucu biliyormuş ve kendi kendine kabul eder gibi. Valla bunu kabul etmesi de bir şeydi.

"Suçlu çıkacaksın değil, suçlusun zatem..." diye yüzüne yüzüne çemkirdim. "Bir de daha konuşuyor musun sen?"

Ateş, "Biliyordum ben başıma geleceğini işte," diye kendi kendine söylenmeye başladığında çalan telefonu daha fazla söylenmesine engel olmuştu.

"Ne var?" Diye oldukça kibar (!) bir şekilde telefonunu açtığında 'kaba' diye fısıldadım.

"Geliyoruz işte," dedi Ateş. Karşıdan Kutay'ın bağıran sesini duyduğumda gülmeden edemedim. Öyle bir bağırıyordu ki ta bana kadar gelmişti.

"Geliyoruz dedim ya lan."

...

"Zaten sen çıkardın hep bunları başımıza."

...

"Bizim çadırı da kurun. Bir de o zımbırtıyla uğraşamam ben." Ateş sürekli konuşuyor ve Kutay'a kızıyordu.

Kutay'ın, "Çadır kurmasını beceremiyorum demiyorsan da kardişim," diyen gülen sesini duyduğumda güldüm. Ateş'i sinir etmek için elinden geleni yapıyordu.

Ateş, "Kapat lan," diyerek telefonu Kutay'ın yüzüne kapattığında, "Şerefsiz ya..." diye homurdandı ağzının içinden. "Tam bir şerefsiz hem de bu çocuk."

"Demesene öyle benim kankama." Tabii ki de Kutay'ı savunacaktım.

"Başlatma kankana şimdi."

"Kıskanıyorsun kıskanıyorsun, onu kıskanıyorsun..." diye gülerek konuştuğumda Ateş bağını iki yanına salladı.

"Sabır, sabır..." diye diye çektiğinde yolun geri kalanını da böyle böyle geçirmiştik.

Ateş sabır çekerken, ben ise instagram'a atmak için bol bol story çekmiştim.

Aradan geçen bir saatte en sonunda kamp alanına gelebildiğimizde istemeye istemeye arabadan indim. Kamp gerçekten hiç benlik bir şey değildi ama gelmiştik işte bir kere. Başa gelen çekilirdi. İçi tıklım tıklım dolu olan sırt çantamı kucakladığımda Ateş, "Ne koydun onun içine o kadar?" Diye sordu. "Tatile mi geldik sanki kızım? Alt tarafı iki gün ormanda durup gideceğiz."

"Koydum işte bir şeyler," diye geçiştirerek cevap verdim. Şimdi abur cuburla doldurdum desem bir saatte ona söylenirdi. Hem kimseye bu kadar abur cubur getirdiğimi söylemeyecektim valla sürekli üzerine çökerlerdi.

"Kendin taşıyacaksın biliyorsun değil mi? Elimi bile sürmem." Taşısan şaşardım zaten. Kamp alanına gitmemiz için biraz yürümemiz gerekiyordu. Acaba ben bu çantayı nasıl taşıyacaktım?

Neyse hiç olmadı yolda oturur bir kısmını yemeye başlardım. Zaten acıkmıştım da.

"Aman taşıma. Sakın ben sevgilime yardım edeyim deme. Sakın ben sevgilime kıyamam deyip bir kibarlık yapma tamam mı? Aynen böyle devam et."

Ateş söylediklerimi hiç umursamadan, "Tamam yardım etmem," dediğinde önden önden yürümeye başlamıştı bile.

Taş yok mu taş ya?

Kucağımda duran çantayla birlikte peşine takıldığımda, "Öküz!" Diye bağırdım arkasından. "Sinir şey... Kutay'ı arasam gelir taşırdı be! Ulan Asrın'ı bile arasam taşırdı. Gerçi ondan pek emin olamadım şu an. Ama Burak mutlaka taşırdı. Hiç duymuyor da beni ya..." Söylene söylene yürüyordum.

"Sen gerçekten tam bir serseri..." Cümlemin devamını getiremeden Ateş birden beni tuttuğu gibi kucağına aldığında ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamayarak cırladım. Ateş yüzünü buruşturduğunda ben çoktan onun göğsüne tutulmuştum bile.

"Öküz, sinir şey, serseri..." Duraksadı. "Başka diyeceğin bir şey kaldı mı yavru panda?" Ay o kadar şey söylemiştim o gelip beni kucağına almıştı.

Ya ya ya... Ağzını gözünü yiyeceğim şimdi.

"Kaldı," dediğim an daha o bir şey anlayamadan dudağının kenarını öptüm. Ateş öylece kaldı. Ne kadar zaman geçerse geçsin, birbirimize dokunuşlarımızda hâlâ ilk günkü gibi heyecanlanıyorduk.

"Bu ne içindi?"

"Allah allah ya..." diyerek birden yükseldim. "Sevgilimi öpemez miyim canım? Öptüm gitti işte."

Ateş, "O zaman ben de devamını getireyim," dediği an dudaklarıma bakmaya başladığında beni böyle bir ter basmıştı. Dudaklarıma baka baka bana yaklaştığında ellerim biraz daha göğsüne tutundu.

Romantiklik deseniz o da vardı be!

Ormanın ortasında çok romantiktik gerçekten.

Dudaklarımızın arasında çok az bir mesafe kaldığı an Kutay'ın, "Ne yapıyorsunuz kardişlerim?" Diye bağıran sesini duyduğumda gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Gözlerimi hemen Ateş'ten çekerek ona çevirdiğimde hemen karşımızda durmuş bir şekilde sanki böyle film izliyormuşçasına bizi izlediğini gördüm.

Tam adamına denk gelmiştik ya. Bizi bugün dilinden düşürmeyeceğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım yani.

"Ku... Kutay... Ee şey biz." Konuşamayacağımı anladığımda gözlerimi Ateş'e çevirdim. "İndirsene beni." İndirmedi. "Neyse taşı o zaman," dediğimde sırıtmış ve Mirza'nın kolları arasında biraz daha yaylanmıştım.

"Kutay, kanka, gel gel yanımıza gel özledim seni." Kutay sırıttığında hemen koşturarak yanımıza geldi. O gelir gelmez kucağımdaki çantayı da Kutay'ın üzerine fırlattığımda üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissetmiştim.

Oh be!

Kutay, "Oha Adaşkım oha!" Diye bağırdığında hemen peşinden de ekledi. "Sana yazıklar olsun be Adaşkım. Bunun için mi çağırdın sen beni?"

"Hadi hadi..." dedim gülerek. "Taşıyın bakalım." Hem kendimi hem de çantamı taşıttırıyordum.

Ateş birden hiç beklemediğim bir şey yaparak beni yere bıraktığında kendimi düşmekten son anda kurtararak durabilmiştim. Ağzımdan kaçan çığlığıma engel olamayarak cırladığımda, "Hayvan!" Diye bağırdım.

Aynen Ada aynen. Gerçekten kendini çok güzel taşıttırıyordun. Göklerde süzülen bir kartal gibiydin hatta.

"Ne atıyorsun be?! Ya düşseydim yere." Ateş'e söylenmeye devam ettiğimde Ateş beni üzerime giydiğim kapüşonlu hırkamdan çekiştirerek yürütmeye başladı. "Şuna bak ya sanki kuklası var karşısında bir de yürütüyor beni."

"Çok konuşma Ada."

"Konuşurum işte konuşurum. İstediğim kadar konuşurum. İstersem böyle hiç susmam konuşurum, nefessiz kalana kadar konuşurum." Ben ona inat olsun diye olabildiğince saçmalaya saçmalaya konuştuğumda Ateş beni biraz daha çekiştirdi.

"Çekip durmasana!" İnadına inadına çekti.

Ofladığımda arkamızdan Kutay'ın, "Lan!" Diye bağıran sesini duyduk. "Lan beni beklesenize. Kurda kuşa yem olacağım burada. Kardişlerim beni bekleyin. Ah sen ne ağır çantasın böyle? Ne yaptın Adaşkım birisini falan mı öldürüp koydun lan?"

Gülmeye başladım. Aslında bu kamp işi eğlenceli olabilirdi ha!

****

Ateş yaptığı köfte ekmeği bana uzattığında dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı ve elinden ekmeği aldım. Herkesten önce geçmiş ve benim için yapmıştı.

Kampa geleli saatler olmuştu ve biz bu süreçte çadırlarımızı kurmuş, biraz da işte ormanı keşife çıkmıştık. Düz bildiğiniz bir ormandı işte. Şimdi ise hava kararmaya başlamıştı ve ateşler yakılmıştı.

Köfte ekmeğimden bir ısırık aldığım sıra Ateş'in, "Benimle yatmamakta kararlı mısın?" Diyen sesi kulaklarıma doldu. O birden böyle sorunca köfte boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladı.

O ne diyordu be?!

Tövbe tövbe.

Etrafımızdaki bazı kişilerin bakışları bize döndüğünde, "Ne diyorsun sen ya?" Diye kısık ama kızgın çıkan sesimle konuştum.

Yatmak falan diyordu ya.

Ateş kaşlarını yukarıya kaldırıp yüzüne muzip bir ifade takındığında, "Sen ne anladın ki?" Dedi. Elini kaldırıp başıma hafifçe dokundurdu. "Şu küçük aklından neler geçti yine?" Dalga geçiyordu. Bildiğiniz benimle alay ediyordu. "Ben sadece yan yana uyumaktan bahsediyordum. Ha senin bahsettiğin diğer türlü yatma..."

Cümlesini tamamlamasına izin vermeden, "Pislik!" Diyerek hemen elimi, dudaklarının üzerine kapattım. Çevremde gözlerimi gezdirdiğimde herkesin kendi hâline döndüğünü görmem biraz olsun rahatlatmıştı benim. "Sus! Konuşma daha fazla ya."

Sapık sapık konuşuyordu.

Ateş dudaklarının üzerinde duran avucumun içini öptüğünde içim böyle bir tuhaf oldu, bakışlarım yumuşadı. Avucumun içine karıncalanır gibi olduğunda elimi dudaklarının üzerinden istemeyerekte olsa çektim.

"Ye hadi sen de yemeğini!" Dediğimde tamamıyla konuyu değiştirmeye çalışmış ve başarılı da olmuş gibiydim.

Aradan geçen dakikalarda yemeğimizi yediğimizde hep birlikte ateş başına geçip oturmuştuk. Eee hani yok mu elinde gitarıyla birlikte şarkı söyleyecek birileri falan ya? Kitaplarda öyle olurdu ya hani.

(Sanki kitapta değilmişsiniz gibi yaz mavi ğgğwğdğcğ)

Düşüncelerimi sanki dışımdan söylemişcesine çadırın içinden çıkan bir çocuk elinde gitarıyla birlikte kıkırdadım. Başka bir şey istesem olacakmış herhalde.

Çocuk, "Fikrimin ince gülü..." diyerek şarkıya başladığında dizlerimi kendime çekerek başımı dizlerimin üzerine koydum. "Kalbimin şen bülbülü." Gözlerimi Ateş'e çevirdiğimde onun da bana baktığını görmemle birlikte güldüm.

"O gün ki gördüm seni,
Yaktın ah yaktın beni."

Ateş de gözlerimin içine baka baka, "Yaktın ah yaktın beni," diye fısıldadığında kalbimin ona doğru aktığını hissettim.

Gerçekten tam şu an kitaplardaki o anı yaşıyordum.

"Ateşli dudakların," dediğinde gözleri dudaklarıma düştü ve uzun uzun baktı. "Gamzeli yanakların..." İstemsiz bir şekilde güldüğüm an gözleri bu sefer de gamzelerime düştüğünde hiç beklemediğim bir şey yaparak bana uzandı ve gamzelerimden öptü. Dokunduğu yanağımın âdeta ateş aldığını hissettiğimde, "Yaktın ah yakın beni..." diye fısıldadım yüzüne doğru.

Şarkıyı söylememiş, tamamıyla içimden geleni hissettiğimi söylemiştim.

Gerçekten de yakmıştı beni.

Biten şarkıyla birlikte birbirimizden ayrıldığımızda Kutay'ın, "Ben daha güzel söylerdim," diyen sesi beni güldürdü. Neyi daha güzel söylüyordu acaba? Sanki sesi varmış gibi...

Burak, "Aynen aynen bokuma benzer sesinle çok güzel söylersin," diyerek dalga geçtiğinde valla ona hak vermeden edememiştim.

Kutay, "Senin bokun o kadar güzel mi?" Dediğinde gerçekten konuştukları konuya şaşkınlık içerisinde bakıyordum.

"Kes lan."

"Söyleyeceğim işte söyleyeceğim." Kutay'ın küçük bir çocuk gibi konuşmasıyla birlikte güldüm.

Asrın, "Bırakın söylesin de bir rezil olsun," dediğinde kaşlarımı çatmadan edememiştim.

"Söyle söyle," dedim. "Ben dinlerim seni." Tamam sesi kötü olabilirdi ama Kutay benim canımdı sonuçta, hevesini kıramazdım.

Kutay, "Adaşkım be!" Diye bağırdığı an birden oturduğu yerden kalkarak, "Eşarbını yan bağlama..." diye bağırdı.

"Eşarbını yan bağlama. Ben söyleyeyim sen ağlama." Kutay bir yandan oynuyor, bir yandan da söylüyordu. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Gerçekten şarkı söyleyeceğim dediğinde asla böyle bir şey beklememiştim.

"Zalım anan bana vermez," dediği an gözlerini Ela'ya çevirdi. Birkaç kişi daha Kutay'ın yanına çıkıp oynamaya başladığında birden farklı bir atmosfer oluşmuştu.

"Eşarbını yan bağlama... Oy oy..." Kutay kendini fazlaca kaptırıp söylemeye devam ettiğinde kahkaha atarak yanına doğru adımladım. Onunla birlikte ben de oynamaya başladığımda Ateş'in bana dik dik baktığını görsemde onu umursamadım.

Oh yandan yandan be!

Kutay, "Oturmaya mı geldik be!" Diye bağırdığında herkes hafiften hafiften oturduğu yerden kalkıp oynamaya başlamıştı bile. Beste ve Ela'da kalkıp yanımıza geldiğinde bir oynamayan tabii ki de Burak, Asrın ve Ateş kalmıştı.

Soğuk nevalelerdi işte.

Kendimden emin bir şekilde oynaya oynaya Ateş'in yanına geldiğimde ellerimi Ateş'e doğru uzattım.

Ne istediğimi anladığında, "Hayır Ada!" Dedi kendinden emin bir şekilde. Kaşlarımı yukarıya kaldırıp kendimden emin bir şekilde ona baktım. Ben onu bir şekilde oynamaya kaldıracaktım zaten neden iddialaşıyordu ki yani?

"Bak şimdi ellerimi tutmazsan, daha da tutamazsın bir daha." Ettiğim tehdidimle birlikte gözleri kısıldığında, "Ada!" Dedi ismimin üzerine basa basa.

"Efendim sevgilim?" Şirin olduğumu düşündüğüm hâlimle ona baktım.

"Sen gerçekten..." dediği an onun devam etmesini beklemeden cümlesini ben tamamladım:

"Biliyorum gerçekten senin baş belanım." Söylediklerimden sonra sırıttığımda Ateş ona uzattığım ellerimi tutarak kalktı. İstediğimi elde etmiş olmamın hazzıyla daha çok oynamaya başladığımda Ateş'in kaşları çatıldı. Zaten sürekli ağzının içinden homurdanıyor, bir de 'sabır' çekip duruyordu.

"Hadi yandan yandan," dediğim sıra kendime hakim olamayarak Ateş'e hafifçe vurduğumda Ateş neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bana bakakaldı. Asrın ve Burak, Ateş'in bu hâllerine gülmeye başladığında Ateş onlara ters ters baksa da onlar tabii ki de durmamıştı.

"Ulan Ada, ulan Ada!" Ateş adımlarını bana doğru attığında ben de geriye geriye kaçıyordum.

"Oldu o zaman," dediğimde elimi alnıma götürüp selam çaktım. "Ben kaçar." Söylediklerimden sonra gülerek kaçmaya başladığımda Ateş de benim oyunuma uymuş ve benim peşimden koşmaya başlamıştı.

"Gelmesene!" Diye bağırdım.

"Seni bir yakalayayım göstereceğim ben sana. Millete rezil ettin beni. Ne bir ağırlığım, ne bir şeklim kaldı senin yüzünden." Ay bu böyle konuştukça benim daha çok gülesim geliyordu ama.

"Ayy ağırlığın mı gitti senin şimdi?" Diye onunla çocuklaşarak konuştuğumda, "Ada!" Diye tısladı arkamdan. Hâlâ peşimden koşuyordu be!

Ay yediğim köfte ekmeği de böyle koşarak yakmıştım işte.

"Gelmesene peşimden!" Diye tekrardan bağırdığımda tam artık duracağım sıra ayağım önümdeki taşa takıldığında kendimi yerde bulmam da bir olmuştu. Peşimden gelen Ateş de hızını alamayıp üzerime düştüğünde cırladım.

Ay üzerimde yüz kiloluk bir taş var.

Tamam tamam yüzü abartmıştım şimdi canım.

"Yaa kendini bilerek üzerime attın değil mi?" Diye bağırdığımda gözlerimi ona doğru çevirdim. Nefes nefese kalmış hâlimle ona baktığımda onun da benden bir farkının olmadığını fark ettim.

İkimizde tere batmıştık valla.

"Kalksana üstümden." Zorla konuşmuştum.

"Gayet rahatım böyle."

"Bak ya..." diye bağırdım. "Rahatım diyor bir de paşam. Bak bakayım sen bana bir. Ben rahat mıyım baksana sen bir." Valla hiç de rahat değildim. Arkamdan da sırtıma bir şeyler batıp duruyordu zaten.

"Ben rahatım ya gerisi önemli değil." Ateş üzerime üzerime biraz daha yaylandığında, "Ateş!" Diye bağırdım. "Ya kaç kilosun sen? Ayy..." dedim numaradan. "Ay nefes alamıyorum valla. Ezildim kaldım burada. Ayy yediklerim de eridi, acıktım ben. Ateş bana yeniden köfte ekmek yapsana."

Ateş, "Ne?" Dediğinde şaşırdığını hissedebilmiştim. Ne vardı canım yani? Açtım işte aç. "Gerçekten şu pozisyonda," diye sözlerine devam ettiğinde üzerime biraz daha eğildi. "Tek düşündüğün şey boğazın mı?"

Evet canım evet. Benim de tek derdim bu işte.

"Evet," dedim hiç utanmadan. "Açım işte açım." Küçük bir çocuk gibi omuzlarımı silke silke konuştuğumda Ateş bana biraz daha yaklaştı ve dudaklarımızın arasında çok az bir mesafe kaldığında durdu.

Gözlerim istemsiz bir şekilde dudaklarına düştüğünde onun da gözleri dudaklarıma düştü.

Valla bu işin sonu hiç iyi yere gitmiyor gibiydi.

Birbirimize bakmaya devam ettiğimiz sıra Kutay'ın, "Abo..." diyen sesini duydum. "Lan sizi hiç yalnız bırakmaya gelmiyor ya," dediğinde kısa bir duraksamanın ardından tekrardan, "Abo..." dedi.

"Yetişin Adaşkım elden gidiyor."

~

Evet, nasıl buldunuz bakalım?

~Beğendiniz mi?

İnstagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro