Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

32.Bölüm: "Tuzak"

Biz geldik canımın en içleri!💙

Nasılsınız? Umarım çok çok iyisinizdir^^

Öncelikle hepinizin bayramı mübarek olsun. Hepinize iyi bayramlar dilerim. Daha güzel geçireceğimiz bayramlarımıza inşallah🙈İyi bayramlar💙

•Uğraşıyorum. Bizim için, serseri için... Bunu unutmayın! Tam olarak bir şey diyemiyorum ama uğraştığımı, çalıştığımı, arka planda asla boş durmadığımı, her şeyin bizim için olduğunu bilin! Serseri için olduğunu🤝 Bölümler geç geliyorsa bunun yüzündendir(: Anlayacağınızı umuyorum, ummak istiyorum.

Çünkü; ben de hep sizi anladım, anlıyorum. Onları sevdiğiniz, okumak istediğiniz için bölümleri heyecanla beklediğinizi hep anladım, hep hissettim. O yüzden lütfen bana kızmayın:(

Finale az bir bölüm kaldı zaten. Kırk gibi final yapmak istiyorum. İçime sine sine yazmak istiyorum.🤝 anlaştığımızı umuyorum.

Bu arada belki yine böyle bölüm aramız uzun olabilir ama bir özel bölüm yazmak istiyorum. Böyle hepsinin karantinada olduğu bir özel bölüm. Eğer sizinde fikirleriniz olursa buraya yazabilirsiniz:)

Ve profilimden diğer hikâyem Visal'e de bakarsanız çok sevinirim💙

Not: Bölüm çok heyecanlı bir yerde bitti o yüzden bir sonraki bölümü bekleyemeyecek durumda olanlar lütfen bölüm biriktirsin. Teşekkür ederim.

Hepinize iyi okumalar.

~

'O çocuk birisine çalışıyor.'

Saatlerdir bu cümleyi düşünüyor ama işin içinden bir türlü çıkamıyordum. Ateş öyle bir şey demişti ki... Bunun doğruluğu bile tüm vücudumu titretiyor, ürpermeme sebep oluyordu.

Emir bunca zaman sonra hayatıma birisine çalışıyor olduğu için girdiyse... Bunu düşünmek bile istemiyordum.

"Ada yemek hazır," diye bağıran Selen'in bağıran sesini duyduğumda, onun sesi daldığım düşüncelerimden sıyırıp çekmişti beni. Hemen peşinden de odamın çalınmadan açıldığında Selen içeri girmişti bile.

"Ne oldu?" Dediğimde sesim dalgın bir şekilde çıkmıştı.

Selen, "İki oğlan bir kız oldu," diyerek benimle dalga geçmeye çalıştığında gözlerimi devirdim. "Kız ne olacak? Yemek hazır seni bekliyoruz. Sen böyle aval aval oturuyorsun. Dalıp gitmişsin." Böyle konuşması kolaydı tabii. Ben dalıp gitmeyecektim de kim gidecekti yani?

"Yemeyeceğim," demekle yetindim sadece. Bir de oturup Selen'e açıklama yapacak hâlim yoktu.

Selen, "İyi misin sen?" Dediğinde yanıma doğru adımladı.

Şu sorudan gerçekten nefret ediyordum. İyi olmadığımı göre göre 'iyi misin' denilmesi beni sıkıyordu. Görüyorsunuz işte iyi falan değilim yani. Değildim ama şimdi 'iyiyim' deyip geçecektim işte.

Ki öyle de oldu.

"İyiyim..." dediğimde Selen'in kaşları çatıldı.

"Bu nasıl iyi olmak böyle? Okulda yaşananlar falan..." Selen'in sözünü hızlı bir şekilde kestim.

"Hiç açma okulda olanları."

"Ne açmayacağım ya?" Dedi Selen uzata uzata. "Ateş o çocukla neredeyse birbirine girecekti. Sanırsın okul değil, başka bir yerdesiniz."

"Çok biliyorsun sen," dedim. "Sen bize laf atacağını o çocukla nasıl tanıştın onu söyle bi. Girdiğin her ortamda nasıl başına bela alıyorsun öyle." Kızgın bir şekilde söylediklerimden sonra Selen saçlarını havalı bir şekilde arkaya doğru savurdu.

"Eee güzelim, çekiciyim, alımlıyım, bakımlıyım." Duraksadığında gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. Selen şu an ciddi miydi? "Eee hâl böyle olunca da bu kadar güzelliğe karşılık bela da bir şekilde gelip beni buluyor."

Kızdaki egoyu görüyorsunuz değil mi?

Ulan benim mavi gözlerim bile yeterdi ama ben bu kadar ego yapmıyordum. Selen uçup gitmişti bile.

"Gerçekten pes," dedim ona inanamadığımda. Gerçi neyine de inanamıyorsam? Klasik Selen'di işte. "Seni okula götüreceğime pişman ettin beni."

Selen, "Öyle mi?" Dediğinde yüzünde oluşan sinsi ifadesiyle birlikte kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. "Yengemle dayıma okulda olanları anlatmamı ister misin?"

Güldüm, gerçekten güldüm.

Bu tam da ondan beklenilecek bir davranıştı. Zerre şaşırmamıştım. Zaten benim çevremdeki herkes beni böyle basit numaralarla tehdit etmeye çalıştığı için Selen'den de böyle bir şeyi beklemiştim.

"Öyle mi?" Dediğimde benimde yüzümde sinsi bir tebessüm oluştu ve kaşlarımı tıpkı Selen gibi yukarıya doğru kaldırdım. "Tabii hemen gidip söyleyebilirsin. Senden sonra ben de halama sigara içtiğini söylerim." Başımı hayırdır dercesine salladım. "Nasıl fikir ama?"

Dalga geçer gibi söylediğim şeyle birlikte Selen öylece kaldığında, dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

Valla bunlar daha kimle uğraştığını bilmiyorlardı.

Selen, "Sigara mı?" Dediğinde sesi titremişti. "Bıraktım ben, içmiyorum artık."

"Bu içmediğin anlamına gelmez ama değil mi?" Sorduğum sorunun cevabını Selen'in sessizliğiyle birlikte aldığımda elimle, odamın kapısını gösterdim. "Şimdi çıkabilirsin."

Selen gözlerime son bir kez baktığında kuyruğunu sıkıştıra sıkıştıra odamdan çıktı. Geri zekalı. Sanki ben ona pabuç bırakacaktım. Hem benim başımı belaya sokuyor, olur olmadık her yerden çıkıyordu. Bir de üzerine gelmiş beni tehdit etmeye çalışıyordu.

Dudaklarımın arasından, "Aptal!" Diyerek tısladığımda başımı, ellerimin arasına sıkıştırdım.

Bu sözüm kesinlikle Selen'e değil, kendimeydi.

Okuldan geldiğimden beri bir şeyler düşünmeye çalışıyor ama işin içinden bir türlü çıkamıyordum. Ateş'in, Emir hakkında dedikleri aklımı öylesine karmakarışık bir hâle getirmişti ki... Ateş'e hiçbir şey diyememiş, Emir'in attığı mesajdan bahsedememiştim bile.

Bahsetmeyi de düşünmüyordum.

Tamam belki düşünmüyordum ama ne yapacağımı da bilmiyordum. O fotoğrafların babamın eline geçmemesi gerekiyordu, ama aynı zamanda da Ateş'in bir şey öğrenmemesi gerekiyordu. Belki babam, Ateş'le olan ilişkimizi biliyor olabilirdi ama o fotoğraflar başkaydı. Babamın bizi asla öyle görmesini istemezdim. Hem babamın, hem de abimin...

Bu göze alabileceğim bir şey değildi.

Ama Ateş'in de öğrenmesini istemiyordum.

Kısacası iki ucu boklu değnek diyebileceğim bir durumun içindeydim.

Ofladığımda kafamı duvarlara vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Valla hayatım bir türlü yoluna gitmemişti. Sadece on yedi yaşındaydım ama yaşamadığım halt kalmamıştı.

Yaşım on yedi, ruhum elli yedi gibiydi.

İçin için düşündüğüm şeyle birlikte güldüğümde, "Salak," dedim kendi kendime. "Az daha abart. Yok yetmiş yedi." Kendi kendime konuşuyordum.

Galiba delirmenin tüm belirtilerini göstermiştim. Acilen ya kırmızı odaya gitmem ya da Gülseren Budayıcıoğlu'ndan randevu almam gerekiyordu.

Biraz daha güldüğümde yatağımın içindeki telefonumun ekranının ışığı yandı. Ekranda gördüğüm grubumuzla birlikte WhatsApp'a girdiğimde mesajları okumaya başladım.

Kankaların en ponçik kalplisi: Napıyonuz lan

Kankaların en ponçik kalplisi: Yazmasam sesiniz soluğunuz çıkmıyor

Kankaların en ponçik kalplisi: Doğruyu söyleyin benden gizli başka bir grup falan mı açtınız???

Kankaların en ponçik kalplisi: Beni burada bırakıp orada bensiz mi takılıyorsunuz yoksa???

Kankaların en ponçik kalplisi: Bensiz bensiz kutayınız olmadan mı??

Kankaların en ponçik kalplisi: Yazıklar olsun size

Kankaların en ponçik kalplisi: Hadi bunlar yaptı sen nasıl yapabildin kıymalı böreğim??

Kankaların en ponçik kalplisi: Hadi bunlar yaptı sen nasıl yapabildin Adaşkım??

Kankaların en ponçik kalplisi: Hadi bu şerefsizler kıydı bana

Asrın: Şerefsizler?

Burak: Şerefsizler?

Serseri: Şerefsizler?

Aslan: Şerefsizler?

Beste: Şerefsizler mi?

Kankaların en ponçik kalplisi: SİZİ ŞEREFSİZLER

Asrın: Siktir git bok

Beste: Asrın?

Asrın: Efendim güzelim?

Serseri: Güzelim derken?

Beste:

Ne? Okuduğum şeylerle birlikte kahkahalarla gülmeye başladığımda, başımı iki yanıma doğru salladım. Beş dakika önce hayattan bezmiş bir şekilde otururken, şimdi gülüyordum.

Onlar gerçekten benim şansım olmuştu.

Ela: Beste asdfdshj

Burak:

Burak: Yeter ulan

Serseri: O kadar da özenme oğlum

Serseri: Çokta iyi bir şey değil

Ha? Ateş'in yazdığı mesajlarla birlikte kaşlarım yukarıya doğru kalktı.

Serseri: Bak şimdi bir şey deneyeceğim

Serseri: Güzelim?

Salak.

Siz:

Siz: Ne istiyorsun?

Siz: Oyun oynayacaksan sadece bir saatin var.

Burak: Ulan asdpkjkja

Aslan: lan asdpfğwqğc

Siz: Ayrıca çokta iyi bir şey değil derken???

Siz: Sen hayırdır?

Siz: Yarım saate düştü:)

Aslan: Abo

Burak: Sıçış

Asrın: Geçmiş olsun kardeşim

Aslan: Hanımcı

Kankaların en ponçik kalplisi: Hadsiz kardişim benim

Kankaların en ponçik kalplisi: Sen benim Adaşkıma nasıl çokta iyi bir şey değilsin dersin?

Kankaların en ponçik kalplisi: Bitti bu iş bitti

Kankaların en ponçik kalplisi: Ben daha Adaşkıma sana asla vermem!!

Kankaların en ponçik kalplisi: Bu da böyle biline! Asla vermem!!

Kutay'ın attığı mesajlara karşılık güldüğümde, bu tavrına karşılık böyle bir içim garip olmuştu. Kutay'ın bendeki yeri farklıydı. Her şeyden daha farklı...

Serseri: Ne saçmalıyorsun sen lan?

Başımı iki yanıma salladım. Bundan sonrası grupta Kutay ve Ateş'in kavgalarıyla geçtiğinde, telefonumu kapatarak yanıma koydum.

Hem çokta iyi bir şey değil diyordu hem de Kutay'la kavga ediyordu.

Geri zekalı.

Başımı ellerimin arasına alıp kendimle baş başa kalmaya çalıştığımda, gözlerimi kapattım. Bir şeyler düşünmem gerekiyordu ve aynı zamanda düşündüğüm şeylerin de mantıklı olması gerekiyordu.

Ama o mantık kısmında benim devre gidiyordu işte.

Ofladığımda telefonumun titreme sesi kulaklarıma doldu. Gruptandı diyeceğim ama grubu az önce sessize almıştım. Telefonumu elime aldığımda ekranda gördüğüm numarayla birlikte öylece kaldım.

Emir mesaj atmıştı.

Allah'ın belası Emir...

İstemeyerekte olsa WhatsApp'a girdiğimde kalbimin korkuyla çarpmasına engel olamamıştım.

0543 *** ** ** Emir: Bir cevap vermedin ama güzelim?

Sabır, sabır, sabır...

Mesaja görüldü attığımda hemen peşinden bir mesaj daha attı.

0543 *** ** ** Emir: Böyle görüldü falan sana hiç yakışmıyor ama güzelim?

Sırnaşık tavuk boku.

Siz: Senin güzelim diyen ağzına sıçarım.

Kendimi tutamamış ve en sonunda cevap vermiştim. Zaten cevap vermediğim durumda hiç pes etmeden, arsız bir şekilde bana yazacağını da biliyordum.

0543 *** ** ** Emir: Olur:)

0543 *** ** ** Emir: Güzelim:)

Arsız. Geri zekalı.

Siz: Ne istiyorsun!

0543 *** ** ** Emir: Ben istediğimi söyledim güzelim

0543 *** ** ** Emir: Seninle, sadece ikimiz ve bir gün

Öylece kaldım.

Bir şey diyemedim, yazamadım. Aradan dakikalar geçti ama ben hâlâ bir şey diyemedim. Çünkü; elim ona, onun istediğini yazmaya gitmiyordu. Ama bir şey yazmam gerektiğini de fark edebilmiştim. Ki öyle de oldu. Yazdım.

Siz: Tamam.

Yolladığım mesaj üzerine dolu dolu olan gözlerimden bir damla yaş akıp yanaklarıma süzüldü. Yanlış bir şey yaptığımın farkındaydım ama doğrusunu yapacak gücü de kendimde bulamıyordum.

Emir: O zaman yarın 11'de alırım seni güzelim:)

Emir'in attığı mesaja karşılık üzerine başka bir şey demedim. Telefonumla biraz daha uğraştığımda en sonunda fotoğraflarıma girerek Ateş'le olan fotoğraflarımıza bakmaya başladım.

O kadar çok fotoğrafımız vardı ki... Hepsinde de değişik değişik çıkmıştık.

Ateş'le olan fotoğraflarımıza daldığım sıra ekranıma 'Serseri' ismi düştüğünde, öylece kaldım. Ateş arıyordu. Sanki hissetmiş gibiydi. Açıp açmamak konusunda kararsız kaldığımda, en sonunda açarak kulağıma götürdüm.

"Ne var?" Birden sanki ben sütten çıkmış ak kaşıkmışım gibi az önce Ateş'in 'çokta iyi bir şey değil' deyişleri geldi aklıma. Eee hâliyle böyle bir sinirlendim.

"Ne mi var?" Dedi Ateş. Aynen ne vardı yani?

"Aynen ne vardı? Çokta iyi bir şey olmayan beni neden aradınız acaba?" İstemsiz bir şekilde kırgın çıkan sesime karşılık Ateş çok kısa bir an için duraksadı. Ne diyeceğini, nasıl toparlayacağını bilememişti galiba.

"Aradınız mı? Ne bu resmiyet kızım?" Gerçekten o kadar dediğimden sonra ciddi ciddi buna mı takılmıştı?

"Adamına göre muamele," dedim kendimi tutamadığımda. "Bundan sonra çokta iyi bir şey olmayan benden gördüğün sadece bu olacak."

Ateş, "Sen ciddisin?" Dediğinde sesi inanamıyormuş gibi çıkmıştı. "Lan ben şaka yapmıştım. Valla şakaydı lan." Şu durumda bile güldüm. Az önce olanları en azından şimdilik unutmuş gibiydim.

"Öyle mi?" Dediğimde kaşlarımı yukarıya doğru kaldırdım. O görmese bile ses tonumdan onunla alay ettiğimi anlamıştı. "Senin aksine ben hiç şaka yapmıyorum ama." Söylediğim şeyden sonra aramızda bir sessizlik oluştu. Aslında bunun tribini Ateş'e atmayı düşünmemiştim ama o böyle kendisi arayarak bana attırmıştı.

"Ada, güzelim yapma bak böyle."

"Bir şey diyor musun Ateş? Demeyeceksen kapatacağım."

"Çiğköfte alayım mı sana? Kaç tane istersen?" Ay bir de sanki böyle çocuk kandırırmış gibi çiğköfteyi öne sürüyordu. Gerçi sürmekte de haklıydı. Böyle bir aklım çiğköftelere gitmedi değildi hani. Böyle bol nar ekşili falan. Gözümün önüne önüne gelen çiğköftelerle birlikte başımı olumsuz anlamda salladığımda, için için kendime kızdım.

Bir çiğköfteye tav olup barışacaktım neredeyse be!

"Çocuk mu kandırıyorsun sen Ateş?" Dedim ters ters.

Ateş hiç düşünmeden, "Evet," dediğinde sesi güler gibi çıkmıştı. Ee tabii o da biliyordu benim bu yemeklere olan düşkünlüğümü.

"İyi bundan sonra o çocuğu bulursan kandırırsan o zaman." Soktuğum lafın üzerine şu durumda bile güldüğümde içimdeki kız çoktan zafer çığlıklarıyla koşmaya başlamıştı bile.

"Ada sen ciddisin?" Ateş'in sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı. Daha ciddi olduğumu anlayamamıştı beyefendi.

"Bir şey diyecek misin Ateş? Demeyeceksen kapatacağım, işim var."

Ateş, "Konuşuyoruz la şurada," dediğinde duraksadı. "Yani konuşuyoruz ya şurada yavru pandam." Ne konuşuyorduk acaba? O saçmalıyordu, ben de ona trip atıyordum işte.

Esnediğimde, "Uykum var," dedim.

Ateş yine de pes etmeyerek, "Yarın bir şeyler yapalım mı?" Dediğinde sanki öylesine sormuş gibiydi. Öylesine derken yani zaten aklında yapacağımız bir şeyler vardı işte benimde haberim olsun diye söylüyor gibiydi.

"Yarın işim var benim," dediğimde sağ elimle saçımı kaşıdım. Ateş'in kaşlarının çatıldığını telefondan bile hissetmiştim ve birazdan ne işim olacağını soracaktı. O sormadan ben söylemek istedim ve tekrardan konuştum: "Selen ve halamla takılacağız biraz." Tedirginlikle derince bir nefesi içime çektim.

Yarın yapacağım şey ve Emir'in söyledikleri aklıma geldikçe sanki kal gelmiş gibi kalıyor, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum.

Ateş önüne sunduğum bahaneme inanmış olacak ki üstelemedi ve, "Tamam güzelim," dedi.

"İyi..." dediğimde Ateş'in bir şey demesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım. Oh çokta iyi yapmıştım. Elimde tuttuğum telefonum peş peşe titrediğinde bu kadar titremesinin sebebi tabii ki de Ateş'ten başkası değildi. Bir sürü mesaj atmıştı. WhatsApp'a girerek attığı mesajları okumaya başladım.

Serseri: Yüzüme kapattın?

Serseri: Benim yüzüme kapattın?

Serseri: Benim?

Anlaması için herhalde beni araması ve benim yeniden kapatmam falan gerekiyordu.

Siz: Yüzüne kapattım.

Siz: Senin yüzüne kapattım.

Siz: Senin.

Anlaması için aynen böyle tek tek yazmıştım.

Serseri: Söyleyeceklerim daha bitmemişti Ada!

Siz: Benim bitmişti ama!

Serseri: Sen benimle böyle inatlaşıp duracak mısın?

Siz: İnatlaşmıyorum?

Serseri: Ada!

Siz: Ne var!

Serseri: Seni seviyorum.

Okuduğum mesajdan sonra çok kısa bir an için kalakaldığımda, başımı olumsuz anlamda salladım. Söylediğini unutturmak için böyle yapıp aklımı karıştırmaya çalışıyordu. Ki bunu başarıyordu da. Ama yemeyecektim bunu. Madem öyle demişti o zaman ben de tribe devam ederdim. Bilmiyorum belki çok abartıyor gibi görünebilirdim ama öyle demesi böyle bir kalbimi kırmıştı.

Evet evet kesinlikle kırmıştı.

Kalbim parçaponçik olmuştu.

"Yazık..." dedim kendi kendime. O sıra uygun bir sticker bulup Ateş'e yolladım. "Gerçekten yazık be!"

Siz:

Yolladığım mesajın üzerine WhatsApp'tan çıktığımda telefonumu yastığımın altına koydum. Bu yazılı olmayan bir kuraldı. O telefon, o yastığın altında olacaktı.

"Ah ah..." Derin bir ah çektiğimde içimdeki sıkıntıya engel olamamıştım. İçimdeki sıkıntımın nedeni de belliydi zaten.

Emir, Emir, Emir...

Ofladığımda başımı yastığımın üzerine koyarak gözlerimi kapattım. Kesinlikle rahat bir uykuya dalamayacağımı biliyordum ama en azından böyle uyurken bir şeyleri unutacağımı düşünüyordum.

Kısa süreliğine de olsa...

Yapabileceğim en iyi şeyi yaparak uyudum.

***

"Ben çıkıyorum," diye bağırdığımda yere koyduğum çantamı sağ koluma takarak, arkaya doğru fırlattım.

"Nereye gidiyorsun?" Hasan'ın salondan bağırarak söylediği şeyle karşılık gözlerimi devirdim. Cehennemin dibine gidiyorum...

Gerçi gerçekten de öyleydi. Emir'in yanına gitmeyi, cehennemin dibine gitmekle eş değer olarak görüyordum.

"Arkadaşımla ders çalışacağız," dedim sakince.

"Hangi arkadaşınmış o? Cinsiyeti ne bu arkadaşın? Geçen evdeki zibidiler mi?"

Cinsiyeti ne mi?

Zibidiler?

Allah'ım sen bana sabır ver, sinir verme ne olur! Ama yok olmuyordu. Benim sinirler bana hızlı hızlı yükleniyordu. Ona neydi acaba benim hangi arkadaşımla ders çalışacağım falan?

"Sana ne?" Dedim dik dik bakmaya devam ettiğimde. "Hesap mı vereceğim ben size?" Hasan'ın kaşları çatıldığında, oturduğu yerden kalktı. Ay böyle bir omzu falan kabarmıştı bunun.

Keko.

"Ne oluyor?" Diyen abimin sesini de duyduğumda içimden kendi kendime bir 'hah' çektim. Birdi şimdi iki olmuşlardı.

İki tane lanet giresice.

Hasan, "Arkadaşına ders çalışmaya gidiyormuş hanımefendi. Kim bu arkadaş diye sordum demediği şeyi bırakmadı..." dediğinde olduğum yerde tepinmemek için kendimi zor tuttum.

Ben, bunlara hesap vermek zorunda mıydım ya?

"Kimmiş o arkadaş?" Diyen abim başını 'hayırdır' dercesine salladı.

"Sana ne?" Dedim tıpkı Hasan'a dediğim gibi. "Ben, size soruyor muyum?"

"Bana bak Ada bana geliyorlar. Sen bize neyi soracaksın kızım?" Allah'ım sen bana sabır ver. Valla şuracıkta üzerlerine atlayacaktım.

"Boş yapma be!" Diye yüzüne yüzüne çemkirdim. "Ne bu çakma kabadayı kabadayı tavırlar? Bir kendinize gelin."

Bunun üzerine mutfaktan çıkan babamda, "Ne oluyor burada?" Dediğinde sesi kızgın bir şekilde çıkmıştı. "Ne bağırıp duruyorsunuz?"

Abim hemen lafa dalarak, "Bu kızın arkadaşlarıyla ders çalışmaya gidecekmiş. Kim olduğunu söylemiyor baba," dediğinde dişlerimi kırmak istercesine birbirine bastırdım.

Allah'ım tek isteğim şu evden kimseye sataşmadan evden çıkmakken, şimdi evdeki herkesle tartışa tartışa çıkacaktım. Tabii daha da çıkabilirsem...

"Evet dayı kesin o zibilerin yanına gidecek." Hasan'ın da söylediği şeyle birlikte ona inanamıyormuş gibi baktım. Gerçekten pesti ya.

Babam, "Fesuphanallah..." dediğinde başını tavana doğru kaldırdı. Yüksek ihtimalle içinden 'sabır' çekiyordu. Olduğum yerde tedirgin bir şekilde kıpırdandım. "Oğlum sizi benim başıma bela diye mi gönderdiler? Sorgu memuru musunuz siz lan?" Babamın, abim ve Hasan'a yönelik yönelttiği kızmalarıyla birlikte şaşkınlık içerisinde kaldım.

Gerçekten kaldım.

Babam, bana kızmamış aksine abim ve Hasan'a kızmıştı.

"Ama baba..."

"Kes!" Diye bağırdı babam. "Size ne oğlum, size ne? Bana bak Emre..." Duraksadı. Sözleri tek abime gibi gözüksede aslında Hasan'ı da muhatabına alarak konuşuyordu. "Kardeşin konusunda bir daha seni uyarmayacağım. Rahat bırak kardeşini."

Aman aman efendim.

Kimin babası bu?

Dudaklarım şu durumda bile yukarıya doğru kıvrıldığında, güldüm. Babamın ne olursa olsun benim arkamda durması en büyük şansımdı. Her defasında o kadar güzel bir şekilde lafı abimin ağzına tıkıyordu ki...

Abim ve Hasan öylece suspus olmuş bir şekilde kaldıklarında, babam gözlerini bana doğru çevirdi. "Sen hangi arkadaşınla ders çalışacaksın kızım?" Babamın sözlerinde herhangi bir ima hissetmedim. Her fırsatta benim yanımda olduğunu belli ediyordu. Ve bunu hissetmem beni daha da bir kötü yapıyordu.

O bana böylesine güvenirken ona yalan söyleyecek olmam...

Boğazım düğüm düğüm olduğunda, "Beste ve Ela'yla..." dedim. Söylediğim yalanıma karşılık babam inanmış mıydı bilmiyordum ama inanmasa bile inanmış gibi davranmaya seçerek, "Tamam kızım," dedi.

Babam böyle dedi demesine ama... Abim durur mu? Tabii ki de durmaz.

Aramıza girerek, "On şey söylüyor. Dokuzu yalan, biri şüpheli..." dediğinde babamla aralarında çıkacak kavganın fitilini de bu cümlesiyle birlikte yakmıştı. Babam ve abim küçük bir tartışmanın içine girdiklerinde arada kaynamamak için hemen evden çıktım.

Koştur koştur apartmandan çıktığımda arabasına yaslanmış bir şekilde beni bekleyen Emir'i gördüğümde kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Evimin önüne kadar gelebilmeye cesaret etmişti geri zekalı.

"Ne işin var senin burada?" Dediğimde sesim net bir şekilde çıkmıştı.

Emir'in dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Artık onu beni sinir etmeye çalıştığını anlayabilecek kadar iyi tanımıştım. "Ben de seni be Ada, ben de seni." Gülerek söylediği şeyle birlikte kaşlarım biraz daha çatıldı.

Şunun yüzünden erkenden yaşlanıp gidecektim.

"Amacın ne?" Direkt olarak konuya girmiştim.

Emir bana doğru bir adım attığında, "Sen," dedi. Gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Öylece kaldım. Boğazımdan derince bir yutkunma geçti.

"Bizden uzak dur!" Diyebildim sadece.

Emir kaşlarını yukarıya doğru kaldırdığında, "Sizden mi?" Dedi. Bana doğru bir adım daha attığında, geriye doğru kaçmamak için kendimi zor tuttum. "Siz kim?" Emir söylediklerinden sonra elini, belime atıp beni kendisine doğru çektiğinde, "Bırak!" Diye bağırdım.

"Siz dediklerinden uzağım zaten ama artık senden uzak durmam mümkün değil." Emir'in gözlerimin içine baka baka söylediği şeyle birlikte ne tepki vereceğimi bilemediğimde, midemin bulandığını hissettim. Sanki böyle üzerine üzerine kusacak gibiydim. Öyle çok midemi bulandırmıştı.

Bir şey dememek için kendimi tutuyordum ama dayanamıyordum da. "Manyak," diye dudaklarımın arasından tısladığımda, Emir güldü. Çok iyi bir şey demiştim ya tabii gülerdi.

Emir, "Doğrudur manyağım," dediğinde beni arabaya doğru yönlendirdi.

"Nereye? Binmem senin arabana falan." Gözlerimi arabaya çevirdim. Böyle pahalı da bir arabaya benziyordu. Bildiğim kadarıyla bu arabayı alacak kadar parası yoktu. "Hem nerden buldun sen bu arabayı?"

Emir sorduğum soruları es geçtiğinde, arabasının kapısını açtı. Öylece durdum. "Bu manyağı sinirlendirmek istemezsin herhalde güzelim?" Sözlerinin üzerine derince yutkundum.

Binmem gerekiyordu, ve görmem gerekiyordu.

Arabaya itirazsız bir şekilde bindiğimde Emir'in dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Geri zekalı. Ondan korktuğum için bindiğimi falan düşünüyordu herhalde. Bilmiyordu ki; binmek istemesem beni hayatta bindiremezdi.

Aradan geçen dakikalarda yola koyulabildiğimizde, "Nereye gidiyoruz?" Dedim. Sesimi düz bir şekilde çıkarmak için fazlasıyla zorlamıştım.

Emir tam bana cevap vereceği sıra telefonu çaldığında, gözlerini telefonuna doğru çevirdi. Eline telefonunu alıp baktığında kaşları hafifçe çatıldı. Galiba mesaj gelmişti ve gelen mesaj canını sıkmış olmalıydı.

"Ne oldu?" Dedim kendimi tutamadığımda. Pantolonumun üzerinde duran ellerim gerginliğimden dolayı terlemişti.

Emir bana kısa bir bakış attığında, "Bir şey yok," dedi. Ama bir şey olduğu fazlasıyla belli oluyordu.

"Gideceğimiz yerden önce başka bir yere uğrayacağız." Emir'in dediği şeyle birlikte kaşlarım çatıldığında, tırnaklarımı avucumun içine bastırdım.

"Nereye?"

"Onu da gidince görürsün Ada."

"Salak," dedim kendi kendime. Ya da ben kendi kendime dediğimi hissettim çünkü Emir duymuştu.

Yolda olan gözlerini bana çevirdiğinde, "Duydum," dedi. Çokta umrumdaydı. Duyup duymamasını umursasam zaten söylemezdim.

"Duy..." dedim gözlerinin içine baka baka. "Duyman için söyledim zaten."

Emir, "Ben de senin duyman için bir şey söyleyeyim mi?" Dediğinde gözlerini bana çevirdi. Tepki vermedim sadece bekledim. "Kendi isteğinle ayağıma gelecek kadar geri zekalısın güzelim." Emir söylediği şeyin üzerine arabayı ani bir şekilde durdurduğunda gözlerimi geldiğimiz yere doğru çevirdim. Eski, yıkık dökük bir deponun önündeydik.

"Burası neresi?" Dediğim an sesim titremişti. Emir, bana cevap vermediğinde arabadan indi ve benim yanıma doğru dolandı. Kapımı açıp kolumdan tuttuğu an kolumu çekmeye çalıştım ama izin vermedi.

"Bırak!" Dediğim an çoktan arabadan indirmişti bile. Aynı hızda bize doğru gelen bir arabanın varlığını daha fark ettiğimde gözlerim kısıldı. Arabanın filmli camlarından dolayı hiçbir şey görünmüyordu.

"Ne..." Sesim titredi. "Ne oluyor?" Araba tam karşımızda durduğunda geriye doğru birkaç adım atmaya çalıştım ama kolumu tutan Emir izin vermedi.

Arabanın kapıları sanki ağır çekimdeymişiz gibi yavaş yavaş açıldığında içinden çıkan Gülçiçek teyzeyi gördüğüm an öylece kaldım. Elleri bağlanmış, ağzı bantlaşmıştı. Ve bir adam kolundan tutuyordu.

Gözlerim gördüğüm görüntü karşısında hissettiğim korkudan dolayı açıldığında, gözlerimin dolu dolu olduğunu hissettim. Ne yapacağımı bilemedim.

Derince yutkundum.

Ve tam o an arabanın diğer kapısı da açıldı ve içinden ellili yaşlarını geçtiğini tahmin ettiğim, yaşlıca bir adam çıktı.

Emir, "Nezir Tunç!" Dediğinde adamın dudakları çok hafif bir şekilde kıvrıldı.

Nezir Tunç...

İlk defa duyduğum bu ismin üzerimdeki etkisi fazlasıyla büyük olmuştu. Belki sadece bir isimdi ama canımızı yakacak bir isimdi. Nasıl bir işe bulaştığımı, nasıl bir yola girdiğimi o adamın gözüne bakınca daha da bir fark edebilmiştim.

Adam gözlerini önce Gülçiçek teyzenin üzerinde dolandırdığında sonrada bana çevirdi. Dikkatle baktı, baktı, sadece baktı. Ve en sonunda da gülerek konuştu:

"Bir taşla iki ürkek kuş."

~

Arkanıza yaslanın:)

Nasıl buldunuz bakalım demeye korkuyorum ama yine de soracağım gğwğddğ nasıl buldunuz?

~Sizce bir sonraki bölümde ne olur?

Not: Nezir Tunç, Umut'un babası. Gülçiçek Hanımın, demek istemesemde eşi. Bir noktada artık ortaya çıkması gerekiyordu ve çıktı!

Hepinize tekrardan iyi bayramlar dilerim. Size sıkıca sarılıyorum, bunu hissedin.👭👫

İnstagram: mavininhikayeleri

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro