26.Bölüm: "İstediğim sensin"
Biz geldik canımın en içleri!💙
Nasılsınız bakalım? İyi misiniz? Keyifleriniz nasıl? Uzaktan eğitimler nasıl gidiyor? Ben iyi sayılırım :)
Bölüme geçmeden önce size söylemem gereken bir kaç şey var. Daha doğrusu sorularım var. Cevaplamadan geçmeyin.
~ Yılbaşında 'Serseri ile Yılbaşı' bölümü okumak ister misiniz? Tamamıyla bir özel bölüm gibi olacak ve siz isterseniz olacak. Buraya lütfen düşüncelerinizi bırakın.
~ Onun dışında alıntıları instagram hesabında veriyorum. Bir sonraki bölüm alıntısı da instagram hesabımda olacak. İnstagram: mavininhikayeleri
~ Yine sizler isterseniz Yılbaşında instagram hesabımdan canlı yayın açmayı düşünüyorum. O gün sizinle birlikte olmak istiyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? İster misiniz?
Ve sizlerden bir ricam olarak. Profilimde bulunan diğer bir hikâyem olan 'Aşkta Kayboluş'a' bir şans verip bakabilir misiniz? Şimdiden teşekkür ederim.
Bölüm şarkımız; Aşkın Nur Yengi - Serserim Benim
Sınır: 840 beğeni, 3400 yorum. Lütfen bölüme geçmeden yıldıza basın ki; sonradan unutmayın.
İyi okumalar.
~
(Bunu da paylaşmak istedim. Bölümü düzenlerken son dakikalar fotoğrafları yüklüyordum. Bir baktım 'Ada Solmaz' yerine Ateş'in soyadını yazmışım. 'Ada Saral' olmuş ğwğdğdğcğ Allah mı yazdırdı ne ğwğdğfğc Neyse çok konuşmamayım hadi iyi okumalar canımın en içleri
Ada'dan...
"Ateş kardişimi fena dövmüşler. Durumu kötüymüş." Kutay'ın söyledikleriyle birlikte kalbim korku içerisinde atmaya başladığında, sol elimi tezgâhın üzerine koyarak oradan destek almaya çalıştım.
Şayet almasaydım her an düşüp bayılabilirdim.
"Ne?" dediğimde sesim fısıltı şeklinde çıkmıştı. "Kutay ne diyorsun sen? Ne dövmesi, ne hastanesi?"
"Adaşkım ben de bilmiyorum valla. Şimdi Asrın kardişim aradı, hastanedeyiz diye. Ben de çıkıyorum şimdi evden." Duyduğum şeylerle birlikte nefes alamadığımı hissettiğimde, elimi kalbimin üzerine doğru götürdüm.
"Adaşkım?" Ses vermedim, veremedim.
"Adaşkım orada mısın?"
"Kapattın mı Adaşkım?"
"Yo, kapatmamışsın."
"Kız bayılıp kaldın mı yoksa."
"Gitti, gitti. Gül gibi Adaşkım gitti..." diye ağıtlar yakmaya başlayan Kutay'a karşılık, "İyiyim..." diye fısıldadım. Hayır, değildim.
"Ateş nasılmış, sordun mu? Çok mu kötü Kutay?"
"Bilmiyorum Adaşkım," dediğinde duraksadı Kutay. "Ama çok kötü olsa Asrın kardişim bana haber vermezdi. O yüzden bence az kötüdür." Gerçekten içime su serpmiş, rahatlatmıştı.
"Tamam," diye fısıldadım sadece.
"Sadece tamam mı Adaşkım?" Bir şey söyleyemedim.
"Adaşkım orada mısın?"
"Yine nereye gittin Adaşkım?"
"Hastaneye gelmeyecek misin Adaşkım?" Kutay'ın sorduğu sorularla birlikte derince bir nefesi içime çekmeye çalıştığımda, gözlerimde biriken yaşlar yanaklarıma doğru süzüldü.
Hastaneye gidemezdim ki... Gitmek isterdim ama gidemezdim ki... Ateş'e olan tüm kırgınlığımı unutup ona gitmek isterdim ama gidemezdim işte. Şu evden bu saatte çıkıp hiçbir yere gidemezdim.
"Ada, iyi misin kızım?" diyen annemin sesini duyduğumda, kulağımda duran telefonumu indirerek Kutay'ın yüzüne kapattım.
"Değilim anne," dediğimde yaşlar daha da çok dökülmeye başladı. Anneme karşı belki de ilk defa dürüst olmak istedim. İyi olmadığımı, yaralı olduğumu görsün istedim.
"Ne oldu kızım, niye iyi değilsin? Ada korkutuyorsun beni kızım."
"Anne," diye fısıldadım. "Anne, Ateş'i hastaneye kaldırmışlar. Durumu çok kötüymüş."
Annem, "Ne diyorsun sen kızım?" diye bağırdığında bir şey demeyerek, gözlerimde ki yaşlarla birlikte anneme bakmaya devam ettim. Annem sanki gözlerimden ne demek istediğimi anlamış gibi, "Olmaz Ada," dediğinde, "Anne lütfen," diye fısıldadım.
"Ada olmaz kızım. Babana ne derim ben?"
"Anne lütfen... Bak bir hafta boyunca her gün evi ben temizlerim, ne olur."
"Ada olmaz diyorum kızım. Allah'ım yarabbim bu çocuğun ne ölüp ölüp dirilmesi bitiyor, ne de hastanelere düşmesi. Tamam yakışıklı, tatlı çocuk dedim bağrıma bastım ama olmaz yani." Tövbe yarabbim tövbe. Aslında anneme de kızamıyordum ki... Çünkü; haksız da sayılmazdı yani.
"Anne ne olur bak iki hafta temizlik yaparım. Yemeklere de yardım ederim."
"Aman sen yemeklere neyim elleme kızım. Hangi yemeği biliyorsun da yardım edeceksin sanki?" Bakın işte şimdi annem hakkımı yiyordu. Ayıptı be! Ben çok güzel salatalar yapardım bir kere. Gerçekten ayıptı.
"Tamam, yemeklere ellemem..." dedim, konuyu daha fazla uzatmayarak. "Anne ne olur. Hastanede bir başına."
"Of Ada," dedi annem. "Sen beni bir gün kalpten götüreceksin kızım. Bekle babanla konuşup geliyorum." Annem sinirli bir şekilde mutfaktan çıktığında, masadan destek alarak tutunmaya çalıştım.
Nefes alamıyordum, kalbim sıkışıyordu. Ateş'in dövüldüğünü duymak, onun şu an hastanede olduğunu bilmek kalbimi sıkıştırıyordu.
Aradan geçen dakikaların ardından annem mutfaktan içeriye girdiğinde, "İki saatin var," diye fısıldadı. İki saatçik mi? İki saat benim neyime yeterdi ya? İki saatte buradan hastaneye anca giderdim ben.
"Anne ne olur," diye fısıldadım.
"Ne ne oluru Ada?" diye çıkıştığında annem duraksadı. "Babana komşuya yazıcıdan ödev çıkaracağını söyledim. Hemen git, gel." Hemen gidip gelmem imkânsız gibi bir şeydi. Ve ben bu konuda anneme yalan söylemek istemiyordum.
"Anne bak abim evde değil. Babam bir saate uyur kalır. Ne olur hastanede kalsam bu gece?"
"Sana geldiler herhalde," diye kızgınca konuştu annem. "Delirdin mi kızım sen? Babana ne derim ben? Seni nasıl hastane köşelerinde yalnız başına bırakırım ben? Gece gece iti mi var kopuğu mu var belli değil."
"Anne yanında kalacak kimsesi yoktur onun şimdi. Lütfen..." Şu an yavru bir köpeğe benzediğimi tahmin edebiliyordum. "Hem Kutay'la kalırım anne, ne olur." Gözlerimden yaşlar bir bir akmaya başladığında, annem belli belirsiz bir şekilde başını salladı.
"Bana bak, o telefonu ne zaman ararsam açacaksın. Sabah da baban uyanmadan evde olacaksın. Valla yakarım senin çıranı bak." Annemin söylediklerine karşılık başımı olumlu anlamda salladığımda, "Söz..." dedim. "Yarın hemen geleceğim, ne zaman ararsan da açacağım."
Söylediklerimden sonra hızlı bir şekilde mutfaktan çıktığımda annem arkamdan bağırdı. "Hemen çıkar gel kızım, oyalanma fazla." Gerçekten hiç oyalanmayacaktım.
"Anne, Ebru uzun zamandır çağırıyordu beni. Belki sohbet falan ederiz. Biraz geç kalabilirim." Aslında bu söylediklerimin hepsi babamaydı. Annem benim komşumuzun kızı olan Ebru'yu hiç sevmediğimi, hatta nefret ettiğimi bilirdi. Ama bunu babam tabii ki de bilmiyordu.
Aradan geçen beş dakikanın ardından, odamdan çıktığımda, salona doğru ilerledim. Beş dakikanın içinde dolapta ne bulduysam hemen üzerime geçirmiştim. Tabii babamın bir şey anlamaması için pantolon değil eşofmanlarımdan birini giymek zorunda kalmıştım.
"Ben çıkıyorum," diye bağırdığımda, cevap vermelerini beklemeden hızlı bir şekilde evden çıktım. Zaten durdukça iyice telaşlanıyor, içimi sarıp sarmalayan sıkıntıma engel olamıyordum.
Apartmandan çıktığım gibi koşar adımlarla yürümeye başladım. Ana caddeye çıkıp taksi bulmam gerekecekti. Tüm paramı taksiye verecek olmam beni ne kadar üzse de yapacak bir şeyim yoktu.
Geçen on dakikanın ardından bulduğum ilk taksiye binebildiğimde, başımı cama doğru yasladım. Acaba nasıldı şimdi? Ne durumdaydı? Zihnimin içini sarıp sarmalayan bu sorulara asla engel olamıyordum. Şurada saatlerce ağlamak istiyordum ama ağlayacak gücüm dahi yoktu.
Aklıma gelen şeyle birlikte cebimde duran telefonumu çıkardığımda, WhatsApp'a girdim. Kutay'a hastaneye geldiğimi söylesem fena olmayacaktı.
Siz: Kutay ben geliyorum.
Görüldü.
Yazıyor.
Kankaların en ponçik kalplisi: Valla mı?
Yok şakacıktan.
Kankaların en ponçik kalplisi: Yemin et.
Tövbe tövbe. Böyle bir şey için niye yemin edeyim ben ya?
Siz: Geliyorum evet.
Siz: Ateş nasıl?
Kankaların en ponçik kalplisi: Bokum gibi ğwğdğcğğcğc
Okuduğum mesajla birlikte kaşlarım çatıldığında, parmaklarımı klavyede oynatarak, mesaj yazmaya başladım.
Siz: Ne?
Siz: Ne saçmalıyorsun Kutay?
Siz: O kadar mı kötü?
Kankaların en ponçik kalplisi: Yok la
Kankaların en ponçik kalplisi: Sakin ol bi.
Kankaların en ponçik kalplisi: Yüzü bokum gibi gğwğdğğdcğ
O kadar mı kötüydü yani?
Kankaların en ponçik kalplisi: Artık aralarında bir yakışıklı ben kaldım
Kankaların en ponçik kalplisi: Gerçi ben hep zaten yakışıklıydım ama
Kankaların en ponçik kalplisi: Şimdi ayrı bir yakışıklılığım var.
Kendimi tutamayarak güldüğümde, başımı istemsiz bir şekilde olumsuz anlamda salladım. Yani ben ne derdindeydim, Kutay ne derdindeydi?
Siz: Gülçiçek teyzenin haberi var mı?
Kankaların en ponçik kalplisi: Yok kalpten falan gider diye söylemedik
Siz: Yine ağzından bal damlıyor
Siz: Sözlerin içimi açıyor maşallah
Kankaların en ponçik kalplisi: Teşekkürler teşekkürler gğwğeğdğdğ
Kutay'la mesajlaşa mesajlaşa hastaneye kadar geldiğimde, taksici amcaya ücretini ödeyerek indim. İyi girmişti ha! Sırf bunun için gidip Ateş'i dövebilirdim galiba. Ya da hayır döşemezdim.
Hastaneye girdiğimde asansörlere doğru yöneldim. Özel bir hastaneye getirmişlerdi. Zaten özelden aşağısı da Ateş'i kesmezdi.
Kutay'dan öğrendiğim kadarıyla üçüncü kata bastığımda, ayaklarımı yere ritim vurarak beklemeye başladım.
Öğlen ettiğimiz kavganın üzerine Ateş'i ilk kez görecektim. Ve bunun bir hastane odasında olması en garip tarafıydı.
Asansörün kapıları açıldığında, hızlı bir şekilde asansörden çıkarak, koridorda yürümeye başladım. İleride gördüğüm Kutay'la birlikte, "Kutay," diye bağırdığımda yanına koşmaya başladım.
"Adaşkım!" Kutay da bana bağırdığında, benim yanıma doğru koşmaya başladı.
Şu an kendimi sanki bir filmin sahnesini çekiyormuşuz gibi hissetmiştim.
"Kutay!"
"Adaşkım!"
Etrafımızda duran birkaç insanın gözlerinin bize çevrildiğini hissedebiliyordum. Ki galiba çevrilmesi de çok normaldi. Çünkü; şu an pek de normal bir durumun içinde değil gibiydik.
Kutay'la sonunda kavuşabildiğimizde birbirimize sıkıca sarıldık. Sanki aylardır görüşmemiş gibiydik. Yani bizi gören aylardır görüşmediğimizi falan düşürdü.
"Oyy Adaşkım," diye bağırdığında Kutay, kaşlarım hafif bir şekilde çatıldı. "Başımıza gelenleri görüyor musun? Vah bizim bu dertsiz başımız."
"Kutay..." dedim korkuyla. Aklıma birden Ateş'in hastanede olduğu gelmişti. Yani buraya Ateş için gelmiştim ama durmuş Kutay'la sarılıyordum. Kutay'dan hızlı bir şekilde ayrıldığımda, "Ateş'e bir şey mi oldu?" dedim. "Nasıl, iyi mi? Durumu nasılmış? Doktorlar ne dedi? Bak doğruyu söyle bana."
Peş peşe konuşmalarıma devam edeceğim sıra Kutay, "Adaşkım..." dedi. "Dur bir sakin ol kız. Ateş kardişim içeride. Maşallah turp gibi. Hatta o kadar turp gibi ki; Burak ve Asrın kardişime kök söktürüyor."
Kutay'ın gülerek söylediklerinden sonra içeriden Ateş'in, "Kalmayacağım ben hastanede falan," diye bağıran sesini duydum.
"Valla ben katlanamadım kaçtım Adaşkım." Kutay'ın da söylediği gibi Ateş gerçekten kök söktürüyordu galiba.
"Kardeşim sen halini görmüyorsun herhalde," diyen Asrın'ın sesini duyduğumda, kapıya doğru ilerlemeye başladım. Galiba artık burada böyle oyalanmak yerine içeri girsem iyi olacaktı.
Ateş, "Görmedim lan bana bir ayna versene," dediğinde odanın kapısını bir kez tıklatarak, içeri girdim. Normalde dümdüz bir şekilde dalardım ama şu an ciddi olmam gerekiyordu.
Odaya girdiğim gibi gözlerim önce Burak'ın gözleriyle kesiştiğinde, "Ada?" dedi Burak şaşkınlıkla. "Oha lan! Ada gelmiş valla gelmiş." Benim gelmeme ilk defa bu kadar sevinen birini görüyordum.
Asrın, "Yemin et," dediğinde kaşlarım anlamamazlık içerisinde çatıldı. Burada ne oluyordu böyle?
"Burak iyi misin?"
"Valla ben hiç iyi değilim. Uykumu böldüm buralara kadar geldim, geldiğimden beri de canım çıktı. Şimdi kim bilir kaçıncı rüyamda olacaktım ama şu an bir kabusun içindeyim." Kabus dediği Ateş oluyordu galiba.
Gülmemek için dudaklarımı birbirine doğru bastırdığımda, Ateş'in gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Ama ben ona bakamıyordum.
Gözlerimi ona çeviremiyordum.
Asrın, "Kardeşim ilk defa bu kadar haklısın," dediğinde yanıma doğru gelmeye başladı. "O yüzden hadi çıkalım biz hemen." Ben daha ne olduğunu anlayamadan ikisi de çıkıp gittiklerinde, odada Ateş'le yalnız başımıza kalmıştık.
Gözlerimi hâlâ Ateş'e çevirememiştim. Onun gözlerini üzerimde hissetsemde galiba benim buna cesaretim yoktu.
En sonunda dayanamayıp da gözlerimi ona doğru çevirdiğimde, gördüğüm görüntüyle birlikte öylece kalakaldım.
Göğsüm sıkıştı. Sanki görünmez bir elin varlığını kalbimin üzerinde hissediyordum. Sıkıyordu, nefes almamı istemiyordu.
Gerçekten çok kötü durumdaydı. Yüzünün neredeyse her yerinde morluklar vardı. Dudağının kenarı patlatılmış ve üzerine de şişmişti.
Yüzünün hali böyleyse kim bilir vücudu nasıldı?!
Bunu düşündüğüm an duraksadım, ne yapacağımı bilemedim.
İçim acıdı.
"Çok çirkin olmuşsun." Dudaklarımın arasından dökülen cümleyle birlikte ben bile şaşırıp, öylece kalakaldığımda, Ateş'in kaşları hafif bir şekilde çatıldı.
Benim ona dediğim ilk cümle gerçekten bu mu olmuştu? Ona çok çirkin olduğunu mu söylemiştim? Valla bravoydu bana. Benim gibisi bir daha gelmezdi ya.
"Çirkin mi olmuşum?"
"Evet," dedim hiç utanmadan. Neyden utanacaktım ki? Ağzı, gözü yamulmuştu işte. "Çok çirkin olmuşsun. Eski halinden eser yok şimdi. Oh olsun sana, çok da iyi olmuş."
Ben ne diyordum? Gerçekten ne diyordum? Benim acilen susmam gerekiyordu.
Ateş'in kaşları söylediklerimden sonra biraz daha çatıldığında, "Gitsene sen..." dedi. "Buraya bunları söylemek için mi geldin?"
"Gitmiyorum sana ne?" dedim. "Burada duracağım..." dediğimde gözlerimi odada gezdirmeye başladım. Gördüğüm koltukla birlikte koltuğa doğru yürümeye başladım. "Hatta tüm gece burada yan gelip yatacağım."
İnat değil miydi? İnattı işte.
Koltuğun üzerine baya bir yayılarak oturduğumda, gözlerimi Ateş'e dikerek ona dik dik bakmaya başladım. Burada böyle oturacaktım işte.
Ateş ağzının içinden bir şeyler homurdanmaya başladığında, gözlerimi hâlâ ondan ayrışmamıştım.
Gerçekten çok kötü görünüyordu. Ve ben gidip ona satılmamak için kendimi zor tutuyordum. Sarılmak istiyordum ama sanki bir el beni tutuyor gibi hissediyordum.
Ama beni tutan bir el değildi. Kırgınlığımdı... Gerçekten kırgındım. Ben onu düşünürken onun bana dediklerine kırgındım.
En sonunda kendimi tutamadığımda, "Kim yaptı sana bunu?" dedim.
"Bilmiyorum."
"Biliyorsun Ateş," dediğimde duraksadım. Aslında sorduğum sorunun cevabını ben de biliyordum. Sadece ondan duymak istiyordum. "Söyle kim yaptı."
"Bilmiyorum dedim ya Ada." Biliyordu ama söylemek işine gelmiyordu desek daha doğru olurdu. Çünkü ona bunu yapanın Emir olduğunu ikimizde biliyorduk.
"İyi aferin," dedim.
"Ne aferin?"
"Ne ne aferin?"
"Ada ne saçmalıyorsun sen?"
"Ne saçmalıyormuşum ben?"
Ateş girdiğimiz bu ağız dalaşının sonunda ağzının içinden, "Ya sabır," diye homurdandığında, gözlerimi devirdim. Adamı böyle sustururlardı işte.
"Gidiyorum ben ya..." dediğimde oturduğum koltuktan hızlı bir şekilde kalktım. "Seninle mi uğraşacağım? Yemeseydin dayak falan."
"Bak benim inadıma inadıma dayak yedin falan deyip durma. Geliyorlar bana." Ateş'in söylediklerinden sonra dudaklarım alaylı bir ifadeyle yukarıya doğru kıvrıldı.
"Yalan mı?" dedim. "Dayak yemedin mi? Şu haline baksana sen bir."
"Dayak falan yemedim ben." Ya ya yüzüde öyle diyordu. "Çok kişilerdi, haksız bir güç vardı ortada. Tek tek gelselerdi ben onlara yapacağımı bilirdim." Şu durumda bile daha kendini savunuyordu ya.
"Gerçekten inanılmazsın," dediğimde Ateş'in bir şey demesini beklemeden odadan çıktım. Hayır, tabii ki de onu bırakıp gitmeyecektim. Sadece burada böylece hepimizin durmasına gerek olmadığından bizim çocukları yollayıp, geri Ateş'in yanına dönecektim.
Sonuçta burada cümbür cemaat durmaya gerek yoktu.
Kutay, Burak ve Asrın beni görür görmez yanıma doğru geldiklerinde, Kutay, "N'aptınız Adaşkım içeride?" dedi. Sorduğu soruyla birlikte gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı.
Hayır yani biz odada ne yapmış olabilirdik?
Birbirimizle didişip durmuştuk işte.
"Kardişini biraz da ben dövdüm."
"Valla mı?" Yok artık ama ya. Buna da inanmazsın yani Kutay.
"Ay yok artık Kutay," dediğimde duraksadım. "Merak etme bir şey yapmadım. Sadece siz isterseniz gidin artık. Ben buradayım zaten."
Asrın, "Yok kalırız biz..." dediğinde gözlerini Kutay ve Burak'a çevirdi. "Kalırız değil mi?" Galiba Kutay ve Burak aynı şeyi düşünmüyorlardı.
"Valla Adaşkım zaten sen varsın yanında. Ben sana hasta bakımı konusunda çok güveniyorum. Gerçi Ateş kardişim biraz nazlı niyazlı bir hasta ama olsun. Ben sana bu konuda güveniyorum. Sen bakarsın ona. Biz de burada kalabalık etmeyelim yani."
"Kutay çok haklı," dediğinde Burak gözlerimi ona doğru çevirdim. "Yani kalalım kalmak sorun değilde şimdi kalabalık etmeyelim biz. Ayıp olur insanlara."
Kutay ve Burak'ın buldukları bahanelere karşılık gülmemek için kendimi zor tuttuğumda, başımı belli belirsiz bir şekilde salladım. Sırf Ateş'in nazını çekmemek için kalmak istemiyorlardı.
Asrın, "Ulan siz nasıl insanlarsınız? Çocuk içeride can çekişiyor sizin şu yaptığınıza bakın..." dediğinde sesi kızgın bir şekilde çıkmıştı.
"Can mi çekişiyor? Ulan turp gibi be! Maşallahı var benim kardişimin." Valla Kutay bu konuda baya haklıydı. Gerçekten bana laf yetiştirecek kadar iyiydi ve maşallahı vardı.
Bu konunun böyle uzayıp gideceğini anladığımda, "Tamam sorun değil. Siz gidin," dedim. Asrın gözlerime emin olamayarak baktığında, başımı olumlu anlamda salladım. "Kutay'ın da dediği gibi; zaten iyi. Ben kalırım onun yanında."
Hem de çok güzel kalırdım.
"Adaşkım emin misin?"
"Ada bak gerçekten gitmeyin dersen gitmem ben. Gerekirse uyku uyumam ama şuradan şuraya kımıldamam. Bak gerçekten yani." Kutay ve Burak'ın dedikleriyle birlikte kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Az önce gitmek için can atıyorlardı, şimdi birden böyle demeye başlamışlardı.
Asrın, "Ne şovcu adamlarsınız siz lan!" dediğinde, Kutay ve Burak'ın kolundan tutarak onları yürütmeye başladı. "İşiniz gücünüz şov."
Gerçekten işleri güçleri şovdu.
Burak, "Bak Ada gerçekten gitmem. Gerekirse uyumam..." diye bağırdığında kahkahalarla gülmeye başladım. Eminim uyumazdın Burak, eminim uyumazdın.
Kutay, Asrın ve Burak gözden kaybolduğunda içeriden bağıran Ateş'in sesi kulaklarıma doldu. "Susadım susadım. Hiç bana bakan da yok. Hepiniz gittiniz mi lan?"
Allah'ım sen bana sabır ver.
Odadan içeriye girdiğimde, Ateş'in yanına doğru ilerlemeye başladım. Yattığı yatağında suratı asık bir şekilde oturuyordu.
"Gitmedim," dediğimde, Ateş gözlerini bana doğru çevirdi. "Bir tek ben kaldım."
"İyi, susadım ben." Ya sabır. Sinirli bir şekilde burnumdan solumaya başladığımda, yan tarafta bulunan şişeden Ateş'e su doldurmaya başladım.
Beyefendinin su istediğini gidermekte bana kalmıştı.
Doldurduğum bardağı Ateş'e uzattığımda, "Al..." dedim. Biliyorum yine üzerimden kibarlık akıyordu.
"Ah," diye inlediğinde Ateş gözlerim korku içerisinde açıldı.
"Ne oldu, bir şey mi oldu? Canın mı acıdı?" Telaşlı bir şekilde söylediklerimle birlikte, Ateş yüzünü buruşturduğunda, içimin acıdığını hissettim.
Canı acımıştı.
"Kolumu kaldıracak halim yok. Nasıl şu içeceğim ben?" Ay derdi bu muydu yani? Valla korkudan dokuz doğurmuştum burada.
"Tamam," dediğimde duraksadım. "Ben içiririm sana." Elimdeki bardağı Ateş'in dudaklarına doğru yaklaştığımda, Ateş, "Su içireceğim bahanesiyle beni boğma da..." dedi.
Ben şimdi onu bir boğacaktım görecekti gününü.
Ateş'e suyunu içirdiğimde, bardağı masanın üzerine koydum. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Hayatımda hiç daha önce hasta bakmadığım için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
"İyi misin?" diye sorduğumda Ateş belli belirsiz bir şekilde başını salladı. "İyiyim."
"İstediğin bir şey var mı?"
"Yok." Bu bana trip mi atıyordu. İçimden sabır çekerek koltuğun üzerine oturduğumda, derince bir nefesi içime çektim.
Koltuğa oturmamla birlikte Ateş, "Ahh..." diye bağırdığında korkuyla, hızlı bir şekilde oturduğum koltuktan kalktım. Eliyle sağ bacağını tutuyordu.
Korkuyla, "Ne oldu, iyi misin?" diye sorduğumda Ateş'in yanına gelmiştim bile.
"Hiç iyi değilim ben," dediğinde Ateş sesi sanki acı çekiyormuş gibi çıkmıştı. "Karnım, böbreklerim ağrıyor. Çok kötüyüm." Karnı ve böbrekleri mi ağrıyordu? Ama eliyle tuttuğu yeri karnı değil bacağıydı. Bu nasıl bir şeydi böyle?
"Ateş şu an bacağını tutuyorsun ama." Söylediklerimden sonra Ateş küskün bir şekilde omuzlarını silktiğinde, "Bacaklarım da acıyor ama," dedi.
Ağzımın içinden, "Ya sabır..." dediğimde Ateş'in kaşları hafif bir şekilde çatıldı.
"Sen sabır mı çektin bana? Evet, evet sabır çektin. Sen şikayet ediyorsun benden. Tamam Ada tamam benden bu kadar bıktıysan git sen. Ben bakarım başımın çaresine, git sen git."
Ateş'in söylediği şeylerle birlikte şaşkınlık içerisinde bakakaldığımda, hiçbir şey diyemeden sadece öylece kalakaldım.
Hayda! Ben buraya Ateş'e kök söktürmeye gelmiştim ama daha çok o bana söktürüyor gibiydi.
Valla benim bu hasta Ateş'ten çekeceğim vardı.
"Ateş?" dedim şaşkınla. "Bir şey demedim ki ben sana."
"Duydum duydum," dedi Ateş. "Sabır çektin duydum ben." Valla hasta falandı ama kulakları baya iyi duyuyordu.
Kendime hakim olamayarak tekrardan, "Ya sabır..." dediğimde Ateş beni dediğime pişman edecek şekilde konuşmaya başladı.
"Bak işte tekrardan dedin. Ya sabır dedin duydum. Sen bana katlanamıyorsun. Anladım ben anladım." Tövbe tövbe. Valla bu çocuğun regl döneminde falan olduğunu düşünmeye başlayacaktım artık.
Bu neydi böyle ya?
Asıl söylenmesi gereken benken geldiğimden beri demediği bir şey bırakmamıştı. Bu kadar da olmazdı ki.
Hem suçlu hem güçlüydü. Ama o dua etsin şu an bu durumdaydı. Yoksa ben ona yapacağımı bilirdim. Ama zaten ona vuranlar vurmuştu.
Ateş tekrardan, "Ahh..." dediğinde korku dolu gözlerimle ona bakmaya başladım.
"Ne oldu? İyi misin?"
"Başım çok ağrıyor, çok kötüyüm ben."
"Bekle doktoru çağıracağım hemen," dediğimde Ateş hızlı bir şekilde elimden tuttu.
"Yok yok çağırma. Doktorluk bir şey değil." Nasıl doktorluk bir şey değildi acaba?
"Saçmalama," dediğimde duraksadım. "Başın ağrıyor. Nasıl doktorluk bir şey değil?"
"Aslında sen masaj yapsan geçebilir..." dediğinde Ateş kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Yok canım bir de geçip masaj mı yapacaktım? Asla yapmazdım. Ateş bakışlarımın sertliğini görmüş olacak ki; "Yani belki geçer," dedi.
Ben onun başının ağrısını bir güzel geçirecektim, görecekti gününü.
"Yapamam masaj falan," dediğimde sesim sert bir şekilde çıkmıştı. Bilerek yapıyordu ya. Size yemin ederim bilerek yapıyordu. Ateş'i öylece bırakarak sinirli bir şekilde kalktığım koltuğuma oturduğumda, elimi çeneme doğru yerleştirerek dik bir şekilde Ateş'e bakmaya başladım.
Yok efendim neymiş... Masaj yaparsam başının ağrısı geçermiş. Bok yapardım.
Aradan geçen dakikaların ardından gözümü milim bile kıpırdatmadan Ateş'e bakmaya devam ettim. Ateş arada mırın kırın etmeye çalışıyordu ama bakışlarımın korkunçluğunu gördükten sonra sesini kesiyordu.
Ee bir zahmet kessindi.
Kapının tıklatılma sesi kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi Ateş'ten çekerek kapıya doğru çevirdim. Genç bir hemşire gelmişti.
"Merhaba, geçmiş olsun..." dediğinde gülümseyerek oturduğum yerden kalktım.
"Merhaba, teşekkür ederiz." Kız gülümseyerek Ateş'e doğru ilerlediğinde, Ateş'in baş ucunda duran dosyayı açarak incelemeye başladı.
"Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?"
"İyiyim," dedi Ateş sadece.
"Aslında," dediğimde aralarına girmiştim. "Az önce böbreklerinin, bacaklarının, başının ağrıdığını söylüyordu." Ne? Bunların hepsini bana kendisi söylemişti.
"Onlar normal," dedi hemşire. "Hem de baya normal. Çok fazla darbe almış. Ama yine de vereceğimiz ilaçlar ağrısını biraz olsun dindirir."
"Ne zaman çıkacağım ben buradan?" Ateş'in sorduğu soruyla birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. Ağrım var, ağrım var deyip duruyordu. Daha bir de hastaneden çıkmaktan bahsediyordu.
"Onu şu an için bilemem," dediğinde duraksadı hemşire. "Aysun Hanım size açıklama yapacaktır." Aysun Hanım dediği doktorumuz olmalıydı.
"Ben şimdi size ilaçlarınızı vereyim." Hemşire elinde tuttuğu kutudaki ilaçları Ateş'e doğru uzattığında, Ateş hemen alıp içti. Bana gelince içemiyordum diyordu ama maşallahı vardı yani.
"Şimdi de kremlerinizi sürmemiz gerekiyor." Hemşire hanım söylediklerinden sonra elindeki kremi Ateş'in vücuduna doğru sürmeye başladığında, kaşlarım hafif bir şekilde çatıldı.
Hayır, hayır böyle bir şeyi kıskanmamalıydım. Ki zaten de kıskanmıyordum. O kız sonuçta görevini yapıyordu.
Ya hemşireler iğne falan vurmaz mıydı? Ya da ne bileyim serum falan takmaz mıydı?
'Saçmalama Ada...' diye fısıldadım içimden kendi kendime. Böyle bir şeyi tabii ki de kıskanmamıştım.
Ateş'in, "Ohh..." diyen sesini duyduğumda hızlı bir şekilde gözlerimi ona doğru çevirdim. Dudağında oluşan gülümsemesiyle birlikte hemşireye bakıyordu. "Valla çok iyi geldi şu an. Eliniz de pek hafifmiş." Kaşlarım şaşkınlık içerisinde yukarıya doğru kalktığında, olduğum yerde rahatsız bir şekilde kıpırdandım.
Hayır, kesinlikle sinirlenmeyecektim.
Şu an bunu bilerek yapıyordu ve onun oyunlarına kanmayacaktım. Sadece ve sadece beni sinir etmek için yapıyordu.
Hemşire elini havaya doğru kaldırdığında, parmağını Ateş'in gözünün içine sokmak istermiş gibi gösterdi. Bir dakika, bir dakika...
Kızın parmağında yüzük vardı ve onu göstermeye çalışıyordu.
Bu duruma gülmemek için dudaklarımı birbirine doğru bastırdığımda, Ateş, "Yani bacım..." dedi. "Yani bacımsınız."
Vallahi salaktı bu çocuk ya.
Kız bir şey demeden sessiz kaldığında, kendimi gülmemek için zor tutuyordum.
"Geçmiş olsun."
Keyifli bir şekilde, "Teşekkür ederiz," dediğimde kız sadece bana (!) gülümseyerek odadan çıktı. Yazık kıza ya kim bilir Ateş gibileriyle günde kaç kez uğraşmak zorunda kalıyordu.
"Bacım..." dediğimde, kendimi tutamayarak gülmeye başladım. Gerçekten komik bir durumdu ama bir yandan da için için sinirlendiğimi hissedebiliyordum.
"Bravo gerçekten sana," dedim sinirli bir şekilde. Artık gülmüyordum, oldukça ciddiydim. "Pes sana gerçekten ya."
"Naptım kızım ben?" Bir de naptım diyordu ya.
"Sus sus," diye hafifçe sesimi yükselterek bağırdım. "Arsız. İnsan arsız olunca böyle oluyormuş demek ki." Kendi kendime söylenmeye devam ettiğimde, koltuğa geri oturdum.
Valla Ateş'e on saat söylensem hırsı mı alamazdım. Ona o derece çok sinirlenmiştim.
"Ada susadım." Duymadım, daha doğrusu duymazlıktan geldim.
"Ah kolum." Kesinlikle duymuyordum.
"Ah böbreklerim." Ne hali varsa onu görsündü.
"Ah bacağım."
"Ah başım." O kafasını zaten ben duvarlara vurmak istiyordum. O kalın, hiçbir şeyden anlamayan kafasını bir güzel duvarlara çarpmak istiyordum.
"Ah kolum."
"Ah kalbim, kalbim çok acıyor." Hayır, onu kesinlikle duymuyordum. Bunların hepsini bilerek yapıyordu.
Ateş, "Ah..." dediğinde duraksadı. Yüksek ihtimalle bu sefer acıyacak bir yerini bulamamıştı.
Aradan geçen dakikalarda nihayet Ateş susabildiğinde, gözlerimi ona doğru çevirdim. Uyumuştu. Zaten uyumasa susacağı falan da yoktu. Uyuyana kadar sürekli 'oram acıyor, buram acıyor' deyip durmuştu.
Tabii bunların hepsini benim ona cevap vermem için yapmıştı. Ama ben asla cevap vermemiştim.
O böyle yaptıkça kendimi çıldırmamak için zor tutmuştum ama bir şey diyememiştim. Ama en sonunda 'orasına da, burasına da' başlayacaktım o olacaktı.
Oturduğum koltuktan kalktığımda, sessiz olmaya çalışarak Ateş'in yanına doğru yürümeye başladım. Tek dileğim onun uyanmamasıydı. Şüphesiz; gerçeğinin aksine uyurken melek gibi gözüküyordu.
Yatağın kenarında duran örtüyü elime aldığımda, yavaş bir şekilde Ateş'in üzerine örttüm. Hava çok soğuk değildi ama babaannemin bir lafı vardı ki; uyuyan insan üşürdü.
Ateş'in yatağının yanındaki boşluğa oturduğumda, titreyen ellerimi Ateş'in saçlarına doğru uzattım.
Ne kadar zordu onunla olmak. Onunla olmak imkânsıza oynamak gibi bir şeydi.
"Sevgilim," diye fısıldadım, Ateş'in saçlarını okşamaya başladığımda. "Keşke böyle yapmasaydın. Keşke bana onları demeseydin. Keşke bu kadar zor olmasaydın Ateş." Duraksadığımda gözlerimden akan yaşlarımı sildim.
"Canın çok yandı mı?" diye fısıldadığımda, başımı Ateş'in ellerinin üzerine doğru koydum. Ağırlığımı üzerine vermemeye çalışmıştım ama ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı tabii.
Aklıma düşen şarkıyla birlikte söylemeye başladığımda, gözlerimden akan yaşlar Ateş'in ellerine doğru aktı.
"Serserim benim, deli dolu sevgilim"
Serserimdi o benim. Ne yapsam geçemediğimdi.
"Karanlığın içinde yandı göz bebeklerim"
"İlk önce gözlerini gördüm"
Gözlerin ateşti sevgilim. Beni içine alıp, cayır cayır yakan bir ateşti.
Kendi kendime şarkıyı mırıldanmaya devam ettiğimde, gözlerim yavaş bir şekilde kapandı.
Gözlerim geceye kapandı.
****
Ellerimi bir yere doğru salladığımda, sert bir şeyin üzerine çarptığını hissettim. Ana! Ben neye çarpmıştım öyle? Nasıl bir şeydi o?
"Ah..." diyen bir ses kulaklarıma dolduğunda, gözlerimi aralamaya çalıştım. Ama aralayamadım. Öyle çok uykum vardı ki...
"Ah kalbim..." Çarptığım şey konuşuyordu. Bir dakika, bir dakika. Gerçekten konuşuyordu.
Telaşlı bir şekilde gözlerimi araladığımda, tam burnumun dibinde Ateş'i gördüm. Ateş'i görmemle birlikte kaşlarım anlamamazlık içerisinde çatıldığında, "Ne oluyor ya?" diye mırıldandım. Sesim uyku semesi olduğu için garip bir şekilde çıkmıştı.
"Ne işin var senin burada?"
Sorduğum soruyla birlikte Ateş'in dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, "Ne mi işim var?" dedi. "Asıl senin ne işin var? Gece girmişsin koynuma sarılıp, uyumuşsun."
Ne? Bütün bunları ben mi yapmıştım?
Gözlerimi olduğum yere çevrildiğimde, gerçekten de Ateş'in yanında yattığımı gördüm.
Şaka gibiydi. Ben onun yanına nasıl gelmiştim ki?
"Ne?" dedim. İstemsiz bir şekilde bağırmıştım. "Ben yatmadım senin yanına falan. Koltukta yatıyordum ben bir kere." Evet, evet koltukta yatıyordum ben. Hayır ya koltukta yatmıyordum.
Ya da koltukta mı yatıyordum?
Yemin ederim aklım, kalbim, her şeyim birbirine karışmıştı.
Hızlı bir şekilde Ateş'in yanından kalktığımda, "Sen getirdin değil mi beni yanına?" diye çemkirdim. "Evet, evet sen getirdin beni yanına."
"Yok artık!" dedi Ateş. "Bu nasıl bir hayal gücüdür? Yerimden kalkamıyorum ben seni nasıl getireyim?" Öyle miydi gerçekten? Gerçi evet yerinden kalkamıyordu. Hatta sürekli ah vah edip duruyordu. Ama yine de ona güven olmazdı.
"Hadi hadi," dedim. "Uçarak gelmedim ya ben senin yanına." Uyurgezer falanda değildim ki.
"Yanıma uçarak değil de, koşarak geldiğin çok belli." Ateş'in söyledikleriyle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldığında, onunla daha fazla uğraşamamak adına bu konu hakkında başka bir şey demedim.
Zaten ne desem üstüne hemen bir şey söylüyordu.
"Benim artık gitmem gerekiyor," dedim, gözlerimi Ateş'ten zorlukla ayırabildiğimde. "Babam uyanmadan eve girmem gerekiyor." Evet, kesinlikle eve yetişmem gerekiyordu.
"Bekle ben götüreyim seni." Ateş'in söyledikleriyle birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldı. "Sen kalkamıyordun ya yerinden. O yüzden yat yattığın yerde." Sözde kalkamıyordu ama işine gelmeyen bir olay olunca hemen kalkası geliyordu.
"Dün gece kalkamıyordum, bugün kalkıyorum. Hem sıkıldım ben." Sıkılmışmış. Onu dayak yerken düşünecektiniz Ateş bey demek istesemde diyemedim.
"Hayır," dedim. "Doktorun hastaneden çıkabilir diyene kadar yatıyorsun.
Ateş, "Sen beni hiç düşünmüyorsun ya..." diye mızmızlanmaya başladığında, oflamamak için kendimi zor tuttum. Beş yaşındaki çocuğa mı bakıyordum yoksa on sekiz yaşındaki birisine mi belli değildi.
Sürekli mızmızlanıp duruyordu.
"Seni kimse düşünmeseydi eğer dün gece buraya gelmezlerdi Ateş."
"Kimse benim umrumda değil..." dediğinde Ateş, duraksadı. "Benim tek umrumda olan şey sensin." Söylediği şeyle birlikte kalbim hızlı hızlı atmaya başladığında, gözlerimde ki sert ifadenin parçalara ayrılarak eridiğini hissedebilmiştim.
Ona karşı duvarlar çekmek o kadar çok zordu ki...
Çekemiyordum. Bir yerde önümü kesiyor, içime girmeyi başarıyordu.
Bir şey demeyerek sessiz kalmayı tercih ettiğimde, gözlerimi Ateş'in gözlerinden çekerek, cama doğru çevirdim.
Evet, duvarlarımı onun önüne koyamıyordum. Ama kırgınlıklarımı atıp, silemiyordum da. Onun dudaklarının arasından acımasızca dökülen cümleleri unutamıyordum.
Onun için bu kadar kolay mıydı? Sürekli bunu düşünüyordum. Onun için bana o cümleleri söyleyebilmek bu kadar kolay mıydı?
"Ben gideyim artık." Dudaklarımın arasından istemsizce dökülen cümleyle birlikte gözlerimi tekrardan Ateş'e doğru çevirdiğimde, gözlerinin içine bakmaya başladım.
Ah benim güzel adamım. Ne zor şimdi sana sarılamamak.
"Asrın gelecekti," dediğimde duraksadım. "Kendine iyi bak!"
Kendine iyi bak adamım.
Ateş bir şey demeyerek sessiz kaldığında, kapıya doğru yürümeye başladım.
Ona dönüp bakamıyordum. Çünkü dönseydim koşar sarılırdım bunu biliyordum.
Bir hışımla kendimi odadan attığımda, başımı duvara doğru yasladım. Elimi kalbimin üzerine doğru götürdüğümde, hemen yanımda olan oturağın üzerine oturdum.
Bacaklarım beni taşıyamayacaktı bunu biliyordum. Akmak için bekleyen yaşlarım gözlerimden birer birer boşaldığında, başımı ellerimin arasına alarak ağlamaya başladım.
O içerdeydi, ben buradaydım.
Ayrı düşmüştük.
Biz neden birlikte olmayı başaramıyorduk ki? Ne zaman bir şeyler benim için güzel gitse, her şey yerle bir oluyordu.
Ağzımdan kaçacak olan hıçkırığıma engel olmak için elimi ağzıma doğru kapattığımda, beklemediğim bir ses kulaklarıma doldu.
Hem de hiç duymak istemeyeceğim bir ses.
"Sen de mi buradaydın Ada?" Bu Emir'di... O sesinden bile tanımıştım onu.
Başımı hızlı bir şekilde yukarıya doğru kaldırdığımda, gözlerim Emir'in gözleriyle birleşti. deta ateş saçan gözlerimle Emir'in gözlerine bakmaya başladığımda, "Ne yapıyorsun sen burada?" dedim. "Ne işin var senin burada?"
"Seni görmeye geldim," dediğinde Emir duraksadı. "Seni burada olacağımı biliyordum." Bir hışımla oturduğum yerden kalktığımda, "Allah senin belanı versin..." diye tısladım dudaklarımın arasından.
"Senin Allah belanı versin."
Emir'in dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında, yüzünde oluşan sinsi tebessümüyle yüzüme bakmaya başladı.
"Vermiyor güzelim vermiyor. Bunu daha önce söyleyen çok oldu da vermiyor." Gerçekten hastaydı.
Tüm vücudumu sarıp sarmalayan sinirime engel olamadığımda, "Polisi çağıracağım," dedim. "Ateş'e yaptıklarının hesabını vereceksin."
Emir ellerini rahat bir ifadeyle cebine koyduğunda, "Çağır çağır," dedi. "Hatta çağırdığın polislere o sevgilinin bana attığı kafaları da söyle." Emir'in söylediklerinden sonra boğazım düğüm düğüm olduğunda, nefes alamadığımı hissettim.
"Ne istiyorsun allahın belası?" diye bağırdım. Ellerimi Emir'in göğsüne doğru uzattığımda, onu itekledim. "Sen benden ne istiyorsun?"
Emir, birden bileklerimden tutup beni kendisine çektiğinde, başım hızlı bir şekilde göğsüne çarptı. Başını yavaşça bana doğru eğdiğinde, kulağıma doğru fısıldadı.
"Tek istediğim sensin."
(Ateş ve Ada temsili 💙)
~
Ve bitti... gğwğdğdğcğ
Nasıl buldunuz bakalım?
Beğendiniz mi?
~ Son sahne hakkında ne düşünüyorsunuz?
~ Sizce Emir Özdağ böyle birden bire nereden çıktı? 🤪
~ Ada ve Ateş hakkında ne düşünüyorsunuz?
~ Bölümde en sevdiğiniz, beğendiğiniz sahne hangisi oldu?
~ Bölümde en beğenmediğiniz sahne hangisi oldu?
Lütfen bölümden yıldıza basmadan ve bol bol yorum yapmadan çıkmayın. Siz olduğunuz sürece ben varım, bunu unutmayın!🌟
İnstagram: mavininhikayeleri (Alıntıyı yine bırakacağım)
Sizleri seviyorum.
💙
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro