Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17.Bölüm: "Beni sana, seni bana"

Biz geldik canımın en içleri!

Nasılsınız bakalım? İyi misiniz? Ben iyiyim öyle uğraşıp duruyorum. Öyle bir bölümle geldim ki size...

HEY BİR BAKAR MISINIZ? Tamam baktınız galiba ğqğsğdğdğ Bir Twitter hesabı açtım. Kullanıcı adım; kendince_yazar0 böyle aratarak ulaşabilirsiniz. Twitter hesabınız varsa çıkın çıkın gelin ^^ Ayrıca bu bölümle ilgili düşüncelerinizi belirtmek isterseniz #kolejdekiserseri hashtagı ile belirtebilirsiniz. 💙 İnstagram hesabım ise; mavininhikayeleri oraya da bekleniyorsunuz.

Onun dışında wattpad hesabımı takip edebilirsiniz. Duyurular, alıntılar için (kendince_yazar)

Bunların dışında sınır işini şimdilik kaldırıyorum. Ama siz yine de oylarınızı verip yorum yapın olur mu gğwwğwğdğ Yani şöyle bir 2000 üstü yorum görmek hiç fena olmaz benim için. Hem yaptığınız yorumlar bölüm yazma isteğimi artırıyor bunu da unutmayın lütfen :) Lütfen lütfen bölüm sonundaki sorularıma da cevap alayım.

Multimedia: Bir okuyucunun yaptığı çalışma. Çok çok teşekkür ederim ki💙

Bölüm şarkılarımız; Sezen Aksu - Sen Ağlama

Billie Eilish - 6.18.18

Ve şimdi sizden bir şey istiyorum. Hikâyemi okuyan herkes ama herkes (biliyorum hepiniz yapmayacaksınız ama olsun) Buraya 'serserim' yazıp istediğiniz renkte bir kalp bırakabilir misiniz? Ateş'in size çok ihtiyacı var bunu unutmayın. Ben başlıyorum bile.
Serserim💙

İyi okumalar.

~

Ada'dan...

"Vazgeçebilecek misin bizden Ada? Serseri'nden geçebilecek misin yavru panda?" Ateş'in bağırarak sorduğu soruyla birlikte adımlarım istemsiz bir şekilde durduğunda, kalbimin göğsümün içine sığmadığını hissettim.

Çok hızlı atıyor.

Ve kasılıyordu.

Canım yanıyordu.

Elimi kalbimin üzerine götürerek bastırdığımda, avuçlarımın içinde atan kalbim sanki ellerimin içine çıkacakmış gibiydi.

"Söyle geçebilecek misin?" Ateş bomboş olan sokakta tekrardan bağırdığında, hiçbir şey yapamadan öylece kalakaldım.

Ne gidebiliyordum,

Ne de gidip ona sarılabiliyordum.

Sahi gerçekten vazgeçebilecek miydim serserimden?

Yapamıyordum ki ben. İki arada sıkışıp kalmıştım. Biri aklım diğeri kalbim değildi.

Sıkıştığım yer; kalbimdi.

Gözümden yaşlar birer birer akmaya devam ettiğinde, titreyen bacaklarıma güç vermek istercesine öne doğru bir adım attım.

Gitmem gerekiyordu.

Gidersem bizim için daha kolay olacaktı biliyordum.

Sırtımda bakışlarını, ensemde nefesini, kalbimde kalbini hissedebiliyordum.

Attığım bir adımdan sonrası bana ölüm gibi geldiğinde, gözlerimi acı içerisinde kapattım. Ama bunu yapmam gerekiyordu. Bir adım daha attığımda, titreyen bacaklarımı zorlukla zaptetmeye çalıştım.

Kendimde gidebilecek gücü bulduğumu hissettiğimde, hızlı adımlarla binaya doğru ilerlemeye başladım. Binanın kapısının önüne geldiğimde, elim kapının kolunda durdu.

Ateş'in sesi çıkmıyordu.

Ne yapıyordu acaba?

Sadece birkaç adım uzağımdaydı ama dönüp bakamıyordum bile. Çünkü ona dönersem yapamayacağımı biliyordum.

Yapamazdım ki.

Bir kez daha gözlerine baksam tüm duvarlarım yıkılır, kurduğum tabularım bir bir yıkılırdı.

Ve bunları onun sadece bir bakışı yapardı. İşte üzerimdeki etkisi bu kadar kuvvetli, aşkı bu kadar hissiyatlıydı.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde, Ateş'i ardımda bırakmıştım.

Ama sadece ardımda...

Titreyen bacaklarımın verdiği halsizlikle birlikte asansöre doğru ilerlediğimde, hızlı bir şekilde içine girdim. Asansörlerden çok korkardım, içinde kalmaktan çok korkardım. Ama bu şu an umurumda bile değildi. Asansörün düğmesine basıp durdurduğumda, duvara doğru yaslandım. Bacaklarımın artık beni tutacak kadar gücü yoktu!

Daha fazla dayanamayarak yere doğru çöktüğümde, popom soğuk zeminle buluşmuştu. Bacaklarımı kendime doğru çekip kırdığımda, başımı dizlerimin üstüne doğru yasladım.

Yaşlarla dolu gözlerimden birikmiş damlalar akmaya başladığında, gözlerimi acıyla kapattım.

Çok seviyordum.

Hem de öyle böyle değil çok seviyordum.

"Allah'ım ben ne yapacağım?" Çaresiz fısıltım dudaklarımın arasından dökülüp, bir cam parçası gibi kalbime battı.

"Ne olur onun canı yanmasın ne olur." Ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında, asansörün soğuk duvarları arasında sarsılarak ağlamaya başladım.

Canı yanıyordu biliyordum. Kendimden biliyordum, benim de yanmıştı. Gidişi beni bitirmiş, yıkmıştı. Şimdi de ben gitmiştim o kalmıştı işte.

Bir başımıza kalmıştık.

Yalnız başımıza.

****

Nefes alışverişlerimi hissettiğim koridorda sessiz bir şekilde ilerlemeye çalıştığımda, elimle duvardan tutunarak destek almaya çalıştım.

Odamın kapısının önüne geldiğimde, kapısını yavaş bir şekilde açarak içeriye doğru girdim. Karanlıktı. Hatta zifiriydi.

Karanlığın içerisinde süzülerek penceremin önüne doğru ilerledim. Acaba gitmiş miydi? Tabii ki de gitmiştir diyen iç sesimin haklılığıyla dudağımın kenarında buruk bir tebessüm oluştu.

Tabii ki de gidecekti. Ben bitirmişken kalacak hali yoktu ya.

Penceremin önüne geldiğimde titreyen ellerimle perdenin ucundan tuttum. Parmak boğumlarının arasına sıkıştırdığım perdeyle birlikte, tırnaklarım etime battığında, acıyla dudaklarımı birbirine bastırdım.

Perdenin arkasına saklanmış bir şekilde duruyordum.

Gözlerimi korkuyla aşağıya doğru çevirdiğimde, gördüğüm Ateş'le birlikte ne yapacağımı bilemeyerek olduğum yerde kalakaldım.

Gitmemişti.

Onu bıraktığım yerde, tıpkı bıraktığım şekilde duruyordu.

Gözleri binamızın kapısına bakıyor, oradan ayrılmıyordu.

Mavi gözlerimin içinden bir damla yaş süzülerek yanaklarıma doğru geldiğinde, başımı duvara doğru yasladım.

Biz böyle nasıl olacaktık? O oradaydı ben burada. Ateş'in yolunun yolumuz olacağını söylemiştim ben. O yolu birlikte yürüyeceğimize dair kendime söz vermiştim.

Ama şimdi geldiğimiz nokta böyleydi işte.

Ne gidebiliyorduk birbirimize... Ne de kalabiliyorduk birbirimizle...

Ve işte o an bir şey oldu. Ateş sanki camın önünde olduğumu anlamış gibi başını yukarıya doğru kaldırdığında, aramızdaki perdenin varlığına rağmen gözlerimiz birleşti. Beni göremiyordu biliyordum ama bu bile yetmişti bana.

Sokak lambasının altında parlayan gözleri karanlığın ardından gözlerime süzüldüğünde, gözlerine yandım. Güzel gözlüm... Aramızdaki perdenin varlığına rağmen sanki birbirimizi görüyormuşçasına bakmaya devam ettiğimizde, cama vuran sert damlalarla birlikte irkilerek duvardan başımı kaldırdım.

Gökyüzünden dökülen sert yağmur damlaları bir bir camıma çarpıyordu. Tıpkı gözümden dökülen damlalar gibi...

Yağmur damlaları hızlanmaya başladığında, gözlerimi gökyüzünden çekerek Ateş'e doğru çevirdim. Hâlâ bıraktığım yerde duruyor, bana bakıyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmıyor, yağmur damlalarını kendisine doğru kucaklıyordu.

"Yapma," diye fısıldadım. "Yapma ne olur."

Gitmesi gerekiyordu. Burada durmaması gerekiyordu. Yağmurların altında kalmaması gerekiyordu. Hasta olacaktı biliyordum.

Kıyamıyordum.

İçim içim gidiyordu ona doğru.

"Lütfen git..." Fısıltım tıpkı bir buhar gibi sadece bana uğrayıp uçtuğunda, gözlerimi acıyla kapatıp açtım.

Bana bakıyordu.

Biliyordum. Burada olduğumu, ona baktığımı hissetmişti.

Sağ elimi pantolonumun cebine götürüp içinden telefonumu çıkardığımda, şifresini girerek ekranını açtım. Aslında önceden telefonumun şifresi yoktu. Sonra serseri birisi gelmiş ve telefonumu benden izinsiz bir şekilde karıştırmıştı. Tabii ondan sonrasında telefonuma şifre koymak zorunda kalmıştım. Hatırladığım anımızla birlikte dudağımın kenarında acı bir tebessüm oluştu.

Güzel günlerdi,

Hem de çok güzel günlerdi.

Zihnime dolan anılarımızı atmak istercesine başımı iki yanıma doğru salladığımda, rehberimin üzerine tıkladım.

Serseri yazısının üzerine basıp basmamakta kararsız kaldığımda, gözlerimi telefonumdan çekerek Ateş'e çevirdim. Gözlerini camımdan ayırmadan bana bakıyordu. Ani bir kararla serseri yazısının üstüne tıkladığımda, gözlerimi ekranıma çevirdim.

Serseri aranıyor.

Telefonumu kulağıma doğru götürdüğümde, gözlerimle Ateş'in hareketlerini takip etmeye başladım. Kulağımdaki telefonum çaldığı an Ateş gözlerini benden ayırmadan elini ceketinin cebine doğru götürdü. Cebinden çıkardığı telefonunu ekranına bile bakmadan kulağına götürdüğünde, derin bir nefesi içime çektim.

Benim aradığımı biliyordu.

Dudaklarım titrediğinde, gözümden akan bir yaş dudaklarımın üzerine doğru yol alarak düştü.

"Ağlama." Fısıltısı kulaklarıma dolduğunda, kalbim hiç olmadığı kadar sızladı. Yağmurlar üstüne üstüne geliyordu ama o hâlâ beni düşünüyordu.

Bir şey diyemiyordum, diyecek gücü kendimde bulamıyordum. Sadece susuyor ve ağladığımdan dolayı nefesler alıp, veriyordum.

"Git," diye fısıldadım. Gözlerim acıyla kapandı. "Ne olur git." Sözler iki dudağımızın arasından çıkar ve acı bir şekilde saplanırdı.

"Gideyim mi?" Ateş'in dudağının kenarında oluşan alaylı gülüşünü gördüğümde, gülüşünün kalbimin içerisine battığını hissettim.

"Gerçekten gideyim mi? Seni gerçekten bırakıp gideyim mi?" Ateş duraksadığında sağ elini kaldırarak saçlarının arasından hızlı bir şekilde geçirdi. Ya da siniriyle saçlarını kopardı.

"Seni ardımda bırakıp gideyim mi Ada?" diye sesini hafifçe yükselttiğinde, sanki o da ne yapacağını bilemiyor gibiydi.

"Bugün buradan bizden geçerek gideyim mi?" Ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında, elimi ağzıma kapatarak durdurmaya çalıştım. Durmuyordu.

Ateş konuştukça ben dayanamıyordum.

"Ağlama!" diye sertçe konuştuğunda şiddetli bir şekilde dökülen yağmur damlaları üzerine yağıyordu ama o bunu asla umursamıyordu. "Ağlama diyorum sana Ada! Akmasın o gözlerinden yaş, ağlama."

Ama o böyle dedikçe ben daha çok ağlardım ki.

Ağlamalarımın arasından, "Git Ateş ne olur git," diye fısıldadığımda bomboş olan sokakta bağırmaya başladı.

"Gitmiyorum anasını satayım ya, gitmiyorum kızım. Buradayım lan buradayım bir yere gitmiyorum amına koyayım. Bize bunu yapanların amına koyayım, kendimin de anasını satatım." Ateş'in bağırmasıyla birlikte telefonu kulağımdan uzaklaştırdığımda, sesi boş olan sokakta yankı yapmıştı.

"Bağırma duyacaklar bağırma."

"Duyan duysun amına koyayım. Benim hayatımın içine sıçtılar duyan duysun artık." Tekrardan bağırdığında perdeyi tutan parmaklarım istemsiz bir şekilde gevşeyerek duvara tutundu.

"İyi bağır, avazın çıktığı kadar bağır."

"Bağırıyorum ben sen merak etme. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum."

"İyi," diye söylendiğimde hâlâ camın ardından birbirimizin gözlerine bakıyorduk.

"Asıl sana iyi." Ateş'in dudaklarından dökülen sözlerle birlikte bir şey demeyerek sessiz kaldım. Şu an onunla çocuk gibi dalaşmayı çok isterdim ama işte olmuyordu.

Yağmur damlaları daha fazla akmaya başladığında, Ateş'in üstü artık sırılsıklamdı.

"Git," diye fısıldadım tekrardan. "Sırılsıklam oldun git." Ateş bir şey demeyerek sessiz kaldığında, omuzlarımda olan yükler ağır gelerek düşürdüm.

"Ateş hasta olacaksın git."

"Olayım anasını satayım hasta da olayım." Neden böyle olmak zorundaydı ki? Ateş, "Hatta ben var ya yanıyorum, çok sıcakladım," dediğinde söylediklerine anlam veremeyerek kaşlarımı çattım.

Hava soğuktu ve bardaktan boşalırcasına sert bir şekilde yağmur yağıyordu.

Ateş kulağında tuttuğu telefonunu kendisinden uzaklaştırıp, deri ceketini üzerinden bir hışımla çıkarıp yere doğru fırlattığında, olduğum yerde öylece kalakaldım.

Delirmişti, kesinlikle delirmişti.

Üzerinde incecik olan siyah tişörtüyle kalakaldığında, "Ne yapıyorsun sen ya?" diye şaşkınlıkla konuştum.

"Rahatlıyorum. İçim cayır cayır yanıyordu gerçi hâlâ geçmiş sayılmaz ama içimin ateşi." Yanıyor kısmının üstüne basa basa söylemişti.

"Sen delirmişsin."

"Aynen delirttin beni." Sözleriyle birlikte kalbim teklediğinde duraksadım. Artık ağlamıyordum. Ağlamaktan daha önemli sorunlarım vardı.

Mesela yağmurun altında ıslanan bir deliyi evine yollamam gerekiyordu.

Telefonumu kulağımdan uzaklaştıdığımda Ateş'e bir şey demeden aramayı sonlandırdım. Telefon kapandığında gözlerimi Ateş'e doğru çevirdim. Telefon elinde asılı kalmış bir şekilde duruyordu. Başımı onaylamaz bir şekilde iki yanıma doğru salladığımda penceremin önünden yavaş bir şekilde uzaklaştım. Dolabıma doğru ilerlediğimde, daha fazla karanlıkta yapamayacağımı anladığımda telefonumun ışığını yaktım. Dolabımın kapağını açtığımda yere doğru çömelerek sakladığım kutuyu elime aldım.

Günler sonra bu kutuyu elime almak beni tuhaf hissettirmişti. Anılarım, üzüntülerim, çaresizliklerim bu kutunun içindeydi. Gözümden bir damla yaş süzülerek kutunun içine aktığında elimin tersiyle gözlerimi sildim.

Ateş aşağıda yağmur damlalarına kucak açarken daha fazla burada ağlayamazdım.

Titreyen ellerimle kutunun kapağını açtığımda, gözlerim anılarımın üzerinde durdu. Fotoğraflarımız, hediyelerimiz ve daha nicesi bu kutunun içindeydi.

Gözüme Ateş'in yokluğunda tuttuğum defterim takılı kaldığında, titreyen ellerimle defterimi elime aldım. Ne gözyaşlarıma şahitlik etmişti bu defter.

Ama bunun da sırası şimdi değildi.

Gelecekti ama şimdi değildi.

Defteri kutunun içerisine geri bıraktığımda, Ateş'ten çarptığım tişörtü elime aldım. Eee biz de bir zamanlar güzel beleşe yatıp, güzel şeyler çarpıyorduk. Düşüncelerimle birlikte dudağımın kenarında bir tebessüm oluştuğunda, tişörtü burnuma doğru götürüp derince soludum.

Çok güzel kokuyordu.

Onun gibi kokuyordu.

Tişörtü tutan parmaklarım istemsiz bir şekilde geriye doğru çekildiğinde, yatağıma doğru ilerledim. Yatağımın üzerinde duran örtümü kucaklayarak elime aldığımda, odamın kapısına doğru ilerlemeye başladım.

Bu gece evden gizli gizli ikinci çıkışım olacaktı ve ben her an yakalanabilirdim.

Ve yakalansam tam anlamıyla sıçardım.

****

Evden yakalanmadan çıkabildiğimde elimde tuttuğum eşyalarla birlikte merdivenlere doğru yöneldim. Bir günde bir kez asansöre binmek bünyeme fazlasıyla yetmişti.

Sonunda merdivenleri inmeyi bitirebildiğimde dış kapıya doğru ilerledim. Elimde tuttuğum battaniyemin yerlerde süründüğünü fark ettiğimde hızlı bir şekilde yukarıya doğru çektim.

Dış kapıyı araladığımda küçük adımlarla dışarıya doğru çıktım. Gözlerim Ateş'e değdiğinde benim camıma bakıyor olduğunu gördüm. Hayır yani boynu falan tutulup kalacaktı.

Yanına doğru adımlamaya başladığımda gökyüzünden süzülen yağmur damlaları üzerime doğru akmaya başladım. Bedenim titremeye başladığında Ateş varlığımı fark ederek gözlerini bana doğru çevirdi.

Gözlerimiz birleştiğinde sadece birbirimize baktık. Bir şey demeden, konuşmadan sadece baktık.

Boğazım kuru kuru olduğunda derin bir şekilde yutkundum. Elimde tuttuğum tişörtü titreyen ellerimle havaya kaldırdığımda, Ateş'in üzerine doğru fırlattım.

Ateş üzerine gelen tişörtle neye uğradığını şaşırdığında, "Al giy şunu," diye bağırdım. Tişört Ateş'in yüzüne çarparak eline doğru düştüğünde tekrardan bağırdım.

"Geri alacağım ona göre giy. Sakın üzerine falan çökmeye çalışma tişörtümün." Ya ya kesinlike benim tişörtümdü.

Ateş ellerine düşen tişörtü düzelterek açtığında, tişörtün üzerinde gözlerini gezdirdi. "İyi de bu benim tişörtüm," dediğinde başımı alayla salladım.

"Kim demiş senin tişörtün olduğunu?" O diyebilirdi ama ben asla demiyordum. "Ayrıca giy şu tişörtü üzerine." Ateş tişörtü giymeyerek gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde sinirle kaşlarımı çattım.

Ateş aklına daha yeni gelmiş gibi, "Anasını satayım lan sen ıslanıyorsun," diye bağırdığında hızlı bir şekilde yanıma doğru ilerlemeye başladı. Elleri elime doğru uzandığında istemsiz bir şekilde geriye doğru çekilmeye çalıştım. Çekilmeme izin vermeden beni kendisine doğru çektiğinde, başım ıslak göğsüne çarptı. Dudaklarım titrediğinde, ellerim istemsiz bir şekilde göğsüne doğru tutundu.

Galiba ben ağlayacaktım.

Hayır, ağlamak istemiyordum.

Ateş elime uzanıp kolumda tuttuğum battaniyeyi eline aldığında, ona itiraz etmedim. Eline aldığı battaniyeyi yukarı doğru kaldırarak başımın üzerine örttüğünde, tüm bedenimi battaniyeyle sardı.

"Bırak," diye fısıldadığımda kollarının kıskacından kurtulup geriye doğru çekilmeye başladım. "Bırak, yanıyorum ben. Islanacağım bugün belki ateşimi söndürür." Ona misilleme yaparak konuştuğumda, tek kaşı sorgularcasına havaya doğru kalktı.

"Hatta üstümü başımı falan da çıkaracağım. Bugün böyle ıslanmak istiyorum."

"Ne diyorsun sen kızım? Öyle üst baş falan çıkarma."

"Ne diyorsam diyorum. Bırak beni!" diye sesimi yükselttiğimde Ateş gözlerimin içine bakarak âdeta yalvarırcasına konuştu.

"Ada yapma."

"Ateş sen yapma. Ne olur yapma, git. Yapamıyorum canım yanıyor. Olmayacağını bile bile bir şeyleri zorlamaktan yoruldum artık ben." Fısıltım Ateş'in yüzüne doğru çarptığında gözleri acıyla kapandı.

Ağlamayacağım demiştim değil mi? Ağlıyordum hem de içim sökülürcesine ağlıyordum.

"Olmayan ne? Biz miyiz?"

"Oldurmuyorlar Ateş. Seni bana, beni sana oldurmuyorlar." Sözlerimle birlikte Ateş'in gözlerindeki ifade sarsıldığında, ellerim başımın üstünde olan battaniyeye uzandı. Battaniyeyi üstümden çektiğimde, parmak uçlarımda yükselerek Ateş'in üzerine doğru bıraktım.

"Ne olur git. Hasta olacaksın içim yanacak Ateş, git." Başımı iki yanıma doğru salladığımda bu sefer yağmur damlaları onun değil benim üzerime dökülüyordu.

"Senin canın yanacak benim içim acıyacak git." Ağzımdan bir hıçkırık bıraktığımda, daha fazla dayanamayarak arkamı dönerek binaya doğru koşmaya başladım.

Son sözlerim, sözlerimiz bunlar olmuştu işte.

Bu geceden payımıza düşen hasret, aldığımız ayrılık olmuştu.

****

Odamın kapısını açıp içeri girdiğimde, akan burnumu yukarı doğru çektim. Üstüm başım sırılsıklam olmuştu. Aşktan, sevdadan yana sırılsıklam olmuştum.

Tekrardan pencerenin önüne doğru ilerlemeye başladığımda, paçalarımdan dökülen su damlaları yeri ıslatmaya başladı. Camın önüne geldiğimde gözlerimi Ateş'in gitmesini umarak aşağıya doğru çevirdim.

Hâlâ oradaydı.

Bıraktığım yerde bıraktığım gibi duruyordu.

Neden gitmiyordu ya neden?

Gitmesi gerekiyordu.

Başımı duvara doğru yasladığımda, Ateş'in olduğu yerden hareketlendiğini gördüm. Ne yapacağını görmek için beklemeye başladığımda, yavaş adımlarla arabasına doğru yönlendi. Tam arabasının kapısının önüne geldiğinde başını ani bir hareketle odamın camına çevirdiğinde, gözlerimiz tekrardan birleşti.

Baktı. Uzun bir süre gözlerimin içine baktı. Sadece baktı.

Gözlerini gözlerimden ayırdığında, arabasının kapısını açarak bindi. Gidecekti. Gözlerimi acıyla kapattığımda kendimi bizim için en iyisinin bu olduğuna inandırmaya çalıştım.

Böyle olmalıydı.

Ya da olmamalıydı.

Bilmiyordum, karışıktım.

Gözlerimi tekrardan açtığımda görüş alanıma giren Ateş'in arabasıyla birlikte, gözlerimi anlamamazlık içerisinde kıstım.

Neden hâlâ gitmemişti ki?

Olsun ama gidecekti illaki gidecekti.

Başımı duvara yasladığımda gözümü bile kırpmadan Ateş'in arabasını izlemeye başladım. İçinde ne yapıyordu acaba? Arabada ne yapabilirdi ki ya?

Aradan kaç dakika geçti bilmiyordum.

Belki on dakika, yirmi dakika... Ya da yarım saat.

Dakikaları sayamadığım bir zaman dilimi içerisindeydim. Zaman geçmiyor, Ateş gitmiyordu.

Gitmeyecekti biliyordum.

Duvardan destek alarak yere doğru çöktüğümde, bacaklarımı kendime doğru çektim. Başımı dizlerimin üzerine koyduğumda, gözlerimdeki yaşlarla birlikte gözlerimi kapattım.

Aynı şehirde aynı gökyüzüne bakıyorduk.

Ama aramızda duvarlar vardı.

Acı çekiyorduk.

****

"Güzel kızım Ada'm..." Saçlarımın arasında yumuşak bir el hissettiğimde, gözlerimi aralamaya çalışarak yerimde kıpırdandım.

"Ah..." Acıyla yükselen mırıltım dudaklarımın arasından koptuğunda, gözlerimi tamamiyle açabilmiştim. Başımda meraklı gözleriyle beni izleyen annemi, babamı ve abimi gördüğümde yattığım parkenin üzerinden kalkmaya çalıştım.

Annem, "İyi misin kızım?" diye sorduğunda bana destek olmak istercesine koluma girmişti. Başımı 'iyiyim' anlamında salladığımda, yerden kalkmaya çalıştım.

"Konuşmamız gerek Ada!" diyen babamın sert sesi kulaklarıma dolduğunda başımı kaldırarak gözlerimi babamın gözlerine çevirdim. Sert bakıyordu. Hem de hiç olmadığı kadar.

Yüksek ihtimalle abim onlara her şeyi anlatmıştı.

Gözleri babamdan çekip abime çevirdiğimde, dudağımın kenarında bir tebessüm oluştu. Hayatımda ilk defa bir abim olduğunu hissetmiştim. Bunu bana o hissettirmişti. Ama hayatımda her şeyin boka batması gibi bu da boka batmıştı.

Yalnızdım.

"Aaa babalı oğullu dikildiniz kızımın başına can alıcı gibi. Acelesi mi var konuşmanın? Konuşursunuz kızım bir kendine gelsinde de." Tam yanımda duran annemin söyledikleriyle birlikte şaşkınlıkla kalakaldığımda, birden içimin mutlulukla dolduğunu hissettim.

Belki de annem ilk defa beni savunuyordu.

"İyiyim ben anne merak etme sen." Anneme hafifçe gülümsediğimde, yerden kalkarak ayağa dikildim. Tüm gece boyunca parkenin üzerinde yattığıma inanamıyordum.

Aklıma gelen Ateş'le birlikte gözlerimi annem ve babama çaktırmadan aşağıya doğru çevirdiğimde, Ateş'in arabasının olmadığını gördüm.

Gitmişti.

'Git git' demiştim ve en sonunda gitmişti.

Boğazım acıyla gıcıklanmaya başladığında, ağzımdan kaçan öksürüğe engel olamayarak öksürmeye başladım. Annem sırtıma vurmaya başladığında, "Vah kızım hasta mı oldun sen? Gerçi tabii olursun burada böyle yatarsan ah Ada ah..." diye söylenmeye başladı.

Gece yağmur yedim anne o yüzden hasta oluyorum galiba diye  diyemedim.

"Sahi sen niye böyle yerlerde yattın kızım?" Gerçekten annem on numara beş yıldızlık bir soru sormuştu.

"Gece sıcaktan uyuyamadım anne hava alayım derken öylece yatıvermişim orada." İnanmışlar mıydı bilmiyordum ama inanmamışlarsa bile yapacak bir şeyim yoktu.

Annem beni yatağımın üzerine oturttuğunda, babam ve abim başımızda dikilmeye başladılar. Tam da annemin tabiriyle can alıcı gibi dikiliyorlardı.

Babam konuşmaya başladığında gözlerine bakamayarak karşımdaki duvara bakmaya başladım. Ya yüzlerine bakmaya yüzüm yoktu ya da kırıktım...

"Bak Ada abin bir şeyler anlattı. Anlattığı şeylerle ilgilenmeyeceğim, oldu bitti deyip geçeceğim. Ama bundan sonrası için böyle olmayacak." Babam sustuğunda dayanamayarak gözlerimi babamın gözlerine çevirdim. Az önceki sert ifadesi yumuşasa da gözlerinde hâlâ sertlik barındırıyordu.

"Bundan sonra okulunla, derslerinle ilgileneceksin. Hayallerinin peşinden gideceksin Ada."

Hayallerim mi?

Benim hayalim var mıydı ki?

"Abin her ne kadar okulunu değiştirelim dese de böyle bir şey olmayacak. Aynı okulunda eğitiminde devam edeceksin." Babamın söylediklerinden sonra abimin dediği cümleler zihnime düştüğünde, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Okulumu değiştirebiliriz baba." Evet, değiştirebilirdik. Hayatım özel okullarda geçmemişti ya, zaten bunca zamana kadar devlet okulunda okumuştum. Bundan sonrasını da devlet okulunda okuyabilirdim.

"Hayır dedim Ada okuluna devam edeceksin." Babam gözlerini benden çekip abime çevirdiğinde ikisinin arasında anlam veremediğim sessiz bir bakışma geçti.

Babam odamdan başka bir şey demeyerek çıktığında, annem ve abim yanımda kalmıştı.

Abim, "Anne bizi yalnız bırakır mısın?" diye sorduğunda annem başını onaylar anlamda salladı. 'Gitme anne beni bu zalim oğlunla başbaşa bırakma' demeyi çok isterdim ama tabii ki de diyememiştim. Annem odamdan çıktığında artık abimle başbaşa kalmıştık.

"Babamla konuştuk senin de duyduğun gibi okuluna devam edeceksin. Ama Ateşten uzak duracaksın, onu senin yanında görmeyeceğim Ada. Derslerine çalışacak bir tek okuluna odaklanacaksın." Abimin sözlerinden sonra derin bir nefesi içime çektiğimde, ellerimi saçlarımın arasından geçirdim.

"Sen öyle mi yaptın?" diye sorduğumda abimin zaten çatık olan kaşları biraz daha çatıldı.

"Anlamadım?" Yoo bal gibi de anlamıştı dediğimi.

"Sen öyle mi yaptın abi? Bana zorla onaylatmaya çalıştığın şeyleri sen yaptın mı? Evden okula, okuldan eve gidip sadece derslerinle mi ilginlendin?"

"Şu an konu ben değilim Ada. Ben geçirdim o zamanları."

"Geçirdiğin halde beni şu kadarcık olsun anlamıyorsun değil mi? Çünkü hiç aşık olmadın, hiç birisini canından çok sevmedin, birisinin yokluğu..." Duraksadığımda elimi göğsüme doğru vurduğum. "Şurana hiç cam batıyormuş gibi batmadı değil mi?"

"Ben senin aşk hayatını dinlemeyeceğim Ada. Bitti diyorum o kadar." Abim son sözlerini söyleyip bana arkasını döndüğünde, dudağımın kenarında bir tebessüm oluştu.

Bitmemişti.

Abim tam kapının kolunu indireceği sıra konuşmaya başladığımda, eli kapının kolunda asılı kaldı. "Ateş'i öldü bildiğinde onu benim içimde de öldürmeye çalıştın." Gözümden bir damla yaş aktığında elimin tersiyle gözlerimi sildim.

Hayır, bu sefer ağlamayacaktım.

"Şimdi Ateş yaşıyor ve sen yine benim içimde onu öldürmeye çalışıyorsun abi." Sözlerimden sonra abimin bedeninin kasıldığını hissettim.

Sözlerim ona ne kadar işlemişti bilmiyordum ama söylediklerimde sonuna kadar haklıydım.

Abim bir şey demeyip sessiz kaldığında, odamdan çıktı.

Anladığım kadarıyla hiç işlememişti.

Ağrımaya başlayan başımı ellerimin arasına alıp, ovalamaya başladığımda gözlerimi de kapattım. Hayatımda artık bir şeylerin iyi gitmesini istiyordum.

Küçükte olsa bir şeylerin.

Telefonumun titreyen sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi hafifçe araladım. Gözlerim odamda telefonumu aramaya başladığında, yatağımın üzerinden kalktım. Yerde duran telefonumun gözüme battığında, eğilerek elime aldım. Telefonumun ekranını açtığımda, gördüğüm mesajla birlikte olduğum yerde korku içerisinde kalakaldım.

Kankaların en ponçik kalplisi: Adaşkım Umut yok.

Ben az önce hayatımda küçükte olsa bir şeylerin iyi gitmesini istemiştim değil mi?

Bok giderdi.

~

Unutanlar için Umut; Ateş'in kardeşi. Nasıl unutuluyor bilmiyorum ama unutanlar olmuş işte. Not: Sonradan eklenmiştir.

Ve bitti. Şimdi size diyeceğim tek bir şey var. Bana güvenin olur mu^^

Evet, kendinizi nasıl hissediyorsunuz bakalım? İyi misiniz? Şimdi diyeceksiniz bir de yüzsüz gibi soruyor musun ğqğeğdğdğ

~ Bölümü beğendiniz mi?

~Tek bir emojiyle anlatın desem ne olurdu?

~Ada ve Ateş'in sonu sizce ne olur?

~Sizce Umut nerede?

~Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisiydi?

~Peki ya en sevmediğiniz sahne hangisiydi?

Lütfen bol bol yorum yapmayı unutmayın canımın içleri!🌸 2000 yorumu aşalım olur mu?

İnstagram: mavininhikayeleri
Twitter: kendince_yazar0

Sizleri seviyorum.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro