Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

11.Bölüm Part 2: "Dudakları yakıyordu"

Ben geldim... Ben geldim... Ben geldim. Buraya böyle gelmeyi ve sizleri çok özledim.

Nasılsınız? Beni sorarsanız fena değilim. Coronanın varlığı nedeniyle karantinadayım... Evimdeyim. Sizlerde evinizdesiniz değil mi? Bu paragrafa yazın burası sohbet yerimiz olsun. Sohbet edelim. Sizlerle sohbet etmeye ihtiyacım var. Buluşamadığımız bu zamanlarda neler yaptınız? İstediğiniz her şeyi anlatabilirsiniz.

Evet, uzun zamandır bölüm atmamıştım. Çünkü bölüm yazacak gücüm, isteğim yoktu. Bir türlü yazamıyordum. Bölümün başına geçip anca saçmalıyor, bir kaç cümle anca yazabiliyordum. Bu yüzden üzgünüm. Sizleri bu kadar beklettiğim ve size değişikleri bu kadar özlettiğim için üzgünüm. 💙

Bölüme bir sınır koymayacağım ama lütfen desteklerinizi bekliyorum. Hiç eksik etmeyeceğinizi biliyorum. Lütfen yıldızları doldurmayı ve bol bol yorum yapmayı unutmayın. 🌸🥰

Bölüm şarkımız; Sezen Aksu - Ben Sende Tutuklu Kaldım
Gökhan Türkmen - Lafügüzaf
Eylem Aktaş - Söyleyemedim

Multimedia da ki çalışma için de; canım Sena'ma çok teşekkür ederim. 💙

İmstagram: mavininhikayeleri (Soru - cevaplar, alıntılar için takip edebilirsiniz. Her şey orada.)

Sizleri seviyorum. İyi okumalar. 💙

~

Kutay'ın bakışlarından ciddi ciddi korkmaya başlamıştım. Her zaman ki o gülen çocuk gitmiş yerine başka birisi gelmişti.

"Adaşkım hoş geldin." Kutay, Aslan'a olan bakışlarından sıyrılıp benim üzerime doğru atladığında geriye doğru kaçmaya çalıştım. Tabii ben daha bir adım bile atamadan üzerime atlamıştı.

"Adaşkım çok özlemişim seni be!" Kutay beni boğacak derecede sıkı sarıldığında, kaşlarımı çatarak geriye doğru çekilmeye çalıştım.

Sonuçta hemen affetmemem gerekiyordu değil mi?

"Kutay tamam," diye mırıldandım. Aslında bende onun üzerine atlayıp sıkıca sarılmak istiyordum ama hemen olmazdı. Hem daha ben Kutay'ın marifetlerini görecektim. Öyle hemencecik yelkenlerimi suya indirmemem gerekiyordu.

"Gel Adaşkım gel biz içeri geçelim." Kutay kolumdan tuttuğu gibi beni çekiştirmeye başladığında hemen ardımızda olan Ateş'in son derece terbiyesiyiz küfürleri de kulağıma doldu. Kutay beni eve soktuğunda kapıyı da ardımızdan hemen kapatmıştı. Ateş ve Aslan'ın kapıda kaldığını söylememe gerek var mıydı?

"Kutay napıyorsun sen? Dışarıda kaldılar," diye şaşkınlık akan sesimle konuştum.

"Kalsınlar Adaşkım boş ver kalsınlar."

"Kutay saçmalama," dedim.

"Ateş kardişim benim üzerime yeni güller koklamış kalsın kapıda o. Gerçi sende benim üzerime yeni ponçikler bulmuşsun ya neyse..." Kutay trip atarcasına konuştuğunda, gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Anlaşılan bugün benim için çok eğlenceli geçeceğe benziyordu.

"Kutay aç lan şu kapıyı." Ateş'in dışarıdan kükreyen sesini duyduğumuzda Kutay'ın az önceki o 'açmam kapıyı dışarıda kalsınlar' havası gitmiş yerine ödünün bokuna kaçtığı korku dolu bakışları gelmişti.

"Yaa ben canım Ateş kardişime kapıyı açayım en iyisi." Kutay kapıyı hızlı bir şekilde açıp, geriye doğru kaçtığında gülmeye başladım. Hem Ateş'i sinir edecek şeyler yapıyordu hem de korkuyordu. Bakın bana ben hiç korkuyor muydum yahu?

"Senin kafanı kıracağım artık." Ateş içeri tabii ki de Kutay'a bağırarak girmişti.

"Bana laga luga yapma Ateş! Eğer o arkandaki benim üzerime gül kokladığın yeni kankine güveniyorsan hiç boşuna güvenme. İkinizinde kafanızı ezerim." Yok yok bunları Kutay demiş olamazdı. Yani en azından dememeliydi.

"Ulan ben senin..." Ateş, Kutay'ın üzerine yürümeye başladığında Kutay tabii ki de gelip benim arkama doğru saklandı. Ne demişler? Erkekliğin yüzde yüzü bir kadının arkasına saklanmaktır. Ne yapacağımı bilemeyerek öylece kalakaldığımda Ateş çoktan benim yanıma gelip, önümde durmuştu bile.

"Çekil şunun önünden Ada."

"Tabii hemen." Ne? Kendi canımı mı tehlikeye atacaktım?

"Aşk olsun Adaşkım aşk olsun." Kutay alıngan bir şekilde konuşup, kollarımdan tutmuştu. "Ne olur gitme Adaşkım verme beni bu caninin ellerine." Kutay kulağıma doğru fısıldadığında kıkırdadım. Bu çocuk hiç akıllanmıyordu.

"Abi ben nereye düştüm böyle yaa?" Aslan'ın şaşkın çıkan sesini duyduğumda, ona doğru baktım. Kapının ağzında durmuş bizi izliyordu. "Çok eğleneceğim burada..." Eminim çok eğlenecektin Aslan. Arkamda duran şahsiyetin seni çok güzel eğlendireceğine yemin edebilirdim.

"Ne yapıyorsunuz böyle kapı ağzında." Beste'nin sesi kulaklarımıza dolduğunda, hepimiz başımızı ona doğru çevirmiştik bile. Yanında Burak'la birlikte kapının girişinden bize doğru bakıyorlardı.

Kutay'ı, Ateş'in elinden kurtarmak amacıyla konuşmaya başladım. "Evet yaa ne yapıyoruz böyle kapıda? Hadi içeri girelim gel Aslan. Seni çocuklarla tanıştıralım." Ateş'in elinden tutupta çektiğimde Aslan da yanımıza doğru geliyordu.

Ateşle ikimiz yan yana oturduğumuzda Aslan da gelip Ateş'in yanına oturmuştu. Beste ve Burak tekli koltuklara geçerken Kutay o kadar yerin arasında gelip koltuğumun başına oturdu.

"Adaşkım ben bugün ellerimle sana neler neler yaptım bir bilsen." Elleriyle bana neler yaptığını çok merak etsem de ağzımı kıvırarak sessiz kaldım.

"Evet bu Aslan. Bunlar da Beste, Burak ve Kutay." Oldukça muhteşem bir şekilde bizim çocuklarla Aslan'ı tanıştırmıştım.

"Merhaba bacım." Cidden mi Aslan?

Beste, "Ha?" diye bir tepki verdiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bir dakika yaa benim Bestem nereden senin bacın oluyor. Hem ayrıca senden hiç bahsetmediler bize adın bile geçmedi tamam mı? Pekte bir çirkinmişsin." Kutay'ın dudaklarından çıkan cümlelerle birlikte gözlerim şok içerisinde açıldı. Gerçekten bu çocuğun dilinin kemiği yoktu.

"Burak şunu sustur." Eğer Burak susturmazsa Ateş zevkle susturacak gibi duruyordu.

"Kes lan sesini."

"Ayıp oluyor ama ayıp. Ponçik kalbim parçaponçik oldu şu an."

"Kalbine de ponçikliğine de ben senin..." Beste, Burak'ın ağzını küfür edeceğini anladığında eliyle kapattı.

"Küfür yok küfür yok." Burak; Beste'nin eline rağmen konuşmaya çalışıyordu ama abuk subuk sesler çıkarıyordu.

"Gel Adaşkım bunlar ne bok yerse yesinler ben sana yaptığım güzel şeyleri göstereyim." Sanki ortalığı karıştıran kendisi değilmiş gibi konuşmuştu Kutay. Ahh bu çocuk benim ikizim gibiydi. İkimizde önce ortalığı karıştırıyorduk sonra da kenara çekilip olacakları izliyorduk.

"Bak Adaşkım sana ellerimle patates salatası, patatesli börek, makarna salatası, yaprak sarması, mantı ve tabii ki bu güzel ellerimle çiğ köfte yaptım." Kutay ve güzel elleriyle çiğ köfte yapmak? Siz buna inandınız mı?

"Oooo çiğ köfte mi bayılırım." Aslan arkamızdan gelipte hemen eline üç beş çiğ köfte aldığında Kutay, Aslan'ın elinin üzerine vurdu. Evet Aslan gerçekten de eline üç beş çiğ köfte almayı başarabilmişti.

"Yalnız sana değil onlar."

"Yengemi beni mi var canım. Yengemin malı benim malım." Aslan'ın sözlerinden sonra Kutay'ın sinirlerinin gerildiğini fark edebiliyordum.

"Pardon da benim Adaşkım nerden senin yengen oluyor?"

"Kardeşimin helali benim de yengem oluyor." Şu an Kutay ve Aslan birbirlerine meydan okuyorlardı.

"Ateş kardişim senin kardeşin değil bir kere."

"Buna sen mi karar veriyorsun koçum?" Aslan'ın sözlerinden sonra öksürmeye başladığımda, Kutay çoktan Aslan'ın üzerine doğru yürümeye başlamıştı bile.

"Ateş ayır şunları Ateş," diye telaşlı çıkan ses tonumla bağırdım. Allah'ım Kutay'ı ilk kez böyle görüyordum. Ve mümkünse bir daha böyle görmeyeyimdi.

"Bana ne yesinler dursunlar birbirlerini iki angut."

"Yaa ne saçmalıyorsun sen Ateş? Yiyecekler birbirlerini gir aralarını şunların." Ateş beni takmadığında Burak'a doğru döndüm. Ama onun da pek umrunda değilmiş gibi duruyordu. Hiç istifini bozmadan oturmuş eğlenir gözlerle ikisini izliyordu. Hayret bu sefer durduğu yerde uyuya kalmamıştı.

"Yaa Burak bu çocuk yer benim Kutay'ımı kalk ayır." Beste, Burak'a doğru bağırmıştı.

"Bu mükemmel bedenimi onun için kıpırdatamam." Burak'ın bu sözlerinden sonra ona diyecek tek bir şeyim kalıyordu. Hoş geldin üçüncü Ateş.

"Sen benim kardeşlerime kardeşim diyemezsin. Onlar benim kardeşlerim." Kutay'ın sesini duyduğumda tekrardan onlara doğru döndüm. Ama dönmez olaydım dedim. Aslan ve Kutay tıpkı boğa yarışları gibi başlarını birbirlerine dayamışlar kafalarını tokuşturup duruyorlardı. Allah'ım çıldıracaktım.

"Ateş benim de kardeşim. Biz hep onunla beraberdik."

"Benim kardeşim diyorum aslan parçası benim sinirlerimi bozma."

"Kesin sesinizi artık. Ayrılın birbirinizden." Ateş bağırdığında ikisi de birbirinden ayrılarak aynı anda konuşmaya başladı.

"Hep bunun yüzünden."

"Hep bunun yüzünden."

Aynı anda söyledikleri sözlerden sonra birbirlerine doğru baktılar. Ama o ne bakmaydı öyle anlatamazdım.

"Eeee yiyelim yiyelim yemek yiyelim." Beste, Kutay'ın kolundan çekiştirerek sandalyeye oturtturdu. Aralarında tek akıllı her zamanki gibi ben kalmıştım.

Şükürler olsun ki sonunda masaya oturabilmiştik. Ateş sol tarafıma geçtiğinde sağ tarafıma tam Aslan oturacakken Kutay, Aslan'ı itekleyerek sağ tarafıma Kutay oturmuştu. Aslan ise Kutay'ın bu hareketinden sonra ağzının içinde eminim ki Kutay'a çok güzel şeyler söyleyerek tam karşıma geçip oturmuştu.

Aslan inat edermiş gibi çiğ köfte tabağına doğru uzandığında, Kutay ona tip tip bakmaya başladı.

"Yeme diyorum çiğ köftemi hâlâ yiyor yaa."

"Kutay," diye uyardım.

"Efendim Adaşkım canım Adaşkım?" Ateş arkadan uzanıp Kutay'ın kafasına bir tane geçirdiğinde kıkırdadım.

"Kafama vurup durmayın abi yaa. Ne istiyorsunuz siz? Aklımın azalmasını falan mı?"

"Sanki aklın varmış gibi..."

"Sen benim bir sürü olan aklımı mı kıskanıyorsun Burak kardişim?"

"Asrın nerede?" Burak tam Kutay'a cevap verecekken Ateş'in sorusuyla birlikte susmak zorunda kalmıştı. Ayy iyi ki de zorunda kalmıştı. Çünkü; iyice başımı ağrıtmaya başlamışlardı. Ateş sorduğu soruyla birlikte Beste'ye bakmaya başladığında bende gözlerimi Beste'ye çevirdim. Ama o bize bakmıyor önündeki patates salatasıyla ilgileniyordu. Sanki bizim ona baktığımızı anlamış gibi başını yemeğinden kaldırıp bize baktığında, anlamıyormuş gibi konuşmaya başladı.

"Ne? Niye bana öyle bakıyorsunuz? Asrın nerde ben ne bileyim?" Bu kadar art arda cümle kurduğuna göre kesinlikle bir şeyler biliyordu.

"Bilmiyorsan iyi Beste." Ateş kelimelerin üzerine vurgu yapa yapa konuşmuştu.

"Ben bir su alıp geleyim." Beste sandalyesinden kalkıpta kimseyle göz göze gelmeden salondan çıktığında, ben de peşinden ayaklandım.

"Sen nereye?" Ateş kaş göz yaparak bana sorduğunda çok kısa bir an bu hallerinin çok tatlı olduğunu düşündüm.

"Su içeceğim canım Allah Allah." Şu an neyin atarını yapıyordum bende bilmiyordum.

"Canım yengem bana da getirir misin?" Aslan'ın bunu Kutay'a inat söylediğine yemin edebilirdim.

"Bok iç." Bunu söyleyen tabii ki de Kutaydı. Yaa aç karnımı doyurmaya gelmiştim buraya ama bu delilerin arasında kalmıştım resmen.

Mutfağa girdiğimde elindeki bardağa dalmış bir şekilde bakan Besteyi gördüm. Öyle bir dalmıştı ki hem de benim geldiğimin farkında bile değildi.

"Ne güzel değil mi?" Sesimi duyan Beste gözlerini baktığı bardaktan kaldırıp bana baktığında gülümsedim.

"Bardak diyorum çok güzel. Öyle dalmış gidiyorsun," dediğimde kısa bir an anlamayarak yüzüme baksa da sonrasında elinde tuttuğu bardağı tezgahın üzerine bıraktı.

"Dalmışım," diye mırıldandığında yanına doğru ilerledim.

"Onu fark ettim. Neyin var peki?" Uzun zamandır Beste'ye konuşamıyorduk çünkü; oturup dertleşeceğimiz bir ortamımız olmamıştı.

"Bir şeyim yok. Aynı şeyler işte."

"Asrın yani?" diye sorduğumda gözlerini gözlerimden kaçırdı.

"Artık Asrın değil," dediğinde anlamayarak yüzüne baktım.

"Nasıl kız? Ne Asrın değil?"

"Olmayınca olmuyormuş be Ada. Bir şey olmayınca olmuyormuş." Ha? Bu kızın ağzından çıkanları kulakları duyuyor muydu acaba?

"Ayy Beste bir kendine gel kızım. Ne bu haller?"

"O çiğ köfte benim."

"Önce ben aldım benim." İçeriden bağıran Kutay ve Aslan'ın sesini duyduğumda başımı arkamda duran tezgaha vurma isteğimi zor bastırıyordum. Sadece bir saatte ikisinden de bezmiştim. Uzun bir süre o ikisini de görmek istemiyordum.

"Yine neyin kavgasını ediyor bunlar yaa?" Beste söylenerek içeri doğru yürüdüğünde, Beste konusunun kapanmayacağını aklıma not ederek bende peşinden ilerledim. İçeri girdiğimde gördüğüm manzarayla birlikte keşke hiç gelmeseydim dedim. Kutay ve Aslan çiğ köfte tabağının iki ucundan tutmuşlar kendilerine doğru çekiştiriyorlardı.

"Benim diyorum." Kutay tabağı kendisine doğru çekiştirdiğinde Aslan da bağırarak kendisine doğru çekmeye çalışıyordu.

"Benim diyorum benim." Ben daha bir tane bile çiğ köfte yiyemeden bunlar tüm tabağı bitirmiş daha bir de son çiğ köfte için kavga ediyorlardı.

"Bu çiğ köfteyi ben aldım benim."

"Görüyorsun değil mi kardeşim. Bir de çiğ köfteyi ellerimle yaptım diyordu bu yalancı." Aslan, Ateş ve Burak'a bakarak konuşmuştu. Kutay'ın o çiğ köfteyi elleriyle yapmadığını tabii ki de biliyordum. Kutay kimdi çiğ köfte yapmak kimdi?

"Benim çiğ köftem o."

"Benim... Hepsini sen yedin zaten."

"Yeter!" diye cırladığımda hepsinin bakışları da bana dönmüştü. "Yeter! Geldiğimizden beri canımıza okudunuz ikiniz de..." deyip yanlarına doğru yürümeye başladım.

"Ama Adaşkım hep bunun suçu..." Yanlarına gittiğimde tabaktaki çiğ köfteyi alıp hızlıca ağzıma tıktım.

"Bir daha birbirinize sataşırsanız ikinizin de ağzına acı biber sürerim..." Ha? Böyle bir cümleyi ben bile kendimden beklemiyordum.

Ateş, "Yavru panda..." deyip gülmeye başladığında diğerleri de Ateş'e katılmıştı.

Aslan, "Çok fena korkuttum ben şu an ama," diye beni dalgaya aldığında çatık kaşlarımın ardından ona bakmaya başladım.

Yine takılmamıştım.

Hep bu masum, güler yüzümden dolayı beni takmıyorlardı. Ahh biraz Asrın gibi olsaydım hepsinin ağzına bir güzel sıçardım.

Hayır takılmadığım gibi bir de üzerine dalga geçiliyordum.

Bana da yazıktı be!


~

Beste'den...

Önümde duran paragraf sorularıyla bakışmaktan bıkarak, elimdeki kalemi masanın üzerine fırlattım. Türkçe çözmek iyi güzeldi ama paragraflar o kadar uzundu ki sonuna gelene kadar başını unutuyordum. Tabii bir de şöyle bir şey vardı. Paragrafın arasına öyle bir cümle koyuyorlardı ki; o cümle sayesinde dersle tüm bağlantım anında kesilebiliyordu. Mesela az önce bir paragrafta; 'sevmekle başlar her şey' yazıyordu. Yani ben bu cümleyi okuduktan sonra nasıl odaklanabilirdim ki? Derse olan tüm konsantrem uçup gitmişti. Sanki çok varmış gibi.

Başımı masama doğru yaslayıp gözlerimi kapattım. Çok yorulmuştum. Az önceki paragrafta okuduğum cümle beynimde yankı yapıp duruyordu.

'Sevmekle başlar her şey'

Gerçekten de öyleydi. Sevmekle başlıyordu her şey. Önce birisini seviyordunuz sonra o kişi sizin kalbinizi alıp, ayaklarının altında ezip bir güzel ağzınıza sıçıyordu. Geriye de bir bedenin içindeki o harabe kalıyordu. Gözümden yanaklarıma inen damlaları hissettiğimde, kafamı masadan kaldırıp gözlerimi ovaladım. Artık ağlamak istemiyordum.

Ders çalışırken yatağımın üzerine koyduğum telefonum gözüme çarptığında, telefonumu elime aldım. Ekranı açtığımda gördüğüm mesajlarla birlikte, WhatsApp'a girdim. Lodos'un ismi en üstte gözüme çarptığında onu es geçerek, altta olan grubumuza tıkladım.

Kardeşim:

Kardeşim: Benimle çok alay ettiniz

Kardeşim: Bu çocuk çiğ köfte yapamaz dediniz

Kardeşim: Bu çocuk yapılamayacak olanı yapmaya geliyor

Kardeşim: Hepiniz çiğ köfte partime davetlisiniz

Kardeşim: O aslan parçası hariç...

Kardeşim:Kendi ellerimle size çiğ köfte yoğuracağım

Kardeşim: Sıra gecesi düzenleyeceğim

Kardeşim: Yer: evim

Kardeşim: Açık adrese gerek yok zaten evimden çıkmıyorsunuz bir türlü

Kardeşim: Saat: 21.00

Kardeşim: Sakın erken gelmeyin kapıyı açmam ona göre eğeğdğfğfğ

Ateş: Boş yapma

Ateş: Sen kim çiğ köfte kim

Ada: ZEHİRLENMEK İSTEMEM

Ada: Ateş'i yeni bulmuşken

Kardeşim: Siz ikiniz!!

Kardeşim: Haddinizi bileceksiniz.

Kardeşim: Sizin karşınızda çiğ köfte uzmanı olacak birisi var

Ateş: Siktir lan

Burak: Siktir lan

Ada: Eee oha ama

Ateş: Yavru pandam sen bir gözlerini kapat

Ada: Küfür yok küfür yok

Mesajların devamını okumadan, yüzümde oluşan tebessümümle gruptan çıktım. Kim bilir çiğ köfte diye bize ne yedirecekti?

Odamın üzerime üzerime geldiğini hissettiğimde, dolaptan siyah hırkamı alıp üzerime geçirdim. Üzerimi değiştirmeye gerek duymamıştım çünkü; siyah taytım ve kırmızı kazağım vardı zaten.

Bahçenin kapısını açıpta dışarı çıktığımda, derin bir nefes alıp bıraktım. Kendimi boğuluyor gibi hissediyordum. Elimi kalbimin üzerine koyup derin bir nefes daha aldığımda, karşıdan gelen kişiyi gördüğümde kaşlarım istemsizce çatılmıştı.

Turuncu sokak lambasının altında parlayan, gözleri kızılın tonunu almış Asrın yanıma doğru geliyordu.

Elimin altındaki kalbimin atışı hızlandığında gözlerimi Asrın'dan çevirip kalbime doğru indirdim.

Bu kalp onun için atıyordu.

"Nereye gidiyorsun sen?" Asrın'ın sesini duyduğumda kendime gelmeye çalıştım. Hangi ara dibime kadar gelmişti anlayamamıştım. Dudaklarının arasından bir şeyler dökülmüştü ama onları bile algılayamamıştım.

"Senin burada ne işin var?" diye sordum.

"Sana nereye gidiyorsun diye sordum Beste?" Tam ağzımı açıp cevap vereceğim sıra da benden önce davranarak laflarımı ağzıma tıktı.

"Tabii o lavuğun yanına gidiyorsun değil mi?" diye bağırdığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Lavuk mu demişti o?

Şaşkınlık içeren ses tonumla, "Ne?" diye sordum. Ne saçmalıyordu bu?

"O ibnenin yanına gidiyorsun değil mi?" diye tekrardan bağırdığında sinirlerime hakim olamayarak bende bağırdım

"Doğru konuş!"

"Tabii ona lavuk, ibne demem seni rahatsız etti değil mi?" Yüzüme doğru bağırmıştı.

"Ne saçmalıyorsun sen Asrın?"

"Seviyorsun değil mi onu?" Ağzından çıkanları kulağı duymuyor gibiydi, sanki ne dediğini bilmiyordu.

"Bu seni ilgilendirmez." Sert çıkan ses tonumla cevap verdim.

"Seviyorsun onu..." Kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Zaten hep onunlaydın. Bizim kardeşimiz yokken sen hep onunlaydın." Gerçekten ne dediğini bilmiyordu.

"Ne var biliyor musun Asrın? Şimdiye kadar beni, kalbimi nasıl görmezden geldiysen şu saatten sonra da görmezden gel, görme." Arkamı dönüp yürümeye başladığımda gözlerimden yaşlar bir bir akmaya başlamıştı. Yine bir şekilde karşıma çıkmış az buz olan dengemi alt üst etmişti.

"Hata yaptım değil mi ben? Çok hata yaptım değil mi? Üzdüm değil mi seni?" Arkamdan haykırarak bağırdığında adımlarım istemsizce durdu.

Konuşmak istemiyordum.

Artık canımın yanacağı hiç bir şeyi istemiyordum.

"Seni dinlemek istemiyorum." Evet, dinlemek istemiyordum.

"Bu kadardı değil mi sevgin?" Asrın'ın ağzından çıkan cümle kulağıma dolduğunda, ona doğru dönmem ve elimi kaldırıp yanağına vurmam saniyelerimi almıştı. Başı yanına doğru düştüğünde, gözlerimi acıyla kısıldı.

Bunu yapmak istememiştim.

Ben yapmak istememiştim.

"Allah kahretsin seni Allah kahretsin." Gözlerimden akan yaşlarla birlikte Asrın'ın göğsünü yumruklamaya başladığımda, hiçbir tepki vermiyordu. "Sevdim yaa sevdim ben sadece seni sevdim. Küçücüktüm yaa gözlerimi açtım seni gördüm, senin ellerinden tuttum ben, düştüğümde sen kaldırdın beni. Ne var biliyor musun? Ben inandım... Ben inandım sana... Her düşüşümde beni kaldıracağına inandım ben. Nerden bilebilirdim ki? Beni asıl düşürenin sen olacağını. Beni asıl yaralayanın sen olacağını nereden bilebilirdim ki?" Göğsüne attığım küçük yumruklarıma bir tepki vermiyor öylece beni dinliyordu.

Yumruklarım durduğunda ellerim istemsizce göğsüne tutuldu. "Onu ben öldürmedim..." Sözlerimden sonra ellerimin altındaki göğsünün kasıldığını hissettim. Bu yolun sonunun ikimizi de öldüreceğini bile bile devam ettim sözlerimi. "Ama beni sen öldürdün hem de bile isteye yaptın bunu. Omuzlarıma onun yükünü verdiğinde, gözlerimin içine nefretle baktığında yaptın bunu. Sen bana bir kötü baktın ben bin kez öldüm." Duraksadım. "Birisini sevmenin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı... Sevdim diye bu kadar kırılmamalıydı kalbim..." Göğsünün üzerinde duran ellerim iki yanıma düştüğünde, titreyen dizlerime rağmen bir iki adım geriye doğru gitmeye çalıştım.

"Olmamalıydı bu kadar olmamalıydı." Ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamazken, arkamı dönüp yürümeye başladım.

Onu ardımda bırakmıştım.

Bir şimşek çaktı, gök üzerime yıkılırcasına gürledi. Yağmur damlaları üzerime üzerime boşalmaya başladığında, durmadan devam ettim.

Ve işte o an bir şey oldu...

Kolumdan tutup beni kendisine çevirdiğinde alevlerin arasından kopup gelen dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.

Beni öpüyordu.

Bacaklarım yaşadığım şokla titremeye başladığında ellerimi istemsiz bir şekilde göğsünün üzerine koyup, onun varlığına tutunmaya çalıştım.

Bu an gerçekti.

Dudaklarımın üzerindeki dudaklar beni tüketircesine öpüyordu. Benim canımı defalarca yakan, kalbimin üzerini ezip geçen bu adam bu sefer bana can veriyordu.

Bana bunu neden yapıyordu?

Ben ondan tam uzak durmaya çalışırken neden bana bunu yapıyordu?

Benim canımı çok yakmış, beni görmezden gelmiş, bazı şeyleri benim omuzlarıma yüklemişti ama şimdi dudakları dudaklarımın üzerinde beni tüketiyordu.

Yağmur damlaları benim dışımı ıslatırken bu adam benim içimi yakıyordu.

~
Evet, bölüm sonu...

Nasıl buldunuz? Neler düşünüyorsunuz?

Bu bölüm böyle biraz geçiş bölümü oldu ve pek odaklanamadım yazmaya. Dediğim gibi çok uzun zaman oldu ve biraz yazamadım gibi oldu. Ama bunu telafi edeceğim.

Beğendiniz mi?

Bölüm sonunda hangisi siz?

Asrıncılar ve Lodosçular olarak seçin bakalım ğwğdğdğcğc

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum. Ve tabii ki yıldızları doldurmanızı da.. 🥰

İnstagram: mavininhikayeleri

Sizleri seviyorum çokça...

Mavi kalpler.

💙

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro