kırk sekiz°
"Günaydın."
Hande'ye "Günaydın." dedim kafamı kantin masasından kaldırmadan.
"Ne oldu sana? Yüzünden düşen bin parça, kötü görünce geldim."
"Bir şey yok ya, sana öyle gelmiş." dediğimde karşımdaki sandalyeye oturmuştu. "Ozan'ın annesi mi ölmüş? Maymundan evrilememiş Ozan'ı sevmesem de çok üzüldüm."
"Öyle," dedim. "Öldü."
"Ona mı üzgünsün yoksa?"
"Yok," dedim. "Üzgün değilim aslında."
"Yalan söyleme Ela, kantinden giren biri sana baktığında bile ağlamak istediğini anlayabilir."
"O kadar belli mi?" dedim yüzüm iyice düşerken.
İki gündür Batu'yla konuşmuyorduk, öyle ki yanında bile oturmuyordum, eski yerime geri geçmiştim. Ders çalıştığım için kimseye bakmıyordum ama ders çalıştığım da yoktu, kitabı önüme koyup okul çıkışına kadar izliyordum.
Artık ne olacaktı bilmiyordum. Bir daha Batu'yla konuşur muyduk bilmiyordum. O kadar çok alışmıştım ki her sabah günaydın deyip her gece iyi geceler demesine, bütün gün onunla mesajlaşmaya, onunla gülmeye, ona sorulara atmaya... Yokluğu hayatımda büyük bir boşluk açmıştı.
"O kadar belli."
"Neyse, iyi ki söyledin," diyerek derin bir nefes çektim, saçlarımı düzelttim. "Toparlarım şimdi kendimi."
"Ne olduğunu söyleyecek misin? Sen birine anlatmayınca ağlıyorsun, bütün gün sadece boş boş ağlıyorsun."
"Bir arkadaşımla tartıştım, ondan."
"Senin arkadaşın bile yok," dedi dudak büzerek. "Neden kimseyle arkadaşlık yapmıyorsun? Ozan bitti, gitti. Hayatına daha güzel devam etmen gerekiyor," diyerek biraz düşündü. "Bu arada gerçekten Ozan bitti, merdivenlerden çıkarken gördüm de ölü gibiydi."
"Of, kafamı duvarlara sürte sürte kıvılcım çıkarmak istiyorum."
"Anlat ve rahatla."
"Batu," dedim mırıldanır gibi. "Hatırlıyor musun?"
"Hatırlıyorum," dedi gülerek. "Sahte sevgilin."
"O iş sahtelikten çıkmıştı biraz," diyerek işaret parmağım ve baş parmağımla biraz işareti yaptım. "Çok az yani."
"Anladım anladım," diyerek güldü. "Kesinlikle biraz, asla öpüşmediniz."
"Yemin ederim olmadı ya, harbi birazdı."
"Peki Elacım," dedi imâyla. "Devam et bakalım."
"Aslında her şey çok güzel gidiyordu, sonra ben Ozan'ın annesinin cenazesine gittim annemle, her şey mahvoldu."
"Ne oldu? Yuh! Ozan cenazede bile senin derdine mi düşmüş?"
"Hayır, o bir şey yapmadı aslında. Dediğin gibi ölü gibi, yapacak hâlde de değil."
"Ne oldu o zaman? Cenazeye bile gitmeni dert ediyorsa Batu, bırak şu amipi. Bi' yüzün gülmedi kızım..."
"Cenazeye gittiğimi bile diyemedim ki, Ozan der demez çıldırdı."
"Biz en son seni Melih'le yapmıştık, ne oldu o iş? Ozan onu da dert etti mi?"
"Etmedi sanki, of bilmiyorum! Hande ben yine tükenme dönemine girdim."
"Dur kız çıkaracağım ben seni," diyerek üzerindeki ceketin kollarını sıvadı. "Anlat, beyin fırtınası yapacağım şimdi."
"Şimdi gittim cenazeye, Ozan kötüydü tabii bir şeyler saçmaladı. Bir de orada kimi gördüm dersin? Batu'nun annesini... Sonra annemle ben eve döndük, uyudum hep. Batu yazmış ama görmedim, telefonumu bile almadım elime. Sonra geçen geldim okula, Batu'ya söyleyecektim bir de annesinin nasıl orada olduğunu soracaktım. Sonra ben Ozan dedim çıldırmaya başladı, devam edemedim. Sonra Faruk geldi, Ozan'ın evinde düşürdüğüm bu bilekliği getirdi," diyerek bileğimi salladım. "Sonra o gitti, Batu iyice çıldırdı. Öyle bi' bağırdı ki okulda yankılandı sesi, resmen kükredi. Sonra da bir şey olmadı, gittim tuvalete ağladım."
"Öncelikle diyeceğim tek şey Batu'nun ağzına sıçmak istediğim."
"Deme öyle," dedim üzülerek. "Hiç de böyle bir şey yapmazdı aslında."
"Ozan'a da yapmaz yapmaz diye diye tepene çıkardın, soytarı kendini kral sandı."
Sessiz kaldığımda konuşmaya devam etti. "Bak," dedi. "Bu Ozan ve Batu arasında bir problem var ve ikisi de salağa yatıyor, yeter abi tüm dünya anladı!"
"Yok Hande yok, peşine düştüm bu işin. Günlerce uğraştım, kuzeninle bile sahte sevgili oldum ama yok. İkisi de tanımıyorum diyor, Ozan'a diyorum ki Batu'nun annesi burada, diyor ki görmedim hiç."
"Tuhaf," dedi. "Ayrıca kimsenin sana bağırma hakkı yok."
"Bilmiyorum Hande, bırakıyorum ben ya. Kimse umrumda değil."
"Abi bence de! Bu okuldaki tüm erkekler aptal, kaba, deli..."
"Bence de, uğraşmıyorum hiçbiriyle. Pişman olurlar elbet."
"Olacak zaten Batu. Alt tarafı bi' cenaze törenine gitmişsin, ne bu saçma tavır?"
"Bilmiyor ki gittiğimi. Tavrı Ozan'a."
"İyi de Ozan ile mi barıştın? Ne bu korku? Özgüvensiz mi Batu dediğin bu çocuk?"
"Özgüven değil de Ozan'ı hiç sevmiyor."
"Ulan yoksa bunlar gizli kardeş mi? Başka bir şey gelmiyor aklıma."
"Daha neler Hande?!"
"İkisinden de bi' cacık olmaz." dediğinde zil de çalmıştı. Oturduğum kantin masasından kalkarak Hande'yle beraber üçüncü kata çıktık. Sınıfa girmek istemiyordum, Batu'yu görmek istemiyordum...
Benden hemen sonra hoca sınıfa girdiğinde hızlı adımlarla yerime geçtim. Batu ne yapıyordu çok merak ediyordum ama dönüp bakamazdım, göz göze gelme korkusundan kafamı bile kaldıramıyordum.
Midemin bulandığını hissettiğimde kafamı sıraya koyarak gözlerimi kapattım. Ağzıma acı bir su geldiğinde yerimden kalkarak kadın hocanın yanına gidip sessizce "Lavaboya gidebilir miyim?" diye sordum. Kafasını aşağı yukarı salladığında sınıftan çıkmıştım koşar adımlarla.
Batu'ya rezil olmuş gibi hissediyordum...
Kızlar tuvaletine hızlı adımlarla ilerliyordum ki merdivenlerden yavaş yavaş çıkan Ozan "İyi misin?" diye sordu. Acı su iyiden iyiye ağzımda dolarken kendimi kızlar tuvaletine zor atmıştım. Bulduğum ilk lavaboya kustuğumda aynı zamanda başım da dönüyordu. Suyu açarak ağzımı çalkaladım.
Hayatımdaki her duygu mideme yanıyordu, ne zaman çok üzülsem midem bulanıyordu. Bazen kusuyordum, bazen kusmuyordum ve şu an kustuğum zamanlardan biriydi. Acıyan boğazımı bir kere daha çalkalayarak yüzümü de yıkadım. Kuruladıktan sonra lavabodan çıkmıştım.
"İyi misin? Seslendim ama duymadın sanırım."
Ozan'ı karşımda gördüğümde irkilerek yerimde sıçradım. Toparlandığımda "İyiyim." diyebilmiştim.
"Neyin var?"
"Midem bulandı."
"İstersen gel biraz kantinde otur, tuzlu bir şeyler alayım."
"Gerek yok, teşekkür ederim."
"Derse girme bu şekilde, yine de sen bilirsin."
"Zaten derse girmeyi düşünmüyordum," diyerek merdivenlere yöneldim. "Ama senin gelmene gerek yok."
"Seni böyle yalnız bırakmak istemem, kantine kadar eşlik edeyim sonra yukarı çıkarım."
"Gerek yok Ozan, gelme."
"İçim rahat etmez," diyerek benimle beraber merdivenlerden inmeye başladığında tepki vermedim. Ne desem dinlemiyordu zaten... "Niye miden bulandı?"
"Hamileyim Ozan."
"N-ne?"
"Yahu ne bileyim, bulandı işte. Tövbe tövbe!"
"Tamam kızım, ne bu atar?"
Sakin olmam gerekiyordu. Ben kötü olabilirdim ama o da kötüydü. Üstelik başkasının sinirini bir başkasından çıkaramazdım.
Kantine geldiğimizde boş bir masaya oturarak camı açtım. Soğuk hava içeri dolarken iyi geldiğini hissediyordum. Ozan yanıma oturmak yerine kantinin içine girmiş, bir şeyler alıyordu. Tepkisiz kaldım, alma desem onu da dinlemeyecekti.
Kimse beni dinlemiyordu zaten.
Yanıma gelerek su ve tuzlu krakeri masanın üzerine bıraktığında ben gideceğini sanarken o sandalyeyi çekmiş, yanıma oturmuştu.
"Neden derse girmiyorsun Ozan?"
"Canım istemiyor, zaten Faruk zorla getiriyor okula. Evde yalnız kalmayayım diye."
"Kalma zaten, en azından kafan dağılır."
"O da öyle diyor, bu arada bilekliğini gönderdim. Sınıfına gelmemden rahatsız olursun diye Faruk'a verdim. Salonda yerdeydi, kalabalık dağıldığında fark ettim."
"Teşekkür ederim."
"Ne demek, onu sevdiğini biliyorum."
Ağzımda tekrar acı bir tat hissettiğimde birkaç yudum su içerek açtığım kapağını kapattım. Ozan krakeri açarak "Ye şundan," dedi. "Belki iyi gelir."
"Yok, sağol."
"Ozan!" Faruk buraya doğru gelirken oturduğum yerden kalkmak istemiştim ama sınıfa girmek istemiyordum. O yüzden bu ikisini yanımdan göndermem lazımdı, ne kadar dinlerlerdi orası ise aşinaydı... "Neredesin oğlum? Derste seni bekliyorum, yoksun."
"Girmek istemedim."
"N'apıyorsunuz burada keratalar?" diyerek üçüncü bir sandalye çektiğinde gözlerimi devirdim. İnsan önce izin isterdi öyle değil mi?
"Ela kötüydü, su falan aldım bende."
"Neyin var?" diyerek bana dönen Faruk'a "Hamileyim." dedim. Önce gözleri sonuna kadar açılmış, sonra ağzı açılmıştı. Elini göğsüne koyarak "Amca olmaya hazır değildim," dedi. "Çok ani oldu, bu devirde altın takamam ben."
"Mal mısın Faruk, inandın mı?"
Ozan'a ters bir bakış atarak "Sen sanki inanmadın," dedim alayla. "Sen de inandın."
"Ne bileyim Ela, yaş geliyor yirmiye. Çoluk çocuk vakti geldi."
"Yirmi çocuk yapmak için uygun bir yaş mı? Daha neler!"
"Ne bileyim, annem beni yirmi yaşında doğurmuş," diyerek yüzünü astığında cevap vermedim. Konunun buraya geleceğini nasıl tahmin edebilirdim ki? Belliydi ki aklından annesini çıkaramıyordu. "Şimdi de bıraktı."
Faruk destek olmak ister gibi kolunu sıktığında ben sessiz kalmaya devam ediyordum çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum. Böyle bir durum başıma gelmediği için de empati yapamıyordum, böyle bir insan nasıl teselli edilirdi ki? Böyle bir şey başıma gelse kimseyi dinlemezdim ki, her teselli boş gelirdi.
"İyiyim oğlum ya, fırsattan istifade oramı buramı elleme."
Faruk elini çekerken "Ozan," dedi. "Sana ne iyi gelirdi biliyor musun?"
"Ne?"
"Kalben konseri."
"Siktir," diyerek gülmesine engel olamadı Ozan. "Harbi," dedi. "Yıllardır göremedim şu kadını, en büyük hayallerimden biri."
"Ben sana bilet bakacağım," diyerek gülümsedi Faruk. "Bütün şarkılarını ezberleyen ve alakalı, alakasız her ortamda kullanan biri olarak en önden bir Kalben konseri izlemeyi hak ediyorsun."
"Evet abi, her yere sokuyorum kadının şarkılarını. Beni yanına işe bile almalı."
İkisini biraz daha konserle ilgili konuştuktan sonra camı kapattığımda yaptığım sesle bana döndüler. O kadar koyuydu ki sohbetleri, benim hâlâ burada olduğumu camın kapanma sesiyle fark etmişlerdi. Sonunda Faruk bana dönerek "Ela," dedi. "İki gündür kantinde yalnızsın, Batu nerede? Şimdi üçümüzü burada görüp okulu yakmasın."
"Ne saçmalıyorsun Faruk?"
"Batu nerede diyorum Batu..? Aloo... Vardı ya yanında, aşk adamın."
"Yok."
"Ne yok? Okula mı gelmiyor? Yoo, gördüm birkaç kez."
Kendi sorup kendi cevaplıyordu.
"Kantine inmek istemiyor Faruk, başka bir şey yok."
"Yani, dolaylı olarak seni yalnız bırakmak istiyor."
"Sana ne? Derdiyle sen mi uğraşacaksın?"
"Yok yok, hissettim ben. Sizin aranız açılmış."
"Aşk uzmanı mı oldun?"
"Kızım medyumum ben, bilmezsin sen." diyerek Ozan'a döndü. "Değil miyim abi? Ne dersem çıkmıyor mu? Ayrıca olanları da şak diye bilmiyor muyum?"
"İki saat annen iyi olacak diye dil döktün, ertesi gün cenazesi kalktı kadının. Allah için sen konuşma Faruk."
Ozan'ın yüzü tekrar düştüğünde bu sefer ben kolunu sıktım. "Ozan," dedim. "Annen sanırım hiç aklından çıkmıyor, her yere onu kattığına göre..."
"Çıkmıyor," dedi. "Nasıl çıksın? Daha kaç gün oldu ki?"
"Öyle, haklısın tabii ama korkutuyorsun beni."
"Ne diye? Kendime bir şey yaparım diye mi?"
"Çökmeni istemiyorum, acın çok büyük ama annen de seni böyle görmek istemez. İyi yerlerde, iyi şekilde görmek ister."
"Bilmiyorum Ela, sanki bir daha hiçbir şey düzelmeyecek gibi."
"Zamana ihtiyacın var."
"Öyle."
Aklıma gelen şeyle "Ozan," dedim. "Seni bir yere götürsem gelir misin cumartesi?"
"Nereye?"
"Nereye olduğunu şu an söylemek istemiyorum. Gelir misin yoksa gelmez misin?"
"Gelirim."
"Beğeneceğin bir yer olabilir, beğenmeyeceğin bir yer olabilir. Bana kızmak yok, söz mü?"
"Hayır Ela, sana neden kızayım?"
"Bilmem, belki hoşuna gitmez."
"Kızmam sana tabii ki."
"Peki o zaman, cumartesiye kadar kendine iyi bak." diyerek ayağa kalktım. Kantinden çıkıyordum ki Faruk'un "Ela!" demesiyle durdum. Tekrar arkamı döndüğümde sırıtıyordu. "Ben sana demedim mi bu devirde altın takılmaz diye? Düğün falan uğraşamam ben."
Sizce Ela nereye götürecek?
Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum ♡
Babaannemin vefatı dolayısıyla telefonumu elime pek alamıyorum. İlgilenmem gereken pek çok iş, kişi oluyor. Gecikme için kusura bakmayın, iyi günler dilerim ♡
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro