3: hisler ve hissedilen şeyler
3: hisler ve hissedilen şeyler
Saat sabah 6'ydı. Hem biraz evde daraldığımdan, hem de yürüyüş yapmak için evden çıkmıştım. Batan ay ve güneşin ışığı birleşerek etrafı laciverte boyamışlardı. Sokaklar bomboştu, bu bana biraz ürpertici gelse de umursamadım.
Parka giderek banklardan birine oturdum yavaşça. Otururken eşofmanımı yavaşça yukarı çektim ve yakamı açtım. Cebimden paketimi çıkarıp içinden bir dal sigara aldım ve yakıp dudaklarımın arasına koydum.
Bazı şeyleri kafama fazla takardım, yine o zamanlardan birindeydim. O kız neden hastanedeydi bilmiyordum, onun için endişeleniyordum. Ondan o kız diye bahsetmek istemesem de ismini bilmiyordum ama güneş diyebilirdim, gülümsemesi sadece bir iki kez olmuştu ama güneş gibiydi, etraftaki kasvetli havayı dağıtıyordu. En azından benim için.
Çok sigara içmezdim, sadece bir şeyler kafamı çok kurcaladığında elim giderdi pakete. Bugün de o günlerden biriydi anlaşılan, o kız kafamda kocaman bir yer edinmişti. Ben sessizce parktaki gölgeleri ve boşluğu izlerken yanımda bir hareketlilik oldu, başımı yavaşça çevirip sağıma baktım.
"Selam." Benden önce davranan adama sadece başımı sallayarak selam verdim, konuşmak istemiyordum ama iş başa düşmüştü bile.
"Bir problemin var gibi duruyor." Gülümsedim ve cebimden sigara paketimi çıkardım ve una uzattım. Tereddüt etmeden paketten bir sigara aldığında çakmağımı da ona verdim. "Aklıma takılan biri var. Onun için endişeleniyorum. Oysaki daha ismini bile bilmiyorum."
Oturduğu yerde gerinerek bacaklarını uzatmıştı. Bu yabancı nedense hoşuma gitmişti, normal bir insan bu saatte burada olmazdı. Anlaşılan ben de normal değildim. "Bazen tanımadığın insanlar yakınlarından daha çok yardımcı olurlar sana. İçini dökmek en iyisi." Öksürüp devam etmişti. "Sana yardım etmek isterim. Belki de bir daha karşılaşmayız, ve umarım yardım edebilirim." Gülümsedim.
"Bir kız var, ismini bilmiyorum. Hastanede kalıyor galiba, hasta olup olmadığını bilmiyorum." Daha fazla anlatmama gerek kalmadan elini dizime koymuştu. "Neden kafana taktın bilmiyorum ama onun için endişeleniyorsun. Onunla konuşmayı dene, belki sana içini açar."
"Geçen gün dolmuşta karşılaştık ve bana selam verdi, sonra da bir dilim kek ikram etti."
"Demek ki seni kendine yakın gördü. Belki tekrar karşılaşırsınız?"
"Umarım karşılaşırız." Kolumu sallayıp kol saatimin düzelmesini sağladım. "Şimdi gitsem iyi olur. Gün doğacak birazdan." Saat 7'ye geliyordu, Mark birazdan kapımda olurdu. Ayağa kalktığım sırada yanımdaki adam da ayağa kalkmıştı. "O zaman görüşmek üzere." Bana baş selamı verdiğinde ben de ona selam verdim. Oturduğumuz yerden kalkıp parkın çıkışına doğru ilerledim. Elimdeki sigarayı yere atıp ayağımla üzerine basıp söndürdüm. Yine yalnız kalmıştım, mükemmel. İçimdeki merak elbette sönmedi ama hafifledi, onu bulmak umduğumdan daha kolaydı belki de. Kısa ama rahatlatıcı bir konuşma gerçekleştirmiştik, onun kendini bana yakın görme düşüncesi biraz olsun rahatlatmıştı.
Ayağımla taşları iterek, ayağımı yere sürterek ve sallana sallana yürüyerek eve ilerlerken çalan telefonumla durdum ve ekrana baktım.
Mark arıyor...
Yeşil tuşa tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim?"
"Neredesin sen? Kahvaltıya geldim ama yoksun." Adımlarımı hızlandırıp ilerledim. "Bekle, geliyorum." Telefonu kapatıp hızlıca yürümeye başladım. Annem nöbetçiydi, bunu fırsat bilen Mark hemen gelmişti tabi, malımı iyi tanırdım. Kendisi erkenciydi, belirli bir planı vardı her zaman, onun dışına çıkmazdı. Her sabah aynı saatte kahvaltı yapması gibi.
"Sonunda gelebildin, neredeydin?" Apartmana girdiğim gibi merdivenleri çıkmaya başladım, kuzenim bir üst kattan bana laf atıyordu. Merdiveni çıkmayı bitirip yanına vardığımda cevap vermeyip anahtarımı çıkardım ve kapıyı açtım. "Geç." İçeri geçip hemen mutfağa ilerlemişti. "Sana güzel bir kahvaltı hazırlayacağım."
Yarım saat içinde kahvaltımızı ettikten sonra "Jeno," diye bana seslenmişti Mark. "Efendim?" Kahvemden kocaman bir yudum yüzüne baktım. "Sana sigara içtirecek kadar ne düşünüyorsun?" İç çekip başımı yere eğdim, beni nasıl bu kadar iyi tanıyabilirdi? "O kızı düşünüyorum." dediğimde yüzündeki şaşkınlık görmeye değerdi. "Ne, sen ciddi misin?"
Başımı sallayıp dışarıya döndüm. Bir süre ses vermeyince devam ettim. "Bir haftadır onu görmüyorum, başına bir şey mi geldi bilmiyorum ve onun için endişeleniyorum." Bir süre yere bakıp bana dönmüştü. Bir şeyler düşünüyordu. "Sen aşı-" Telefonum çaldığında susup bana dönmüştü.
Bilinmeyen bir numaranın aradığını gördüğümde cevaplayıp kulağıma götürdüm. "Efendim?"
"Lee Jeno?" Tanıdık gelen sesi duyduğumda gülümsedim. "Evet, benim?"
"Ben gitar kursu için aramıştım, etrafa sordum ve en iyisi olarak sizi söylediler. Tabi istemezsen-" İçten içe sevinirken hatta kudururken yutkundum. Bu asla ama asla planımda yoktu ama onu daha fazla görecektim, neden onun için bir zaman boşluğu yaratmayacaktım ki? Hem müziğe karşı bir ilgisi olması yollarımızın daha çabuk kesişmesini sağlardı, zaten bomboş geçiyordu günlerim. Kabul edecektim. Hızlıca sözünü kestim ve konuşmaya devam ettim. "Evet, doğru kişi." Birkaç öksürükten sonra tekrar konuşmuştu.
"Peki o zaman. Nereye, ne zaman gelmem gerek?"
"Şu an belli değil, ben sizi tekrar ararım." dedim. Resmi konuşmamız böylelikle son bulurken sırıttım, delirmiştim galiba. Planlı olmayan bir şey beni nasıl bu kadar mutlu edebilirdi? Benim yerimde Mark olsa sinir krizi geçirirdi herhalde, planının bozulmasından nefret ederdi. Onun için en güzel ve en tatlı yeri bulmalıydım, duvarlarını sarıya boyar ve desenler çizerdim.
Onaylayıp telefonu kapatmıştı. Ben ayağa kalkıp sevinçle zıplarken ve garip bir şekilde dans ederken Mark beni durdurmuştu. "Dostum, sakin olur musun, sinirimi bozuyorsun." Ona omuz silkip yerimde zıplamaya devam ettim. "Hadi bir yer bulalım ve orayı boyayalım Mark." Bağırıp zıplamaya ve şarkı söylemeye devam ettim. Bana göz devirip konuşmaya başlamıştı kenardan ekmek alarak.
"Benim bir arkadaşım var, caddeye bakan yoldaki boş dükkanın sahibi. İstersen sana orayı ayarlamaya çalışabilirim." Sırıttım ve ağzıma birkaç parça peynir itekledim. ''Sen süpersin.''
Mark masadan kalkıp arkadaşını ararken ve ben de hızlıca sofrayı toplarken bir kurs için gerekli olacak her şeyi telefonuma not etmeye başladım. Boyalar, koltuklar, masa, saat, çeşitli müzik aletleri ve bir adet yardımcı eleman. En azından diğerlerine haber verip onların da boş zamanlarını daha makul şeylerle değerlendirmelerini sağlayabilirdim. Arkadaşlarıma haber verme işini sonraya erteleyip odana girdim ve üzerimi değiştirdim.
Beyaz tişörtümün üstüne koyu renkte kot ceketimi ve siyah kot pantolonumu giydim, nedense aşırı heyecanlıydım. Siyah saçlarımı sadece tarayıp bulduğum tüm parfümleri sıktım ve odamdan çıktım. Mark oturma odasındaydı, iğrenmiş bir biçimde bana bakıyordu. ''Düğüne gitmiyoruz Jeno. Sadece ders vereceksin.''
Onu duymazsan geldim ve telefonumu da alıp evden çıktık. Yaşadığımız yer küçüktü, en azından benzin paramız cebimizde kalıyordu. On beş dakikalık yürüyüşün ardından Mark ile dükkanın önünde durmuştuk. "En azından berbat bir durumda değil." Birkaç dakika içinde arkadaşı gelip ona dükkanın anahtarını verdi, çocuğa teşekkür edip Mark'tan anahtarı kaptım ve içeri girdim. Genel olarak iyiydi. Mark dükkana dönmesi gerektiği için anahtarı ve bir miktar parayı elime tutuşturdu, yarın gelip yardım edeceğini söylemişti. Ben de bugünlük sadece malzeme alsam yeter diyerek dükkandan onunla beraber çıktım.
"O kim acaba?" Mark gitmeden önce yüzündeki geniş sırıtışla bana döndüğünde ben de arkamı döndüm. "Bir kedi seviyor." O kız dükkanın hemen önündeydi ve ben onu görememiştim, şaka mıydı? İstemsizce ben de sırıtırken Mark omzuma dokunmuştu. "Aşıksın dediğimde ciddiydim." Onu umursamayıp izlemeye devam ettim.
Eğilmişti ve bir kediyi seviyordu, kedi de ona benziyordu. Neler diyordum ben? Kedi onun burnunu yalıyordu. O kadar mutluydu ki onu izlerken ben bile mutlu olmuştum. "Gitmeyi düşünüyor musun?"
Korkmak yoktu. Sadece arkadaştık, değil mi?
Yavaş adımlarla karşıdan karşıya geçip yanına vardığımda kalbim ağzımda atıyordu, o lanet gıdıklanma ve okyanus dalgaları geri gelmişti. Hafifçe eğilip yüzüne baktım.
Gülümseyen yüzüne, nadiren de olsa gülümseyen yüzüne.
Beni fark ettiğinde ilk başta şaşırmış, sonra da gülümsemişti. Lütfen bir daha gülümse. "Merhaba." Ben de ona gülümsedim. "Merhaba."
"Yine karşılaştık." Başımı salladım. "Yine." Kediyle biraz daha oynayıp bana dönmüştü. "Hangi rüzgâr attı seni buraya?" Sorusu üzerine yavaşça yanına oturdum bağdaş kurarak. O da bana dönmüştü tamamen.
"Gitar kursu vereceğim yeri boyayıp güzel bir yere dönüştürmeye geldim."
Tek kaşını kaldırıp bana bakmıştı. "Lee Jeno?" Gülümseyip ona baktım. "Evet?" Bir bana bakıp bir de arkamdaki depoya bakmıştı. "Kursu sen mi vereceksin?" Başımı sallayıp yanındaki -aramızda sayılırdı- kedinin başını okşadım.
"Öğrencin olmaktan gurur duyacağım o hâlde.'' Sağ elini kedinin karnına götürmüştü. "Çok tatlı değil mi?"
Gülümsedim. "Evet." O birkaç dakika daha kedileri severken ben de onu izledim. En azından daha rahat bir şekilde muhabbet kurabiliyorduk.
Bu da bir adım sayılırdı.
※
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro