16: bir meleğin gözyaşları
Maya hiçbir şekilde aramalarıma ve mesajlarıma cevap vermiyordu, evine gitmek istesem de Mark bunun saçma olduğunu söyleyip duruyordu. Ne olmuştu bir fikrim yoktu.
"Sakin ol Jeno. Seninle alakalı değildir belki de. Niye hep karamsarsın sen?" Omuz silkip bu akşam bilmem kaçıncı kez üzerinde tur attığım halıya ayaklarımı sürttüm. "Ya ona bir şey olduysa?" Kuzenim avucunu yüzüne vururken iç çekmişti. "Saçmalama."
"Kesin başına bir şey geldi, yani neden durup dururken uzaklaşsın ki bir anda?"
"Jeno." Mark uzun bacaklarını yatağıma uzatmıştı, dizlerini kendine çekerken bana bakmıştı. "Biraz bekle, belki gerçekten meşguldür, belki telefonu kırılmıştır, belki-"
"Belki diyip durma bana. Sürekli onun yanında olmalıyım ama şu an oturmuş teori üretiyoruz. Saçmalığa bak." Kuzenim son raddeye gelmiş olacak ki ayağa kalkıp kitaplığıma ilerlemişti. "Okuyacak kitap önersene bana. İçimi şişirdin."
Ona bakmadan konuşurken iç çektim. "Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nu oku. Sabaha bitirirsin."
"Aynen, biter gibi gözüküyor." Mark kitabı alıp tekrar yatağıma kurulacakken onu durdurdum. "Hastaneye mi gitsem?"
"Ne?" Omuzuna vurup yine eski yerime geçerken konuştum. "Duydun işte. Hastaneye gideceğim. Hem peşinden gittiğimizde de hastanedeydi." Mark başını kaşırken bana bakmıştı. "Ya bir şey bulamazsan?" Reddettim, aynı anda camdan gözüken aya baktım. "En azından hastanede değilse içim rahat eder. Evde olma ihtimali artar." Başını sallayıp saatine bakmıştı.
"Git Jeno. Ama bir saat sonra gel. Saat tam altıda burada ol yoksa seni halama söylerim. Ben söylemesem de o fark eder." Ben ona göz devirirken kapının arkasından montumu aldım. "Peki, peki. Uzun sürmez."
Hangi hastane olduğunu hatırlamaya çalışırken iç çektim, onu bulmak istiyordum. Eğer başına en ufak bir şey geldiyse kendime verdiğim sözü tutamadığım için kendimi asla affetmezdim.
Hangi hastane olduğunu hatırlamamla Arin için ikinci kez sokakta koşmaya başladım. Üçüncü kez olur muydu bilmiyordum, nasılsa her şey 3'tü.
Boş sokaklardan geçtim, ay üzerimdeyken koşmaya devam ettim. Nefesim tıkandı, boğazım kurudu ama koştum. Karanlık ve sessiz sokaklardan sonra devasa ve parlak binayla ellerimi dizlerime koydum. Bu son şansımdı, yoksa evine gitmekten başka şansım yoktu.
Büyük binaya ilerlerken elimi mideme koydum, yanmaya başlamıştı midem. Ama umursamadım, daha önemli bir şey vardı benim için şu an.
Otomatik kapı açılırken danışmaya ilerledim. "Merhaba." Kadın bana selam verdiğinde yutkundum. "Maya-"
"Şu mavi saçlı kız mı?" Kadın heyecanla sorduğunda başımı salladım. "Evet, o." Bana bakıp kaşlarını çatmıştı. İç çektim, yalan söylemekten başka şansım yoktu anlaşılan.
"Erkek arkadaşıyım. Nerede, geldi mi?" Karşısındaki bilgisayardan birkaç şeye bakıp başını sallamıştı. "Evet, 3 saat önce geldi. Annesinin yanında şu an." Kaşlarımı çattım, annesi?
"Kaçıncı kat peki?" Kadın bana bakıp merdivenleri göstermişti. "Şuradan, eksi ikinci kat." Kaşlarım çatılırken tekrardan, yutkundum. "Ah, teşekkürler."
Gösterdiği yerden aşağı inerken elimi kalbime koydum. Garip bir his vardı içimde. Korkuluklardan tutunarak aşağı inerken içimi garip bir soğuk kaplamıştı. Umursamadım, alt kata inerken Maya'nın neden burada olduğunu düşünüyordum.
Son basamağı da bitirdiğim anda durdum. Burası... Morg'a gelmiştim. Hayır, dedim içimden. Saçmalama. İçimi saran soğuk korkuyla adımlarımı atarken ellerim titriyordu. Burası buz gibiydi, üzerimdeki monta rağmen içim buz gibi olmuştu.
Adımlarımı ilerlettim, Maya'nın bulmak için soğuk beyaz mermerlerin her tarafına bakıyordum. Sol köşeye geldiğimde döndüm ve onu gördüm.
Maya'nın yerde oturuyordu, üzerinde sadece ince bir tişört vardı. Başını dizlerine yaslamıştı, sadece buradan gördüğüm kadarıyla zaten renksiz olan teni rengini kaybetmişti.
Titreyen ellerimle yanına ilerlerken yutkundum. Hayır Jeno, kendine gel. Şimdi olmaz, ona destek olmalısın. Yanına yaklaştım, aramızda bir adım mesafe vardı. Başını yavaşça kaldırdığında titreyen ellerime dolu gözlerim de eklenmişti.
Tamamen mahvolmuştu, soğuktan rengi giden teninin üzerine dudakları morarmış ve göz altları şişmişti. Bana baktığı anda hıçkırırken yumruklarımı sıktım. "Git buradan." Zorlukla duyabildiğim kelimelerine kaşlarımı çattım. "Git."
"Gitmeyeceğim." Ayağa kalkıp bana bakmıştı. "Git." Dolan gözlerimden bir yaş akarken sordum, "Neden?" Başını yere eğip derin bir nefes almış, ardından o naif, zayıf elleriyle bağırarak göğsümden ittirmişti beni. "Git işte, ben kötü biriyim, seni de kirletmek istemiyorum."
Geriye doğru sendelediğimde gözlerimden birkaç yaş daha aktı. Kalbimi tutarken tekrar ona yaklaştım. "Sen kötü biri değilsin." Durmuyordu, gözyaşları sürekli akıyordu. "Ben kötü biriyim, annemin yanında olamadım!" Bağırmaya devam ediyordu, gözyaşlarım ardı ardına akarken kolundan tuttum, kendime çekecekken kendini geri çekmişti.
"Kötü birine dokunma Jeno." Reddederken yutkundum. "Hayır Maya. Sen kötü biri değilsin. Sen anneni kurtaramazdın çünkü ne sihirli bir değneğin var ne de özel güçlerin. Sen normal bir insandın ve normal insanlar ağlar, üzülür ama ölümler için asla kendini suçlamaz."
Tekrar hıçkırmaya başladığında yutkundum, onu böyle gördükçe ölüyordum. Yine mermerin dibine çökmüştü, elimi uzattım. "Buz gibi olmuşsun. Kalk hadi." Beni duymamıştı, hıçkırıklarını tutmak için uğraşmıyordu ama bu şekilde kendini de yıpratıyordu.
Cidden paramparça olmuştum, o bu soğuk yerde kendini hırpalarken buz gibi olmuştu ama kendini asla düşünmüyordu. Elim havada kaldığında iç çekerek yere çöktüm, elimle gözyaşımı sildim. "Hasta olacaksın." Bana aldırmadan ağlamaya devam etmişti. "Git dedim sana." Gülümsedim, sol elimi saçlarına çıkardım. "Eğer saçlarını böyle yapmasaydın giderdim, ama sırf bunlar için kalacağım."
Gülüp başını kaldırmıştı. "Komik değilsin." Tekrar güldüm, omuz silkip ben de yanına oturdum. "Sen hasta olursan ben de hasta olurum o zaman."
"Jeno..." Titreyen sesi kulaklarıma ulaştığında yutkundum, başımı arkaya yasladım. "Ben kötü biriyim, neden hala yanımdasın?"
"Çünkü," dedim iç çekerek. "Çünkü kendime bir söz verdim." O da burnunu çekerken başını tekrar dizlerine yaslamıştı. "Annem benden nefret ediyor olmalı."
"Hayır," dedim dolu gözlerimin eşlik ettiği titreyen sesimle. "Asla senden nefret etmiyor. Çünkü ne olursa olsun sen onun çocuğusun. Anneler çocuklarından nefret etmez." İç çekip o da benim gibi başını arkaya yaslamıştı. "Üşüdün." dedim montumu çıkarırken. "Kaç saattir buradasın sen?"
"Bilmiyorum," demişti burnunu çekerek. Ayağı kalktım ve karşısına geçtim, uzanıp sırtından montu geçirdim. "Hasta olma."
"Bu sefer sen hasta olacaksın." Omuz silktim ve tekrar eski yerime oturdum. "Sen daha önemlisin."
"Bana böyle deme," demişti yutkunarak. "Ne için geldim ben bu dünyaya? Ne amacım var? Neden bunları yaşıyorum?" İç çektim, yavaşça ona yaklaşırken sol kolumu sırtından geçirdim ve sol elimle omuzunu kavradım. Başını göğsüme yaslarken derin bir nefes aldım.
"Tanrı insanları amaçsız yaratmadı. Seni yarattı ki, bu dünyada bir şeyleri gör, ne kadar güçlü olduğunu fark et. Bunları yaşıyorsun çünkü Tanrı senin kendi gücünü fark etmeni istedi. Ve bildiğim kadarıyla, bu dünyada çok acı çekenler öbür dünyada mutlu olurmuş." Başını kaldırıp bana bakmıştı. "Peki sen?"
Gülümsedim. "Galiba Tanrı aşkı tatmamı istedi." Hızla başımı salladım, soru sormamalıydı. "Eve gitmelisin." İç çekip başını tekrar göğsüme yaslamıştı. "Gözlerimi kapat." dedi yutkunarak.
"Cennetin ağladığını duyabiliyor musun?" dedim sol elimle omuzunu okşarken. O ağladıkça ben de ağlıyordum, bu döngü hiçbir zaman bitmiyordu. "Bir meleğin gözyaşları." dedim çenemi başına yaslayarak. Bana bakmadan başını sallamıştı.
"Senin gibi bir melek ağladığı için cennet de ağlıyor." Hıçkırdığında sol elimi omuzundan çektim, başına getirdiğim elimle saçlarını okşadım. "Bazen ağlamak iyi gelir biliyor musun," diyip devam ettim. "Eğer ağlarsan mutlu olduğunda o anın kıymetini anlarsın."
"Jeno," demişti fısıltıyla. Kulaklarıma ulaşan sesiyle gözlerimi kapattım. "Gün doğumunu izleyebilir miyiz?" Gülümsedim, aynı anda gözlerimi açtım. "Ama bunun için ilk önce bu soğuk yerden çıkmalıyız."
"Ama onu nasıl bırakacağım?" Sorusu üzerine gözlerimi yumdum, kesinlikle tüm bunlara katlanması bir mucizeydi. "Geri geliriz, ama buradan çıkmazsak fena hasta olacağız. Özellikle de sen."
İç çekip ayağa kalkmıştı, soğuk tekrar içime işlerken sol kolumu yine ona sardım ve merdivenleri çıkmaya başladık. Resmen titriyordu, iyi ki dışarısı çok soğuk değildi. "Buraya oturalım." Beni yönlendirmesine izin vererek çimlere oturdum. Hırkam hala sırtındaydı, üşümemem için hırkayı bana da sarmaya çalışması beni gülümsetirken bağdaş kurduk.
"En fazla yarım saat sonra güneş doğar." Gökyüzüne bakarken başını sallamıştı. "Evet." O gökyüzüne bakarken ben de onun yüzüne bakıyordum. Gerçekten çok yorulmuş olmalıydı, onu her gördüğümde kalbimde bir şeyler oynuyordu.
"Sen de sarıl buna." Hırkayı bana verirken kaşlarımı çattım. "Sen?"
"Üşümem ben." Göz devirerek Maya'nın yanına biraz daha yaklaştım ve montun sol tarafını onun omuzuna atarken sağ tarafını da kendi omuzuma attım. "Böyle daha iyi." Gülümseyip bana bakmıştı. "Beni nasıl buluyorsun her seferinde?" Gülümsedim ve sol elimi dizime koydum, ben de başımı ona çevirdim. "Benden kaçıyor muydun ki?"
Reddederken önüne dönmüştü. "Nasıl bu hale geldiğimizi bilmiyorum." Kaşlarımı çatıp diyeceklerini bekledim. "Benimle tanışmadan önce nasıl biriydin bilmiyorum, ama benimle tanıştıktan sonra sürekli yanımdasın, kendi karanlığıma seni de çekiyorum. Pişman olmalısın benim gibi biriyle tanıştığın için."
Çatılı kaşlarım eski haline dönerken iç çektim. "Hayır, pişman değilim. Dünyaya ikinci kez gelsem yine seninle tanışmak isterdim." Gülümseyip başını omuzuma yaslamıştı. "Ama ya bir gün gidersen diğerleri gibi?"
Kaşlarım tekrar çatılırken onu reddettim. "Hayır, ben asla gitmeyeceğim." Gülümsediğini anlamıştım, ben de onunla beraber gülümserken birkaç dakika konuşmadan durmuştuk. Fark ettiğim turunculuk ile bakışlarımı karşıya sabitledim. Gün doğuyordu, belki bu yeni günle beraber biz de yeniden doğardık, günahlarımızdan arınırdık ve tertemiz olurduk.
"Bak, gün doğuyor." Maya ses vermediğinde başımı eğip yüzüne baktım. "Maya--" Uyuyakalmıştı, güldükten sonra iç çektim ve tekrar karşıya baktım. Güneş ışığı yüzüne vuruyordu, yüzündeki tüm yorgunluk izleri belli olurken ben ise onun dediği gibi, nasıl bu hale geldiğimizi sorguluyordum.
Gülümsedim, gün yavaş yavaş doğuyordu ve Arin omuzumda uyuyakalmıştı. Hayallerimden biri daha gerçekleşmişti.
Utanarak da olsa sağ elimi uzattım, dizime düşen elini tuttum. Eli gerçekten de elimin içerisinde kayboluyordu. Gülümsedim. "Seni seviyorum güçlü kız."
Cennetin ağlayışını duyuyor musun?
Bir meleğin gözyaşları, öyleyse dayan
Güçlü ol, her gün umut büyüyecek, ben buradayım, korkma.
※
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro