Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15: nankörlük zayıf insanların işidir

Saçlarıma pek özen göstermediğim için kendimi biraz pişman hissediyordum çünkü Maya'nın güzelliğinin yanında zaten hep sönüktüm, resmen kendi kuyumu kazmıştım. Bu kadar güzel olacağını düşünmemiştim, ya da sadece güzeldi.

"Nasıl olmuş?" Kurs vereceğimiz minik dükkana girdiğimde Mark perdeleri açıyordu. "Evet, gerçekten güzel." Gülümseyerek omzuma vurmuştu. "Seninki kaçta gelecek?"

"Gelir birazdan." Başını sallayıp gitarların yanına çökmüştü. Aldığımız eşyalar geçen hafta gelmişti ama ben o sıralar annemle kavga etmekle meşgul olduğum için Mark halletmişti. "Uzun zamandır böyle bir şey yapmıyordum." Ben de başımı salladım. "Evet, değişiklik oldu ikimiz için de."

"Jeno." Mark'a baktığımda kapıyı işaret ediyordu. Anlaşılan Maya gelmişti, bana bakıp sırıtırken göz devirdim. "Dur-" Sözünü bir anda kesip ayaklanırken meraklanıp kapıya döndüm. Ne?

Arin saçlarını kestirmişti birazcık(?) yani uçlarından kısaltmıştı da denebilirdi ve... Saçları mavi renkti. Aralarındaki pırıltılar pek belli olmuyordu. Şaşkınlıktan bir şey diyemezken yutkundum. Ben o pırıltıları çok seviyordum ama şu an onları görebilmem için bayağı bir uğraşmam gerekiyordu. "Günaydın."

Maya yanıma gelirken nefesimi tuttum. Hayır, o lanet derecede güzeldi ve yeni saçları ona çok farklı bir hava katmıştı. Daha da aşık olmuştum ona, her seferinde bunu nasıl başarıyordu?

"Merhaba." Benim yerime Mark selam verdiğinde üzerimden şoku atmaya çalışıyordum. Kuzenim yanıma gelip elini omuzuma koyduğunda yutkundum. Şu an cidden zaman durmuş gibiydi, görebildiğim tek şey bir adım ötemdeki renkli saçlarıydı.

"Beğenmedin mi?" Maya bana bakarken hızla başımı salladım. "Hayır, çok güzel olmuş." Diyebildiğim tek şey buydu, o da gülümsemişti. "Beğenmene sevindim." Mark bize el sallayıp giderken bana göz kırpıp kapıdan çıkmıştı.

"Ee, şey, hadi oturalım." Arin ayakta olduğumuzu bana belirtirken yutkundum. "Ah, evet." İkimiz de otururken ellerimi birbirine sürttüm. "Saçların..." Gülümseyip çantasını sol tarafına koymuştu. "Saçım hep siyahtı, ben de değişiklik yapayım dedim."

Saçım hep siyahtı, ruhum gibi.

Belki de iyi gelmeye başlıyordum ona, kim bilir? Ama şu an böyle devam edersem her şeyi batıracaktım.

"Gitarın bölümlerini biliyor musun?" diye konuya girdim daha fazla beklemeden. Beklersem saatlerce onu izlerdim. Hızla başını sallayıp konuştu. "Birkaç video izlemiştim." Gülümsedim, sol köşede duran gitarı kucağıma aldım. "Gitarın altı teli vardır, ama diğer tellerle kombine ettiğinde farklı ritimler çıkar ortaya."

"Hayatımız gibi." Kısık sesle söylediği şeyle başımı çevirdim. "Hayatımız gibi. Altı şansın vardır ama onları öyle kullanırsın ki altmış şans olarak geri döner onlar sana." Başımı salladım. "Aynen öyle." İç çektim, o karşımdayken nasıl odaklanacağımı düşünüyordum kara kara.

"Baş parmağın her zaman altıncı telin üstünde olmalı. İşaret ve orta parmağınla diğer telleri çalmalısın." Tekrar başını salladığında kucağımdaki gitarı uzattım. "Denemek ister misin?" Tereddütlü bakışları önce uzattığım gitara, ardından da kendi ellerine gitmişti. "Yapabilir miyim emin değilim."

Gülümsedim. "Ben yanındayım, yapamazsan yardım edeceğim." Tam da gözlerimin içine baktığı anda kalbim alevlenirken gözlerimi kaçırdım, o da öksürüp kucağındaki gitara odaklanmıştı. "Böyle mi?" Tam da gösterdiğim gibi yaparken başımı salladım. "Evet ama işaret parmağını en alta kadar uzatabilmelisin."

Parmaklarını uzattığında ne kadar ince olduğunu fark ettim ellerinin. Eğer el ele tutuşursak iki eliyle elimi anca kavrardı ve eli elimin içerisinde kaybolurdu.

Anlık olarak hayal ettiğim şeyle ben gülümserken bana bakmıştı. "Ne oldu?"

Ne diyecektim?

"Ah, ben de ilk zamanlar parmaklarımı aşağı kadar getiremiyordum. O geldi aklıma." Kısa bir gülüşmeden sonra iç çekmişti. "Oldu galiba."

Onayladım, ardından devam ettim. "Şimdi parmaklarını hareket ettirmen lazım. Gittikçe hızlanmalısın. Parmaklarının alışması lazım." Başını salladığında parmaklarını hareket ettirmeye başlamıştı. "Evet, devam et." Dediklerimi yaparken onu durdurdum. "Evet, bu kadar yeter. Şimdi notalardan bahsetmek isterim ama zamanla yani çaldıkça aklında yer edinir. Anlatsam pek bir şey anlamazsın-"

"Müzik nedir?" Aniden sorduğu şeyle kaşlarımı çattım. "Ne?" Omuz silkip tekrar gitara bakmıştı. "Gitar çalmaya nasıl başladın, ve müzik nedir?" Derin bir nefes aldım, sohbet etme vaktimiz gelmişti anlaşılan.

"Müzik, insanların kalplerini ve ruhlarını birleştiren bir köprüdür." Sağ kolunu dizine koymuş, yüzünü de avucuna yaslamıştı beni dinlerken. "Müziğin genel olarak bir tanımını yapamam. Seversin, dinlersin ve hissedersin." Arkama yaslandım, kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Gitar çalmaya başlamam... Küçükken hep ilgi duyardım, sonra çalmayı öğrendim. Zaten eğer çalmasaydım seninle tanışmamış olurdum belki de." Gülümseyerek bana bakmıştı. "Evet, o gün çok güzel çalıyordun." Bu sefer ben gülümsediğimde devam etmişti. "Babana ne oldu?"

Yine iç çektim, ne demeliydim bilmiyordum. "O günden sonra daha da gelmedi. Anneme sormadım, o gün annemle de pek yakın değildik zaten."

"Nasıl yakın değildiniz?" Al işte, ne diyecektim? Senden vazgeçmemi istediği için ona karşı çıktım diyemezdim ki. "Şey, kararlarıma saygı duymak zorunda bence ve bunu yapmadı." Arkasına yaslanırken duvarlara göz atmıştı. Birkaç saniye bir şey demeden durmuştuk öylece. Sonunda müzik açmaya karar verdiğimde Maya yere sabitlediği odağını bana çevirmişti. Ben bilgisayarın yanına giderken aklımdan şarkıyı seçtim.

"Bunu çok severim." Yine eski yerime oturduğumda o da şarkıya odaklanmıştı. "Sence sonsuzluk var mıdır? Birini gerçekten sonsuza kadar sevebilir misin?"

Gözlerim acımaya başlamıştı yine, iç çektim. "Sonsuzluk olmasa bile sonsuza kadar seveceğim."

"Kimi?" Kapattığım gözlerimi açmak istemiyordum, şu an içimdeki her şeyi ona anlatmak ve sonsuza kadar seveceğim kişinin o olduğunu haykırmak istiyordum. "Bilmem. Aşık olduğumda o kızı sonsuza kadar seveceğim." Gülümsemişti, buruk bir gülümseme sunmuştu bana. "Ben de sonsuza kadar sevmek istiyorum."

İster beni sev, ister başkasını. Sadece sev, bu duyguyu tat ve mutlu ol.

"Belki de, etrafına dikkatli bakarsan birilerini bulabilirsin."

Gülümseyip arkasına yaslanmıştı. "Üzgünüm ama sen ve Mark'tan başka bir erkekle pek muhatap olmadım son zamanlarda." Bu sefer ben de gülümsedim, kalbimdeki acıyı unutmak istercesine gülümsedim ama inatla su yüzüne çıkıyordu bu acı.

Karşındaydı işte sana değer veren kişi, seni kendinden çok seven, senin için ölümü göze alabilecek kişi karşındaydı.

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu.

Gerçekten aynısını mı yaşıyorduk, saf aşkıma karşı yüzeysel olarak mı ilişki yaşıyorduk? İkimiz de arkadaştık, ama benim gibi arkadaşlar böyle hissetmemeliydi. İçime dolan sıkıntı son raddeye gelmişti, bağırıp çağırmak istiyordum.

"Bazen okyanusta gibi hissediyorum." Konuşmasıyla düşüncelerimi susturarak yüzüne baktım. "Ayaklarımı uzatsam kuma ulaşamıyorum, ellerimi uzatsam yine kimse yok. Çırpınıyorum ama olmuyor, sadece akıntı beni daha da derine sürüklüyor."

"Peki kayalıklarda ben olsaydım? Ben seni orada bekleseydim, yanıma ulaştığında seni o okyanustan çekip çıkarsaydım?" Kalbim aşırı derecede hızlanmıştı. Ağzından çıkacak sözcüklere umut bağlamıştım.

Dolu gözlerini gözlerime diktiğinde yutkundum. "Eğer beni oradan çekip çıkarsaydın, emin ol seninle gün doğumunu izlerdim."

Acı.

3 harf, 2 hece, 1 kelime.

3, 2, 1.

3 adımda birine aşık olabilirdiniz ama asla 3 adımda onu unutamaz, beyninizdeki sesi asla 3 günde, 3 ayda terk edemezdi sizi.

3 kez hayal kurardınız onun hakkında, ama hayaliniz sadece 1 kez gerçekleşirdi.

3 kez sarılırdınız, ama sadece 1 kez onun kalbi hızlanırdı.

3.

Her şey sadece 3'tü. Her şey acı üzerine kuruluydu. Mutluluklarımız da, pişmanlıklarımız da, hepsi acı sayesindeydi. Eğer acı çekmeseydik mutluluğun kıymetini bilemezdik, kalbimizdeki kişiyi ve onun beynimizde dönüp dolaşan sesini asla umursamazdık. Çünkü insanoğlu nankördü.

Elindeki hiçbir şeyle yetinmezdi, sürekli en iyisini isterdi. Ama Tanrı bizim için iyiyi daha iyi bilirdi. Tanrı, onsuz yaşayamam dediğin kişiyi alır senden, seni gece gözyaşlarınla yatağa mahkum eder ve seni onsuz da yaşatır. Onunla doğmadın, onsuz da yaşayabilirsin, der.

Bu kadar nankörlüğün karşısında seni tek başına bırakır, yalnız geldiğin gibi yalnız ölürsün. Kimse ağlamaz arkandan, kimse yas tutmaz. Sonsuza kadar ölüsün artık, sonsuza kadar yalnızsın.

İmkansız olan bir şey yoktur, çünkü sen nankörsün ve istediğini yapabilirsin. Nankör olduğun için elindekiyle yetinmezsin. Her zaman daha fazlası. Ama elindekiler dolabına sığmadığı zaman ne yapacaksın?

Nankörlük, zayıf insanların işidir, kudretli insanlar içinde asla nankör olana rastlamadım, der Goethe. Fakat biz kudretli değildik, aciz yaratıklardık ve her zaman nankördük. Bize verilen şu vaktin bile daha fazlasını ister olduk.

Ve ben, en büyük nankörlüğümü Maya'nın sevgisini isteyerek yapmıştım.


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro