Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

14: güzel anılardan birkaçı

"Gerçekten mi?" Hyuck meraklı sesiyle sorarken elimdeki simidi dişleyip başımı salladım. "Evet, sonra da gitti zaten." Arkadaşım elindeki meyve suyunu hüpleterek bitirirken iç çektim. "Maya," dedim karşımızdaki duvara bakarak. "Ona nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum."

Donghyuck yeni boyattığı kahve saçlarını başını sağa sola sallayarak dağıtırken elini uzatıp simidimin altından koparmıştı. "Eğer senin yanında mutluysa zaten sana yakın davranır ve mutlu olduğunu hissedersin sen de."

"Evet, benim yanımdayken mutlu olduğunu hissediyorum ama yakınımda olsa bile o kadar da uzakmışız gibi hissediyorum." İç çekerek geriye yaslanmıştı. "İşin zor Jeno. Kız Pandora'nın Kutusu gibi." Başımı salladım, aynı anda devam etmişti. "Sizin kurs ne oldu?"

"Eğer Mark kendini toplayıp da gelirse yarın başlayacağız. Sabah ben öğleden sonra o." 

"Maya senden mi kurs alacaktı?"

Bu sefer ben gülümsemeye başlarken başını salladım. "Evet." Bu sefer omuzuma vurduğunda sağ tarafa doğru giderken gülmüştü. "Yine şanslısın."

İkimiz de kaldırım kenarındaki sözde kahvaltımızı bitirip ayağa kalktık ve dükkana girdik. Hyuck bıraksanız pijamayla gelirdi bugün, ona adam akıllı bir şeyler giydirmeyi başarmıştım. Buz mavisi bir kot pantolon ile siyah bir deri ceket giymişti, havalar ısınmaya başladığından tişört giymişti. Ben de farksız değildim ondan, sadece siyah giyinmeyi tercih etmiştim.

Ben gitarların olduğu yere geçerken Donghyuck da koltuklardan birine oturmuştu. "Chenle arıyor." dedi telefonunu çıkarırken. Birkaç saniyelik konuşmadan sonra bana dönmüştü. "Öğlen pizzaya gidelim mi diyor." Başımı salladım. "Müsaitlerse gidelim." dedim onu izlerken.

"Diğerlerine sormuş zaten." Sol kolumu önümde sallayarak saatimin düzelmesini sağlarken konuştum. "Bir saatimiz falan var. Keşke simit yemeseydik." Omuz silkip bacak bacak üstüne atmıştı. "En azından midem boş değil."

Göz devirirken kucağıma aldığım gitarın tellerine dokundum.

Sometimes I ignore you,
So I feel in control
Cause really, I adore you
And I can't leave you alone

Fed up with the fantasies
that cover what is wrong
Come on, baby, let's just get
drunk, forget we don't get on

"Sesin güzelmiş." Donghyuck'un boş muhabbetine tekrardan göz devirirken devam etmişti. "Bu sözler bana Maya'yı hatırlattı. Sizi." Yutkunup Maya'nın gözlerimin önündeki siluetinin gitmesi için başımı sağa sola salladım. Biz.

You're like my dad, you'd get on well
I send my best, regards from hell
It almost feels like a joke
to play out a part

When you are not the starring role in someone else's heart
You know I'd rather walk
alone, than play a supporting role
If I can't get the starring role

"Gelmiyor musunuz?" Kapıdan başını uzatan Jaemin'e baktım, ardından gitarı yerine koydum. Bir saatimiz var demiştik ama çoktan acıkmış olmalılardı.  "Geliyoruz." Dükkanın kapısını çekip kilitledim ve pizzacıya doğru yürümeye başladık. Yollar kalabalıktı, 4 kişi birden yolu kapladığımızı fark ettiğimizde ikiye ayrıldık ve arka arkaya yürümeye başladık.

Sol tarafımdaki Donghyuck bana bakarken kaşlarımı çattım. "Ne?" Arkadaşım gözleriyle önünden geçiyor olduğumuz eczaneyi işaret ederken soluma baktım. Maya bir şeyler bakıyordu.

İç çektim, ciğerlerime inen acıyla gözlerimi kırpışırdım. Büyük ihtimalle ilaç alıyordu ama ne alıyor olabilirdi ki? Eli acıdığı için ağrı kesici ya da krem alıyordu belki de. Ona yardım etmek istiyordum.

Hyuck'un hemen arkasında olan Chenle bana seslenmişti. "Abi." Başımı sola çevirdiğimde bana bakan arkadaşımla karşılaştım. "Yanına git." Kaşlarım havalanırken devam etmişti. "Yanına git. Mutlu et onu." Chenle nereden biliyordu?

"Biz seni idare ederiz."

"Yarım saatten bir şey olmaz." Art arda konuşan Jaemin ve Chenle'ya gülümsedim. "Hadi Jeno, defol." Hyuck beni iterken diğerleri kendi arasında konuşmaya dalmıştı, beni fark etmemişlerdi. Geçtiğimiz eczaneye doğru ilerlerken derin bir nefes aldım.

Geniş beyaz kapıyı ittirirken bakışları kapıya dönen Maya'yla kalbim teklese de tam tersine o, gülümsemişti.

Ben de yarım ağız sırıtarak yanına ilerlerken kalbimin sesini duymaması için dua ediyordum içten içe. Tam yanında durduğumda merhaba demek için bedenimi ona çevirdiğim anda elindeki ilaçları masaya bırakıp boynuma sarılmıştı.

Elleri boynumdayken parmak uçlarına çıkmıştı, titreyen ellerim beline giderken çenesini omuzuma koymuştu. Boyu pek yetişmemişti ama, olduğu kadar işte.

"Sana sarılacağım demiştim. İlk işim olacak demiştim." Gülümsedim, dolan gözlerimin akmaması için başımı yukarı kaldırdım. "Evet, sözünü tuttun." Sağ tarafımdaki dalgalanmayla kaşlarımı çattım. Kalbi hızlanmıştı. 

Şu anda olduğundan daha çok sarılmak istesem de, tüm bedenini bedenim arasına hapsetmek istesem de yapamadım, bir süre daha öyle kaldıktan sonra ilk geri çekilen o olmuştu. "Ağlamadın değil mi?" Dolu gözlerimle başımı gülümseyerek sağa sola sallarken gözümden bir yaş düşmüştü. "Jeno..." Bana titreyen gözlerle bakarken işaret ve orta parmağını birleştirip gözümden akan yaşı silmişti.

"Ağlama." Yutkundum. Şu an tam karşımda olmasına rağmen istediğim gibi sarılamamam, onun hiçbir şey bilmeden bunları yapması kalbimi kırıyordu. Canımı acıtıyordu ve yine canımın acıdığından bile haberi yoktu.

"Ağlamayacağım." Son iki gün içinde bunu belki de on kez demiştim ama elimde değildi, resmen yalan söylüyordum. "Neden buradasın?" Sorum üzerine bedenini uzaklaştırırken sol eliyle saçını düzeltmişti. "İlaç almaya geldim."

Sorgulamama kararı aldım, sonuçta neden burada olduğunu biliyordum ve üstelersem anlatmak zorundaymış gibi hissedecekti, bunu yapamazdım.

"Sen niye geldin?" İç çektim, artık bir şeyleri saklamaktan gerçekten yorulmuştum. "Seni gördüm ve geldim." Cevabım kısa ve netti. İçinden iki anlam çıkarılabilirdi;

1, Arkadaşın olarak geleyim dedim.

2, Sana aşığım ve seni görmek için yanıp tutuştuğumdan arkadaşlarımı bırakıp geldim.

Ve yine ilk anlam çıkmıştı anlaşılan, her zamanki gibi bir şey demeyip gülümsemişti. "İşin var mı?" Al işte, yine bir şey diyecekti ve ben bizimkileri ekecektim. Şahsen umrumda bile değildi, onlarla her zaman görüşüyordum. Hem onlar beni yollamışlardı? "Yani, yarım saat sonra bizimkilerle buluşacağım."

Masadaki ilaçları poşetine koyup ücretini öderken başını sallamıştı. "Belki bir kahve içeriz diye demiştim. Acelen varsa başka zamana erteleyebiliriz." Gülümsedim, kalbimin acıdığını bilmeden benimle konuşuyordu. "Şimdi de olabilir, eğer oturup uzun konuşmazsak."

"Yani bugün boşum, o yüzden sordum." O önde, ben arkada eczaneden çıkarken iç çektim. "Şu ilerideki kafeye mi gidelim?" Parmağımla gösterdiğim yere bakmış, ardından başını sallamıştı. "Olur."

İlk defa bir şeyi ilk olarak o teklif etmişti, bu duruma şaşırsam da yeni şeylere alışmam gerektiğini tembihledim kendime. Yan yana yürürken kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı. Sarılmıştık, yapacağım şeyler listemden bir şey daha eksilmişti.

Aşk(?) temalı olan kafeye girdiğimizde gözüme çarpan ilk şey kafenin sol köşesinde yer alan fotoğraf kabini gibi bir şeydi. Gerçekten böyle bir şey olmasını beklemiyordum, yani sevgili olursak o zaman gelmemiz gereken bir yerdi.

Maya da şoka girmiş bir şekilde etrafa bakarken öksürdüm. "Bence başka bir yer-"

"Hadi oturalım." Bu sefer şoka giren taraf ben olmuştum, o önden ben arkadan oturmak için masa ararken masa bulmamızla oturmuştuk. Gerçekten tam bir çift masasıydı. Üzerinde güller, mumlar ve birkaç şey daha vardı. "Ne istersin?" Sorum üzerine omuz silkmişti. "Bir dilim yaş pasta alacağım, sen?"

"Ben de aynısından." Gülümsedi, siparişleri verdikten sonra arkasına yaslanarak kafeyi süzmüştü. "Yeni açıldı galiba. Güzelmiş." Başımı salladım. "Evet, güzel gözüküyor." Kolumu önümde tutup saatime bakarken konuştum. "23 dakikam var." Bana bakarken iç çekmişti. "Yetişirsin. Hem, hep onların yanında değil misin? 5 dakika daha kalsan bir şey olmaz."

Kıskanmış mıydı yoksa boş vaktini mi doldurmak istiyordu anlamamıştım, bu sefer ben de arkama yaslandım. "Tamam. O zaman 28 dakika." Gülümseyip masaya gelen yaş pastasına yönelmişti. "Pasta güzel miydi?"

"Hangisi- Yaptığımız pasta mı?" Çatalındaki pastayı ağzına atarken onu izledim. Yanaklarını şişirmişti, karşımda bu şekildeyken resmen krize girmiştim. Başını salladığında rezil olmamak için ben de pastamdan bir çatal aldım. "Evet. Özellikle Chenle çok beğendi." Gülümseyip başını sallamıştı tekrar. "Sevindim."

Ağzındaki lokmayı yutup telefonunu çıkarmış ve saate bakmıştı anladığım kadarıyla. Garsondan su istediğinde ne yapacağını merak ettim, elleri yan taraftaki poşete ilerlerken gözlerimi dışarıya sabitledim. Görmemeliydim.

"Olmuyor bu." Başımı yüzüne çevirdim, kutusundan çıkardığı hapı jelatininden çıkarmaya çalışıyordu. "Bir de ben yapayım." Elindeki ilacı bana uzattığında sertçe üzerine bastırdığımda ilaç elimin altında elini açmış bekleyen Maya'nın avucuna düşmüştü. Haklıydı, onun gücü yetmezdi ki buna. Güçsüz değildi, hatta ilk tanıştığımıza kıyasla çok sağlıklıydı ama elinde hâlâ yara bandı vardı, acıyor olmalıydı. İç çektim, elimdeki jelatini de ona verirken ilacı ağzına atmıştı.

Ben sızlayan kalbimle karşımdaki görüntüyü izlerken pastasının kalanını da bitirmiş, ardından yerinde doğrulmuştu. "Eğer bir gün erkek arkadaşım olursa onunla buraya geleceğim." Gülümsedim, ama o bu gülümsemenin kırık kalbimden gelen bir gülümseme olduğunu bilmiyordu. "Evet, onunla bir gün gelmelisiniz."

Dizlerini sallayarak devam etmişti. "Kurs ne zaman?" Ah, söylemeyi unutmuştum. "Senin dersin yarın sabah saat onda." Başka dersleri sorsalar Mark'ın attığı listeye bakmadan cevap veremezdim, ezberlemiştim heyecandan.

Başını sallayıp ellerini çenesinin altında birleştirmişti. "Fotoğraf çekinelim mi?" Aniden gelen teklife karşı yutkundum. "Ne?" Kaba tavrıma karşı suratını asmıştı. "Yani şey, istemezsen sorun-"

"Ya tabii, hadi fotoğraf çekinelim." Aptalca gülümsememle beraber ayağa kalkarken olayı daha yeni kavramıştım. "Hadi." Ben önden o arkadan giderken fotoğraf kabinin boş olduğunu görmemizle ben içeri girecektim ki Maya beni durdurmuştu. "Bunlardan takalım."

Bana uzattığı, prens şapkası olarak nitelendirebileceğim şeyi alırken o da prenses tacı takmıştı. Onun bu tatlı görüntüsüne gülümsediğimde bana bakıp o da gülümsemişti. "Hadi gidelim." Kabine girdik, kabinin içi en fazla üç kişinin girebileceği şekilde tasarlanmıştı. Duvarları renkli ışıklandırmalı kabinde kameranın önüne geçtik.

"Poz ver Jeno." Gülümseyerek arkasına geçtim, arkasından iki kulak yaparken o da poz vermişti. "Kaç poz hakkımız var?"

"Genelde beş olur diye biliyorum." Başını sallayıp kamera tuşuna tekrar tıklamıştı. Beş hakkımızdan 4'ünde garip pozlar verirken en sonuncusunda sonrasında ne olacağını düşünmemeye karar verdim, Maya sadece kameraya bakıp gülümserken ben de arkasından kollarımı başımda birleştirdim ve kalp yaptım.

Son kez klik sesi duyulduğunda ikimiz de fotoğraflarımızı aldık ve başımızdakileri çıkarıp yerimize oturduk. "Çok güzel çıkmışız." Ben elindekilere bakarken Maya konuşmuştu. "Bakayım." Başını uzatarak bakmaya çalışması beni gülümsetirken elindekileri uzattım.

Fotoğraflara gülümseyerek bakarken bir süre sonra bana bakmıştı. "Kimde kalacak bunlar?" Omuz silktim, hepsi bende kalabilirdi aslında. "Üçe iki bölüşelim." Ortaya attığı fikirle başımı sallarken konuştum.

"Kim üç tane alacak?" Maya hızla elini kaldırırken gülümsedim. "Tamam, sen üç tane al."

Hesabı da ödeyip kafeden çıkarken hafiften rüzgar esmeye başlamıştı. "Görüşürüz Jeno." Ben de görüşürüz dedim, ama ondan sonra sözlerimi devam ettirdim. "Benim için güzel anılardan biri olarak kalacak." Bana birkaç saniye bakıp gülümsemişti.

"Benim için de."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro