Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

2. Bölüm • Uçuş Anatomisi ve Sürprizler

Selam!

Nasılsınız??

Oldukça uzun bir ara oldu ama sonunda arayı kapatabildik.

Umarım bölümden benim yazdığım kadar zevk alırsınız.

Şuraya İdil için hazırladığım spotify çalma listesinin linkini bırakıyorum. Daha çok İdil'in hazırladığı bir playlist diyebiliriz sksmxkkds

https://open.spotify.com/playlist/3tJWdQssvmPnK2yprnaGAg?si=tsBMVBFcQMurD2LofEcJOQ&dl_branch=1

Eğer linki açamazsanız spotify'da "idil" yazarak bulabilirsiniz. Öyle de çıkmazsa Gül ve Hançer playlistinden profilime tıklayıp bulabilirsiniz.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Hepinizi çok seviyorum, öpüyorum...<3

Bölüm Şarkısı:

Taylor Swift- Cruel Summer

2. Bölüm • Uçuş Anatomisi ve Sürprizler

Hayatımın hiç öncesi ve sonrası olmamıştı. Yani bir olay hayatımı hiç kökünden etkilememiş ve ben hiç hayatımı öncesi ve sonrası olarak adlandırmamıştım ama şimdi Onur'un Aston Martin'inin içinde hızla İstanbul'un sokaklarında yol alırken bunun değişip değişmeyeceğini düşünüyordum.

Ya onu kaybetmişsem? Ya farkında olmadan onunla son konuşmalarımı yapmışsam?

Titreyen elimde oturduğum deri koltuğu sıktım. Onur kornaya basıyor, gecenin ilerleyen trafiğinde yol almaya çalışıyordu ama altımızda hızla atılmak için kükreyen araba trafiğin arasında zar zor ilerliyordu. Gözlerim arabaların yanan kırmızı ışıklarının üzerinden ayrılmıyordu. Haberi alır almaz Onur elimden telefonu almış ve hastanenin yerini öğrenmişti. İyi ki yanımdaydı çünkü o anda bu panik halimle hiçbir şey yapamaz her şeyi elime yüzüme bulaştırırdım. O öyle yapmadı. Beni kolumdan tuttuğu gibi Barış'ın bir saat önce çıktığı arka kapıya yönlendirip arabaya bindirdi. Kimseye haber vermemiştik. Eğer haber verseydik herkes telaşa kapılır ortalık mahşer yerine dönerdi. Üstelik daha ne olduğunu bile bilmiyorduk.

Deri koltuklara bastırdığım parmaklarım öylesine güçlüydü ki bir an için kırmızıya boyalı tırnaklarım geriye kıvrılacak zannettim. Hayatımda bu derece önemli birisini kaybetmeye hiç yaklaşmamıştım. Elbette aile büyüklerimi kaybetmiştim ama daha çok küçüktüm ve hiçbir şeyin farkında değildim.

Onur'un bana baktığını hissettim. Sonra elimi bacağıma koydu ve hafifçe sıktı. Bunu dikkatini bana çekmek için yapmıştı ama irkildim. Sertçe yutkunarak ona döndüm. Yola bakarken sertçe kornaya bastı ve bu çıkan yüksek ses beni rahatsız etti. Gözleri bir saniyeliğine bana döndü sonra tekrar yola baktı. "İyi misin?" dedi kısık gözlerle yola bakarken.

Kafamı salladım ama yola o kadar odaklanmıştı ki beni görmedi. "İyiyim," dedim yalan söyleyerek.

"O zaman neden ağlıyorsun?"

Ne? Ağlıyor muydum? Elimi yanağımda gezdirdiğimde gelen ıslaklıkla daha garip hissettim. İçimden o kadar çok şey düşünüyordum ki tepki vermeyi unutmuştum. Hızla yanaklarımı sildim ve kendime ağlamayacağıma dair söz verdim.

Onur bir kez daha bana baktı ama bir şey demedi. Elini bacağımdan çekti ve yine sinirli bir şekilde yolu açmaya çalıştı. Onur arabayı hastanenin acil girişine yanaştırdığı an arabanın durmasını beklemeden hemen aşağı indim. Acilin sürgülü kapıları açıldı. Ayaklarıma dolanan eteklerime küfrederek hemen danışmaya vardım. İnsanların gözleri benim üzerimdeydi ve beni tanırlarsa bu bir sorun teşkil edebilirdi ama umurumda değildi.

"Barış Kurtkoy," dedim üzerine basa basa. "Buraya getirilmiş. Kaza geçirildiği söylendi."

Danışmada oturan kadın sanki bana inat yapar gibi yavaşça bilgisayarına döndü ve bir şeyler yazdı. Onur'un arkamda durduğunu hissediyordum. Kadın birkaç şeye tıkladı ve aheste bir şekilde bana döndü. "Nesi oluyorsunuz?"

"Eşiyim."

Kadının üzerine atlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

"İdil?" Bu soru öylesine titrek çıkmıştı ki bacaklarımın artık beni taşımayacağını düşündüm. Feyza acilin o büyük bekleme salonunda beni gördüğü an koşarak yanıma geldi ve güçsüz kollarıyla bana sarıldı. Bense şaşkınlığımı üzerimden atana kadar ona karşılık vermedim. Sonra Barış'ın gitmeden önce Feyza'yı eve bırakacağını söylediği anlar geldi. Kaza sırasında Feyza da arabadaydı.

Bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama umurumda olmadı. Onu kollarından tutarak geri çektim. Yüzünün sağ tarafında sıyrıklar vardı. Kaşının üzerine gazlı bez yapıştırılmıştı. Üzerinde hala gece giydiği siyah elbise vardı. Elbisenin açıkta bıraktığı çıplak omuzlarında ve kollarında belli belirsiz kan izleri vardı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı kesilmişti. "Barış nerede?" diye sordum korkarak. O bu haldeyse Barış daha kötü olmalıydı.

Feyza aniden ağlamaya başlayarak kafasını iki yana salladı. "Bilmiyorum, bilmiyorum. Onu götürdüler. Yemin ederim bir an bile yalnız bırakmadım ama beni içeri almadılar. Kimse de bir şey söylemiyor."

Feyza önümde hıçkırıklarla ağlarken onu tutmak istedim ama kendimin farkında bile değildim. Bacaklarım titriyordu. Ellerim ve kollarım buz gibiydi. Arkamdan birinin beni tuttuğunu, belimi saran kolunun beni ayakta tutmaya çalıştığını hissettim ama bunları yaşayan sanki ben değildim. Feyza hala önümde ağlıyordu, meraklı gözler bize bakıyordu fakat sanki ben kendi bedenimde değil gibiydim.

"İdil?" dedi Onur kulağımın dibinde. "Seni tuttum, tamam." Yatıştırıcı sesi beni yatıştırmaya yetmedi. Onun koluna tutunup ayakta durmaya çalışıyordum.

"Ona ne olduğunu öğrenmem lazım." Sesim kendime ait değil gibiydi. Ağlıyor muydum, yoksa sesim mi titriyordu bilemiyordum ama gücüm çekilmiş gibiydi.

Saniyeler dakikalara dakikalar saatlere evrildi. Telefonum sürekli çalıyor sonra susuyor sustuğu an yeniden çalmaya başlıyordu. Haber duyulmuş muydu yoksa bizi partisinde göremeyen Hazal'ın sonucu muydu bilemiyordum ama elim ekranı kaydırmayı reddediyordu. Yanımda oturan Feyza arada bir ağlıyor, ağlamadığı zamanlarda da sessizce titriyordu. Ona bakmaya çekiniyordum. Yaralarına bakmak Barış'ın nasıl olabileceğini aklıma getiriyordu ve daha da korkuyordum.

İleride bir doktorla konuşan Onur'a takıldı gözlerim. Bulanık görsem de onun da huzursuz olduğunu Barış için endişelendiğini görebiliyordum. Sıkıntıdan yarısını soyduğum ojeli tırnaklarımı oturduğum koltuğa geçirdim. En kötüsünü düşünmemeye çalışıyordum ama aklım bana oyunlar oynayarak korkunç felaket senaryoları yazıyordu. Gözlerimi doktorla konuşan Onur'dan çekmedim.

Onur doktorla konuşurken elini sıkıntıyla saçlarından geçirdi. Sonra bana döndü ve bana doğru ilerlemeye başladı. Kalbim öylesine hızlı atıyordu ki bir an için çevremdeki hiçbir sesi duyamayacağımı düşündüm. Önüme geldiğinde kafamı kaldıramadım. Yavaşça önüme diz çöktü ve görüş açıma girdi.

"Neden bize bir şey demiyorlar?" dedim fısıltıyla.

"Barış iyiymiş," dedi Onur sadece gözlerimin içine bakarken. Aldığım nefes ciğerlerimi bata bata içime kadar ilerledi ve ağlamaya başladım. Sanki son saatlerde içimde tuttuğum her şey o anda vanası bozuk bir çeşme gibi akmaya başlamıştı. Onur sertçe yutkunarak yüzüme baktı. "Görmek ister misin?"

Deli gibi kafamı sallarken yanımda oturan Feyza'yı düşünemedim. Muhtemelen o da benim kadar çok görmek istiyordu ama Onur karısına sormuştu. Bundan daha doğal bir şey yoktu. Yavaşça yerimden kalkarken bir an için düşeceğimi zannettim.

"Testler ve kontroller yapılmış," diyordu Onur ben kırmızı alana doğru yürürken. "Geldiğinde sol tarafında iç kanaması mevcutmuş ama durmuş. Bu yüzden bir sıkıntı yaşanmamış. Sol kaburgalarında üç kırık var ve sol omzu çatlamış ama onun dışında herhangi bir şey yokmuş. Onu gördüğünde biraz daha güçlü olmayı dene. Tamam mı?"

Beni belimden tutuyordu. Eğer tutmasaydı gerçekten yere kapaklanabilirdim. Kafamı salladım ama güçlü olamayacağımı biliyordum. Perdeler açıldı ve onu gördüm. Onur'un belimi tutan eline sımsıkı sarıldım. Barış'ın sarıya dönük gözleri bana çevrildi ve yaşardığına anbean şahit oldum.

Yüzünün sol tarafında kanlı sıyrıklar vardı. Burnunun etrafı kızarmıştı ve sol gözünün beyazı neredeyse kan kırmızısıydı. "İdil," diyerek bana seslendi ama tek yapabildiğim Onur'un eline daha çok sarılmak olmuştu. Onur ben yürüyemeyeceğimi anladığımda yavaşça beni yatağın kenarına kadar getirdi. "Barış?" diyebildim titreyen sesimle.

Barış gözlerimin içine bakarken gülümsedi ama daha sonra bu ona acı vermiş olacak ki yüzünü buruşturdu. "Feyza nerede? O da benimle arabadaydı."

"O iyi, dışarıda seni görmeyi bekliyor." Barış'ın kan bürümüş gözüne baktıkça başım dönüyordu.

"Üzgünüm," dedi sessizce. Neden üzgün olduğunu bilmiyordum ama bunun devamını getirmesini istemiyordum. Onur'a beni tuttuğu için minnettardım, birisinin desteğiyle ayakta durmak oldukça kolaydı ama bunu kendim yapmalıydım. Ondan ayrıldığım an biraz düşecek gibi oldum. Yavaşça Barış'ın yanına oturdum. "Sen iyi misin? Konuşabilecek misin?"

"İyiyim. Sadece sol tarafım çok ağrıyor."

Ona iyi olduğunu hissettirebilmek için gülümsedim. "Nasıl oldu?"

Barış bir an için Onur'a bakacak gibi oldu ama bunu yapmadı. "Feyza'nın evinin yakınındaydık. Dikkatsiz davrandım dört yol ağzından geçerken. Tam hatırlamıyorum ama büyük bir araçtı. Şoför tarafından çarptı."

"Küçük bir kamyonetmiş. Kamyonetin şoföründe herhangi bir şey yok. Polisler bekliyorlardı ama onları gönderdim." Onur'un ne ara bu kadar bilgiyi edindiğini bilmiyordum ama ona büyük bir teşekkür borçluydum. Yapabildiğim tek şey saf saf etrafa bakmaktı.

"Bizimkilere haber verdiniz mi?"

Barış'ın sorusuna cevap verecektim ama Feyza içeriye girerek beni engelledi. Feyza'nın kendini tutamayacağını biliyordum bu yüzden, bu durumda bile bir şeyler yapma ihtiyacı hissediyordum. "Barış," dedim aceleyle. "Hazal'a hiçbir şey söylemedim. Saat epey geç oldu. Bir gitsem iyi olacak ama hemen geleceğim."

Feyza sabırsızca Barış'a bakıyordu ve bir yandan da ağlıyordu. Onun bunu kolayca atlatabileceğini zannetmiyordum çünkü çok hassas bir kızdı. Barış sertçe yutkunarak bana baktı ve kafasını salladı.

Onur'un arabasına yeniden bindiğimde kendimi oldukça yaşlanmış ve yorgun hissediyordum. Araba asfalt yolda geldiğimizden daha hızlı ilerliyordu ama bu sefer Onur daha telaşsızdı. Arabanın içi gösterge panelinin kırmızı ışığıyla aydınlanıyordu. 04:21. Gösterge panelinde yanan sayılar bunlardı ve ben o anda vaktin ne kadar çabuk geçtiğini anladım. O bekleme salonunda beklemek ölüm gibiydi. Her an birisi hayatını değiştirecek kelimeleri öylesine söyleyecek gibiydi. Kimse kimsenin ne hissettiğiyle uğraşmamıştı.

Kafamı cama yaslayarak arabanın içini aydınlığa ve aynı anda karanlığa gömen sokak lambalarına bakmaya başladım. Kucağımda şarjı biten telefonum vardı. Arayanlar kim bilir ne düşünüyordu.

"Nereye gidiyoruz?" Onur'un konuşmasını beklemediğim için irkildim.

"Düğün salonuna. Hazal sabahki uçağı için otelde hazırlanacaktı." Kafamı yasladığım camdan ayırmamıştım ama Onur'un bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Yine de hiçbir şey açıklayacak gücüm yoktu. Hatta eğer tüm bunları ailelerimize nasıl açıklayacağımı bu kadar düşünmesem kafamı yasladığım camda uyuyakalırdım.

"İyi misin?"

"İyiyim," diyebildim sadece. "Ayrıca," diye ekledim. "Bu gece için sana çok teşekkür ederim. Bunları yapmak zorunda değildin."

Araba geniş yola çıktığında biraz daha yavaşladı. "Saçmalıyorsun," dedi Onur sağa sinyal vererek. "Kim olsa aynı şeyi yapardı."

Bakışlarımı camdan alıp ona baktım. Sertçe direksiyonu sola kırdı. Yolun sağ tarafında denizin karanlık suları vardı. Biraz olsun nefes alabilmek için camı açtım. "Kim olsa aynı şeyi yapmazdı. Bunu biliyorsun. Bu yüzden sana yeniden teşekkür ediyorum."

"İdil," dedi Onur gayet ciddi bir sesle. O bu kadar ciddi söyleyince ona bakmadan edemedim. "Eğer bir daha teşekkür edersen arabayı denize süreceğim. Üstelik bana böyle davranmana hiç alışkın değilim. Seninle mi uğraşacağım falan demen gerekiyor."

Öylesine boşluğuma geldi ki gülmeden edemedim. Çünkü Onur bunları söylerken oldukça ciddiydi. Beni neşelendirmeye çalışmasına anlam veremedim. "İstediğin bu mu?"

Onur yola bakarken omuz silkti. "En azından," dedi ve sustu. Araç otelin önünde durduğunda yavaşça bana döndü. "Bana sataşmanı ağlamana tercih ederim."

*

Su bardağını ona uzatırken önüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Hastane yatağında yatan Barış önündeki bilgisayardaki toplantıyı önemsemeyerek bana göz kırptı. Sol kolu omzuna kadar alçıdaydı. Şu anda oldukça iyiydi. Hatta benim Barış olarak tanımladığım Barış geri dönmüştü. Doktoru tedbir olarak pazartesiye kadar hastanede kalmasını istemişti. Korkunç geçen dün geceden sonra onu biraz daha iyi görmek benim de morallerimi yerine getirmişti. Bu haberi ailelerimize ben haber vermek zorunda kalmıştım ve bu da bir o kadar zordu. Eğer Onur olanları daha net anlatmasaydı ben de ağlamaya başlayacaktım. Neyse ki Hazal'ı planladığı gibi balayına gitmeye ikna etmiştim. Her ne kadar Barış'ın yanında kalmak istese de o kadar planın boşa gitmesine izin veremezdim. Üstelik Barış gerçekten iyiydi.

Barış, Onur'la ve babamlarla ciddi bir toplantıya girmişti. Bunu sebebi acil durum planının acil durum planını yapmaktı. Barış onu böyle adlandırmıştı ama ben sadece korkunç bir felaket olarak adlandırıyordum. Sema yani Onur'un diğer ortağı Barış yerine kendisinin gitmesinin uygun olacağını söylemişti ama bu Birkan Amca tarafından reddedilmişti. Sonuçta bizim şirkette projenin dahiliydi ve bir temsilci göndermek zorundaydık.

"Ben hala şirketten birinin değil de Birkan ya da Zafer Bey'in benimle gelmesi taraftarıyım. Çünkü proje hakkında bilgi sahibiler ve yeterli bilgiye sahip olmasalar bile bir ağırlıkları mutlaka olacaktır." Onur'un yorgun sesini duyduğumda refakatçi koltuğunda telefonuma bakıyordum. Hava sıcak değildi, hatta şubat ayının ilk yarısını ancak bitirmiştik ama odanın içi oldukça sıcak olduğu için altımdaki pijamanın paçalarını baldırlarıma kadar sıvamıştım.

Babam neden gelemeyecekleri ile ilgili birkaç bir şey söyledi. Ara sıra Barış'ın gözlerini üzerimde hissetsem de Instagram'dan gözlerimi ayırmıyordum. Akışım Hazal'ın düğün fotoğraflarıyla doluydu. Önüme çıkan bazı magazin sayfalarında da Barış'ın kaza haberini görüyordum. Neyse ki bunu düzgün bir şekilde açıklamış, asparagas haberleri önlemiştik.

"Benim bir fikrim var." Barış'ın sesi bana uzaktan uzaktan geliyordu ama eğer bir sonraki kelimelerin beni etkileyeceğini bilseydim onun bir önceki kelimelerine daha çok dikkat ederdim. "İdil gitsin."

"Ne?" Oturduğum yerden öyle hızlı doğruldum ki başım döndü. O hızla baldırıma kadar sıvadığım pijamamın sağ paçası aşağı düştü. Benimle aynı tepkiyi veren başka biri daha vardı ve o da Onur'du. Ayakta öylece Barış'a bakarken Barış'ın gözleri bir an olsun ekrandan ayrılmıyordu.

"Bakın," dedi ekrandakileri. Göremesem bile hepsinin düşünceli bakışlarının ekranda olduğunu bilebiliyordum. "İdil projenin beni ilgilendiren kısımlarına oldukça hâkim. Eğer kaza geçirmeseydim ben, bu projeyi, hiç bilmeyen insanlara üç bilemedin dört günde anlatacaktım. İdil'in yeterince bilgisi var, eksik olanları da yarın akşama kadar tamamlayacağım. Bu çok zor değil."

Uzun süre bir sessizlik oldu. Barış hala bana bakmıyordu ama ben bakışlarımı ondan alamıyordum, çünkü bu biraz fazlaydı. Benim için ve diğerleri için. Üniversitemden mezun olur olmaz evlenmiştim ve bu yüzden diğerleri gibi alanımda uzmanlaşacak zamanım hiç olmamıştı. Bunu kendime bahane edip durmuştum. Bunun tek farkında olan ben değildim. Babam ve Birkan Amca da bunu hissediyor ve bu yüzden bana büyük projeler yüklememeye çalışıyorlardı ama bu... Bu benim haddimden çok daha büyük bir projeydi. İsmimin geçmesi bile omuzlarıma bir yük bindirmişti.

"İdil, sen iyileşene kadar yanında kalır diye düşünüyordum." Birkan Amca'nın sesi yumuşak geliyordu ama biliyordum ki babam konuşsa sesi daha sert gelirdi.

"Baba," diye kararlı bir şekilde cümleye başladı Barış. "Ben yatağa bağlı bir hasta değilim. İdilsiz de hayatıma devam edebilirim. Eğer sorun buysa, olmasın." Barış babalarımızın bana karşı böyle davranmasına her zaman sinir olmuştu. Bunu biliyordum. Sık sık dile getiriyordu ama onları kim suçlayabilirdi ki... Elbette bazı konularda kararlı ve hırçın bir kızdım. Bazı zamanlarda da kafasına göre hareket eden hovarda biriydim. Barış bu zamanlarda bile bana destek olurdu.

"İdil'i çat diye bu projeye dahil edemezsin Barış." Beklediğim tepki babamdan gelmedi. Bunu söyleyen Onur'du ve tam o anda kimse beni görmese bile hatta odadaki varlığımı bilmeseler bile utandığımı hissettim. Yutkundum ama boğazımda kocaman bir yumru varmış gibiydi.

Barış bana bakmadı. Zaten orada öylece kaldığımı biliyor olmalıydı. Ekrana bakarken kaşlarını çattı. Onur'un da aynı şekilde ekran da olduğuna emindim. "Sana bunu düşündüren ne Onur? İdil alanında oldukça iyi bir mimar ve benim yerime kesinlikle onun gitmesini istiyorum."

"Bundan bir şüphem yok ama acemiliğini bu projede göstermesi için izin mi vereceksin?" Onur doğruyu söylüyordu. Yanımda beni düzeltecek kimse olmayacaktı ve ben her şeyi berbat etme yeteneğine sahiptim. Orada öylece Barış'ı izlerken benim hakkımda nasıl böyle düşünebildiklerini sorguladım. Onlara bu hakkı ben vermiştim kendimi aşağılayarak. Barış'ın gözleri bana döndü, kaşları hala çatıktı.

"Onur," dedi Barış ekrana dikkatle bakarken. Sesi hem yumuşak hem de kararlıydı. "Orada olacaksın. Projeyi tamamen İdil'in eline bırakmayacağız. Birlikte sunacaksınız ve onun eksik kaldığı yönleri tamamlayabilirsin."

O an sırf Onur denen herife inat olsun diye bunu kabul edebilir ve o tanıtıma gidebilirdim ama bunu yapacak cesaretim var mıydı emin değildim. Orada bir paçam bacağım boyunca sıvanmışken Barış'a bakabildim. Sonunda Barış bana sormayı akıl edebilmiş olacak ki bilgisayarda süren toplantıya ağrılarını bahane ederek ara vermeyi teklif etti. Tabii ki de ağrıları olmadığını biliyordum. Hatta şu an da benden bile iyi olabilirdi ama bu bilgisayarı kapatmasına engel olamadı. "Sanırım," dedi bana bakarak. "Bu biraz emrivaki gibi oldu."

"Barış sen bana sormadan nasıl böyle bir şey yaparsın?" Sesim beklediğimden daha agresifti ama bunun nedeni gerçekten Barış'ın bunu bana sormadan yapması mıydı emin değildim.

"Sorsaydım da bir şey değişmeyecekti. Ben sadece seni ikna etme süremi biraz kısaltmış oldum."

Elimi belime koyup tek kaşımı kaldırarak Barış'a bakarken zor zar direnen diğer paçamda bacağım boyunca sıyrılarak bileğime indi. "Nasıl bu kadar eminsin?"

Barış, "Çünkü," dedikten sonra sağ elinden destek alarak biraz doğruldu ve ona doğrulurken yardım falan etmedim. "Seni biliyorum. İstediğin bir şey olursa nasıl hırslı bir kadına dönüştüğünü biliyorum. Bunu başarabilecek tek kişi sensin."

Bir anda omuzlarımın çöktüğünü hissettim. "Bu çok büyük bir yük. Bunu istediğimden emin değilim."

Barış güldü. "Bunu istiyorsun, biliyorum." Beni bu kadar iyi tanıması beni rahatsız etmiyordu. Aksine kafamın karıştığı zamanlarda beni bu şekilde çözmesi hoşuma gidiyordu. "Üstelik tek olmayacaksın ki. Onur orada olacak. Hiçbir şey söylemeden sadece beni orada temsil etsen bile olur. Tabii ki bununla yetinmeyeceğini her ikimiz de biliyoruz."

Ayakta durmak beni yorduğunda Barış'ın ayak ucuna oturdum. Boydan pencerelerden şehrin gece örtüsü harika görünüyordu. "Sanırım ikna edilmesi gereken ben değilim."

Barış sağ eliyle uzanıp bacağıma dokundu. "Kime ne? Ben seni istiyorum. Eğer Onur da ortağım olarak bana güveniyorsa bunu onaylaması gerekecek."

Gülerek kafamı eğdim. Bazen Barış'ın bana olan bu güvenini ütopik olarak değerlendiriyordum. Her çocuğun annesine dünyanın en güzel çocuğu gibi gelmesine benziyordu. "Babam nasıl baktı? Yani benim gitmemi istediğini söylediğinde."

"Hiçbir şey demedi. Hatta onun da aklından bunun geçtiğini düşünüyorum."

Şaşkınlıkla ona döndüm. Barış'ın yüzünde hala bir gülümseme vardı. "Öyle mi?"

Başını salladı. "Seninle gurur duyuyor İdil. Bundan sonra da hep öyle olacak. Bunu gösteremiyor olabilir ama seninle gurur duyuyor."

"Ağlatacaksın beni," dedim ama tüm dişlerimi göstererek gülüyordum.

"Sahtekâr," dedi o da bana bakarak. "Neyse ki dinlenmene izin veremeyeceğim. Bu gece uyumak yok, sana yapılması gerekenleri anlatıyorum. Yarın pazar. Yine tüm gün seni çalıştırırım. Gece zaten saat beşte uçağın var. Uçakta dilediğince uyuyabilirsin."

"Sen?"

"Alışkınım kızım ben öğrencilik hayatımdan sabahlamaya. Teslim zamanında üç gün uyumadığım olmuştu benim. Tabii sen nereden bileceksin. Uyduruk maketlerle geçiştiriyordun."

İnanamazca ona döndüm. "Uyduruk mu? Şaka yapıyor olmalısın. Senden daha hızlıydım. Her zaman."

"Olabilir, yine de uyduruktu."

"Sen var ya büyük kaşınıyorsun."

Barış ilerideki sandalyeyi işaret etti. "Sen de kaytarmaya yer arıyorsun. Çek şu sandalyeyi yatağın kenarına. Farenin konumu sende. Bir de kırık kolla bilgisayar mı açayım?"

Sandalyeyi zemine sürterek yatağın kenarına çektim ve fareyi elime aldım. "Nazın bana geçiyor tabii."

"Hadi hadi, işine bak."

*

İçinde bulunduğum araba İstanbul Havalimanı'nın özel alanında durdu. Öndeki camdan beni Bangkok'a indirecek jeti görebiliyordum. Aynı zamanda görevliler oradan oraya koşturuyor ve uçağı kalkışa hazırlıyorlardı. Dünden beri asla hissetmediğim endişe o zaman gelip kıyılarıma kadar çarptı. Uçağı görene kadar tüm bunların gerçek olamayacağını düşünüyordum ama işte önümdeydi. Şoför koltuğunda oturan babam gerildiğimi anlamış gibi bana baksa da bakışlarımı ondan tarafa çevirmedim.

Dışarısı çok soğuktu. Bu yüzden boynumdan çıkarmadığım lacivert ama kırmızı ve yeşil çizgileri olan kocamam atkıma minnettardım. Kafamda düğüm halinde topladığım saçlarımdan çıkan asi tutamlar sert rüzgârın etkisiyle yüzüme çarpıyordu. Bir görevli bagajdan ağzına kadar doldurduğum iki valizimi uçağa taşıyordu. Neredeyse iki gündür uykusuz olmanın etkisiyle ayakta zor duruyor olsam da içimde belirsiz bir heyecan da vardı. Babam elleri ceplerinde bana doğru ilerledi. O da benim için dün geceden beri uyanıktı. Elini omzuma koyarak beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı.

"Bir şey olduğunda beni aramaktan sakın çekinme. Tamam mı?" Babamın beline sıkıca sarılırken sadece kafamı sallayabildim. "İner inmez haber vermeyi unutma." Yine sadece kafamı sallayabildim.

Babamla vedalaştıktan sonra elimde tuttuğum çantaya daha da sarılarak uçağın merdivenlerini çıktım. Bilgisayarımı kabine almamıştım, zaten tüm yol boyunca uyuyacağımı düşünüyordum ama bu uyku hali kabinin içimde gevşemiş kravatıyla oturan Onur'u görene kadar sürdü. Kapının yanındaki hostese paltomu uzattım ama atkımı almasına izin vermedim. Onur'dan uzak olan koltuğa otururken de ona bir şey söylemedim. Bana Barış'ın kaza geçirdiği gün oldukça yardım etmiş olabilirdi ama benim hakkımdaki düşünceleri yüzünden ondan hiç hoşlanmıyordum.

Kafamı pencereden tarafa çevirsem de önündeki bilgisayarın klavyesinde hareket eden parmaklarının sesini duyabiliyordum. Gözlerini üzerimde hissettim ama o tarafa bile bakmadım. Uçağın içi sıcaktı. Üzerimdeki tişört oldukça inceydi ama altımdaki bol pamuklu pantolon beni iyice sıkıyordu. Bu yüzden onu paçalarından tutarak dizlerimin üzerine kadar çektim.

"Keşke daha geç gelseydin." Onur'un beklenmeyen konuşmasıyla ona döndüm ama o bana bakmıyor bilgisayarına bir şeyler yazıyordu.

"Ne yani ima mı yapıyorsun?"

"Neredeyse bir saat geciktin." Sesi yorgun geliyordu ama şu anda kimse benim kadar yorgun olamazdı.

"Barış'la," dedim üzerine basa basa. "Çalışıyordum."

Elleri klavyenin üzerinde durdu. Bana bakacak zannettim ama bunu yapmadı. Sadece sinir bozucu bir şekilde güldü. "Bu bir saatte projeyle ilgili her şeyi öğrendin mi bari?"

Yemin ediyorum boynumdaki yün atkıyla kendimi pilot kabinin oraya asacaktım. Bir bacağımı altıma alarak Onur'a döndüm. "Sen baksana bana bir," dememle önce gözleri sonra da kafası bana döndü. Daha bir şey dememe kalmadan gözleri beni yerimde kıpırdatacak bir şekilde sıvanmış bacaklarıma oradan üzerimdeki tişörte daha sonra boynuma sıkı sıkıya sarılmış atkıya döndü. O beni böyle incelerken ona nefret püskürteceğim tüm kelimeleri unutmuş gibiydim. Siyaha yakın dalgalı saçları özensiz bir şekilde anlına dökülmüşken bana tek kaşını kaldırarak baktı.

"Üşüyorum," dedim kendimi savunmaya geçerek.

"Garip birisin." Ses tonundan bunu gerçekten kastettiğini anlayabiliyordum.

"Öyleyim. Boynum üşüyor ama bacaklarım sıcaklıyor. Olamaz mı?"

Dirseğini koltuğunun kolçağına yaslayarak gülüşünü gizlemeye çalıştı ama ben onu gülerken görmeye biraz meraklıydım. "Olabilir tabii. Aksini iddia etmedim ki... Sen hep böyle kendi kendine bir açıklamalar yapıyorsun."

"Bakışların," dedim onun neredeyse lacivert olan mavi gözlerine bakarken. "Beni açıklama yapmaya itiyor. Bakma öyle."

Bu sefer iki kaşı havalandı. Hala bir eli çenesindeyken diğer eliyle boynundaki kravatı iyice gevşetti. "Ben hep böyle bakıyorum. Nasıl baktığımı bile bilmiyorum ki?"

"O zaman ben açıklama yapınca suratıma bir aptala bakar gibi bakma."

Onur derin bir nefes aşarak geri çekildi. Bu kez kravatını iyice gevşeterek çıkardı ve onu önünde masaya koydu. Gömleği kırış kırıştı. Büyük ihtimalle uzun süredir üzerinden çıkarmamıştı. "Bir aptal değilsin ve sana öyle bakmıyorum."

Alayla gülerek önüme döndüm. Yolculuk boyunca ona bakmasam iyi olacaktı. Hatta tüm seyahat boyunca onunla konuşmasam iyi olacaktı. Bu hiç mümkün olmasa da... "Tamam." Bu cevabım onu daha da güldürdü. "Biraz daha gülersen kendimi soytarı sanmaya başlayacağım."

Yine de güldü.

Keşke uçak falan düşseydi.

O zaman sen de ölürsün.

Hayır ben altı sezon Lost izledim. Boşuna izlememiştim.

"Ateşkes öneriyorum," dedi hala bana doğru dönükken ama ona bakmamaya kararlıydım. "Sonuçta uzun bir süreyi beraber geçireceğiz ve emin ol liseliler gibi didişmek istemiyorum." Canım bunları söylerken ki yüz ifadesini çok merak ediyordu ama direndim ve ondan tarafa bakmadım. "Liseliler gibi didişmekten kastettiğim buydu. Çok inatçısın."

"Diyorum ki bu kez iyi bir şey söyleyecek ama sen her seferinde beni yanıltıyorsun. Özür dilerken bile ukala olmayı becerebiliyorsun, tıpkı şu anki gibi." Yine ona bakmadım.

"İyi bir şey söylediğimde de tepki vermiyorsun ki." İsyan eder gibi çıkan sesiyle ona döndüm. Yüzünde yarım bir gülüş vardı.

"Tamam," dedim sertçe. "Ateşkes istiyorum ama şunu bil ki sen söylediğin için değil. Sırf senin gibi biriyle daha fazla muhatap olmamak için."

Güldü ama ben ona kaşlarımı çatarak bakınca gülmesini sakladı. "Tamam," dedi o da ciddiyetle. "İstediğin olsun."

Ondan hiç emin olamıyordum ama buna güvenmek zorundaydım. Gözleri benden ayrılmadı, bende gözlerimi ondan çekmedim. İkimizin arasında bu sessiz bir anlaşma gibiydi.

"Hazırsanız birazdan kalkacağız. Bir isteğiniz var mıydı?" Kabin hostesinin bize seslenmesiyle bakışlarını ilk çeken o oldu.

"Hayır," dedi iyi giyimli hostese bakarken.

"Peki. Bir şeye ihtiyacınız olursa," kapının oradaki perdeli alanı gösterdi. "Burada olacağım. Şimdi lütfen kemerlerimizi takalım."

Onur'la uğraşırken üzerini şeffaf bir çarşafla örttüğüm gerginliğim sanki hiçbir şey yokmuş gibi gülümseyen hostese baktığımda korkunç bir hızla üste tırmandı. Sertçe yutkundum ve elimi kemerin tokasına attım ama ellerim titremeye başlamıştı bir kere.

"Yolculuğumuz yaklaşık olarak dokuz saat sürecek. Bangkok'a indiğimizde tahmini olarak saat akşam üzeri altı olacak."

Hostes konuşmaya devam ederken titreyen elimle kemerin tokasını takmaya çalışıyordum ama ellerim bir türlü sabit duramıyordu. Sonunda kemeri oyuğuna yerleştirdiğimde hostesin gülümseyen yüzü bana küfreder gibiydi. Elbette işini yapıyordu ve benim uçaktan korktuğumu bilemezdi. Sırtımı iyice koltuğa yaslanarak yolculuk hakkında bilgi veren hostesi korkunç bir sakinlikle dinledim. Kendisi yine gülümseyen bir yüzle aradaki perdeyi çekerek yanımızdan ayrıldı. Uçuşun yakın olduğunu bildiğimden dolayı koltuğun kollarını kavrayarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

"Garip."

Onur'un ani seslenmesiyle zaten gergin olan bedenim daha da gerilmişti. "Anlayamadım?" diye sorar gibi ona döndüm. O da kafasını ağır ağır bana çevirdi.

"Çok seyahat ediyorsun ya, korkman garip geldi."

Uçuş gerginliğim aniden geçti ve yerini gıcıklık aldı. "Çok seyahat ediyor olabilirim ama bu korkmayacağım anlamına gelmiyor. İşine bak."

Onur bana bakmadı ama güldüğünü hissedebiliyordum. Uzun süre ikimiz de konuşmadık. Uçak asfalt zeminde kaymaya başladığında utanmasan tırnaklarımı oturduğum koltuğun kolçaklarına geçirecektim. Uçuş korkum hep vardı. Nasıl başladı, nasıl devam etti bilmiyordum. Alışmış olmalıydım ama her seferinde uçak kalkış yaparken midemde hissettiğim o korkunç kasılma değişmiyordu. Dizlerimi birbirine bastırdım. Bu hareketle dizimin üzerine kadar sıvadığım paçalarımdan biri bileğime düştü.

"Beni de gerdin."

Kafamı geriye yaslayarak güldüm. "Sen zaten gergin bir insansın."

"Öyle miyim?"

Gözlerimi kapattım ama bana baktığını biliyordum, bu yüzden kafamı salladım. "Öylesin. Toplantı masasında her an kavga çıkaracak gibiydin. Düğünde bile sanki rahatlığının ardında oldukça gergin bir adam vardı. Şimdi bile gerginsin. Bana sataşıyorsun."

"Öncelikle sana sataşmıyorum."

Güldüm. "Öyle mi? Tüh," dediğim sırada Onur'un yüzünün aldığı hali çok merak ediyordum ama bakmadım. "Ben yanlış anlamışım o zaman."

Güldüğünü duydum. Gözlerim ona bakmak için an kollasa da bunu yapmadım.

"Sadece kalkışta çok geriliyorum, bana yardımcı olur musun diyebilirsin. Bu kadar agresif olmana gerek yok."

Bu sefer gülen taraf ben oldum. "Çirkef biri gibi davranmak istemiyorum. Sana kendimi bu şekilde kendimi tanıtmak da istemiyorum ama sence bende senden yardım isteyecek göz var mı?"

Onur bana kaşlarını kaldırarak baktı. Sonra öyle hızlı emniyet kemerini çözüp karşımdaki koltuğa oturdu ki ne olduğunu anlayamadım. "Bu kadar inatçı olmana gerek yok." Olduğum yerde diklenip ona bir şeyler söylemeye hazırlanıyordum ki sözlerine devam etti. "Yorgun ve uykusuz görünüyorsun. İçeride konforlu bir yatak var. Kalkıştan sonra dinlenmelisin."

Yatağı duyduğum an söyleyeceğim tüm kelimeler zihnimden uçup gitmişti. Neredeyse iki gündür doğru düzgün yatak yüzü görmemiştim. "Sen," dedim kemerini bağlayan Onur'a bakarak. "Sen de en az benim kadar yorgun olmalısın."

"Öyleyim," dedi beklemediğim şekilde. Sanki bunu kabul etmeyecek gibi hissetmiştim. "Ama daha halletmem gereken çok şey var." Onur uzanarak kemerini küçük bir klik sesiyle bağladı. Gözlerim onun ellerini takip etti. Teni sanki mezardan çıkmışçasına bembeyazdı. Onu ilk gördüğüm anda da bu dikkatimi çekmişti. Teni sanki şeffaf bir örtüyle örtülmüş gibiydi. Beyazdı. Teninin altındaki renk renk damarları seçebiliyordum ve bu ürkütücüydü. Sanki bir vampir önümde duruyordu.

Onur dikkatlice ellerine baktığımı anladığı an bana garip bir bakış atarak önümüzdeki masanın altına sakladı. "Bence uyusan gerçekten iyi olacak."

Hostes bizi bilgilendirmiş miydi yoksa biz mi duymamazlıktan gelmiştik emin olamadım ama Onur sözlerini bitirdikten sonra uçak pistte kaydı ve benim kalbim olmaması gereken yerlere kaçtı. Buna hazır değildim hem de hiç. Karnımdaki o çekilme hissine asla hazır olamayacaktım.

"İdil," dedi Onur. Benim tedirginliğimin farkına varmış olmalıydı. Korkudan açılmış olan gözlerimle ona baktım. Gülecek sandım ama dudaklarında herhangi bir şey yapmadı. "Kapat gözlerini." Ona bakarken bunu yapmayacaktım. Yapmamak istemiştim ama sanki gözlerim onun esiriymiş gibi yavaşça kapandı. Hala uçağın tekerleklerinin piste sürtündüğünü hissedebiliyordum. "Böyle zamanlarda," diye devam etti. "Yani gerildiğim zamanlarda kendimi rahatlatmak için bir olay örgüsü kurgularım. Zihnimdeki oyuncuları hikayeleştiririm."

Bunu hiç beklemediğim için gözlerimi açıp ona bakacaktım. Bunu yapmadım, yapamadım. Kalbim öylesine hızlıydı ki yavaşlatmam gerekiyordu. Böyle biri gibi durmuyordu. Onun donuk ve poker yüzlü bir adam olacağını düşünmüştüm hep. Mesela öylesine profesyoneldi ki gerilmesi imkânsız gibiydi. "Zihnimde bir olay örgüsü kurgulayamayacak kadar gerginsem peki?" diye bir soru sordum. Mavi gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum.

"O zaman zihnindeki hikâyeyi bak. Küçüklüğünü düşün. Seninle oyunlar oynadığını, şimdiki sana söyleyeceklerini düşün."

Zihnimdeki küçük İdil'in saçları beline kadar uzanıyordu. Annesi örmüştü. Örgüsünden kaçan minik tutamlar yüzünü örtmüştü ve onu izleyen beni fark etmeden evinin bahçesinde oradan oraya koşturuyordu. Annesine yalan söylemekten çekinirdi. Orada kendisini izleyen beni görmesini istemedim. Eğer görseydi bile tanıyamazdı ki... Çünkü şimdiki İdil ile o bahçede koşturan İdil arasında dağlar kadar fark vardı. Şimdiki İdil bir sahtekardan ibaretti. Kendi hayatını bile sahtelik üzerine kurmuştu ve ben artık bundan nasıl kurtulacağımı bilemiyordum.

*

"İdil?"

Derinden gelen sesi hissettiğim an yerimden sıçrayarak doğruldum. Bacaklarımın üzerinden geçen kemer ani kalkışımla bacaklarımı acıttı. Başım korkunç derecede ağrıyor, gözlerim yanıyordu. Bana kimin seslendiğini anlamak bir iki saniyemi aldı. Onur koridorda durmuş, bir elini koltuğumun başına yaslamış bir şekilde bana bakıyordu. Gömleği kırışmıştı ve son gördüğümden beri bir düğmesi daha açılmıştı. Buradan bakınca mavi gözlerini çevreleyen kirpikleri daha gür duruyordu.

"Uyumuş muyum?" Sesim korkunç bir şekilde boğuk ve çatlaktı.

"Öyle yapmışsın." Onur'un sesinin de benimkinden bir farkı yoktu ama uyumuş gibi görünmüyordu. "Hadi arka odadaki yatağa yat. Dinlen biraz. Çok yorgunsun."

Bir an için sadece ona bakakaldım. Daha onunla yeni tanışıyor olabilirdim ama tanıdığım kişi bu şekilde nazik biri değil gibiydi. "Sen ne yapacaksın?"

Onur elini yaslandığı yerden çekerek yerinde gerindi. Gerinince yukarı doğru sıyrılan gömleğinden çıplak teni ortaya çıktı. Gözleri önümdeki masada duran bilgisayara kaydı. "İnmeden önce halletmem gereken şeyler var. Onları halledeceğim."

"Ben de sana yardım edeyim."

Onur bakışlarını yavaşça bana çevirdi. O an koyu mavi göz bebeklerinin etrafını saran kızıl çatlakları fark edebildim. "Bana yardım edebileceğin herhangi bir şey yok. Uyusan daha çok yardım edersin."

Ona bakarken bir an için bu sözleri beklemediğim için şaşkına uğrasam da anında sinirlenmiştim. "Sadece sana yardım edebilirim demiştim. Niye tersliyorsun?" Aniden ayağa kalkınca başım döndü ama çok kısa bir andı.

"Bunu kastetmek istemedim," dedi Onur ben koridorun sonuna varınca ama onu yeterince dinlemiştim zaten. Sadece "Eğer uykun gelirse beni uyandırmaktan çekinme," dedim sessizce sonra da hiç arkama bakmadan aradaki perdeyi çekerek onun gözlerinden sakındım. Yardımımı istemiyorsa kendi bilirdi çünkü ben uykusuzluktan ölüyordum. Diğer geri kalan her şeyle tek başına uğraşabilirdi. Yatağa yatıp kırmızı battaniyeyi üstüme çektim. İçerisi soğuk muydu yoksa yeni uykudan kalktığım için ben mi üşüyordum bilemiyordum. Yine de battaniyeyi boğazıma kadar çektim ve uyumadan önceki tek dileğim Onur'a katlanmak için çok daha fazla sabırdı.

Uykum kesik kesikti ama neden böyle olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kendimi huzursuz hissediyordum. Aslında bu normaldi çünkü kendimi güvenli hissettiğim ortamdan oldukça -hatta çok oldukça uzaktaydım ve yanımda güvenebileceğim kimse yoktu. Tek seçenek Onur'du ve o güvenebilecekler listesinin sonunda bile değildi. Belki de Barış onunla ortak olacak kadar güvendiyse sen de ona güvenmelisin, dedi içimden bir ses ama buna karar vermek için çok erkendi.

Ona söylememe rağmen Onur beni hiç uyandırmadı. Sadece uçak inmeye yakın hostese beni uyandırması için seslendi ama ben zaten çoktan uyanıktım ve hostes gelmeden yatağı toplayıp odadan çıkmıştım. Kemerimi bağlayıp yerime oturduğumda da Onur'la konuşmadık. Sadece gözümü ovalayan elime baktı, sonra önündeki bilgisayarına geri döndü. İnişte kalkıştaki kadar kötü hissetmiyordum o yüzden daha rahattım.

Uçaktan indiğimizde hava kararmıştı. Bizi güzel giyimli bir grup karşıladı. Bazılarını Barış'ın anlattığı kadar tanısam da onlar da benim için meçhuldü. Onur onlarla konuşurken ben onun yanında sadece gülümseyebildim. Sadece Barış'ın durumunu ben anlatmak istedim. Projenin finansörlüğünü üstlenecek olan ve Barış'ın bana defalarca tekrarlattığı Sara Weigel bu durumdan çok hoşlanmadı. Oldukça güzel bir kadındı lakin benim ağzımdan çıkanları duyduğu anda bana bakışları hoş olmamıştı.

Bangkok'un en işlek bölgesindeki State Tower'a yani kalacağımız otelin lobisine geldiğimizde Onur ne kadar dik durmaya çalışsa da yorulmuş ve bitmiş gözüküyordu. Bunu tek fark edenin ben olmasını umuyordum çünkü ekibin gözleri sürekli üzerimizdeydi.

"Onur Bey, İdil Hanım." Sara'nın ismimi seslenmesiyle lobinin tavanından metrelerce aşağıya sarkan avizeden gözlerimi alıp ona döndüm. "İkinizi burada gördüğüm için çok mutluyum ve yeniden tanıtım günlerini erkene aldığımız için sizden özür diliyoruz." Onur gülümseyerek havaalanında yaptığı gibi sorun olmadığını söyledi ama sorundu. Ayakta zor duruyordu. "O yüzden otelde size uygun odalar bulamadık ama bir kral süiti sizin için boşalttık. İçerisinde bir yatak odası var ve ayrı olarak ana odada da bir yatak var. Bir sonraki oda boşalana kadar orada kalmanız daha uygun olacak."

Onur'un arkasında duruyordum ama tam o anda onun yüzünün aldığı ifadeyi çok merak etmiştim.

Sanırım tek sürpriz yapan kişi biz değildik.

*

Bölüm sonu...

Bölümü nasıl buldunuz?

Bizimkiler aynı odayı paylaşacaklar, ya daaa paylaşabilecekler mi?

İstanbul'u geride bıraktık artık Tayland'dayızzz...

Karekterleri sevdiniz mi?

Onur hakkında ne düşünüyorsunuz?

İdil hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce bundan sonra ne olacak??

Hepinizi çok seviyorum.

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere...

xoxo

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro