(⸙) | çarpık bir dünyanın tanrısı
secrets and lies ( 🧸🧺 ) ruelle
Hiçbir zaman tanrının favorisi olmamıştı yine de hak ettiği son bu sayılmazdı. Sevgi isterken nefret almıştı, bu onu yıldırmadı. Ölüm yolunda yürürken bile kararlıydı, oysaki yaralı ruhu fazla acınasıydı.
CHAPTER FOUR: çarpık dünyanın tanrısı
NİHAYET eğitim almaya ve yaşıtlarıma fark atmaya başlamamın üzerinden altı ay geçmişti. Hâlâ minik olan ellerim üşüyorken, dadımın yağan karı selamlamam gerektiğini söyleyip beni bahçe gezintisine çıkarmasından hoşlanmasam da bunu kabullenmiş ve olabildiğince normal küçük bir çocuk gibi davranmaya başlamıştım.
Hatta krallıkları yok eden korkutucu babam ile birlikte haftada bir ya da iki kez kahve içecek şekilde de yakın olmayı başarmıştım. Başlarda benim ne kadar ilerleme kaydettiğimi izlemek isteyen bu adam, artık benimle sohbet ederken bir yandan da çay kahve içmeyi alışkanlık hâline getirmişti. Bu ilerleme kaydettiğimi gösterirdi çünkü hatırladığım romanda Taeyeon babasına çay içmeyi bırakın aynı koridorda bile yaklaşamıyordu, bu kesindi.
"Dikkat edin hanımım düşeceksiniz!" diye seslendi arkamdan hizmetime verilen bir hizmetçi. Ben büyürken her geçen ay sayıları artmakla beraber kim olduklarını hatırlama yeteneğim de azalıyordu. Bir tek dadımın ismini biliyor ve baş hizmetçimi tanıyordum. Çalışanlar hakkında bilgilerim bunlarla sınırlıydı. Üzgünce iç çektim, eğer hayatta kalmak istiyorsam babamın korumalarından sarayın aşçısına kadar kim var kim yok adlarını ve huylarını öğrenmeliydim.
Ne yazık ki bu tarz stratejik bilgi yerine neredeyse altı yüz sayfalık olan Obelia Genel Tarihi ve Kraliyet Ailesi Hakkında adlı kitaptan ders çalışıyordum. Diğer zamanlarımda ise öğretmenim bana felsefe, edebiyat, matematik, fen ve görgü kuralları dersleri veriyordu. Henüz dans derslerine başlamamış olmam yararıma diye düşünürken hâlâ bunca gereksiz kral ismini aklımda tutmaktan daha yararlı şeylere vakit ayırmam gerekiyormuş gibi hissediyordum ve zaten bildiğim bir takım bilgiyi tekrardan anlatıp - teorik derslerde ve görgü kurallarında - benim için yeni olan ve buraya özgü şeylere geçmedileri için oldukça sıkılıyordum. Felsefede bile kendi geldiğim dünyadaki düşünce sistemlerinin benzerleri buradaki bir iki önemli adam tarafından söylenmiş olarak karşıma çıkıyordu ve bu beni iyice hayattan bıkkın hissettiriyordu. Bu yüzden ilgi alanımı kitaplara çevirip buradaki gelişmiş edebiyattan yararlanmaya karar vermemim üzerinden çok geçmemişti.
Beni şaşırttıkları tek alan bu olduğundan ve boş zamanlarımı doldurduğundan birden bire kitap kurdu prenses olarak adlandırılmış olup yeni bir hobi edinmiştim. Önce bir takım popüler noveli okumuş ve benzerlerinin kendi dünyamda da olduğunu fark etmiştim. Başlarda herkes ne kadar çok okuduğum hakkında konuşup benimle ilgilense de bir süre sonra ilgilerini kaybedip beni rahat bırakmışlardı. Ben de bundan fırsat bularak daha bilimsel ve bana bu dünya hakkında bilgi verecek, öğretmenimin 'dört yaşındaki çocuk' eğitimine bağlı kalmayacak kitaplar okumaya başlamıştım.
Bu çabamın sonuç verişi ise beni daha çok umutlandırmıştı. Örneğin bu çakma dünyada botanik biliminin o kadar da gelişmiş olmadığını öğrenmiş ve buradaki bitkilerin geldiğim dünya ile hemen hemen aynı olduğunu fark etmiştim. Aptal yazar, diye düşündüm. Bu dünyadaki her şeyin sıkıcı ve dünyamın çarpık bir kopyası gibi olmasının tek nedeni onun düşük hayal gücü ile bizde ne varsa kitaba aktarmış olmasıydı.
"Eğer dünyamın tanrısı sensen gerçekten buna layık değilsin, senden daha iyi bir tanrı olacağıma bahse girerim. Gör bak, teker teker yazdığın o basit entrikaları nasıl da yıkıyor ve lehime çeviriyorum." dedim gülümseyerek içimden. Hâlâ beyaz ve bunaltıcı ormana bakıyordum.
Kar görmekten oldum olası nefret ediyordum. Bildiğim her şeyi kullanmak ve önümdeki herkesi teker teker avlamak için ant içmiştim. Yine de bu zekâmı kart olarak kullanıp dahi damgası almam anlamına gelmiyordu. Her şey sıra ile olmalıydı. Okuduğum kitaplar ve ön bilgim sayesinde şimdiden öğretmenim benim söylenenlerden daha zeki olduğumu anlamış olmalıydı, bunu henüz yüzüme söylemiyor ve beni sınıyordu. En son istediğim şey ağırlaştırılmış bir eğitim alarak kendimi saraydan ve entrikalardan uzaklaştırmakken bir yandan da aslında bildiğim şeyler tek tek gösterip bazı gereksiz tekrarlardan kurtulmak istiyordum. Kendisi gelip yüzüme "Sizi sınamam bitti ve siz düşündüğümüzden de parlaksınız!" demeden kartlarımı açmamaya karar verdim.
Bundan sonrasında ise bir şeyleri keşfetme yolunda gidecektim. Keşfetmeden kastım aslında kendi dünyamda olup da bu ilkel dünyada gün yüzüne çıkmamış şeyleri önlerine sermek olacaktı. Bazı bitkilerin faydalarını ve zararlarını hâlâ bilmiyor olmaları tıpta ilerleme kaydedememelerine sebep olmuştu. Botanik ve tıptaki bu geri kalmanın asıl nedeni ise büyüye güvenmeleriydi. Bu yüzden doktorluk okuyan büyüsüzlerin aksine akademide büyücülük okuyan ve basit şifa efsunları öğrenen rastgele biri bile daha iyi bir konuma gelip doktor olarak çok çok iyi yerlere atanabiliyordu. Çoğunluğu şehirlerde olduğu için de köyler ve kasabalar beceriksiz doktorlarla dolup taşmış oluyor, şehre gidecek kadar parası olmayan hastalar basit ama yoğun geçen bir gripten bile ölebiliyorlardı.
Nesi var bu salak dünyanın diye düşündüğüm bir gün aklıma gelen fikirle sırf bu yüzden bitki bilgilerimi sanki ben bulmuşum gibi servis ederek işe yaramaz büyücü salaklarını tekmelemeyi düşünüyor ve onlara olan gereksiz tapınmayı azaltabildiğim kadar azaltmak istiyordum. Bunun nedeni de olabildiğince halkın desteğini alan halkçı ve bilge bir prenses gibi görünmek istememdi. Halk kendine yakını severdi ve veliaht seçimlerinde büyük etkileri oldurdu. Örneğin Lilac onlarla büyüyüp sıradan bir kız gibi davrandığı için biricik sevgilileri olmuştu.
Ben de onları koruyup kolladığım ve bu adaletsizliğe son verdiğim için potansiyel hükümdar olmak istiyordum. Buradaki büyü sadece kanla devredilen ve halkın büyüsü olma ihtimalinin sıfır olduğu, eğer büyülü isen ya soylu ya da gayrimeşru çocuk olduğun bir nevi sınıf yaratmaya yarayan, yazarın nasıl soylulara yönetme yetkisini versem ve üzerine düşünmek zorunda kalmadan bir şeyleri ana karakterlere çözdürsem diye ortaya attığı bir zırvalıktı. Bunu da geçtim, soyluluğunuzun seviyesine göre büyü gücünüz de artıyordu. Kısacası klâsik bir noveldi. Yine ne kadar iyi halt varsa soyluların yapabildiği zorlama, orijinal olmayan çakma bir dünyaydı.
İyi haber, bu işime geliyordu.
Yazarın salaklığı sayesinde bir grup kibirli soylunun tapınmasına ihtiyacım olmayacak kadar güçlüydüm. Bir prensestim, bu da benim eğer iyi bir eğitim alırsam herkesi diz çöktürecek kadar güçlü olacağım anlamına geliyordu. Lilac aptalı Kalipso'nun büyüsüz bir adamdan çocuğuydu, bu yüzden asla benim kadar güçlü olamayacaktı. O köşesinde ağlayadursun ben büyüsüzlere yaptığım yardım ve hoşgörüm sayesinde halkın da desteğini alacak ve kendini büyük görüp her şeyi köleleri üzerinden yaptıran, gücü ellerinde tuttuğunu sanan tüm soyluların elinden her şeylerini alacak ve yeni bir düzen getirecektim. Belki de karma benimle dalga geçmiyordur, beni bu kadar açığı olan kusurlu dünyaya reenkarne etmesinin asıl sebebi belki de yazarın aptal olarak yazdığı ve kendi potansiyelini fark edemediği için gelişemeyip acınası bir şekilde ölen Taeyeon'dan sonuna kadar yararlanıp bir şeyleri değiştirmemi istemesidir, diye düşündüm.
Eğer gerçekten düşündüğü gibiyse sadece kendi kaderimi kurtarmakla kalmayacaktım. Ben tüm dünyaya hükmedecek kadar güçlenecek ve Tae'nin en büyük kötü olmasının hakkını verecektim. Kötü biri olduğundan değil, sadece asil sınıfın ne yaparsam yapayım beni ileride kötü olarak görmeye başlayacağından dolayı.
"Size kurabiye hazırladım. Daha fazla burada duracaksanız kalın bir şeyler giymelisiniz." dedi dadım Jieun. Kendisi çok sevimli bir kadındı ve beni ne olursa olsun seveceğine ve koruyacağına yemin etmişti. Kraliçe ölmeden önce beni ona bırakmıştı çünkü Jieun onun en güvendiği saray hanımıydı. "Beni düşündüğün için teşekkür ederim Jieun. Sen de üşüteceksin, hadi ikimiz de hırkalarımızı almaya gidelim." diyerek elini tuttum.
"Majesteleri gerçekten çok sevimli ve akıllı, bazen nasıl bir iyilik yaptım da sizin gibi bir meleğe bakmak için seçildim merak ediyorum. Eminim siz ileride gelmiş geçmiş tüm kral ve kraliçelerden daha asil ve adil bir yönetici olacaksınız. Benim küçük prensesim, biricik majestelerim." dedi Jieun ve kızarmış bir suratla neredeyse ağlayarak bana sarıldı. Bana baktığı zaman annemi görüyor olmalıydı. Kalbini fethedebilmem diğerlerine göre daha kolaydı çünkü her şeyini bana adamıştı. Yine de o kullanmak istediğim biri değildi, beni tüm kalbi ile seven birini kullanmak etik değildi. Tek istediğim halkıma iyi davranmak ve saray içerisinde kralın görmezden geldiği ezik prenses olarak anılmaktansa iyi kalpli, hatta bir azize olan prenses olarak anılmak ve herkesin yavaş yavaş halkıma girmek istemesine yol açmaktı. Eğer herkesi ondan önce ele geçirirsem, Lilac geldiği zaman ne kadar tatlı olursa olsun kimse onu halkı olmayacak ve destekçileri yanında getirdiği kişilerden ibaret olacaktı.
Her şey planıma uyumlu ve huzurlu bir şekilde gittiği için büyük bir mutlulukla dadımla birlikte saraya girdim. Keşke beni izleyen kahverengi gözlü çocuğu fark edebilseydim. O zaman tanışmak bile istemediğim Kuzgun'un tahminimden çok daha erken saraya girip dibimde bittiğini ve ölümün bana bir nefes kadar yakın olduğunu önlem alabilecek kadar erken öğrenecektim.
( 🧸🧺 )
selamlar!! nasılsınız? burayı çok özledim ve bu kitaba idilimin sınavı güzel geçsin diye erkenden bölüm atmaya karar verdim. bir yıldır neredeyse ara verdiğim bu yazım dünyasına hâlâ çok devam edemiyorum.
kendimi geçmişteki ben'in kabuğu gibi hissediyorum sanırım yine de bunu en kısa sürede aşmak ve dönmek istiyorum, şimdiden okuduğunuz için teşekkür ederim ❤️❤️ eğer orada birisi varsa bilsin ki onun için hep burada olacağım
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro