üç
HJ
Flaş belleği alma görevini başarıyla tamamladıktan sonra Hongjoong ve ekibinin geri kalanı flaşı babasına vermek için ve hızla yaralı üyelerini tedavi ettirmek için kendi malikanelerine doğru ilerlediler.
Mekana vardıklarında Mingi ekibe yaralıların acil tedavi için kliniğe gitmeleri emrini ve diğer direktifleri vermeye başlayınca ekip hızla itaat etti.
Fenix, yani Wooyoung, eve ilk geldiği için çoktan gözden kaybolmuştu çünkü Mingi'nin emirlerine ve direktiflerine maruz kalmak istemiyordu. Gerekmedikçe ya da canı istemedikçe kendisine emir verilmesinden ya da yönetilmesinden nefret ediyordu. Sadece birkaç tane yaralı olduğu için çoğu kişi onlara yardımcı olmuştu zaten, o yüzden Wooyoung'un işlerine karışmasına gerek yoktu. Yüzündeki gülümsemeyle ve büyük bir rahatlamayla evin içine girdi.
Düşman bölgesini temizlemek için görevlendirilen ekip Hongjoong ve adamları eve varmadan önce yola koyulmuşlardı.
Mingi ekibe direktifleri verirken Hongjoong evine, malikeneye girmişti.
Girdiğinde hizmetçiler, uşaklar ve diğer çalışanlar onu yüzlerindeki gülümsemeyle karşıladıklarında Hongjoong da onlara saygıyla selam verdi ve ardından babasının ofisine yöneldi.
Hongjoong'un babası Kim Seongjun Seul'deki en güçlü çete liderlerinden biriydi. ATEEZ'in lideri olduktan sonra en iyi dövüşçü ve en iyi tetikçi olarak görülmeye başlanmıştı.
Daha çok Ölüm Meleği anlamına gelen Grim adıyla biliniyordu çünkü yakışıklı olduğu kadar üzerindeki iskelet detaylı siyah maskesinin altında ölümcül görünüyordu. Ayrıca yetenekleri ve zekası sayesinde görevleri kolaylıkla yerine getiriyordu ve çetedeki diğer üyelerden çok daha hızlıydı.
Ve şimdi bir baba olarak ve yaşlanan biri olarak yıllar geçtikçe yavaşça köreliyordu fakat henüz çeteyi yönetemeyecek kadar zayıf değildi.
Çetenin çoğunluğu Hongjoong'un annesinden çok babasına çektiğini söylüyordu. Hongjoong da tıpkı babası gibi yetenekli ve zekiydi fakat annesi gibi merhametli ve bazen inatçı olabiliyordu.
Annesi de çetenin bir parçasıydı, henüz daha gençken katılmıştı. 'Ivy' ismiyle çetede suikastçi olarak çalışıyordu.
Grim ve Ivy çetede çalıştıkları yıllar içinde birbirlerine karşı hisler beslemeye başlamışlardı. Babası annesine hislerini itiraf etmiş, gizlice evlenmişler ve Hongjoong'un babası ATEEZ'in lideri olduğunda ikisi de birlikte çalışıp çetenin bugünkü hali gibi büyütüp güçlü hale getirmişlerdi.
Ve ardından dünyalarına Hongjoong girmişti. Mutlulardı fakat tek endişeleri Hongjoong'un çeteler ve mafyalarla dolu dünyaya nasıl ayak uydurup tepki vereceğiydi. Bir lider ya da patronun bir çocuğunun olmasının ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorlardı çünkü düşmanların direkt hedefi haline geliyordu, o yüzden Hongjoong'u saklayıp evde eğitim vermişlerdi. Onu diğer çetelerden saklayıp korumak için ellerinden gelenin en iyisini yapmışlardı.
Hongjoong genç bir çocuk olduğunda her şeyi ona açıklamışlardı. İşlerini, ne yaptıklarını, yaşadıkları dünyayı, her şeyi. Anlattıkları her şeyle birlikte vereceği tepkiden korksalar da bir gün babasının yerini alacağını bile söylemişlerdi.
Anne babası Hongjoong'un yaşadıkları dünyada zamanı gelince lider olacağına, yaşamak için öldürmek zorunda kalacağına ve her zaman riskleri ve ölüm tehlikesi olan bir çetede çalışacağına kadar söyledikleri her şeyi inkar edip kabul etmeyeceğini düşünmüşlerdi. Fakat düşündüklerinin aksine Hongjoong kabul ederken tereddüt bile etmemişti. Bir çetede çalışacak olmanın çok havalı olduğunu ve çeteyle birlikte anne babasına yarımcı olmak istediğini söylemişti.
En yakın arkadaşları Mingi ve Wooyoung'la birlikte nasıl dövüşeceklerini, bıçakların nasıl kullandığını, silahın nasıl tutulduğunu ve görevleri kendi başlarına nasıl idare edeceklerini öğrenesiye kadar eğitilmişlerdi.
Çetede hizmet ederek geçirdikleri yıllardan sonra Hongjoong görevlerde ve meşru müdafaa sırasında ihtiyacı olması ihtimalinde silah ve bıçak kullanma becerilerini daha çok geliştirmişti.
Hongjoong büyük evin içinde uzunca bir süre yürüdükten sonra babasının ofisinin önüne geldi.
Son bir adım atıp ahşap kapıyı çaldı. İçeriden babasının 'gir' dediğini duyduktan sonra Hongjoong büyük kapıyı açtı ve büyük ve düzenli ofisine girdi.
Duvarlar gri renkle boyalıydı ve avizeler tüm zarafetiyle tavandan sarkıyordu. Kitaplıklardaki kitaplar sırayla ve düzgünce yerleştirilmişti ve odanın ortasında Hongjoong'un babasının oturduğu masa vardı.
Hongjoong boğazını temizleyip elindeki kağıtla ilgilenen babasının dikkatini çekti. Oğlunu görür görmez gülümserken masanın önündeki sandalyelere oturmasını işaret etti.
"Tekrar hoşgeldin Joong. Gel otur, görevinde yorulmuş olmalısın," dedi gülümseyerek ve elindeki kağıtları kenara koyup sigarasını söndürdü.
Hongjoong yumuşak sandalyeye oturdu ve ceketini çıkarıp katlayarak kucağına koydu.
Hongjoong'un yerleştiğini gördükten sonra babası soruları sormaya başladı.
"Ee, görev nasıldı?"
"İyiydi. Ama yaşlı adamın tekiyle öpüşüp sevişmek.. hiç iyi değildi," dedi Hongjoong başını sallayarak ve yaşlı adamla olan anları gözünde canlanınca tekrar ürperdi.
Babası oğlunun yüz ifadesine kıkırdarken özür dilercesine gülümsedi, böylesine tiksindirici bir şeyi deneyimlemek zorunda kaldığı için kendisini kötü hissetmişti. "Başına gelen şey için üzgünüm."
Hongjoong sadece omuzlarını silkti. "Önemli değil. En azından görevi bitirdik ve adamı öldürdüm."
"Sana bir şey yaptı mı? Canını yaktı mı? Neden her yerinde kan var? Sakın bana bilerek her yerine kan sürdüğünü–"
"Baba, kanın görüntüsünü sevdiğimi söyledim ama güzel yüzümü asla bilerek kana bulamam," dedi Hongjoong iç çekerek ve kollarını göğsünün üzerinde bağladı.
Babası kıkırdadı. "Pekala, özür dilerim. Sinirlenme lütfen."
Hongjoong, "Sinirlenmedim," diye mırıldandı ve bir elini flaş belleğin durduğu cebine soktu. Flaşı çıkardı ve dikkatle masanın üzerine koydu.
"İşte flaş bellek, rica ederim," dedi Hongjoong gülümseyerek ve sandalyesinin arkasına yaslandı, babasının sandalyelerinin yumuşaklığını ve rahatlığını seviyordu.
Babası flaşı aldı ve çekmecesinin içine koymadan önce inceledi.
"Yarın Kim'e vereceğim bunu. Gittiğimde ne yapacağını biliyorsun."
Hongjoong başıyla onayladı.
"Çıkabilirsin. Gidip bir duş al ve dinlen," dedi ve oğlunun üzerindeki kurumuş kanları işaret etti.
Hongjoong babasına mutlu bir şekilde gülümsedi ve ayağa kalktı, ceketini aldı ve koyu renk kumaşın üzerinde fark ettiği kanı görünce eliyle silkeledi.
"Ayrıca annen sana yemek hazırladı. Mutfakta. Sonra da lütfen dinlen, tamam mı Joong?" dedi babası tekrar dinlenmesini hatırlatarak.
Genç oğlu annesinin yemek hazırladığını duyunca kocaman sırıttı ve tekrar başıyla onayladı. Annesinin ona yemek hazırlamasına bayılıyordu. "Tamam baba. Sen de dinlen."
Hongjoong el sallayarak veda etti ve kapıya doğru ilerledi.
Tam kapıyı açacaktı ki bir şey hatırladı ve duraksadı. Tekrar babasına baktı. "Bu arada..."
Hongjoong tekrar konuşunca babası merakla ona baktı.
"Baba, Yunho ve Jongho ne zaman dönecek? Gittiklerindem beri neredeyse iki hafta geçti. Ne oldu onlara? Görevlerinden ya da kendilerinden bir haber var mı?"
Hongjoong'un babası bakışlarını indirip iç çekti. "Hala bir işaret yok."
Babasının cevabıyla Hongjoong'un gözleri kocaman açıldı. Hala bir işaret yok mu?
"Nasıl yani? Görevleri genelde üç ya da beş gün içinde biterdi."
Babasının kaşları çatıldı. "Biliyorum. Muhtemelen görevleri sırasında başlarına bir şey geldi. Umarım güvenle ve sağ salim gelirler..."
Hongjoong başıyla onayladı, o da bakışlarını yere indirerek babasının ofisinden çıktı.
Kapıları arkasından yavaşça kapattı. Duş alıp kurumuş kan lekelerinden kurtulmak için odasına ilerlerken iki yakın adamının şu anda nerelerde olduğunu merak ediyordu.
•~x~•
Midnight
Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tek-
"Off, neden açmıyorsun?"
Mingi endişeyle mırıldandı, telefonu kulağından indirirken iç çekti.
Soğuk gecede antrenman salonunda tek başınaydı. Gecenin bu saatlerinde etrafta kimse yoktu, çoğu ya yataklarındaydı ya da antrenman salonlarından uzaktalardı.
Sevgilisinin numarasını defalarca tuşlamasına rağmen hala bir cevap alamamıştı.
Mingi gözlerinden akan yaşları durdurmayı çalışırken dudağını ısırdı. Neredeyse iki hafta olmuştu ama ne sevgilisinden ne de diğer üyeden bir haber yoktu. Küçük bir mesaj bile yoktu ve Mingi endişeden kafayı yemek üzereydi.
Öfkeyle derin bir iç çekti ve sevgilisinin numarasını tekrar tuşladı. Telefonu kulağına koydu, her çalışta kalbi sıkışıyordu.
Aradığınız numaraya şu an-
"Neden açmıyorsun?!" Mingi sinirle bağırırken hızla telefonu kulağından çekip kapattı ve yanındaki çantanın içine fırlattı.
Ellerini saçlarına daldırıp sertçe çekerken kendisini sakinleştirmek için yavaşça nefes almaya çalıştı.
Anlık öfkeyle beton duvara yumruk attı. Elinden yayılan yoğun acıyla kendine gelince yumruğunu duvardan çekti.
Eklemlerine sardığı bandaj kirle ve kanla kaplanmıştı. Bir elindeki bandajı dikkatle açarken kumaş bollaştıkça hissettiği acıyla dişlerini sıktı.
Sargıyı tamamen çözdüğünde elinin uyuştuğunu fark etti ve yaralı eklemlerinden kanın sızdığı gördü.
Elini sıkıp yumruk yapmaya çalıştığında tekrar acıyla irkildi. Bir parmağıyla yaraların üzerine dokunduğunda saplanan sızıyla gözleri yaşardı.
Diğer eline de aynısını yapıp bandajı sökerken acı ikiye katlanmıştı. Morluklarla ve kanla kaplı uyuşuk ellerini inceledi.
Derin bir iç çekti. "Kum torbasını o kadar sert yumrukladım ki artık parmaklarımı kıvıramıyorum bile. Aferin Mingi. Yunho gördüğünde hiç hoşlanmayacak..."
Sevgilisinin ismi ağzından döküldüğünde duraksadı.
Yunho..
"Neredesin..? İki hafta oldu ama sen hala yoksun..."
Gözlerini ellerinden çekerken Mingi'nin omuzları düşmüştü.
Yanağından bir yaş süzüldü. "Lütfen eve dön."
•~x~•
Yungim de Yungim 🥺
Bölümü nasıl buldunuz? 🌸
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro