Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

yedi




Fenix

"HJ? HJ? Siktir!" Wooyoung en yakın arkadaşı Hongjoong aramasına cevap vermeyince sessizce küfretti.

Malikaneleri Venom tarafından pusuya düşürülmüştü. Çok güçlü bir çeteydi ve ne zaman diğer çetelerle özellikle de ATEEZ ve Crescent ile karşılaşsalar sorun çıkarıyorlardı.

Venom üyelerini vücutlarının herhangi bir yerine işlenmiş kobra dövmesinden tanıyorlardı.

Çetelerindeki ne Mingi ne de diğer üyeler, hiçbiri neden pusuya düşürüldüklerini bilmiyordu.

Tek bildikleri birisi malikanenin içine sızmıştı ve o kişi düşmanları olan çetedendi.

Venom her bir çetenin düşmanı haline gelmişti.

Wooyoung, Mingi ve Hongjoong daha on yaşındayken Hongjoong'un babası bir olaydan bahsetmişti.

Fakat Wooyoung o zamanlar söylenilenlere pek kulak asmadığı için unutmuştu bile.

Silahını doldurmaya devam edip Venom üyelerini vururken Hongjoong'la iletişim kurmaya çalışıyordu.

Şu anda bilgisayar ve antrenman odasının olduğu kat olan üçüncü kattaydı.

Pusudan önce Wooyoung uykusu olmadığı için canı sıkılınca güvenlik kameralarını izlemek için bilgisayar odasına gelmişti.

Gece yarısını çoktan geçmişti ama Wooyoung'un uykusu gelmemişti. O yüzden bıçağını havaya atıp tek eliyle yakalayarak oynarken güvenlik kameralarını inceliyordu.

Bıçağını yakalarken iç çekti ve oturduğu sandalyeye iyice yayıldı.

Canı gerçekten çok sıkılıyordu ve hiç uykusu yoktu.

Wooyoung bilgisayara baktı, her bölgeye gizlice yerleştirilmiş kameraların gösterdiği ekranı izledi.

Gözleri malikanenin dışında dolanan karanlık bir belirtiye takıldı.

Fark eder etmez Wooyoung sandalyesinde doğruldu ve belirtinin üzerine odaklanan kameraya daha yakından baktı.

Karanlık figür birkaç saniye etrafına bakındı ve bir elini kulağına koydu, muhtemelen kulaklığı vardı.

Wooyoung ekrana iyice yakınlaştı, gözlerini kısarak figürün özelliklerini çıkarmaya çalıştı. Kaybolmuş bir yabancı ya da bölgelerine izin girmeye çalışan biri olabilirdi.

Aniden teker teker daha fazla karanlık figürler belirdi ve ana kapıya doğru ilerlemeye başladılar.

Wooyoung hızla yerinden kalktı ve silahını kavradı. Kurşunları doldurduktan sonra sürgüsünü çekti.

Kulaklığını kulağına yerleştirerek hala uyanık olduğu için ilk Mingi'yle iletişim kurdu.

"Sorun ne?" diye sordu Mingi derin sesiyle.

"Birileri içeri sızdı. Çok fazlalar," dedi Wooyoung ciddi sesiyle, gözlerini ekrandan ayırmıyordu.

"Kim olduklarını çıkarabildin mi?"

"Hayır, çok karanlıklar ve hepsi gizlenmiş haldeler."

"Gözlerini onlardan ayırma. Ben diğerlerini uyandıracağım."

Wooyoung cevap veremeden sessiz malikanede gürültülü bir kırılma sesi duyuldu.

Wooyoung'un gözleri kocaman açıldı.

Tekrar ekrana baktı ve bir grup maskeli figürlerin ana hole girdiğini gördü, ana giriş kapısı kırılmıştı. Kapıyı zorla açmışlardı ve herhangi bir ATEEZ üyesinin zorla girişlerini duyacaklarını umursamadan dışarıda kargaşaya başlamışlardı.

Wooyoung sessizce kapıya doğru yürüdü ve orada dikildi, elinde hazır tuttuğu silahıyla kulağını kapıya dayayıp sesleri dinledi.

Sessizlik etrafı sarmalamıştı.

Wooyoung şaşkınlıkla kaşlarını çattı.

Tam tekrar dönüp kameraları kontrol edecekti ki ana holün oradan bir silah sesi duyuldu.

Kalın bir ses bağırdı: "Hadi ama! Gösterin kendinizi!"

Wooyoung odanın içinden dışarıyı dinlerken silahı kavradığı elini sıktı.

"Hala güzellik uykusunda mısınız yoksa? Gelip uyandırmamı ister misiniz?"

Bir silah sesi daha duyuldu. Wooyoung parmaklarını kulaklığına bastırdı, "Midnight, diğerlerine ulaştın mı?"

"Hongjoong'a ulaşamıyorum. Bay Grim ve Bayan Ivy'e de."

"Ne?!" diye bağırdı Wooyoung fısıltıyla.

"Hala çıkmıyor musunuz? Peki o zaman.

Beşe kadar sayacağım.

Eğer beşe kadar kimse çıkmazsa hepiniz hapı yutarsınız.

Bir.

İki..."

"Eğer çık dersem saldırıyoruz. Anlaşıldı mı?"

"ÜÇ!"

"İyi de-"

"DÖ-"

"ÇIK!"

O anda malikanedeki her odanın kapısı sertçe açılırken her yerden kurşunlar uçuşmaya başlamıştı.

Wooyoung sıktığı dişleriyle düşmanları vururken sütunların arkasına saklanarak önüne çıkanları alt ediyordu.

"Fenix'ten HJ'ye, beni duyabiliyor musun? HJ! Off!" Wooyoung, Hongjoong'a ulaşmaya çalışırken öfkeyle bağırdı. Anne ve babasını göremediğini söylediğinden beri Hongjoong'dan cevap alamıyordu. Bu onu endişelendirirken Grim ve Ivy'e bir şey oldu diye eğer Hongjoong onların odasına gittiyse Hongjoong daha büyük bir tehlikeye girmiş olacaktı.

Önüne çıkan düşmanı da vurduktan sonra Grim'in ofisine doğru koşmaya başladı.

Wooyoung, Hongjoong'un oraya gittiğini biliyordu. Kurşunlardan kaçarken önüne çıkan düşmanları teker teker indiriyordu.

"Fenix, nerede– sin?!" diye seslendi Mingi kulaklıktan, Mingi'nin sesinden ve arka plandan gelen bağırış seslerinden ne kadar zorlandığını anlayınca arkadaşı için endişelendi.

"Bay Grim'in ofisine ilerliyorum. Orada durumlar nasıl?" diye sordu Wooyoung, bacakları durmaksızın koşarken silahından çıkan kurşunlarla Venom üyelerini yere seriyordu.

"Ben– burada çok fazlalar. Desteğe ihtiyacım var!"

Wooyoung duraksadı ve arkasına baktı. "Peki ya diğerleri?"

"Bay Grim'in üyelerinin hepsi gitmiş. Sadece– ben... ve yeni olanlar kaldık."

Wooyoung küfretti, ofisin bulunduğu en üst kata doğru  baktı. Çok yaklaşmıştı ama Mingi ve diğerlerini bırakamazdı. Peki ya Hongjoong ne olacak?

"Hongjoong– kendi başının çaresine bakabilir. Şu anda– benim desteğe ihtiyacım var. Sayıları– çok fazla!"

Wooyoung dudağını ısırdı. Ana hole bakınca Venom'la mücadele eden en yakın arkadaşını ve diğer üyeleri gördü. Çoğu kanla kaplı halde vücutlarındaki belirgin kurşun delikleriyle yerde yatıyordu. Başka seçeneği yoktu. Hongjoong'a güvenmek zorundaydı.

Wooyoung derin bir nefes aldı ve yönünü değiştirdi.

"Geliyorum."

Wooyoung tekrar ofise baktı ve 'lütfen güvende olun' diye mırıldandıktan sonra Mingi'nin bulunduğu ana hole doğru ilerledi.

•~x~•

HJ

Hongjoong tüm gücüyle babasının ofisine doğru koştu.

Kulaklığından pes etmeden ona ulaşmaya çalışan Fenix'i umursamıyordu, tek düşünebildiği ailesini bulmak ve güvende olduklarını ummaktı.

Venom, ATEEZ'in bir numaralı düşmanıydı. Babası ve Venom'ın liderinin arası pek iyi değildi ve Hongjoong nedenini bilmiyordu. Babası Venom'ın lideriyle olan ilişkisini hiçbir zaman Hongjoong'a anlatmamıştı ve Hongjoong babasının özeline saygı duyuyordu.

Venom daha önce birçok kez ATEEZ'i pusuya düşürmeye çalışmıştı ama üye sayısı olarak üstün oldukları ve Venom'dan daha yetenekli savaşçıları olduğu için babası her zaman kazanmıştı. Hatta henüz daha bebekken Hongjoong'u kaçırmaya çalışmış ama babasının koruması altında olduğu için kaçırma eylemi önlenmişti ve Venom bir daha asla ona parmağını sürememişti.

Ama şimdi işler değişmişti.

Venom şu anda yeniyordu.

Koridorlardaki ve ana holdeki ölü bedenlere bakarken bazılarının düşmanları olduğunu bazılarınınsa babasının ekibinden olduğunu fark etmişti.

Hongjoong bakışlarını çevirdiğinde iki yakın adamının Venom'a karşı yenmek için elinden geleni yaptığını gördü.

Birkaç merdiven daha çıktıktan sonra Hongjoong sonunda babasının ofisinin olduğu en üst kata gelmişti.

Ofisin kapısına yaklaştığında bir kurşun yanağının yanından kıl payı geçti.

Arkasına baktı ve silahlarını ona doğru doğrultmuş halde peşinden gelen üç Venom üyesi gördü.

Üçü birden üzerine kurşun yağdırmaya başlarken Hongjoong bir sütunun arkasına sığındı.

Sırtını sütuna dayayıp hızlı ve derin nefesler aldı, elindeki silahı üçlüye saldırmak için hazırdı.

Ateş sesleri biraz azaldığında Hongjoong fırsatı kullanıp silahını üçlüden birine hedef aldı ve göğsünden vurdu.

Diğer ikisi ateş etmeye devam edince Hongjoong tekrar sütunun arkasına saklandı.

Silahları susunca Hongjoong sütunun kenarına çıkıp ikiliye hedef aldı.

Fakat ikili cansız bir şekilde yerde yatıyordu ve kendi çetesinden bir üye Venom'ın artık ölü üyeleri hedef almış şekilde dikiliyordu.

İş arkadaşı silahını doldurdu. "Sen git HJ. Ben burayı hallederim."

Hongjoong başıyla onaylayıp ekip arkadaşına teşekkür etti ve hızla sütunun arkasından çıktı.

Sonunda babasının ofisinin önüne geldi ve hiç tereddüt etmeden kapıyı hızla açıp sertçe duvara çarpmasına neden oldu.

Daha ofise adımını atamadan içeriden yüksek bir silah sesi duyuldu.

Ve ardından babasının göğsüne saplanan kurşunla kıyafetini kaplayan kanla geriye doğru birkaç zayıf adım attığını gördü.

Hongjoong çok geç kalmıştı.

Babasının durumunu görmesiyle gözleri büyürken kalp atışları yavaşlamış ve yüzü bembeyaz olmuştu.

Babası kan öksürüp dizlerinin üzerine çökerken Hongjoong'un nefesi kesildi.

Her şey durmuştu, Hongjoong uyuşmuş gibiydi.

Ellerinin titremeye başlamasıyla silahı yere düştü. Çıkan metal sesle babasını vuran maskeli adamın dikkati üzerine çevrildi.

Annesinin babasının ismini haykırdığını duyuyordu.

Ana holden hala gelen silah seslerini duyabiliyordu.

Fakat her şey durmuş gibiydi.

"Hayır..." diye fısıldadı Hongjoong.

Ivy, Grim'e doğru koşup ağlayarak eşini kollarının arasına aldı. Annesinin kazağı babasının kanına bulanmıştı ve annesinin haykırışlarını duymak kalbini paramparça ediyordu.

Kalın, boğuk bir ses ofisin içinde yankılandı: "Ah, ne üzücü sahne ama."

Yabancı, öylece durduğu yerde dikilip babasının kanı çekilen bedenine bakan Hongjoong'a doğru döndü.

"Sevgili oğlun da buraya gelmiş."

Hongjoong kendisine geldiğinde tam babasına doğru koşacaktı ki düşmanının kendisine doğru uzattığı silahından klik sesini duymasıyla yerinden kıpırdayamadı.

"Tek bir adımla senin sonunu getiririm."

"Sakın oğluma elini sürmeye cesaret etme!" diye gürledi annesi, hala kocasını kollarının arasında tutuyordu.

"Hadi ya? Sürmeyeceğim zaten. Elimi bile sürmeden  onu öldürebilirim."

Ivy kocasının vücudunu nazikçe yere bıraktı, alnına küçük bir öpücük kondurdu ve cebindeki hançeri kavradı.

Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Annesi ölüm sessizliğine gömüldüğünde ofisin içindeki atmosfer gerilmişti. Hançerin ucunu düşmanına doğru hedef aldı, gözleri öfkeyle kaplanmış eliyse sertçe hançeri kavrıyordu.

"Cesedimi çiğnersin Lux."

Düşmanları Lux Ivy'e bakıp sırıttı  ve ardından derin sesiyle kıkırdadı. "Bak bunu çok sevdim. Bana eski günleri hatırladı. Bana karşı sürekli kaybettiğin o günleri."

Silahını odanın içinde rastgele bir yere fırlattı ve kendi hançerini çıkarıp Hongjoong'un annesine savurdu. "Elinden geleni ardına koyma Ivy."

Ivy, Lux'a doğru hamle yaptı. İkisi birbiriyle mücadele ederken Hongjoong hızla yerde bilinci kapalı şekilde yatan babasına doğru koştu. Üst gövdesini yavaşça kaldırdı ve dikkatle kollarının arasına aldı.

"Baba benim, Hongjoong... Baba..." Hongjoong sessizce ve telaşla babasına seslenirken omzunu hafifçe sarsmasıyla Seongjun halsiz bir halde gözlerini açtı ve oğlunun endişeli gözlerine baktı. Daha çok korkmuş gibi görünen oğlu, babasına oğlunun küçükken ürkek ve savunmasız halini hatırlattı.

"Baba..." Hongjoong babasını uyanık tutmaya çalışırken yanaklarından yaşlar süzülüyordu.

Hongjoong zayıf yanını nadiren gösterirdi. Çeteye girdikten sonra özellikle babasının önünde zayıf gözükmemek için hiç göstermemişti.

Zayıf yanı Hongjoong'u daha küçük ve savunmasız hale getiriyordu.

Ve bu babasının kalbini parçalıyordu. Oğlu ağlıyor ve titriyordu. Seongjun'un tek isteği oğluna sarılıp onu rahatlatmaktı.

Fakat bu durumda yapamıyordu.

Hongjoong'un babası yavaşça bilincini kaybederken titreyen ellini kaldırdı ve oğlunun yanağını okşadı ve hafifçe de olsa gülümsemeye çalıştı.

Hongjoong babasının dokunuşuna doğru sokulurken hıçkırıklarıyla birlikte süzülen göz yaşları da artmıştı.

"Ağlama oğlum," dedi babası baş parmağıyla yaşlarını silerken.

"Hayatta... kalanlarla bu yerden sağ çıkacağına... bana... söz ver..."

Hongjoong sızla başını salladı. "Seni bırakmam. Sen ve annem... buradan beraber çıkacağız..."

"Çok fazla vaktim kalmadı Hongjoongie..."

Babasının sözleriyle Hongjoong inleyerek itiraz etti. Babasının ölmesini istemiyordu...

Hala onunla, annesiyle beraber olmak, ailelerin yaptığı şeyleri yapmak istiyordu. İşleri yüzünden nadiren beraber vakit geçirebilmişlerdi ve bir gün tekrar bir araya gelerek aile bağlarını güçlendirmeyi istiyordu. Hongjoong artık büyümüş olabilirdi ama hala annesiyle ve babasıyla eski günlerdeki gibi olmak istiyordu.

Hongjoong'un babası şiddetle öksürdü, nefesleri kısalırken ağzından kanlar sızıyordu.

"Hongjoong..."

Oğlu hıçkırdı. "Evet baba..."

"Annen ve ben seni çok seviyoruz... Doğduğun andan beri...

Eğer... bir baba olarak seninle yeterince vakit... geçiremeyip seni ihmal ettiysem... özür dilerim...

Bir baba olarak... sana karşı... sorumluluklarımı... yerine getiremediysem... özür dilerim...

Ölmek istemiyorum...

Neden biliyor musun?

Çünkü hala seninle vakit geçirmek istiyorum.

Ve benim dinlememi... istediğin o şarkını... duymak istiyorum..."

Hongjoong burnunu çekti. "Ben de seni seviyorum baba."

Babası gülümsedi, sessi gittikçe kısılırken aldığı her nefesle nefesleri kısalıyordu.

"Söz ver bana... tamam mı Joongie?"

Hongjoong başıyla onayladı. "Tamam."

Hala yüzünde tuttuğu eli düştü. "İşte benim oğlum."

Ve o son sözlerinden sonra babasının gözleri kapandı ve nefes alış verişleri durdu.

Cansız ama huzurlu bir yüz ifadesiyle oğlunun kollarının arasında yatıyordu.

Hala Lux'la savaşan Ivy'nin gözüne oğlu ve kocası çarptı.

Kocasının ağlayarak iç çeken oğlunun kollarında cansız bir şekilde yattığını fark ettiğinde gözleri kocaman oldu.

Gördüğü manzara onu dondururken savunmasız da bırakmıştı.

Tam onlara doğru koşacaktı ki sivri bir cismin sırtına saplandığını hissetti.

Acı vücudunu sararken hançerin geri çekildiğini hissetti ve dizlerinin üzerine düştü, gözleri hala oğluyla kocasının üzerine kilitlenmiş haldeydi.

Hongjoong annesinin düşüşünü duyduğunda gözleri ağzından kan damlayan ve vücudunun her yerinde sayısız bıçak çiziği yarası olan annesine döndü.

Hongjoong bir kez daha kalbinin sıkıştığını hissederken gözleri yeni akın eden yaşlarla tekrar buğulandı.

Babasını nazikçe yere bıraktı ve annesine doğru atıldı.

Tam annesi yere düşecekken yanında diz çöktü ve kollarını etrafına sararak düşmesini engelledi.

"Anne? Anne, ne olu-"

"Annenin seni sevdiğini biliyorsun, değil mi?"

Hongjoong annesine sıkıca sarıldı. "Hayır! Lütfen beni bırakma... Anne... birinizi daha kaybetmek istemiyorum. Lütfen..." diye ağladı, göz yaşları ardı ardına yanaklarından süzülüyordu.

Annesi titreyen kollarını Hongjoong'un sırtına sardı. "Ah Joongie..."

Kollarını çekti ve oğluna baktı. Yanağını okşarken ağlamaktan kızarmış gözlerinden akan yaşlarla ve titreyen sesiyle konuştu. "Kendine iyi bak, olur mu? Ben ve baban seni çok seviyoruz. Bunu sakın unutma... Tamam mı?"

Hongjoong annesinin dokunuşunu son kez hissetmeye çalıştı. "Anne..."

Ivy'nin eli aşağı kaydı ve cansız bedeni Hongjoong'un üzerine doğru düştü, başı tam omzunun üzerine düşmüştü.

Hongjoong'un hiçbir şeyi kalmamıştı.

Babası gitmişti.

Annesi gitmişti.

Artık sadece kendisi vardı.

Bir kıkırtı Hongjoong'u kendisine getirdi. "Çok yazık."

Hongjoong'un yüzü aniden kaskatı kesildi ve ölümcül bir ifade belirdi.

Annesinin bedenini yere yatırdı ve ayağa dikildi. Arkasına döndü, Lux'la yüz yüze geldi ve koyu gözlerini gözlerine çevirdi.

Düşmanı gayet eğleniyormuş gibi sırıtarak Hongjoong'a bakıyordu.

Tıpkı babası gibi.

"İşim bittiğine göre ben gideyim artık."

Topuklarının üzerinde döndü ve uzaklaşmaya başlayarak Hongjoong'u ailesinin cansız bedenleriyle yalnız bırakıyordu.

"Beni öldürmeyecek misin?"

Duraksadı ve gülümsedi. "O benim görev listemde yok."

"Nasıl yani?"

"Görevim Kim Seongjun ve Kim Rae'yi öldürmekti. Sen yoksun yani Kim Hongjoong."

Hongjoong dişlerini gıcırdattı. "Neden benim ailem?"

Maskeli adam Lux arkasına döndü ve Hongjoong'un bakışlarına karanlık bir ifadeyle karşılık verdi. "Benden her şeyimi aldılar, benim de senin her şeyini almam adil değil mi sence?"

Hongjoong donakalırken gözleri büyüdü.

Hayır, babası öyle bir şey yapmazdı. Adam muhtemelen yalan söylüyordu.

Tüm o sırlar ve özel şeyler Hongjoong'un hem kafasını karıştırmış hem de sinirlendirmişti. Şimdi annesiyle babasıyla ölmüştü, ona her şeyi kim anlatacaktı?

Lux tekrar arkasına döndü ve Grim'in ofisinden çıkıp Hongjoong'u düşünceleriyle ve sorularıyla baş başa bıraktı.

Hongjoong, Lux'un uzaklaşırken Venom'un malikaneyi terk etmek için hazır olduğunu ve bombayı bir dakikaya hazırlamaları talimatını verdiğini duydu. Ve duydukları Hongjoong'u kendisine getirip diğerlerini uyarmalarını sağladı.

Artık yapmak zorunda olduğu şeyi yapmak zorundaydı.

Herkesi sağ salim ve güvenli bir şekilde çıkarmak zorundaydı.

O anda aklına ilk gelen şey hala ana holde savaşmaya çalışan Midnight'a ulaşmaktı. "HJ'den Midnight'a. Orada durumlar ne?"

"Venom çekiliyor."

"Herkesi çıkar. Mekanı patlatacaklar. Çabuk."

"Ne?! İyi de–"

"Liderin ne diyorsa onu yap. Şimdi acele et!" diye emir verdi ve kulaklığını çıkarıp ailesinin yerde yatan cansız bedenlerine döndü, etrafları kan gölüne dönmüştü.

Lider.

"Bir dakika, lider mi? Sakın bana– Hongjoong? HJ! Midnight'tan HJ'ye!"

Midnight, Hongjoong'dan cevap alamayınca küfretti ve geri kalan ATEEZ üyelerini bulabilmek için etrafına bakındı fakat ayakta gördüğü tek kişi elindeki sımsıkı tuttuğu silahla her yeri çizik ve kanla kaplı olan Wooyoung'du. Hongjoong'un emrine uymaktan başka seçeneği yoktu o yüzden Wooyoung'u çağırdı ve ikisi de malikaneden çıktı.

Ofiste ise Hongjoong anne babasının bedenlerini sürükleyerek yan yana getirdi ve babasının vazosunda duran beyaz güllerden iki tane alıp karınlarının üzerine koyduğu ellerinin arasına sıkıştırdı. Hongjoong ayağa kalktı, cansız bedenlerine baktı ve derin bir iç çekip sırtını onlara dönerek ofisin kapısına doğru ilerledi.

20 saniye kaldı.

Bir anda eve getirdiği flaş belleği hatırladı ve hızla babasının çekmecelerini karıştırarak buldu, pijamasının cebine sokarken düşmeyeceğinden emin oldu.

Hongjoong anne babasının cesedine son bir kez baktı ve sessizce özür dileyerek ofisten hızla çıktı.

10 saniye.

Hongjoong koştu, bacaklarının acımasını umursamadı bile. Bomba infilak etmeden önce dışarı çıkmak zorundaydı.

7 saniye.

İkinci kattaydı. En alt kata birkaç basamak kalmıştı. Neredeyse dışarıdaydı.

4 saniye.

Sonunda ana hole ulaştı. Çıkışa oldukça yaklaşmıştı.

2 saniye.

"Hongjoong!"

Uzaklardan Mingi'yi duydu.

Ana kapının dışında tek başına dikilirken onu gördü.

Diğerleri nerde?

"Çabuk!"

Sıfır.

Malikanenin içinde büyük bir patlama duyuldu.

Süre doldu.

Malikane patlamıştı.

Ama önce neresi patlamıştı?

Ana hol.

Ve Hongjoong vaktinde çıkmayı başaramamıştı.

Çıkışa çok yakındı ama bomba da çıkışın yakınlarında patlamıştı.

Patlamanın etkisiyle vücudu yere doğru savrulmuştu.

Sendeleyerek birkaç adım attı ve sert, beton zemine düştü.

Hongjoong en yakın arkadaşının adını bağırarak ona doğru koştuğunu duyabiliyordu.

Vücudu tamamen hissizleşmişti. Hiçbir yerini hareket ettiremiyordu, özellikle de sağ kolunu.

Her şey sessizliğe gömüldü.

Karanlık her şeyi içine doğru çekiyordu.

Hongjoong kurtulmayı başarabilecek mi?

•~x~•

Oldukça aksiyonlu ve üzücü bir bölümdü. Sizce joong nasıl kurtulacak? 👀

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro