Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

if you leave me now / we don't talk anymore

 "Bu bir hataydı."

Jungkook Jimin'in ezbere bildiği konuşmasını yapmaya başladığında Park Jimin bakışlarını tavana dikmiş, yatağında çıplak bir şekilde uzanmaya devam ediyordu. Ağlamamak için duygularıyla mücadele ediyordu; yine. "Biliyorum."

"Bir daha asla tekrarlanmayacak." Tişörtünün yakasından başını geçirip Jimin'in aynasında saçlarını düzeltti, Jimin birkaç saniyelik duraksamanın ardından bakışlarını ona çevirebilmişti. Jungkook nasıl oluyordu da böylesine etkilenmemiş bir biçimde gününe devam edebiliyordu? Daha on dakika öncesine kadar Jimin'in kollarında 'Hyung!' diye kıvranan kendisi değil miydi?

Sıradaki cümleyi biliyordu Jimin. Karşıma çıkma. Ama duymak istemedi. Aklı hala Jungkook'un kulüpte söylediği cümleye takılıydı. Kalbim senin için atmıyor artık.

"Jungkook?" dedi yavaşça. Jungkook ona bakmamıştı ama saçlarında gezinen parmakları bir saniyeliğine de olsa duraksamıştı, Jimin'e devam etmesi için umut veren şey de bu olmuştu. "Jungkook, neden denemiyoruz?"

"Dur." dedi Jungkook gözlerini yumarak. Sonra da beklemeden aynadan uzaklaşıp kıyafetlerinin geri kalanını yerden toplamaya başladı.

"Jungkook, her seferinde birbirimize dönüyoruz." Dayanamayarak yatakta doğruldu ve ayaklarını yatağın Jungkook'un olduğu tarafından sarkmasını sağladı. "İzin ver, aramızdaki sorun neyse düzeltelim."

"Hayır." dedi genç olan basitçe, şimdi son parça olan ceketini giyiyordu.

"Jungkook, aklında başka biri mi var?"

Parmakları cebindeki katlanmış kağıda değdiğinde Jungkook baştan aşağı titredi. Aklındaki kişi oydu, cebindeki kağıt onaydı. Nasıl olurdu da bu soruyu sorabilirdi? Bu kadar kör müydü Jimin?

Bedenini tamamen Jimin'e çevirerek en sonunda siyah saçlı gencin gözlerine baktı. "Hayır." dedi sakin ama derin bir sesle. Kullandığı her harf Jimin'in içine işliyordu, Jungkook bunu onun gözlerinde görebiliyordu. "Kalbimde başka biri var ama. Sen sadece aklımı karıştırıyorsun."

Jimin şaşırdı. Jungkook'u son aylarda başkalarıyla gördüğü olmuştu, evet, ve itiraf etmek gerekirse kıskanmıştı; Jungkook'un onu çıkış yapacağı için terk ettiğine inandırmıştı kendini bir noktada, her şey güzel giderken sevgilisinin onu yarı yolda bırakmasına başka bir açıklama bulamamıştı. Yanındaki insanlara da dikkat etmemişti.

Hepsi aynı kişi miydi?

"Ne diyorsun?" Sesi kırık bir fısıltıdan fazlası değildi. Jungkook bakışlarını aşağıya indirerek cebinden çıkardığı telefona odakladı, açılmasını bekliyordu.

Jimin bir şeyleri parçalayacağını hissetti. "Jeon Jungkook?" diye seslendi ama Jungkook oralı olmamıştı, bakışları hala telefonundaydı. "Bir ilişkin mi var?"

İşte bu soruyla kaçamak bir bakış kazanmıştı Jimin. Yalnızca bir saniye sürmüştü ama gereken cevabı almıştı.

Kesinlikle bir şeyleri parçalayacaktı.

"Biriyle berabersin ve onu benimle mi ald-"

"Sikeyim." Jungkook şok içinde mırıldandı, irileşmiş gözleri telefon ekranına odaklıydı.

Tae: 19 cevapsız arama

"Siktir." Jimin'e tekrar bakmadan odadan fırladı, geride bir şey unuttuysa da o an umurunda değildi. Odadaysa Park Jimin dizlerinin üzerine çökmüş, başını iki elinin arasında tutarak hıçkırıklarını kontrol etmeye çalışıyordu.

*

"Teahyung, bu mesajı alır almaz bana geri dön, tamam mı?" Taksi trafiğe takılıp kalmışken Jungkook telefonun mikrofon kısmına gözyaşı dökmek üzereydi. "Bebeğim, bunu konuşabiliriz. Yalvarırım beni bırakma."

Taksici bilmediği bu dil karşısında dikiz aynasından bakmaktan başka bir şey yapamamıştı. Dili bilmiyordu ama müşterisinin kalbinin milyonlarca parçaya bölündüğünü sadece ses tonundan bile anlayabiliyordu.

Beraber kaldıkları otele vardığında taksiden fırlamış ve içeriye girer girmez de resepsiyona uğramadan asansöre koşmuştu. Aklını kaçıracaktı çünkü Taehyung onu on dokuz defa aradıktan sonra kendi telefonunu kapatmıştı ve ihtimaller Jungkook'un içini yeyip bitirmek üzereydi.

Odaya girdiğinde onu soğuk bir hava dalgası karşıladı. Yazın ortasında, Los Angeles'tayken. Taehyung'un yokluğunun yarattığı boşluk o kadar büyüktü ki Jeon Jungkook baştan aşağı buz kesmişti. Titrek adımlarla içeriye girerken sağ eli refleks olarak kapıyı arkasından kapattı. Bakışları, yatak odalarının bir duvarını kaplayan büyük gardıroptaydı. Taehyung'un kullandığı kısmın açık kalmış kapakları kıyafetlerinin yerlerinde olmadığını gösteriyordu.

Gitmişti.

Yere yığılırken kalbinin yırtıldığını hissetti Jungkook. Taehyung anlamıştı. Taehyung Jungkook'un bir yere değil birine gittiğini anlamıştı. Taehyung ona son bir (ya da on dokuz) şans vermek istemiş, ama Jungkook bu isteğe gereken karşılığı verememişti.

O sırada Park Jimin'in kollarında inlemekle meşguldü.

Hıçkırarak ağlarken telefonunu yeniden kulağına dayadı, Taehyung'un o cıvıldayan sesi telefonunun kapalı olduğunu bildirerek Jungkook'u sesli mesaja yönlendirirken genç idolün elleri titriyordu. "Hyung..." dedi kekeleyerek, sonra da söylediği şeylerin daha anlaşılır olmasını umarak sertçe yutkundu. "Taehyung... ben sensiz yaşayamam. Ne olur açıklamama izin ver. Benim kalbim senin için atıyor, duyuyor musun Tae? O... o sadece bir kafa karışıklığı, benim beraber olmak istediğim kişi sensin Tae. O değil. Taehyung? Ne olur beni bırakma. Bunu çözebiliriz, yalvarırım sevgilim." Sürenin dolduğunu belirten sinyal sesi duyuldu ve telefon parmaklarının arasından kayarak Jungkook'un kucağına düştü.

Nereye gitmiş olabilirdi? Jungkook onun peşinden gitmeye hazırdı, Kore'ye döndüyse bile Jungkook'a bir bakışıyla genç adam Büyük Okyanus'u tek seferde yüzerek aşabilirdi. Otel mi değiştirmişti? Taehyung İngilizcesine güvenmezdi, kalbi kırıkken aksanı kendini iyice belli ederdi, değil mi? Aynı otelde olmalılardı. Evet, evet. Kesin öyleydi! Taehyung yalnızca oda değiştirmişti, Jungkook sürünsün diye de telefonunu kapatmıştı.

Hızla ayaklandı ama bu hareketi başının dönmesine sebep olmuştu, bir elini kapıya yaslayarak başını öne eğdi ve derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı.

Tam o sırada elini yasladığı kapı, koridor tarafından tıklatıldı. "Taehyung!" diye çığlık atarak kapı kolunu çevirdi ve kızarmış gözlerini karşısındaki adama dikti.

Taehyung değildi, otel çalışanlarından biriydi. Elinde gümüş bir tabak tutuyordu; tabaksa ufak bir kağıt parçasına ev sahipliği yapıyordu. "Bay Jeon," dedi adam. "Resepsiyona uğramamışsınız, Bay Kim bunu sizin için bıraktı."

Titreyen parmakları uzanıp kağıdı kavradı ve Jungkook adama hiçbir şey söylemeden kapıyı yüzüne kapattı. Sırtını kapattığı kapıya yaslarken boğulacakmış gibi hissediyordu. Bakışlarını sevdiği adamın dağınık el yazısına odakladı, kağıt yer yer ıslanmış olmalıydı çünkü mürekkebin bir kısmı dağılmıştı.

Sana ulaşamadım, lütfen bunu alır almaz yanıma gel. Büyükannem kalp krizi geçirmiş, eve dönüyorum.

*

"Dinle, uhm, Jungkook-ssi," Karşısındaki siyah takım elbiseli yakışıklı adam Taehyung'un öz abisi gibi sevdiği meslektaşı Kim Seokjin'den başkası değildi. Jungkook için üzülmüş gibi görünüyordu ama Jungkook onun ne kadar da iyi bir oyuncu olduğunu yalnızca bir saniye sonra idrak edebilmişti zira Seokjin'in acıyan bakışları şimdi nefret saçıyordu. "Bir daha küçüğüme yüz metre yaklaşacak olursan, seni yok ederim."

Kore'ye ayak bastığından beri Taehyung'u binlerce kez aramış olmalıydı ama Taehyung kendi uçağından indiğinde telefonunu açmış ve Jungkook'un sesli mesajlarını bir bir dinlemişti. Ondan sonra da Jungkook'un aramaları her zaman meşgule atılmış, cenaze sabahıysa Taehyung diye aradığı hatta Kim Seokjin'in sesiyle karşılaşmıştı. Seokjin onunla son bir konuşma yapıp her şeyi açıklığa kavuşturmak istediğini söylediğinde Jungkook ona bir şans verildiğini düşünmüştü ama şimdi fark ediyordu ki Seokjin'in açıklığa kavuşturmak istediği şey Jungkook'un pişmanlığı değil, Taehyung'la her şeyin bitmiş olduğuydu.

Jungkook bir şey diyemeden cenaze evinin kapısı açıldı ve genç bir kadın başını yavaşça dışarıya uzattı. "Oppa?" diye seslendi Seokjin'e. "Taehyung seni istiyor."

"Geliyorum." dedi Seokjin ona bakarak, ardından yeniden Jungkook'a döndü. "Umarım söylediğim şeyler anlaşılmıştır, Jungkook-ssi?"

"Onu seviyorum." dedi Jungkook.

Seokjin eve dönmeden önce omuz silkmişti. "Kariyerini daha çok sev, sildiğim ilk idol olmazsın."

*

10 yıl sonra – Busan



Çektiği martı fotoğraflarını son kez kontrol ederken yaptığı işten fazlasıyla memnundu Jungkook. Tüm gününü sahilde harcadıysa da pişman değildi, yeni albümünün hazırlıkları bitmişti ve tek isteği sevdiği bir hobiyle uğraşarak rahatlamaktı.

Bakışlarını kolundaki saate çevirdi, havanın kararmasına yarım saat vardı. Annesi hava kararmadan eve dönmesini söylemişti (evet, otuz dört yaşındaydı) ama bu seferlik onu delirtmeyi göze alarak gün batımını fotoğraflayabileceğini düşündü. Banklardan birine oturup tuzlu deniz havasını içine çekti ve tüm hücrelerinin rahatladığını hissetti.

Onu tekrar geren şey, duyduğu ses olmuştu. "Oğlum, koşmasana!" diyordu sesin sahibi ve sesi fazlasıyla yakından geliyordu. Jungkook çekinerek başını çevirdi ve yıllar önce sahip olmayı umut ettiği manzarayla karşılaştı.

Kim Taehyung. Gülüyor ve ellerini öne uzatmış bir biçimde, koşan küçük bir çocuğu peşliyor.

Oğlum, diyor.

Dehşete düştüğünü belli eden bakışlarını Taehyung'tan ayırmasına sebep olan şey, küçük çocuğun gülüşü ve "Baba," diye mızmızlanışı olmuştu. Şimdi onu yakalayan babasının kolları arasında, ağzını kocaman açmış gülüyordu. Onun gülüşünü gören Taehyung'un gülüşü de her saniye biraz daha genişliyordu, o güzel dikdörtgen gülüşüydü suratını kaplayan. Kendini zorlukla kontrol altına alıp çocuğun suratını göğsüne yasladı ve dudaklarını da oğlunun saçlarına bastırdı.

Jungkook oturduğu banktan istemsizce kalkmıştı. Kamerası boynundan sarkarken elleri vücudunun iki yanında titriyordu.

Taehyung'la yıllardır konuşmamıştı. Aynı ortamda bulundukları olmuştu ama Taehyung ne ona karşı harekete geçiyordu, ne de Jungkook'un harekete geçmesine olanak veriyordu. Bir çocuk evlat edindiğini daha önce internette okumuştu ama ilk defa duruma birinci dereceden şahit oluyordu.

Ve durum canını yakmıştı.

Bakışları buluştuğunda sertçe yutkundu ve panik içinde Taehyung'un ne yapacağını beklemeye başladı. Taehyung da ona bakakalmıştı, kucağındaki çocuk onun dikkatini çekmek için küçük elleriyle onun suratını avuçlamaya çalışıyordu. En sonunda bakışlarını çocuğa indirip Jungkook'u serbest bıraktı ve Jungkook yeniden nefes almaya başladı.

Sonra bildiği tek şey Taehyung'un çocuğa gülümseyerek bir şeyler söyleyip Jungkook'u işaret ettiği ve küçük Kim'in de bakışlarını ona çevirdiğiydi. Aldığı nefes boğazına takılıp kalmıştı. Baba-oğul Jungkook'a yöneldiğinde denize atlayıp kurtulabilir miyim acaba, diye bir cümle geçti aklından. Taehyung'un amacı neydi?

"Merhaba," Oğlu hala kucağında olduğu için vücuduyla tam bir eğilme yapamamış, yalnızca başını eğebilmişti Taehyung. Oğlu da onu taklit edercesine küçük ellerini önünde birleştirerek başını Jungkook'un tarafına eğdi ve babasının söylediği kelimeyi tekrarladı. Çok... küçüktü. Bakışları Jungkook'a karşı büyük bir merak ve hayranlıkla doluydu.

Çocuğu izlemeye daldığını fark edince panik içinde doksan derecelik bir selamlama yaptı Jungkook. "Merhaba."

"Nasılsın, Jungkook-ssi?" diye sordu Taehyung ilgiyle.

Ayrılıklarının ardından Taehyung yaklaşık iki yıl boyunca acı çekmişti ve bu halini medyaya yansıtmaktan da çekinmemişti. Ama sonra, her ne olduysa, Taehyung iyileşmişti. Gülücükler saçıyor, etrafını arkadaşlarıyla kuşatıyordu. Rollerinin hakkını ilk günkü gibi vermeye devam ediyor, ödülden ödüle koşuyordu. Tüm bu süre boyunca ismi bir kez bile olsun bir skandala karışmamış, ülkenin beğenisini her geçen gün biraz daha kazanmıştı. Beş yıl önce, ailesini trafik kazasında kaybetmiş henüz iki aylık bir bebeği evlat edinmesiyle de zirve atışını yapmıştı. Kimsenin onun hakkında tek bir kötü düşüncesi yoktu.

Jungkook yalan söyleyemezdi. Taehyung'un acı çeken hali onu hep umutla doldurmuştu, Kim Seokjin'in yanıldığını ve Taehyung'un ona geri döneceğini düşünüyordu. Ama yanılmıştı. Taehyung karşısında, Jungkook'un onu hiç edemediği kadar mutlu görünüyordu. Öyle olgunlaşmış ve güzelleşmişti ki, bu mutluluğu Jungkook'a yansıtmaktan bile çekinmemiş, onunla paylaşmak üzere yanına gelmişti.

Kıymetini bilemediği adam için yazdığı onca şarkı gözlerinin önünden geçti.

"İyiyim," diye cevapladı Taehyung'u, sesini bulduktan sonra. "Ya sen?" Duraksadı ve çocuğa kaçamak bir bakış attı. "Siz?"

Taehyung'un samimi gülümsemesi genişlemişti. "Biz çok iyiyiz." Bakışlarını oğluna indirdi ama küçük çocuk hala Jungkook'u izliyordu. "Değil mi, Minnie?"

Çocuk Jungkook'a bakarak başını salladı. Taehyung unuttuğu şeyi fark ederek "Ah," dedi ve oğlunu tek koluyla desteklerken bir elini Jungkook'a uzattı. "Minnie, bu ajussi-"

"Hey," Kaşlarını çatarak sesini yükselttiğinde Taehyung kendini tutamayıp gülmüştü. "Ajussi değilim ben." Çocuğa baktı. "Hyung, de bana."

Çocuk bir ona bir babasına bakarken Taehyung gülüyordu. "Pekala," dedi gülmeye devam ederek. "Minnie, bu hyung'un ismi Jungkook." Bakışları Jungkook'a dönerken bu sefer eli oğlunu gösteriyordu. "Jungkook-ssi, bu küçük yakışıklı da Kim Taemin."

İsim kalbini ısıtırken Jungkook küçük çocuğa gülümsedi. "Memnun oldum, Taemin-ah."

"Ben de, hyung." dedi çocuk ama yanakları kızarıyordu, utandığı belliydi. Onu daha fazla utandırmamak adına bakışlarını Taehyung'a çevirdi. "Busan'da ne yapıyorsunuz?"

"Eşimin ailesi burada, Taemin de büyükannesini çok özlemişti, değil mi Minnie?"

Duyduğu şeyle birlikte Jungkook olduğu yere çakıldı. Eşim, mi? Taehyung evli değildi ki?

"Evet, evliyim." dedi Taehyung boştaki elini ensesine atarken. Yanakları oğlununkiler gibi kırmızıydı şimdi. "Medyaya bildirmezsen sevinirim tabi."

"Ben- yani.. sen-" Devam edemedi, ne diyeceğini bilmiyordu çünkü. "Ne zaman?" diye sorabildi en sonunda.

Taehyung bir an endişeli bakışlarını oğluna indirdi. Jungkook'un sorusundan kaçınıyordu. Jungkook ne zaman evlenmek istediğini söylese Taehyung kariyerinin önce geldiğini ve otuzlarını bitirmeden evlenmeyeceğini söylerdi çünkü. Hayatta iki adam sevmiş, ikisi de evlenmek istemediği için Jungkook'un hayallerini yıkmıştı.

"Taemin senin son şarkını çok beğendi." dedi Taehyung konuyu değiştirerek, Jungkook da yutkunarak onun oyununa ortak oldu ve ilgisini Taemin'e verdi. Küçük çocuk onun hayranı gibi görünüyordu, bu durumun evlerinde nasıl bir atmosfer yarattığını merak etti.

Birkaç dakika sonra Taehyung'un telefonu çaldığında oğlunu yeniden tek koluyla desteklemiş ve boştaki eliyle cebinden telefonunu çıkarmıştı. "Efendim?" Hattın diğer ucunu dinledikten sonra bakışları sahil ve park boyunca dolaşıp bir noktada duraksadı ve suratını Jungkook'un hayatında ilk defa gördüğü bir gülümseme kapladı.

Taehyung telefonu kapatıp oğlunu yavaşça kucağından indirdi. "Baban gelmiş, gidelim mi?"

"Hyung." dedi Jungkook panik içinde. Hemen bitemezdi. Taehyung'u tam şimdi, hemencecik kaybedemezdi. Birkaç dakika da olsa yalnız kalamazlar mıydı, bunu bile mi hak etmiyordu?

Taehyung onun surat ifadesini görünce yüzünü buruşturdu, Jungkook'un böyle bir tepki vermesinden korktuğu belliydi. "Minnie, sen git, ben geleceğim bebeğim."

"Tamam." Çocuğun bakışları Jungkook'a döndü. "Görüşürüz, hyung."

"Görüşürüz." diye mırıldandı Jungkook, sonrasında da Taemin diğer babasının olduğu tarafa doğru koşmaya başladı. Taehyung'un bakışları çocuğu takip ediyordu ama Jungkook'un dönüp de Taehyung'un eşini görmeye cesareti yoktu, bu yüzden kalbini paramparça ettiği adamın suratını izlemeye devam etti.

Taemin babasının yanına sağ salim ulaşmış olmalıydı çünkü Taehyung soru soran bakışlarını Jungkook'a çevirmiş, beklentiyle ona bakıyordu.

"Ne zamandır evlisin? Bunu duymamıştım. Saklamayı nasıl başardın?"

"Haftaya altıncı evilik yıl dönümümüz." dedi Taehyung Jungkook'un tepkisinden çekinerek çünkü Jungkook deprem yaratacakmış gibi duruyordu.

Otuz olmadan evlenmiş. Jungkook dehşet içindeydi. Ayrılalı on yıl oluyordu ve Taehyung'un acı çektiğini biliyordu. Kiminle tanışmış da hemen evlenmeye karar vermişti?

"Otuzlarım bitmeden evlenmeyeceğim, demiştin."

"Aşık oldum."

On yıldır çektiği acı hiçbir şeymiş gibi, Taehyung'un söylediği şey Jungkook'un kalbini paramparça etmişti.

"Sizi tanıştırırdım." dedi Taehyung, bakışları eşi ve oğlunun olduğu tarafa döndü ve yeniden Jungkook'a bakmadan önce birkaç saniye onları izledi. "Ama Jimin senden hala nefret ediyor."

Sessizlik.

Hava kararmıştı. Jungkook ne annesinin söylediği gibi vaktinde eve gidebilmişti, ne de eve gitmeyi geciktirmesine sebep olan gün batımını boynundan sarkan kamerayla fotoğraflayabilmişti. Cebinden gelen titremenin sebebi bu olmalıydı, annesi onu merak etmiş ve aramaya karar vermişti.

Taehyung artık onun yanında durmak istemiyordu, Jungkook bunu görebiliyordu. Jungkook yalnızca anlamıyordu. Jimin senden hala nefret ediyor.

"Efendim?" dedi soru sorarcasına, gözlerini kırpıştırarak.

Taehyung derin bir nefes aldı. "Hoşça kal, Jungkook-ssi."

Jungkook ona engel olma amacıyla öne doğru davrandı ama Taehyung ona göre hızlıydı ve Taemin'in gittiği yöne doğru yürümeye başlamıştı. Jungkook'un net bir şekilde hatırladığı son şey onun gidişiydi zaten. Daha sonra kollarında Taemin'le beraber Taehyung'u bekleyen Jimin'i gördüğünü hayal meyal hatırlıyordu; bacakları onu taşımaktan vazgeçmiş ve kalbini kırdığı iki adam çocuklarıyla beraber sahili terk ederken Jungkook'un yere yığılmasına yol açmıştı.

Annesini dinlemesi gerekiyordu. O banka en başından oturmamalıydı.

İki kalp kırmış, sonucunda kalpsiz kalmıştı.

Kırmızıyla siyah arasında seçim yapma hakkı olduğunu sanmış, en sonunda iki rengi birbirine kaptırmıştı.

Ben ne yaptım, diye düşündü Jungkook. Bundan daha kırık olamam.





eveeeeet sırf jungkook'u harcamak için yazdığım şu üç bölümlük kurgu boyunca en güzel prism jungkook kartlarımı yanlışlıkla harcadım fhjlfsjhfdkjl karmanın biası jungkook galiba:(

bana şarkılarıyla ilham veren charlie puth beyefendi ve canım sevgilim sita'ya teşekkür ederim. bi de canım shipim sabi ve loyi <3
okuyan herkese çok çok teşekkürler, umarım şu amatörlüğü üzerimden attığım çok güzel kurgularda tekrar buluşuruz, byeee:*

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #bts