Pobeda I
"Herkes bilmek ister fakat pek azı sonuçlarına razıdır." Nasuh Mahruki
(Bölüm yazılırken Nasuh Mahruki'nin Bir Dağcı'nın Güncesi kitabında anlatılan anılarından faydalanılmıştır.)
8 YIL ÖNCE
Check'in işlemlerinin uzun süreceği belli olmuştu. Aynı kontuarda birden çok uçuşun check'ini yapılıyordu. Etraf çok kalabalıktı ve taşıdıkları bagajları büyüktü. Sıra beklemekten bunalan Kenan daha şimdiden suratını asmıştı. Havalimanları çok gürültülü yerlerdi, Atlas da gürültüden hoşlanmıyordu, onları bekleyen uzun yolculuğun bir an önce sona ermesini ve maceranın başlamasını sabırsızlıkla bekliyordu, yine de surat asmıyordu. Babasının bu herşeye söylenen tatsız ruh hali şu an herşeyden daha sevimsiz geliyordu ona.
Sıra onlara geldiğinde Kenan görevliye selam bile vermeden "Bu ne ya? Bir işi de düzgün yapamayacak mısınız? Bilete dünyanın parasını almayı biliyorsunuz." diye söylendi. "Alma Ata. Kenan - Atlas Dorukan."
Pasaportları uzatırken Atlas, görevli kıza babası adına özür dilercesine bir gülümseme yollayıp bakışlarını başka yöne çevirdi. Az ilerideki pasaport kuyruğu aynı şekilde almış başını gidiyordu. Babası, oradaki polise de söylenirse neler olurdu acaba? Kolundaki saate baktı. Aceleleri yoktu aslında henüz vakit vardı. Telefonuna odaklanıp arkadaşlarının veda mesajlarına cevap yazmaya başladı. Son günlerde bir kız vardı, okuldan, dans kulübünün başkanı, havalı mı havalı, kimsenin teklifini kabul etmeyen bir kız. Atlas'la da birkaç kez konuşmuşlardı yalnızca, bir spor etkinliği için birlikte çalışmaları gerektiğinden telefon numaraları alınmıştı. Şimdi kız yazıyordu ona, başarı dilekleri ve tırmanışın tehlikelerine karşı kendine dikkat etmesi içerikli birkaç mesaj atmıştı. Henüz ortada bir şey yoksa da, böylesine popüler bir kızın mesajları Atlas'ın egosunu okşuyordu.
"Timur'dan haber var mı?" diye soran babasının sesiyle çok farklı yönlerdeki düşüncelerinden uzaklaştı.
"Mesaj attım şimdi. On dakikaya alandayım yazmış."
"Bir yere de vaktinde gelse şaşarım."
"Biz çok erken geldik baba. Bir sürü vakit var."
"Daha pasaporta gireceğiz."
"Çantaları veriyor muyuz?"
"Evet, gel. Büyük bagaj teslim yeri karşıda."
Tırmanış ekipmanlarını içeren devasa çantaları uçak kabinine sığmayacak kadar büyüktü ayrıca kısıtlamalar gereği tehlikeli madde kabul edilen içerikte eşyaları vardı. Atlas, ön gözünden yolda okuyacağı kitabı ve kulaklıklarını aldığı çantasını banta bıraktı.
Arkasını döndü. Büsbüyük adımlarla onlara doğru gelen Timur'u gördü. Yüzü güldü.
Timur, henüz 15 yaşında kendi uzun boyuna yaklaşan Atlas'ı eliyle çak yaparak selamladı ve sarıldılar.
"Naber aslanım?"
"İyidir Timur amca. Senden?"
"İyiyim." Kenan bu esnada öfleyip pöflüyordu.
"Nerede kaldın? Sensiz gidiyorduk."
"Yok be oğlum o kadar geç değil. Check-in'imi hemen yapıp geliyorum."
"Bekle gelirsin hemen."
Timur'un keyfi yerindeydi, Kenan'ın suratsızlığına güldü. "Uzatma."
"İyi, pasaporta girmeden seni bekliyoruz."
"Okey."
Sonunda bütün işlemleri halletmiş, uçağın yolcu alacağı kapıya doğru yürümeye başlamışlardı. Atlas, heyecanlı bir şekilde Timur'a son günlerde internette keşfettiği çok başarılı bir sporcunun antrenman programını anlatıyordu.
"Adam süper." Videoyu açmış bir yandan yürüyor bir yandan izliyorlardı. "O çektiği lastik var ya 250 kiloymuş."
"Yuh! Aç bakayım diğer videoyu."
"Hayvan ya. Baksana hiç zorlanmıyor."
"Tamam ama bu yaşta sen bunları yaparsan ileride sıçarsın onu söyleyeyim. Belli bu herif katkı maddesi kullanıyor."
"Stereoid kullanmıyorum yazmış videonun altına."
"Ha siktirsin oradan."
Atlas gülerken karnına çarpan engel yüzünden durdu. Konuşmanın hararetinden güvenlik bantlarının önüne geldiklerini farketmemişlerdi.
"Önünüze bakın önünüze." diye söylendi Kenan. Atlas'la Timur'un kendilerini kaptırdıkları konuyla hiç ilgilenmiyordu.
Burada üçüncü kez sıraya girip yer hizmetleri görevlisine biletlerini kontrol ettirdikten sonra nihayet uçağa geçebildiler. Çift koridorlu büyük bir uçaktı. Hayatında ilk kez uçağa binen Atlas şimdiden heyecanlıydı. Baş üstü numaralarını takip ederek oturacakları yeri buldu. Biri cam kenarında olmak üzere yan yana üç koltuktu, aynı zamanda önünde diğer koltuklara oranla daha geniş bir alan olan acil çıkıştalardı. Kenan'ın sevimsiz tavrına rağmen bileti kesen kız yine de jestini yapmıştı. Bu üçlü standart koltuk aralarına sığamayacak kadar uzun boylulardı.
Kenan cam kenarını aldı. Timur onun yanına oturdu. Atlas'a koridor tarafındaki koltuk kaldı. Timur'un, içinde el kamerasını taşıdığı küçük sırt çantası ve Kenan'ın dizüstü bilgisayarı dışında fazla eşyaları olmadığından kolay yerleştiler. Timur, Atlas'ın elindeki kitabı alıp baktı: Jack Kerouac - Yolda.
"İyidir bu."
"Okudun mu sen?"
"Herhalde oğlum."
"Başka kitaplar da aldım yanıma."
"İyi yapmışsın. Ben de getirdim. Değiş tokuş yaparak okuruz."
Kenan'ın elindeyse tırmanışla ilgili izinleri ve gerekli bilgileri içeren bir klasör vardı. Suratsız suratı Timur'a birkaç dakikalığına eşini ve kızını sorduğu sürede normale dönmüştü.
"Melek iyi ya. İpek'i de görsen koca kız oldu ama nasıl nazlı, nasıl babacı. Gideceğimi biliyor ya, dün gece sabaha kadar uyumadı. Film izledik birlikte."
"Çok çabuk büyüyorlar. Yakında baba ben de dağcı olacağım derse şaşırma."
"İlgisi var gibi ama tam da bilemiyorum. Henüz neyin ne olduğunu tam anlayamıyor. O kadar büyümedi daha."
"Atlas da düne kadar ilkokul çocuğuydu. Bak şimdi eşek kadar oldu." dedi Kenan.
Timur, elini hala gözü telefonunda olan Atlas'ın ensesine yaslayıp, sevdi.
"Valla daha dün gibi. Elimize büyüyorlar. İpek kızım benim. Bu da oğlum." dedi.
Atlas, ikisine gözlerini devirip telefonuna döndü. Timur Atlas'a bakarken Kenan'ın yüzünün gerildiğini farketmeyerek anlatmaya devam etti.
"Melek bu gidiş gelişlerime alışkın da İpek çok hassas. Her defasında ben yola çıkmadan birkaç gece öncesinden uyuyamamaya başlıyor. Kitap filan okuyorum, bazen film izliyoruz uyusun diye."
"Konuştuklarınızı duyup etkileniyordur."
"Çok fazla negatif konulardan konuşmuyoruz onun yanında ama duyuyor bir şeyler tabi. Böyle hassas olunca benim de aklım onda kalıyor."
"Belli sana çok bağlı, sen de ona. Ee normal tabi, babasının yaşanmış ve yaşanamamış tüm aşkları içerisinde en kıymetli olanı." dedi Kenan. Şaka yapar gibi bir tonda söylemesine rağmen bu kez Timur gerilmişti. Aralarında garip bir sessizlik oldu. Atlas farketmedi. "Kalmasın aklın. Zorlukları gördükçe büyüyecek, güçlü bir kız olacak." diye devam ettirdi Kenan.
"Öyle tabi." dedi Timur düşünceli bir ifadeyle Kenan'ı onayladı. "Öyle."
Konuşma doğal akışında ilerliyor olsa onun da bu aşamada Kenan'a Sude'yi sorması gerekirdi. Ancak sormadı. Soracak tadı da keyfi de kalmamıştı. Adı konulmamış bu garip gerginlik yerini bir kez daha sessizliğe bıraktı. Kenan elindeki klasöre döndü. Timur da önündeki ekrandan filmleri inceler gibi yaptı.
Uçak ilk hareketine başladı. Mecburen telefonunu kapatan Atlas, hemen önlerinde yer alan kendi koltuğuna oturan hostese dikkat kesilmişti. Kız emniyet kemerini bağlar bağlamaz, o da bağladı. Yüzünün rengi atmıştı.
Uçak pist başına gelip de hızlanmaya başladığında Atlas'ın, çaktırmamaya çalışarak iki kolçağı sıkıca tuttuğunu gören Timur güldü.
"Ne var oğlum korkacak? Uçaklar otobüslerden daha güvenli."
"Korkmuyorum zaten."
Kenan, incelediği dosyadan kafasını kaldırmadan oğluna,
"Belli o yüzden dün gece uçak kazası belgeselleri izliyordun." diye sataştı.
"Korktuğumdan değil." dedi Atlas ısrarla, Timur bir kez daha güldü, sonunda uçak kalktı.
Uçuşun başları Atlas için eğlenceliydi. Yemek yedi, dağcılıkla ilgili bir film izledi, biraz da müzik dinledi. Babasıyla Timur tırmanışın maddi koşulları ve sponsorlarla ilgili konuşmaya daldıklarında sıkılmaya başladı. Kulağındaki kulaklığı çıkarmadan dinlendirmek üzere gözlerini kapattı, uyuyakaldı.
Birkaç saattir uyuyor olmalıydı. Henüz kendine tam gelemediğinden gözlerini açmamıştı. Kulaklığı kulağındaydı hala ama çalma listesi bittiğinden babasıyla Timur'un konuşmalarını duyabiliyordu.
"Kaya konusunu hiç konuşmadık. Sorgusuz sualsiz attın adamı. O konuda içim hiç rahat değil." diyordu Timur.
"Sorgusuz sualsiz değil, altı dolu. Gidip gelip daha çok para istiyordu. Ben anlamıyorum ki ne hakla? Kulübün karına ortak olmak istedi en son."
"İstedi mi sahiden?"
"Evet. Hem de tehdit eder gibi bir tonlamayla."
Atlas'ın ilgisini çekmişti bu konu. Kaya abiyi severdi, düne kadar babasıyla Timur'un üçüncü kolu gibiydi ve atıldığını yeni öğreniyordu. Atılmamış olsa zaten muhtemelen bu tırmanışa o da gelirdi. Gözlerini açmadan konuşmayı dinlemeye devam etti.
"Kaya sence..." dedi durakladı Timur, sesini bir perde kıstı. Atlas görmese de üzerine dönen bakışları hissetmişti. "Atlas uyuyor mu?"
"Uyuyor."
"Kaya sence bir şeyler öğrenmiş olabilir mi?" diyerek yarım kalan cümlesini tamamladı. Kenan'ın ses tonu asabiydi.
"Nereden öğrenecek? Ben bir tek sana anlattım olan biteni."
"Bir de Elif biliyor tabi. Sırra kadem basan bir Elif..."
"Çok araştırdım biliyorsun. Çok soruşturdum. Elif konuşsa bugüne kadar Kaya bizim yanımızda kalmazdı."
"Bizim derken? Benim demek istedin herhalde. Bu konunun benimle ilgisi yok."
"Sen benim sırdaşımsın."
"Bu konuda sadece o kadarım Kenan." Timur'un tavrı netti." Elif, belki yakın zamanda anlatmıştır."
"On beş yıl oldu Timur. Durdu durdu da şimdi mi anlattı? Kaya'nın derdinin Elif'le ilgili olduğunu sanmıyorum. Para onun problemi. Ödemelerde kendisine haksızlık edildiğini düşünüyor. Birkaç kere nakit ödenen paranın tamamını cebine attığını biliyorum. İdare ettim, baş başa konuştum yapmasın diye. Art niyetli değilim bak, bunu da bir tek sana anlatıyorum. Öyle olsam daha önce ortaya dökerdim herşeyi."
"Yola çıkmadan önce telefonda konuştum. O da senin aynı şeyleri yaptığını söylüyor desem inanır mısın?"
Kenan birkaç saniye sessiz kaldı. Ardından,
"İnanırım." dedi. "Suçu üstünden atmak için yalan söylemesine şaşırmadım."
"Araştıracağım bu konuyu dönünce."
Kenan'ın sesine öfke ve hayret karışmıştı. "Bana güvenmiyorsun!"
Timur alttan aldı. "Onu kastetmedim."
"Neyi kastettin? Araştır ne araştıracaksan. Sanki korkumdan. Bu söylediğini dostluğumuza hakaret sayıyorum. Gerçi dost olduk mu hiç? O bile muamma."
"Ne saçmalıyorsun yine? Olayı nerelere taşıyorsun. Araştıracağım derken, kanıtıyla beraber adil bir karar konsun ortaya diye dedim. Kaya seni suçluyor, sen onu, eğer ki onun hatası varsa çıksın ortaya. Konu uzamasın."
"Bilemiyorum Timur. Bilemiyorum."
"Neyi bilemiyorsun amına koyayım? Duymuyor musun sen benim ne dediğimi?"
"Benim de bilemediğim bazı şeyler var diyorum."
"Belli zaten, başka bir karın ağrın var senin. Açıkça söyle ne söyleyeceksen."
Atlas, her an daha ciddi bir tartışmaya dönmek üzere olan konuşmalar yüzünden rahatsız bir tavırla kıpırdanmaktan kendini alamayarak gözlerini açtı. Anında farkeden Kenan, gözüyle Atlas'ı işaret etti.
"Konuşuruz sonra." dedi. "Nasılsa yolumuz uzun."
Konuyu kapattılar. Bu konuşma, sadece uçuşun geri kalanını değil, bundan sonraki günleri de kapsayacak derin temelli bir huzursuzluğun ilk filizi olacaktı.
**************
Uzun süren uçak yolculuğu, saat farkı ve vardıkları yerdeki hava durumu değişikliği üçünü de çarpmıştı. İlk geceyi zorlukla oda bulabildikleri salaş bir otelde baygın halde uyuyakalarak geçirdiler. Ertesi gün tekrar havalimanına gelerek sonunda ulaşmayı planladıkları tırmanış organizasyonunda görevli, tecrübeli rus bir dağcı olan Yevgeni'yle buluştular. Uçakla varmayı planladıkları Bişkek için son anda çıkan bir aksilik nedeniyle otobüs yolculuğu yapmak zorunda kaldılar. Bu da henüz üzerinden atamadıkları yol yorgunluğunu ikiye katladı. İçlerinde en iyi durumda olan Atlas'tı.
Döndükten sonra belgesele dönüştürmeyi planladıkları tırmanışın baştan sona her safhasını kayıt altına almayı kararlaştırmışlardı. Timur ve Kenan'ın baygınlıktan gözlerini açamadıkları yerlerde Atlas çıkıp çarşı pazar dolaşıyor, daha sonradan unutabilecekleri detayları bile kayda alıyordu.
Ala Tau Dağcılık kampına varmaları kah araçla kah yürüyerek neredeyse bir haftayı bulmuştu. Karakol şehri sınırları içerisinde 1800 metre rakımda bir yerdi burası. 2500 metrede yer alan ana kamptan gelip giden dağcılarla birlikte oldukça hareketli bir yerdi. Timur güzel bir tesadüf sonucu, yıllar önce yaptığı tırmanışlardan tanıdığı arkadaşlarına rastlamıştı. Araya yıllar girse de, anıların getirdiği dostluğun tadı bir başkaydı. Varana kadar çektikleri sıkıntılara rağmen Atlas buraya gelir gelmez vurulmuştu. Ortama adapte olma hızı herkesten yüksekti. Diğer dağcıların anlattığı tecrübeleri dinlemeye, yaş farkı gözetmeyen bu mütevazi insanlarla sohbet etmeye bayılıyordu. Yukarıdaki ana kampta Saint Petersburg Üniversitesi'nin dağcılık kulübü öğrencilerinin olduğunu duyduğundan beri ise 25 kilometre mesafeyi gerekirse yürüyerek aşmak için sabırsızlanıyordu.
Kenan genel olarak suskundu. Etrafındaki herşeyi dinliyor, herkesi izliyor ama genel olarak suskun bir profil gösteriyordu. İkinci gün geçip de kampa gitmek üzere gelmesini bekledikleri araç bir türlü gelmeyince, Atlas'ın ısrarına dayanamayarak yürümeyi kabul ettiler.
Ana kamp Karakol deresi yakınlarında yer alıyordu. Etrafındaki irili ufaklı dağlar sebebiyle birlikte Rus Üniversite öğrencilerinin popüler antrenman alanıydı. Timur, Kenan ve Atlas'ın ulaştıkları dönemde bölgede üniversiteden gelen 30 kişilik bir grup vardı. Çadırlarını üniversite topluluğunun bulunduğu bölgeye yakın yere kurdular. Bölgede başka gruplarla gelen 40-50 dağcı daha vardı. Kırgız çadırları ve civarda otlayan koyun sürüleri de manzaraya eşlik ediyordu. Üniversite öğrencileri bölgede bir ay daha kalıp ayrılacaklardı. Geride kalanların hedefi Khan Tengri ve Pobeda zirveleriydi. Tecrübeli dağcıların hemen hepsi daha önce burada tırmanış gerçekleştirmiş, zorluk olarak daha önce yer alan Korjenevskoy, Komünizm ve Lenin dağlarının zirvelerinin hepsini ya da bazısını görmüş kişilerdi. Timur da bunlardan biriydi.
Henüz İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciyken okula konferansa gelen Rus bir profesörün yardımı sayesinde ilk kez büyük bir ekspedisyona katılma fırsatını bulmuş, Kar Leoparı olma yolunda ilk adımlar sayılabilecek üç zirveye tırmanışlarını o yıllarda tamamlamıştı. Khan Tengri ve Pobeda'nın da zirvelerine ulaşırsa Kar Leoparı olacaktı. Atlas'ın, hayatında ilk kez öğrendiği bu ünvan çok ilgisini çekmişti. Timur'un ve diğer tecrübeli dağcıların deneyimlerini dinledikçe hevesleniyor, gittikçe içi içine sığmaz bir hal alıyordu.
Onun gençliğinden kaynaklanan heyecanını anlayışla karşılayan Timur yine de tecrübesizliği yabana atmaması gerektiğini tembihliyordu.
"Önemli olan başarmak değil Atlas. Önemli olan hayatta kalmak." Sonra şakayla ekliyordu. "Yoksa aşağıda kalanlara nasıl hava atacaksın?"
Dağcılıkta ölümlü kazaların büyük bir çoğunluğu zirve yolunda değil ne yazık ki iniş sırasında gerçekleşiyordu. Bu kazalar da çoğunlukla yorgunluktan, zirveye ulaşmak için tüm gücünü veren sporcuların tükenmişliğinden ve bazen tedbirsizliğinden kaynaklanıyordu. Kimsenin ön göremeyeceği doğa koşullarının getirisi olan ölümler de vardı. Bunlar, sporun riski içerisinde sayılıyor, ölümün kendisi kadar doğal kabul ediliyordu. Timur ve Atlas bu konular hakkında uzun uzun konuşuyorlardı.
Günler hızlı ilerlerken Kenan kamptaki ilk günlerini Timur'a karşı soğuk ve mesafeli geçirirken farklı gruplarla farklı tepelerde alıştırma tırmanışları yapmayı tercih etti. Atlas, babasıyla Timur'un arasındaki soğukluğu sezse de şimdilik soracak uygun ortam ve vakit bulamadığı için sesini çıkarmıyordu. Timur'un onun için farklı planları vardı. Bunlara uymakla meşgulken zaman su gibi geçiyordu.
Timur'un vasıtasıyla Atlas'ı aralarına alan Club Bars öğrencileri her gün bir başka tepeye gidip kazma ve krampon kullanma teknikleri çalışıyorlardı. Birkaç gün sonra Atlas, onlarla birlikte 2980 metre yükseklikteki bir başka kampa gidip 4202 metrelik Student's Peak'e tırmandı. Bu tırmanıştaki kondisyonu Khan Tengri'yi deneyip deneyemeyeceğine dair bir fikir vermişti ve görünen o ki vücudu zorlanmaya karşılık iyi reaksiyon gösteriyordu. Kendine hedef belirlediği rus dağcılar çok dayanıklı ve gözü karaydılar. Tırmanış teknikleri Atlas'ın bugüne kadar öğrendiklerinden farklılık gösteriyordu. Yine de onlardan gördüğü herşeyi hafızasına kaydediyor, ne yaparlarsa gık demeden aynısını yapıyordu. Faaliyet bitip de akşamları kampa dönüldüğünde ise yiyip içip sohbet ediyorlardı. Atlas buradaki insanların hepsinden yaşça küçüktü ama sporun eşitleyici yönüyle onlarla bir sayıldığını ve saygı duyulduğunu hissediyordu. Burada gördükleri sayesinde kısa sürede gönlünü spora kalıcı olarak kaptırdığını ve ömrünün sonuna kadar bu yönde devam edeceğini artık daha iyi biliyordu.
Rus öğrencilerin ikram ettiği votkayı içip onlarla birlikte gülüştüğü bir geceydi. Timur'un az ileride mehtaba karşı tek başına oturmuş kitap okuduğunu farketti. Babası yine erkenden uyumaya çekilmişti. Şişeyi elinden bırakıp yanındakilerden destek alarak yerinden kalktı. Ağır adımlarla Timur'un yanına gelip oturdu. Timur ona göz ucuyla şöyle bir baktı. Kitabı kapattı.
"Oku sen oku. Öyle oturmaya geldim ben."
"Durulmuyor ki yanında, ayı gibi içmişsin."
"Çok içmedik ya. Öyle elden ele gezdi şişe, bir iki fırt."
"Hadi lan oradan. Kibrit çaksam uçacaksın." Güldüler.
"Acaip hikayeler anlatıyorlar. Farketmeden sarıyor muhabbet."
"İyidirler, bakma takılıyorum. Ben de senin gibiydim buralara ilk geldiğimde."
"Anlıyorum seni. Burada geçen her gün daha iyi anlıyorum hatta. Daha çok hissediyorum."
"O bağlanmayı, değil mi? Görüyorum gözlerinde."
"Evet öyle. Evde beni bekleyen sorumluluklarım... senin gibi zorunluluklarım olmasa da tutkunun içinde nasıl köklendiğini hissediyorum. Gidiyorsun yine geliyorsun. Çekiliyorsun çünkü doğa çağırıyor seni."
"Henüz çok gençsin. Tecrüben arttıkça hissiyatın da artacak."
Atlas onaylayarak kafasını salladı. Timur anlattı.
"Gidiyorsun, şehirde modern insan olmanın gerekliliklerini yerine getiriyorsun. Para kazanıyorsun, aile kuruyorsun. Çok geçmiyor o çağrıyı duyuyorsun. Uzaklardan esen bir rüzgarın taşıdığı tanıdık bir koku gibi." Derin bir nefes aldı. İkisinin de soluduğu havada mis gibi dağ kokusu vardı. "Bu dağ var ya bu dağ, insanın burnunda tütüyor. Özletiyor kendini."
"Peki herşeyden güçlü mü bu özlem?" Timur, Atlas'ın sorusunun ciddiyetinden bir durakladı.
"Herşeyden değil." dedi.
"Ailenden mesela. En sevdiğim dediklerinden?"
Timur hafifçe kaşlarını kaldırdı. Atlas'ın sorusunun ardında yatanı net olarak sezebiliyor, verilecek doğru bir cevap arıyordu.
"Birilerinin olması lazım Atlas. Uçup gidecek bir balon olsan dahi, zamanı gelince seni yere indirecek birilerinin olması lazım. O zaman daha anlamlı olur yaşamak, bu yaptığın herşey. İnsan ancak sevdiklerinin varlığıyla bütünlenir."
"Sevmezse eksik mi kalır?"
"Hep biraz eksik kalır."
"Anlamlı gelmiyor bana. Yani...annemle babamı görüyorum. Birlikte ne kadar mutsuz olduklarını. Babamın mesela annemle bütünlendiğini düşünmek çok anlamsız, keza annemin babamla."
"Evlat en değerli varlığı insanın. Onların hayatını anlamlı kılan sensin."
"Bazen hiç öyle gelmiyor."
"Duygularının karışması normal. Her ailede kavga olur. Bunu da bilesin diye söylüyorum." Timur, Atlas'ın duygularının ağırlığını biraz olsun hafifletmek istemişti. "Melek teyzenle ben de tartışıyoruz. Ama sevgimizi birbirimize duyduğumuz saygıyla koruyoruz."
"Bizimkilerinki pek saygı sınırında değil." Atlas bu cümleyi utanılacak bir durumu itiraf eder gibi bir tonlamayla söylemişti. Hassas bir konuydu, Timur üstüne yorum yapmadı.
"Bir gün evleneceğimi ya da aile kuracağımı düşünemiyorum." diye devam etti Atlas, hala düşünceli bir havadaydı. Çok belli ki içini dökmek istemişti. Buna ihtiyacı vardı. "Dün bir çocuk öldü burada biliyorsun. 4500 metreden yere çakılmış, ölürken ben görmedim ama... iki gün önce antrenman yapmıştık birlikte. Ailesinin öldüğünü söylemişti bana. Burada olmayı seviyordu. Çok mutluydu biliyorum. Ölürken de mutluydu eminim. Bir tercih hakkım olsa ben de dağda ölmek isterdim."
Timur gerildi.
"Seni üniversitelilerle yollayıp tecrübe edinmeni isterken bu tarz düşüncelere kapılmanı istemedim. Buraya ölmeye gelmedik Atlas. Beni tedirgin ediyorsun."
"Hayır, özellikle bugün ölmek istiyorum gibi değil, depresif bir şekilde söylemiyorum, yanlış anlama. Bir gün hepimiz öleceğiz sonuçta, değil mi?"
Timur ister istemez onayladı. "Evet."
"Ölümün birçok versiyonu var. Sevdiğin bir şeyi yaparken ölmek o kadar korkunç bir ölüm değil bence."
"Yaşamak kadar ölüm de kaçınılmaz." dedi Timur da dalgınlaşarak. "Sen söyleyene kadar üstünde pek düşünmemiştim çünkü yaşamak için sebebim çok. Sanırım ileride bir gün ben de dağda ölmek isterim ama çok sonra."
"Çok yaşlanınca filan." diyerek güldü Atlas.
"Aynen çok yaşlanınca." diye ona eşlik etti Timur. Sonra ciddileşti. "Yapacaklarımız var daha. Sen okul okuyacaksın. Kendini geliştireceksin, insanları, hayatı tanıyacaksın. Bense karımla daha çok zaman geçirmek isterim mesela. Kızımın büyüdüğünü görmek isterim, evlendiğini, aile kurduğunu... torun filan sevmek isterim. Bunlar olmadan bir yere gitmeye niyetim yok."
"Sen torun sevmek istiyorsun da ya kızın çocuk büyütmek yerine senin gibi dağcı olmak isterse?"
Kenan söylediğinde önemsememişti, Atlas söylediğinde ciddi ciddi düşündü.
"Olabilir...İpek seviyor doğayı. Ufak tefek bir yapısı var ama güçlü de aynı zamanda. Yürüyüşe gidiyoruz bazen hiç yoruldum babacım dinlenelim demez. Bilmiyorum, var mıdır acaba böyle bir hayali? İsterse engel olmam."
"Sana hayransa senin yolundan yürüyebilir. Sen çok yaşlandığında ben yardım ederim ona."
Timur Atlas'ın ensesine ufak bir şaplak attı.
"Kendine yardım ettin de benim kızım eksik kaldı."
*************
Üniversiteliler yavaş yavaş dönüş hazırlıklarına başladıklarında Timur, Kenan ve Atlas için Khan Tengri zamanı yaklaşıyordu. Kenan artık ana kampta olmaktan sıkılmıştı. Khan Tengri'yi bile es geçip, doğruca Pobeda'ya tırmanma taraftarıydı. Bu düşünce Timur'un tüylerini diken diken ediyordu.
"Kendin doğru düzgün alıştırma yapmıyorsun. Oğlun -oğlun!- buraya gelmeden önce 3000 üzeri tırmanış yapmamıştı bile. On beş yaşında çocukla doğruca Pobeda'yı denersek en az birimiz ölürüz. Belki de hepimiz ölürüz."
Atlas, tırmanışın nasıl bir şey olduğunu biliyordu ve buraya geldiğinden beri Pobeda'yla ilgili pek çok ürkütücü hikaye duymuştu bu yüzden Timur'la aynı fikirdeydi. Tartışma sürerken müdahale etmemeyi seçti.
"Olayı fazla dramatize ediyorsun." dedi Kenan. "İyi bir yıl bu yıl. Şu ana kadar tırmananlar oldu, haberini aldık."
"Cigit'te çığ düştü bir kişi öldü. Pobeda'ya da bekleniyor. Sen şaka mısın? Nesi iyi bu yılın?"
"Tırmananlar oldu."
"Deneyeceğiz zaten ama bu tecrübe düzeyiyle olmaz. Burada bir iki tırmanış daha yapalım. Ayrıca Atlas önce Khan Tengri'yi görmeli."
Kenan birdenbire parladı.
"O benim oğlum! Benim. Onunla ilgili kararları ben veririm."
"Senin oğlun." dedi Timur'un sesi sinirden dalga geçer bir tonlamayla çıkmıştı. "Ölsün mü senin oğlun?"
"Ne diyorsun sen?" Öfkesi burnunda Kenan, Timur'un burnunun dibine girmişti. "Ha, ne?"
Atlas, olayın vardığı yere hayret ederken hızlı bir şekilde araya girdi.
"Yapmayın şunu. Ne alakası var şimdi konunun benimle?"
"Bilmiyorum onu Timur'a sormak lazım."
Timur sakinliğini korumaya çalışsa da çok zor dayanıyordu. Uzaklaşmaya yönelik bir adım atarken geri dönüp parmağını savurdu.
"Sen çok oluyorsun Kenan! Sen artık çok oluyorsun."
"Yürü git işine."
Atlas, "Timur amca biraz uzaklaşın birbirinizden." diye rica etmese Timur neredeyse alev alacaktı. Atlas'ın ricasıyla aklını başına topladı, Kenan'a uymadı. Yürüdü gitti.
O uzaklaştığında Atlas hala burnundan soluyan babasına baktı.
"Noluyor baba?"
"Senin baban benim. Neden onun tarafını tutuyorsun sen?"
"Ben öyle bir şey yapmadım."
"Bana hiç benzemiyorsun! Hiçbir konuda. Huyun, suyun... tipin bile ona benden çok benziyor amına koyayım tabi onu dinlersin!" Atlas'a daha fazla bakamayıp arkasını döndü. Ellerini, yolmak ister gibi saçlarından geçirip kederli bakışlarını göğe dikti. "Bu nasıl iş Allah'ım?" diye söylendi.
Atlas'ın gözleri yuvalarından çıkacaktı.
"Baba sen ne diyorsun?" Bunu bile öyle zor söylemişti ki, düşüncelerinin vardığı yeri aklı almıyordu.
Kenan cevap vermedi. Atlas yeniden sordu.
"Baba? Sen ne diyorsun?"
Kendini güç bela toparlayan Kenan yeniden Atlas'a döndü. Gözleri yaşlanmıştı.
"Bir şey yok...bir şey yok." dedi içini çekerek. "Bütün kuralları Timur'un koymasına tahammül edemiyorum bazen. Sözün nereye varacağını düşünmeden konuşuyorum."
Atlas'ın omzundan büyük bir yük kalkmış gibi oldu.
"Bu güç savaşına bir son verseniz iyi olur. Beni araya atarak arada bırakan sensin. Ben taraf tutmuyorum." dedi.
Kenan tekrar derin bir nefes aldı.
"Biliyorum. Biliyorum." dedi. "Çok iyi geliştirdin kendini, buraya geldiğimizden beri. Çok heveslisin. Senin de Pobeda'yı benim kadar çok istediğini düşünmüştüm. Bu yüzden bana katılırsın sandım. Burada oyalandıkça vakit kaybediyoruz ve yazın geri kalanında hava durumunun nasıl olacağını bilmiyoruz. Zirvelerde koşullar çok çabuk değişebiliyor."
"Yeterince tecrübe edindim mi sence?"
"4 binliklere bana mısın demiyorsun."
"Ama Pobeda başka..."
"Khan Tengri'yle Pobeda'nın arasında aşırı fark yok. Timur, Khan Tengri'yi istiyor çünkü Khan Tengri'nin ardından Pobeda'nın zirvesine ulaşırsa bu yıl Kar Leoparı olacak. Ama biz sponsorlarla sadece Pobeda için anlaştık."
Atlas biraz düşündü. Herşey para demek değildi. Sonra Kenan,
"Ayrıca Pobeda'ya tırmanmayı başarırsak, bunu yapan en genç dağcı olacaksın." dedi.
Atlas'ın içine o tanıdık ateş düşmüştü. En genç dağcı. Dünyada bir ilk. On beş yaşında zirvelere yazılan bir isim.
"Timur isterse bizden sonra geri dönüp Khan Tengri'ye tırmanabilir. Bilmiyorum. Belki biz de döneriz. Ama önce Pobeda'yı halledelim. Çünkü dediğim gibi doğa koşulları bu, ne olacağı belli olmaz."
Atlas içini çekti.
"Tamam baba." dedi. "Herşey yolunda giderse birkaç gün sonra Cigit'e giderken ona söyleriz. Benim ne kadar istediğimi görünce itiraz etmeyecektir."
"Sana itiraz etmeyeceği doğru." dedi Kenan bir kez daha mırıl mırıl söylenmişti. Bakışları yeniden Atlas'ı buldu. "Ben Cigit'e gelmeyeceğim. Kendimi yeterince aklimatize hissediyorum. Türkiye'deki ofisle ilgili yapmam gereken işler var. Siz gidip dönene kadar onları hallederim."
Sonraki iki günü Atlas, Timur ve katılmak isteyen diğer dağcılarla birlikte 4 bin metrelik iki dağa tırmanarak geçirdi. Biraz boğazını üşütmüştü ve güneş yanığından kaynaklanan hafif bir ateşi vardı ama genel kondisyonu çok iyiydi. Bu yüzden Kenan'ı arkalarında bırakarak, Cigit'in ana kampına doğru yola çıktılar.
Cigit öncesinde, Ala Tau'da tanıştığı ve arkadaşlık ettiği herkesle fotoğraf çektirdiler, İstanbul'a dönünce hazırlayacakları belgesel için birçok kayıt yaptılar. Cigit yolculuğuna ise daha uzun bir kayıt ayıracaklardı. Timur belgeseli; Kazakistan-Kırgızistan doğası ve insanları, Karakol'daki bu kamp, Cigit tırmanışı, Khan Tengri'ye gidiş, helikopter, hazırlık, ana kamp, tırmanış ve Pobeda zirve olarak planlıyordu. En sona ise tırmanışa eşlik eden arkadaşlarının konuşmalarını ekleyeceklerdi. Atlas babasıyla konuştuğu konuyu Timur'a Cigit yolunda açtı.
"Timur amca diyorum ki, Khan Tengri'yi atlasak bu yıl için... doğruca Pobeda'ya gitsek..."
Timur'un yüzü asıldı. "Babanın üzerindeki etkisini görebiliyorum."
"Babamdan ziyade ben istiyorum." dedi Atlas. Fakat Pobeda'ya tırmanan dünyanın en genç dağcısı olmak istiyorum diyemedi. Bunun yerine hava şartlarının git gide sertleşme ihtimalinden bahsetti. "Biliyorum sen bu yıl, Khan Tengri ve Pobeda'yı tamamlarsan Kar Leoparı olacaksın ama...Pobeda'dan dönünce de Khan Tengri'yi deneyebiliriz."
Timur'un gözleri öfkeyle açıldı.
"Ben bunu kendim için mi istiyorum? Sen de böyle mi düşündün aslanım? Baban seni ince ince işlerken bunu mu öne sürdü? Atlas, sen buraya gelmeden önce hayatında Kaçkar'dan yüksek dağ görmemiştin. Buz tırmanışı yapmamıştın! Burada herkes Pobeda'ya tırmanırken olanları anlattı, konuşulanları duydun. Tırmanan her altı kişiden biri ölüyor ve koşullar dolayısıyla öleni aşağı bile indiremiyorlar. Hala nasıl bunu kendim için istediğimi düşünüyorsun? Sikeyim Khan Tengri'sini Pobeda'sını. Deneyeceğiz dedik. Dünyanın en zor iki 7 binliğinden bahsediyoruz. Gideriz hava bozar beş binden geri döneriz bu da mümkün. Sağlığımız riske girer her türlü döneriz. Bu gözü dönmüş hırs iyi bir şey değil. Hiçbir şey, hayatta kalmamızdan daha önemli değil oğlum."
Oğlum deyişiyle bir ürperdi Atlas. Babasıyla konuştukça farklı düşünüyordu. Timur'la konuştukça Timur'a hak veriyordu. Aslında babası hiçbir zaman haklı gelmiyordu ona ama babasıydı sonuçta ve babasını mutlu edecek hatta gururlandıracak bir evlat olmak istiyordu. Timur'la konuştukça gerçeğe dönmüş, morali bozulmuştu.
"Atlas...moralini bozmanı istemiyorum. Ben senin başarmanı istiyorum. Bu benimle ilgili değil. Cigit'e tırmanırken seni gözlemleyeceğim. Eğer ikna olursam, Khan Tengri'den vazgeçeriz. Anlaştık mı?"
Atlas artık çok emin olamıyordu Pobeda'yı istediğinden, içine uğursuz bir his çöreklenmişti ama kafasını sallayarak onayladı.
"Anlaştık."
Cigit öncesi kampta, protein ağırlıklı yemekler yediler. Atlas son bir iki gündür çok uzun süre uyuyamıyordu. Herkesin çadırına çekildiği o gece, sessizliğin içinde oturmuş Zorba'yı okuyor, bu yolculukta kendisinin gerçekte neyi istediğinden emin olmaya çalışıyordu.
Özgür olmak istiyordu ve özgürlük; tanımlaması en az gerçekleştirmesi kadar zor bir kavramdı. Başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmekti ona göre. Özgürlüğün en iyi yanıysa doğal olması ve doğallığıyla sorumluluğu da beraberinde getirmesiydi. Sorumluluğun uygulayıcıya ait olduğuna inanan Zorba; ayrılacakları gün geldiğinde can dostu Kazancakis'e -insana, kendini bağlayan ipi koparabilmesi ve özgür olabilmesi için delilik gerektiğini söylüyordu. Kim bilir belki de bu dünyaya biraz delilik gerekliydi. Delilik; özgürlük ve mutluluk için ağır bir bedel sayılmazdı ve insan yeri geldiğinde kendini bağlayan ipleri kopartmaktan korkmamalıydı.
Atlas, Pobeda'ya tırmanmak istiyordu.
Cigit tırmanışı başarılı geçti. Kramponla tırmanma ve kar-buz-kaya miks tırmanışı açısından çok faydalı oldu. Timur'la birlikte istedikleri gibi çekim de yaptılar. Sonra babasının yanına dönerken Timur ona ne istediğini sordu ve Atlas ona ileride görkemli bir şekilde yükselen Pobeda'yı işaret etti.
Timur'un moral motivasyonu yerindeydi. Atlas'ın kondisyonuna karşı da güveni artmıştı.
"İyi bakalım." dedi. "Sizin istediğiniz olsun Dorukan'lar."
***************
Herşeyi son derece planlı programlı yapan ve bürokrasiye önem veren Ruslar, üçlünün karar değiştirip doğruca Pobeda'ya gidecek olmalarını şaşkınlıkla ve biraz da olumsuz bir tavırla karşıladılar. Kampta sohbet ettikleri dağcı dostlarından ileri gidip bu kararı intihar olarak niteleyenler vardı. Kenan bir iki kişiyle tartışma yönlü diyaloglara girdi. Timur karışmıyordu, verilmiş karardan dönmeyecekti. Atlas da kulağına kulaklığını takıp konuşmaları duymamayı seçti.
Buz gibi soğuk fakat güneşli 8 Ağustos sabahı moralli uyandılar. Yukarıdan gelen helikopterlerle iki grup halinde 4000 metre irtifada yer alan Khan Tengri ve Pobeda'nın ortak ana kampına ulaştılar. Bütün günü diğer dağcılarla birlikte malzeme taşıyarak, kamp yerini taşlardan temizleyerek ve kampı kurarak geçirdiler. Aktif aklimatizasyon da denen bu çalışma herkesin gücünü kesmişti. Akşam çöktüğünde yorgunluktan bitmişlerdi.
Bulundukları bölgede, çadırı kurdukları yerde, Pobeda tüm görkemiyle karşılarında duruyordu. Etrafını çevreleyen diğer dağların arasında heybetiyle öne çıkan inanılmaz güzel bir görüntüsü vardı. O yorgun gecede karşısında çay içip tereyağlı ekmek yediler.
Hemen yanlarında sekiz ingiliz dört de rus dağcıdan oluşan bir ekip vardı. Birkaç gündür Khan Tengri'nin buzul duvarına yürüyüş yapıyorlardı, buraya tırmanmak için gelmemişlerdi. Onlarla sohbet ettiler. Kırgız arkadaşları gitar çalıp şarkı söylerken, bir gece daha sona erdi.
Ertesi gün dinlenerek geçti. Khan Tengri ve Pobeda'nın tırmanış ekipleri için herşeyin bir düzeni vardı. Organizasyon önemliydi. Her sabah dokuzda kahvaltı, öğlen birde öğle yemeği, beşte akşam yemeği ve dokuzda çay saati oluyordu. Kamp doktoru kadın sinir bozucu biriydi. Onunla pek anlaşamıyorlardı ama neyse ki bir tek onlar değildi. Kadın herkesin gözünde sevimsiz biriydi.
Dinlenme gününde Atlas yine çadırda müzik dinlerken, son uyarıları gözden geçiriyor, sevimsiz doktorun yanına alması için verdiği malzemelerini düzenliyordu. Boğaz kuruluğuna karşı pastil ve şurup, baş ağrısı için ağrı kesici, donan uzuvlar için kan sulandırıcı ve bir kutu da uyku ilacı, çünkü bazen iyi uyuyamıyordu. Burada ilk tanıştığı dağcı arkadaşı Yevgeni'nin hediye ettiği çakıyı pantolonunun fermuarlı yan cebine koyarken Kenan çadıra girdi.
"Naber?" dedi.
"İyi. Hazırlanıyorum."
"Yuri'den pense aldım. Kramponlarını ayarlayalım, gel."
Kramponların ayarlanması bitince çadıra dönüp hazırlıklarına devam etti. Güneş koruyucu. Burunluklu gözlük. Kapalı tozluk. Avuç içi destekli iki parmaklı eldivenler.
Pobeda, coğrafi konum olarak dünyanın en kuzeyindeki yedi binliklerdendi. Himalayalar bile daha güneyde kalıyordu. Bu yüzden çok değişken ve çok sert hava koşulları vardı. Gelirken yanlarında getirdikleri yedi bin irtifaya uygun malzemeleri burada sekiz bine uygun olanlarla değiştirmişlerdi. Ana kampta geçen süreyi fiziksel olduğu kadar psikolojik hazırlıkla da geçirmişlerdi.
Gariptir, geldiği günden beri her an tırmanışa hevesli olan Atlas ilk kez bu tırmanış öncesinde gergindi. Timur da ağzını zor açıyordu. Kenan ise hepsine yetecek kadar enerjikti. Ortalıkta dört dönüyor, diğerlerinin endişelerini görmemezlikten geliyordu.
Kampta iki gün daha geçirdiler. Bu esnada Khan Tengri ve Pobeda tırmanışından dönen tanıdıkları dağcılar oldu. Hava koşulları kötüleşmişti. Zirveyi görmek çok zordu. En tecrübeli dağcılar bile çoğunlukla yarı yoldan dönüyorlardı. Ukraynalı ekip, içlerinden biri hayatını kaybettiği için geri dönmüşlerdi. Hepsinin moralleri bozuktu. Khan Tengri'den geri dönenler arasında ise Rus Stepanov'un elleri soğuktan çok kötü durumdaydı. Kamp doktoru iğne yapıp, ilaç sürerek ellerini sardı. Stepanov yemek yerken bile arkadaşlarından yardım almak zorunda kalıyordu. Çok tecrübeli bir Kırgız dağcı olan Kassim, Atlas'a kendisininkinden daha kalın bir çift eldiven hediye etti.
Bütün hazırlıklarını tamamlamış olarak 12 Ağustos sabahı 07.30'da son beş yılın en kötü sezonunda güneşli güzel bir güne uyandılar. Aynı sabah İspanyol ve Rus dağcılar da Khan Tengri için yola çıkıyorlardı. Herkes birbirine şans diledi. Ardından Kenan, Atlas ve Timur Pobeda'nın 1. kampı için yürüyüşlerine başladılar. Yürüyüş dört saat kadar sürdü. Pobeda kütlesinin altına kadar giden Zvoydoçka Buzulu'nu geçtiler. Sabah erken yola çıktıkları için kar sertti. Batmadan rahatça ilerlediler. Yol boyunca irili ufaklı buzul çatlakları ve donmuş göller vardı. Bu yüzden yaklaşık iki saatlik bir yolu birbirlerine iple bağlanarak çok dikkatli geçtiler. Güneş tepede yükseldikçe hava da git gide ısınıyordu. Aynı koşulların dört beş gün daha sürmesi zirveyi olanaklı kılacaktı.
Tempoları iyiydi ancak çantalarının çok ağır olması işi biraz zorlaştırıyordu. Pobeda'yı zor kılan birçok doğal etken vardı. Zirve yolculuğunun altı kamptan oluşması başlı başına bir etkendi. Uzun bir tırmanış olduğu ve rotada ilerlerken havanın bozması ihtimali bulunduğu için yanına ekstra yiyecek ve yakıt almak gerekiyordu ki bu da taşıması zorunlu yükü arttırıyordu.
Birinci kampa öğle saatlerinde vardılar. Rotanın bundan sonrası 600-700 metre boyunca dev buz sarkıtlarının altından devam ediyordu ve bu sarkıtlar her an düşecekmiş gibi görünüyordu. Birkaç gün önce Amerikalı bir ekip bu kısmı geçmek istemedikleri için 1. kamptan geri dönmüşlerdi. Bugünkü koşullar devam etmeye uygundu ancak hava sıcaklığı nedeniyle buz çığı düşebilirdi. Yaptıkları fikir alışverişi sonucu -ağırlıklı olarak Timur'un isteğiyle- günü 1. kampta geçirmeyi kararlaştırdılar. Bu karar Kenan'ı içten içe rahatsız etmişti. Atlas ve Timur çadırın dışında gaz ocağını yakarken o çadıra girerek gözden kayboldu. Bir süre sonra yemek hazır olduğunda yanlarına döndü.
"Bir önerim var. Bugün burada kalarak kaybettiğimiz zamanı yarın 2. kampı es geçerek 3'e devam ederek kapatalım."
"Yani diyorsun ki, 5300 yerine 5800 metreye kadar durmadan devam edelim?"
"Evet. Aynen öyle diyorum."
Yediği yemeği boğazına dizen Kenan'a karşı öfkesini artık kontrol etmekte çok zorlanan Timur,
"Kenan... yüksek irtifa bu. Zorlanırsın. Zorlanırız." dedi.
"Ben gayet iyiyim."
"Acelemiz mi var?"
"Yok mu? Ya hava bozarsa?"
"Şimdi de olabilir bu, sonra da. Gereksiz risk almayalım."
"Oylayalım madem. Biz bir ekibiz."
"İyi. Oylayalım."
Babası ve Timur'un iki zıt kutup olan oyu belliyken Atlas kendi oyunun karar belirleyici olduğunu biliyor, babasının onu böyle arada bırakmasından iyice nefret ediyordu. İki yetişkin adam gözünün içine bakarken burnundan soluyarak,
"İyi. Devam edelim." dedi. "Atlayalım ikinci kampı."
Yemeğini hızlıca kaşıklayarak bitirdi, keyifsiz bir tavırla çadırın içine girdi. Açık bir defter gördü orada. Babasının elinde daha önce de gördüğü bir defterdi bu. Daha önce ilgisini çekmemişti. Şimdi de çekmiyordu. İnci gibi bir el yazısıyla kaleme alınmış, yer yer ıslanmış satırları gördü. Daha fazla ıslanmasın diye kapatıp kaldıracaktı ki yazılanlara gözü çarptı. Kalakaldı öylece. Henüz ilk satırları okurken kapıldığı şaşkınlık sırtından aşağı elektrik akımları gönderiyordu. Defteri evirdi çevirdi. Zaten tahmin ettiği Sude Keskin adını gördü. Keskin, annesinin evlenmeden önceki soyadıydı.
Bu esnada dışarıda Timur onaylamaz şekilde kafasını iki yana sallıyordu. Kenan alev saçan gözlerini Timur'a dikti.
"Hazmedemiyorsun değil mi?"
"Neyi hazmedemiyorum?"
"Hazmedemiyorsun."
"Neyi hazmedemiyorum Kenan?"
Öfkeden gerim gerim gerilerek birbirlerinin burnunun dibine girdiler.
"Biliyorsun."
"Söyle neymiş."
"Oğlum. Benim oğlum. Benim kararlarım. Benim olan herşey batıyor sana."
Timur şaşkınlıkla baktı kaldı.
"Hasta mısın sen?"
Atlas tam da bu anda elinde defterle çadırdan çıktı. Ne diyeceğini bilemez bir halde yumruklaşmaya bir kala haldeyken durup ona bakan iki adama baktı.
"Bu hanginizdeydi?" diye sordu. Kenan cevap vermedi. Timur,
"O ne?" diye sordu. Atlas cevabını almış gibi Kenan'a döndü.
"Baba?"
Kenan'ın ağzından çıkan, cevap kadar çok şey ifade eden bir soru oldu.
"Okudun mu?"
Atlas sinirden titriyordu.
"Bu defter niye sende baba? Sen niye okudun? Senin değil ki. Ben niye görüyorum böyle bir şeyi? Benim de değil."
Kenan'ın hızlı çalışan beynindeki çarklar Atlas'ın neyi ne kadar okumuş olabileceği düşüncesiyle dört dönüyordu.
"Atlas tamam. Sakin ol. Önemsiz bir şey."
Fakat Atlas sakin olamıyordu.
"Ne demek önemsiz?! Ne demek sakin ol?! Annemin bu! Annemin günlüğünü niye aldın sen yanına?"
Timur, defterle hiç ilgilenmiyordu ama defterin Atlas'ın sinir krizi geçirmesine sebep oluşuyla ilgileniyordu. Bu yüzden,
"Oğlum sakin ol bir önce. Ver o elindeki bana." diyerek uzandı.
Atlas öfke dolu bir bağırışla birlikte defteri karların arasına fırlattı.
"Uzak dur benden. Allah kahretsin! Siz ne biçim insanlarsınız?" diye bağırdı. Ardından sarkıtların olduğu yönde yürümeye başladı. Kenan fırladı arkasından.
"Oğlum gitme."
Timur'sa kafası karışmış bir halde defteri yerden aldı. Kendiliğinden ayrılan yapraklar en çok okunduğu için katlanmış o sayfayı gözleri önüne serdi.
Dikine iki çizgi. Hamileyim. Bugün hayatımın en kötü günü. Kenan'a söylemek için kulüp odasına gittiğimde Timur'la karşılaştım. Gözyaşlarıma kayıtsız bakışları kalbimi yerinden söker gibiydi. Ne diyebilirim ki o haklı. Bense bu yükle yaşayamıyorum. Kenan hamile olduğumu öğrenir öğrenmez evlenmek istedi. Oysa ben ölmek istiyorum. Fakat ne kendime ne de karnımdaki günahsıza kıyacak cesarete sahibim. Kenan'la evlenmek zorundayım. Çok yazık ki bu bebek hiç var olmamış bir aşkın içine doğacak. Benim kalbimse ölene dek Timur'a ait olacak.
Timur'un eli ağzına kapandı. Dehşet içinde sayfaları çevirdi. Rasgele denk geldiği bir başka sayfadaki satırları okudu.
Bugün bir oğlum oldu. Dünyalar güzeli bir bebek. Yumuk gözleri tıpkı benimkiler gibi lacivert renkli. Umarım zamanla değişmez. İşaret parmağımı minicik yumruğuyla sımsıkı tutuşu o kadar tatlı ki. Güçlü bir oğlan olacak. Fakat asla sevmeyeceğim bir adama baba diyecek olması içimdeki kahroluşu körüklüyor.
Timur defteri kapattı. Okumak istediğinden çok daha fazlasını görmüştü. Daha fazlasına katlanamayacaktı. Sude'nin onunla ilgili böylesine derin hisleri olduğunu aklına bile getirmezdi. Çok yıllar önce kaleme alınmış satırlardı. Yine de insanı rahatsız etmeye yetiyordu. Kendisi böyle rahatsız hissederken defteri kimbilir kaç kez okumuş Kenan'ın binbir tripli halini daha iyi anladı. En çok da Atlas'a üzüldü. Neyi ne kadar okumuştu bilmiyordu ama kendi okuduğu kadarını görmüşse eğer çok kötü hissediyor olmalıydı. Sude'nin satırları şaibeli bir ilişkiyi ifade ediyordu. Hiç var olmamış bir ilişkiyi... fakat Kenan'da böyle mi düşünüyordu? Nedense hiç sanmıyordu.
Çadıra girip defteri Kenan'ın çantasına yerleştirdi. Tekrar dışarı çıkıp gaz ocağında çay demledi. Geri döndüklerinde kendi payına düşen yanlış anlaşılmayı açıklamak üzere beklemeye başladı.
Kenan ve Atlas yarım saat kadar sonra geldiler. Atlas'ın konuşası yoktu belli ki doğruca çadıra yöneldi. İçeri girdi. Yattı uzandı. Kulağına kulaklığı taktı. Annesi, babası ve Timur'un arasındaki bu ilişki ağı midesini bulandırıyordu. Ne konuşacaklarsa duymak istemiyordu.
Kenan'sa sakin bir tavırla Timur'un karşısına oturdu.
"Atlas'ın yanında açmayacaktım konuyu. Baş başayken konuşmak istiyordum seninle. Olmadı bir türlü. Açamadım bugüne dek hep erteledim."
"Ertelediğin her an için içini yiyor belli. Keşke aradaki gerginliği büyütmek yerine en baştan gelip bana sorsaydın."
"Anlatır mıydın gerçeği gizlemeden? Sude'ye sormadan, fikrini almadan? Anlatır mısın şimdi?"
"Benim Sude'yle suç ortaklığı yapacak bir durumum yok. Gizli saklı bir durum da yok. Ne bilmek istiyorsan anlatırım elbette."
"Çok aşıkmış sana. Aşıktır belki de hala. Ne yaşadınız ki bu kadar bağlandı? Benim haberim olmadan, ruhum duymadan..." Kenan'ın cümleleri acı tadı veriyordu. Sakinliği daha da rahatsız ediciydi kurduğu cümlelerinden.
"Hiçbir şey yaşamadık."
"Nasıl oluyor peki?"
"Olan bir şey yok. Ben de az önce okuyunca gördüm yazdıklarını. Çok şaşırdım. Haberim yoktu."
"Nasıl olmaz Timur?"
"Bak Kenan biz Sude'yle birbirimizi, okul zamanı, muhtemelen senin onu görmenden daha önce görmüştük, doğru. Kantinde, yemekhanede, bahçede görmeye devam ettik bir süre. Fakat tek kelime etmezdik, öylesine platonik bir şeydi. O ara benim başka önceliklerim vardı, dönem sonunda gelen davetle apar topar hazırlanıp tırmanışa gitmiştim. Hatırlıyorsun o dönemi, geri dönüşte kayıt tarihini kaçırınca okulda bir sene kaybettim. Derken peder vefat etti. Okula dönmeyi bile düşünmüyordum. Sonra sen geldin beni ikna ettin. Ne Sude kalmıştı aklımda ne bir şey. Okula döndüğümde ise sen birlikteydin Sude'yle. Hiç açılmadan kapanan bir konu benim için."
"Onun için o kadar basit değilmiş ama."
"Dediğim gibi ben bilmiyordum. Çok şaşırdım."
"Emin misin bu söylediklerinden?"
"Ne biçim bir soru bu?"
Kenan dudaklarını kemiriyordu. Sorup sormamaya emin olamadığı fakat içini bir kurt misali kemiren o duyguyu söküp atamıyordu: Şüphe. Şüphe insanın kurduydu. Kenan'ı öyle uzun zamandır kemiriyordu ki artık kendi içinde doğruyu yanlışı ayırd edemiyordu. Defteri bulduğundan ve okuduğundan Sude'nin haberi yoktu. Kimseye söylememişti Kenan. Bu korkunç kaygıyı içinde büyütmek gibi bir yanlışı seçmişti. Fakat konuşmak, açık açık sorabilmek de öylesine zordu ki. Kenan bencil bir adam olarak bilinirdi ve buna itirazı olmamıştı hiçbir zaman, oysa şimdi o bile kimsenin onun yerinde olmasını istemezdi. Ölene dek kalbine mühürlendiği kadının kendisinden nefret ettiğini ve valığına mecburen tahammül ettiğini zaten biliyordu, ama oğlum dediğine, Atlas'a dair duyduğu şüphe...
Aynı anda çadırın içinde Atlas'ın dinlediği şarkı bitmişti. İki şarkı arasındaki uzun sessizlikte asla duymak istemediği bir soruyu duydu.
"Atlas benim oğlum mu?"
Sanki çığ düştü tepesinden aşağı. Müziği durdur tuşuna bastı. Kulaklığı çıkarıp attı, öne doğruldu. Timur'un sesi hayret doluydu.
"Allah aşkına sen ne diyorsun?"
"Sude'nin yazdıklarına bakıyorum. Sonra çocuğa bakıyorum. Bana hiç benzemiyor. Kafayı yiyeceğim Timur. Düşün düşün atamıyorum içimden. Bu şüpheyle yaşanmıyor."
"Kesinlikle böyle bir şey yok!"
"Ben... sadece bir gece birlikte olmuştum Sude'yle-"
"Neyse ne Kenan. Anlatma bile gerek yok. Bu şüpheyi aklından çıkar."
Kenan'ın gözleri doluydu. Çok uzun zamandır düşünüyordu. Bu yüzdendir birkaç kuru cümleyle kolay kolay ikna olacağa benzemiyordu.
"Beni gerçekten seven bir kızı yarı yolda bıraktım, gözü dönmüş bir hırsla Sude diye tutturdum. Belki de hayatımın hatasıydı Sude'yi sevmek. O, beni bir gün bile sevmedi biliyorum. En başından beri sevmiyordu hep biliyordum, sana nasıl baktığını görüyordum, gözyaşlarını görüyordum, bile bile evlendim. Ben Sude'yi çok sevdim Timur. Ölecek kadar, uğruna öldürecek kadar çok sevdim. Herşeyi göze alacak kadar, benden ne isterse yapacak kadar çok sevdim. O ise beni hiç istemedi, hiç sevmedi, belki de sen reddettin diye onu, kalbi kırık bir halde, zaafıyla geldi kapıma. Ben onu içeri aldım. Çok güzeldi... Su gibi duru. Dokunulsa kırılacakmış gibi hassas. Ve insanı günaha çağıracak kadar tutkulu. Ben o çok güzel kızın sadece benim olmasını istedim. Hiçbir zaman olmadı. Eğer hamile olmasaydı evlenmezdi benimle. Mecbur kalmıştı. Onu öyle çok seviyordum ki önemsemedim. Atlas doğduğu günden beri düzelmiyor, sadece daha kötüye gidiyor, adına hayat dediğimiz bu şey bir kabus. Biz bir kabusun içinde yaşıyoruz. Sahip olduğum tek şey oğlum dediğim bu çocuk. Fakat o da beni sevmiyor. Benim karım da oğlum da seni benden çok seviyorlar." dedi. Çok bozuktu sinirleri. İçini dökmüş ama rahatlamamıştı, kendini sıkarak zor zaptediyordu. "Belki de hiçbir şeyim yok benim bu dünyada. Belki bu çocuk bile bana ait değil. Neden?" diye sordu gözünden bir damla yaş akarken. "Çok şey istememiştim. Benim sevdiğim kadar değil sadece biraz olsun sevse yeterdi. Bana bir oğul verdi. Onun bana baba deyişinden nefret etmeyecek kadar bile sevse yeterdi."
Timur, duydukları karşısında kendini berbat hissediyordu. Kenan'ın yaşadığı bu Sude kaynaklı sevgisizliği teselli edecek bir cümlesi yoktu ama kendini açıklaması gerekiyordu.
"Kenan, ben hiçbir zaman Sude'nin satırlarında yazdığı o adam olmadım. O neyi düşlerdi bilmiyorum. Belki yaşayamadıkları içinde kalmıştır. Biz diye bir şey hiç olmadı, bir vaatte bulunmadık, ben onu senin sevdiğin gibi sevmedim. Yaptığın çıkarımların hiçbiri doğru değil. Ne o bana geldi ne ben onu reddettim. Herhangi bir yakınlığımız olmadı. Benim tek bildiğim okula döndüğüm ve onun seninle birlikte olduğu. Ondan öncesini sildim gitti. Adımızı bile bilmezdik. Sen tanıştırdın bizi. Ben onu Kenan'ın sevgilisi Sude olarak tanıdım. Kenan'ın eşi Sude olarak da saygı duydum. Sen de bundan ötesini sil at aklından. Melek'i sevdim ki onunla evlendim. Mutlu bir ailem var, dünyalar güzeli bir çocuğum var. Eskiden karılarımız arkadaş diye daha sık görüşürdük. Yıllar oldu görüşmüyoruz bile. Atlas'la ilgili kuruntuların da o kadar saçma ki, seni sevmediğini söylüyorsun ya, o çocuk gözünün içine bakıyor senin. Sırf sen onunla gurur duy diye yanlış bulduğuna bile doğru diyor. Benzerlik sadece fiziksel bir kavram değildir. Kurdukların büyümüş içinde, yanlışı doğru sanar olmuşsun. Yok et bu saçma düşünceleri. Ben de hiç duymamış olayım."
Uzun bir sessizlik oldu. Atlas'a içinde durduğu çadır dar gelir oldu. Fermuarın ağzındaki az bir açıklıktan giren hava nefes almaya yetmiyordu. Fakat dışarı da çıkamazdı çünkü tam şu anda babasının ya da Timur'un yüzlerini görmek de istemiyordu.
Göğsünde birikmiş tonlarca ağırlıkla yeniden geriye uzandı. Müziği bir kez daha açtı. Babası başka bir şey söylediyse de duymadı. Kollarını kafasının ardında birleştirdi. Gözlerini kapattı. Uyuyamayacak kadar canı sıkkındı fakat bir şekilde uyuyakaldı.
Gecenin bir vakti fırtınaya uyandı. Babası ve Timur çadırın içinde uyumaya çalışıyorlardı. Hava sıcaklığı çok düşmüştü. Dışarıdaki şiddetli rüzgar çadırı güçlü şekilde sallıyordu. Köklerinden sarsılan ağaçların ve düşen sarkıtların patlamaya benzer seslerini duyabiliyordu.
Bir süre sadece oturdu. Elleri ve ayakları donuyordu. Bir kat daha çorap ve eldiven giydi. Timur'da yerinden kalkmıştı.
"İyi misin?" diye sordu. Kafasını salladı. "Ya sen?" "İyiyim." Kenan da gözlerini açmıştı. Atlas ona nasıl olduğunu sormak istiyordu. Ama baba demek içinden gelmiyordu. Bakıştılar sadece bir an. "Ben de iyiyim." dedi Kenan. Başka bir şey konuşmadılar. Soğuk öylesine keskindi ki konuşmak bile çaba istiyordu. Atlas kat kat yorganların altına geri girdi.
Uykusuz bir geceydi.
Sabaha karşı fırtına tamamen dindi. Gün ağarınca güneş açtı. Sanki gece kıyametler kopmamışçasına sakin bir gün başladı.
Kahvaltıdan sonra önceki günden kalan duygusal yorgunluğu da sırtlanarak yeniden yola çıktılar. Kimse konuşmuyor, herkes gücünü bedenine veriyordu. Kenan'ın dediği gibi oldu, 2. kampta iki saate yakın mola verdiler. Ardından iki saat kırk dakika süren 500 metrelik bir tırmanışı tamamlayarak 5800 metredeki 3. kampa ulaştılar. Sırtlarındaki yükler çok ağırdı. Biraz dinlendikten sonra ertesi günkü tırmanışta kullanacakları malzemeleri ayarlayıp dinlenmeye çekildiler. 5800 metrede hava çok daha soğuktu, nefes almak daha zordu.
Fırtınanın beşik gibi salladığı çadırın içinde çok da iyi bir uyku uyuyamadılar. Gecenin bir vakti, tam da uykuya daldım sandığı bir anda babasının sızlamaya benzer sesiyle uyandı Atlas. Babası çadırın içinde değildi. Sesi hemen dışarıdan geliyordu. Yanan ateşi görebiliyordu. Fermuarı açıp tipi fırtınasının içine çıktı.
"Baba?" Kenan onu duyduysa da duyduğuna dair herhangi bir tepki verdi. "Baba ne yapıyorsun burada?"
On metre ileride ateşin başında oturmuş sızlanan Kenan'ı arkasından görüyordu. Ellerini gözüne siper ederek yaklaştı. Babasının eldivenli ellerini ısıtmaya çalıştığını farketti.
"Ellerin mi?" diye sordu hızla yaklaşarak. Eldiveni çekip çıkardı. Babasının morarmış parmak uçlarını görerek dehşete düştü. "Neden bize söylemedin?" diye feryat etti.
"Geri dönelim derdi. Sen de onu desteklerdin."
"Geri dönelim baba. Bu parmaklarla devam edemezsin."
"Isınıyor yavaş yavaş. Sabaha daha iyi olurum. Keşke kan sulandırıcı ilaç alsaydım yanıma."
Atlas'ın birden aklı başına gelmişti. "Benim yanımda var."
"Timur'a söyleme."
Atlas elinden geldiğince hızlı adımlarla çadıra gidip döndü. Timur zaten uyku ilacı içtiği için oldukça ağır uyuyordu. Fırtınaya bile alışıktı, dolayısıyla Atlas'ın girip çıktığını farketmemişti.
Kenan, Atlas'ın verdiği ilacı içti. Bir süre daha gaz ocağının aleviyle ellerini ısıttı. Hava koşulları doğal ateş yakmaya müsait değildi bu yüzden gaz ocağını kullanmasını anlıyordu Atlas. Ama kullandığı yakıt yüzünden bir gün daha az kullanabileceklerdi ocağı. Kenan bunu da Timur'a söylememesini istemişti.
"Başarmayı çok istiyorum." dedi oğluna. "Hayatta bunun kadar az şeyi istedim Atlas. O zirveye ulaşmak zorundayız."
Atlas, babasının hırslarına karşı bağışıklanmıştı. Zaten halihazırda karmakarışıktı duyguları. İçinde onunla aynı tutkuyu hissedemiyordu artık.
"Sağlığından kıymetli değil. Bir daha geliriz. Seneye geliriz." dedi umursamaz bir tavırla.
Babasının kurumuş ellerine kas gevşetici krem sürüp, sargı beziyle sardıktan sonra eldivenlerini geri giydirdi. Onun isteksizliği karşısında Kenan'ın elini açık etmekten başka çaresi kalmamıştı.
"Sen bu işi kolay sanıyorsun. Bütçeyi ne kadar zor denkleştirdim haberin yok. Spor şirketiyle, dağcılık malzemeleri satmakla, insanları doğa gezilerine götürmekle dönmüyor devran. Şirket batıyor Atlas. Büyük borç altındayız. Bu tırmanıştan alacağımız sponsor desteği bizi toparlayacak."
Atlas durdu. Ela gözlerini babasına dikti.
"Neden bu kadar borçlandık peki? Küçük bir şirket bizimki."
"Şirket bütçesiyle başka işlere girdim. İstediğim gibi gitmedi. Bunları Timur bilmiyor. Bilmesi de gerekmiyor. O lanet olası zirveye ulaşırsak kimsenin gereksiz işlere burnunu sokmasına gerek kalmayacak."
"Kaya öğrenmişti değil mi? Kaya abi öğrendi senin yaptıklarını. O yüzden onu uzaklaştırdın."
"Kaya'nın gitmesi gerekiyordu."
"Başka mevzular da var belli ki. Elif diye birinden bahsediyordun. Annemle ilgili söylediklerini de duydum." Dile getirmek kolay değildi, yine de devam etti. "Benimle ilgili söylediklerini de duydum. Herşeyi duydum."
"Atlas." dedi Kenan acı acı içini çekti. "Sen benim oğlumsun."
"Acaba?" dedi Atlas. "Ben neden öyle hissetmiyorum?"
Kenan yutkundu. "Ne diyorsun sen?"
"Kaya'nın şirketi dolandırdığını söylüyorsun ama asıl dolandıran senmişsin. Hem Kaya'ya iftira atıyor hem de Timur amcaya yalan söylüyorsun. Annemin seni sevmediğinden dert yanıyor ama kendin canını yaktığın başka bir kadından bahsediyorsun. Beni Pobeda'ya tırmanan en genç dağcı olmakla gaza getiriyor ama aslında bu tırmanıştan kazanacağın parayı hesaplıyorsun. Sen hep kendini düşünüyor ama kendin ediyor kendin buluyorsun. Ben senin oğlun muyun gerçekten? Olmama gibi bir şansım varsa eğer ben olmamayı seçiyorum."
"Atlas..."
Atlas'ın söyleyecek başka sözü kalmamıştı.
"Hava koşulları git gide kötüleşiyor. Başaramayabiliriz." dedi.
Kenan'ı ateşin başında öylece bırakarak arkasını döndü ve çadıra doğru yürüyüp gitti.
Sabaha karşı uyandıklarında olabildiğince iyi bir kahvaltı ettiler. Timur gaz yakıtlarından birinin azaldığının henüz farkında değildi. Bir türlü aydınlanmayan hava gittikçe daha da bozacağının sinyallerini veriyordu. Kenan sürekli ellerine masaj yapıyor, Atlas ona bakıyor fakat ağzını bıçak açmıyordu. Bu kez, eğer 6700 metredeki 4. kampa ulaştıklarında kendilerini iyi hissederlerse devam edip 7000'deki 5. kampa ulaşmayı teklif eden Timur oldu. Çünkü o da hızlı ilerlemezlerse havanın engelini arttıracağını görebiliyordu. Kenan bu teklifin üzerine atladı. Atlas yine konuşmadı.
Yeniden yola çıktılar. Pobeda'nın dünyanın en zor 7000'liği ünvanını hakettiği noktadaydılar. 6700 metreye ulaşıncaya kadar çoğu yerde sabit hat ve kanca vardı. Ancak o yıl, çok az dağcı 5800 metreyi geçebildiği için ipler eski ve güvensizdi. Şiddetli rüzgar, buz, kaya, sert kar, derin kar tırmanışı çok zorlaştırıyordu. Ne kadar güvensiz görünse de bazı noktaları iplere tutunmadan geçmek mümkün değildi. Çok dikkatli yüklenerek yükseldiler. Sonunda 7000 metreye dinlene dinlene tam on saatte ulaştılar. Çok bitkindiler. Bu çıkışın daha da zor bir inişi olacağını farkındaydılar.
Bir kar mağarası kazıp derhal içine sığındılar. Atlas üstündeki ıslak giysileri değiştirir değiştirmez, kuru giysilerini giyip kendini uyku tulumunun içine zor attı. İki saate yakın uykunun ardından ancak gözlerini açabilmişti. Buradan sonra önlerinde 6918 metrelik Vaja Pşavela zirvesi vardı. Buraya Batı Pobeda'da deniliyordu. Ve sonra meşhur 4 kilometrelik sırt başlıyordu. Ölümlerin en çok gerçekleştiği o meşhur sırt.
Atlas bir süredir yoğun tipi altından zorlukla görebildiği o sırta bakıyor, yarın hava açmazsa oraya asla ulaşamayacaklarını biliyordu. Kısa zaman önce Timur'a dağda ölmekle ilgili söylediklerini düşünüyordu. Hayır, bu şekilde ölmek istemiyordu. Hayır, bugün değil, yarın değil. Timur haklıydı. Henüz yaşamak istedikleri vardı. Herşeyden önce Kenan gibi bir adamın oğlu olmadığını kendisine kanıtlaması gerekiyordu. Daha iyi bir insan olup, yüreğini kuşatan bu yükten kurtulması gerekiyordu. Dedesinin söylediklerinde haksız çıkmasını dilemişti ama ne kadar haklı olduğunu görebiliyordu. Bunu çözmesi gerekiyordu. Tam şu anda hissettiği bu bir şeylerin içine sıkışmış kalmışlıktan nefret ediyordu. Sırf bu yüzden bile geri dönmek istiyordu.
O gece hayatında ilk kez 7000 metrede uyumaya çalışıyordu. Baş ağrısından kafatası ikiye ayrılacakmış gibiydi. Bunun yüksek irtifayla ilgili olduğunu biliyordu. Hepsi birer tane ağrı kesici ve uyku ilacı içtiler. Kenan'ın elleri muhtemelen daha kötüye gidiyordu ama yansıtmamaya çalışıyordu. Bir şekilde sığamadıklarını bahane edip kendisine yeni bir kar mağarası kazmış, orada tek başına uyumaya çekilmişti. Atlas onun orada ellerinde az kalan yakıtı kullandığını biliyordu. Öfke dolu bir iç çekti. Gözlerini kapattı, uyumaya çalıştı.
Yeni gün daha da kötü bir havada başladı. Saat 07.00 itibariyle uyandığında hava rezaletti. Geri dönüp 10.30'a kadar yattı. Timur'un ana kampla yaptığı telsiz görüşmesi sayesinde havanın her yerde kötü olduğunu öğrendiler. Bir kötü hava akımına denk gelmişlerdi ve ne yazık ki kısa sürede düzelecek gibi de görünmüyordu. Moraller bozuktu. Geri dönme fikri açıkça dile getirildiği ilk anda Kenan yerinden sıçramıştı.
"Dönemeyiz! Buraya kadar geldik. Önümüzde sadece sırt kaldı. Sonra 300 metrelik bir tırmanış ve zirve! Buradan dönmeyi silin aklınızdan."
Timur artık kıran kırana kavgalar etmekten yılmış usanmıştı. Sakin bir tavırla açıklamaya başladı.
"Az önce çıktım baktım. Sırt iyi hava koşullarında üç dört saatte geçilebilir. Senin 300 metre dediğin obelisk ise kaya-buz-kar miks bir tırmanış gerektiriyor. Yani nereden baksan zirveye 7-8 saatlik bir yolumuz var. Kar yağışı taze olduğu için çığ tehlikesi büyük. Rotada şiddetli rüzgarın oluşturduğu kornişlerin de yarattığı tehlike söz konusu."
Kenan iki eline beline yaslanmış halde tepelerinde dikiliyordu.
"Ne diyorsun yani sonuç olarak?"
Timur saniyeler boyunca Kenan'ın yüzüne tatsız bir ifadeyle baktıktan sonra eline telsizi aldı.
"Anton. Beşinci kamptan Timur ben. Tamam."
Aksanlı ingilizcesiyle iri yarı bir Rus olan kamp koordinatörü Anton'un cızırtılı sesini duydular.
"Dinliyorum Timur. Tamam."
"Hala beşinci kamptayız. Obeliks'in altına kadar ilerlemeyi düşünüyoruz. Hava durumuyla ilgili bir değişiklik var mı? Tamam."
"Olumsuz. Şuan için sırta girmeniz imkansız ki bunu zaten sizin de görüyor olmanız gerekiyor. Tamam."
"Ne öneriyorsun? Tamam."
"Bir gece daha kalın. Yarın hava açarsa ilerlersiniz. Kötü devam ederse tırmanışı sonlandıracağız. Tamam."
Kenan elini alnına vurarak öfkeyle yerinde döndü.
"Dönemeyiz!"
Timur ona cevap vermedi.
"Anlaşıldı Anton. Tamam." deyip telsizi çantasına kaldırdı. Bıkkın bir halde Kenan'a döndü.
"Duydun. Git uyu."
"Geri dönemeyiz Timur."
"Yeter. Seni dinleyecek halim yok." Timur uyku tulumunun içine yerleşip neredeyse yüzüne kadar çekti. Gözlerini kapattı. Atlas hala öne eğilmiş kolları dizlerinin üzerinde düşünceli bir halde oturuyordu.
"Ben yarın gelmeyeceğim." dedi ansızın. Kenan fırtına bulutları gibi karanlık gözlerini Atlas'a dikerken, Timur da gözlerini açtı. "Buraya kadar. Bu hava sürerse hiçbir koşulda beni o sırta götüremezsin. Sen ne istiyorsan yapabilirsin."
"Buraya kadar demek." diye sayıkladı Kenan. "Demek buraya kadar." Ellerini ovuşturuyordu.
"Çocuğu rahat bırak." diye mırıldandı Timur. Fakat bırakamıyordu.
"Eğer benim oğlumsan Atlas...eğer benim kanımsan, benimle o sırta yürürsün." dedi tehditkar, karanlık bir edayla.
Timur yattığı yerden doğruldu. Fakat bir şey söylemedi.
Atlas, Kenan'ın içte ve dışta ne biçim bir ızdırap çektiğini gözlerinden okuyabiliyor ama artık umursamıyordu. Onu yiyip bitiren bu hırsın kendisini de bitirmesine izin vermeyecekti. Kırgız dağcının hediye ettiği çift katlı kalın eldivenlerini elinden çıkardı, cevap niteliğinde Kenan'a doğru attı.
"Al bunları giyersin. Sana benden daha çok lazım olacak."
Şok anını izleyen sessizlik Timur sesiyle bölündü, "Kenan, eldivenlerini çıkar."
Kenan bir adım geriledi. "Kes. Sen bana emir veremezsin."
"Kenan. Eldivenlerini çıkar."
"Çıkarmasın boşver." dedi Atlas kafasını iki yana sallayarak. "İki gecedir gaz ocağının yakıtlarıyla ısıtmaya çalışıyor. Dönüş yolunda açız onu da bil. Dönebilirsek tabi."
Kenan kafasını iki yana salladı.
"Allah kahretsin seni. Sen gerçekten de benim oğlum olamazsın."
"Umarım değilimdir."
"Yazıklar olsun sana."
Atlas daha fazla konuşmadı. Kenan hırsını atamadı. Bunun yerine mağaradan çıktı. Gözün gözü görmediği bir fırtınanın içinde muhtemelen kendi mağarasına doğru yol aldı.
Onun ardından oluşan sessizlikte Timur hiçbir şey söylemiyor, Atlas'a bakıyordu. Atlas Kenan hakkında konuşmak istemiyordu. İçindeki sıkıntıyı atmak ister gibi derin bir nefes aldı. Çantaya uzanıp el kamerasını çıkardı. Kayıt tuşuna bastı.
"Pobeda. 42. gün. 7000 metre yükseklikte Timur Özgen'le birlikte kendi kazdığımız bir kar mağarasının içindeyiz. Dışarıda çok sert bir rüzgar ve tipi var. Az önce ana kampla telsiz bağlantısı gerçekleştirdik. Şuanki hava koşulları zirveyi imkansız kılıyor. Yarına kadar beklemeye karar verdik. Hava açmazsa Timur amca ve ben dönüş yoluna geçeceğiz. Kenan Dorukan, kendi mağarasında kalıyor. Muhtemelen ölüm sırtına tek başına girecek ve kendisinden bir daha haber alamayacağız."
Konuşması Timur'un sesiyle bölündü. "Atlas, kapat şu kamerayı. Hadi kapat."
Atlas kamerayı kapattı.
Bu Pobeda yolunda yaptıkları son kamera kaydıydı.
********************
Ertesi sabah hava açmadı. Timur ve Atlas etrafa göz atmak için mağaradan çıktıklarında durumun daha da kötüleştiğini gördüler. Sırta giden düzlük artık hiç görünmez olmuştu. Yapılan telsiz görüşmesi sonrası, ana kamp etkinliği bitirdiğini duyurdu ve ekibi geri çağırdı. Timur bu bilgiyi onayladı ve görüşmeyi sonlandırdı. Haber vermek üzere Kenan'ın mağarasına gittiklerinde orayı boş buldular.
Dehşet Atlas'ın damarlarında asit gibi yayılıyordu. Yapacağını dile getirmişti çünkü Kenan'ın zirve de zirve diye ne denli kafayı yediğini görmüştü ama yine de yapabileceğini düşünememişti. Korkudan aklı başından gitmiş bir halde mağaranın içinde çöktü kaldı.
"Gitmiş." diye sayıkladı etrafa boş gözlerle bakarak. "Gitmiş."
"Belki inişe geçmiştir." dedi Timur ama bu söylediğine de kendisi de hiç ihtimal vermiyordu.
"İnmediğini biliyorsun. Sırta girmiş olmalı. Altmış cesedin yattığı sırta. Bile bile ölüme gidiyor..."
Belki de çoktan öldü.
Bu düşünceyle iyice kanı dondu. Ona söylediği son cümleyi düşündükçe daha da kötü hissediyordu.
"Yapacak bir şey yok." dedi Timur derin bir iç çekerek. Çocuğun çaresizliği karşısında o da çaresiz hissediyordu. "Bunun için kendini suçlama."
"Parmak uçları mosmordu. Ona verdiğim eldivenleri de almamış. Ölüme gidiyor. Resmen ölüme gidiyor."
"Bizim elimizden gelen bir şey yok Atlas. Bunu o istedi. Kendi tercihi."
Atlas öfkeyle Timur'a döndü. "Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun?"
"Çünkü devam etmeyi seçerken başına gelebileceği o da bizim kadar iyi biliyordu. Kimse onu zorlamadı."
"Çok borca girmiş Timur amca. Sana söyleyememiş. Kulüp borç yükü altında. Sadece bu tırmanışı tamamlarsa alacağı sponsor desteğiyle toparlayabilecekmiş. Gururundan dedemden yardım isteyemez. Utancından sana söyleyemez. Bu yüzden bile bile ölüme gidiyor."
Timur hayretler içerisindeydi.
"Aptal herif. Aptal. Bu yüzden ölmeye değer mi? Beyinsiz."
"Çok kötü şeyler söyledim ona. Çok öfkeliydim. Bir imkanım varsa eğer onun oğlu olmak istemediğimi söyledim ben ona."
Timur, yüzünde hüzünlü bir ifadeyle Atlas'ın yanına oturdu.
"Neden öfkelendiğini anlayabiliyorum. Biz seni duymuyor sanarken bile duyuyordun herşeyi değil mi?"
Atlas kafasını salladı.
"Sen karakter sahibi bir çocuksun. Babanın hataları var. Kabul etmesi zor geliyor ama yine de bu onu sevdiğin gerçeğini değiştirmiyor. Onu sevdiğini ve onun oğlu olduğu gerçeğini." diye vurguladı.
Atlas yutkundu. Boğazı soğuktan iltihap kapmıştı ve bu sabah itibariyle diken diken batıyordu. Göz pınarlarında öbeklenen yaşların da soğuktan olduğunu varsaydı.
"Biliyorum." dedi. Sustu. Bir itirafı dile getirmek kolay değildi. Zordu. "Ama dün gece sadece bir an için, onun oğlu değil de senin oğlun olmayı istediğim gerçeğini de değiştirmiyor."
Timur derin bir iç çekti. Elini Atlas'ın ensesine yaslayıp onu kendine çekti. Atlas'ın sinirleri artık bozulma eşiğini geçmişti. Tutmadı kendini bıraktı.
"Annen güzel bir kızdı. Havalıydı. Çok beğeneni vardı ama onun burnu biraz havadaydı. Bakışırdık bazen ama onun gibi bir kızın benim gibi bir çulsuzla birlikte olmayacağını düşünürdüm hep. Hiç yaklaşmadım bu yüzden. Yani bırak babanın sandığı diğer şeyleri, o zamanlar notlar yollarlardı insanlar birbirine. Bizde o bile yok. Benden kaynaklanıyormuş tabi, şimdi daha iyi anlıyorum. Ben yaklaşsam olurmuş demek ki... Ama olmadı. Ben okulu bıraktım. Geri döndüm. Annen artık babanla çıkıyordu. Ve ben asla arkadaşımın sevgilisine yan gözle bakacak bir adam olmadım."
"Bakmazsın sen. Belli. Ben de bakmazdım."
"Başka kız mı yok amına koyayım diyeceksin böyle bir durumda."
Güldüler.
"Sen de öyle dedin. Ve Melek teyzemi buldun."
"Melek, annenin arkadaş grubundaydı. Biraz garip ama annen sayesinde tanıştık. Ben Melek'i daha ilk gördüğümde etkilendim, ne canayakın kız demiştim, çok güzel gülüyordu, kafalarımız da çok uyuyordu. Ama öyle arkadaş gibi değil, farklıydı, anlarsın farklı olanı. Hemen başlamadı bir şeyler yine de, o baya bekletti beni." Anıların etkisiyle gülümsedi. "Zor olacak... zor olan daha güzel oluyor. Erkek milletiyiz peşinden koşmayı seviyoruz. Melek nazlıdır bir de. O tatlı nazıyla nasıl bağlamış kendisine anlamadım bile."
"Seviyorsun. Gözlerin parlıyor karından bahsederken. Babam da annemi sevdiğini söylüyor ama onun gözleri hiç parlamıyor böyle."
Timur kafasını hafif yana yatırdı.
"Kader kısmet... ben Melek'i çok sevdim. Hala da çok seviyorum. Bir kızımız oldu. Hani diyorsun ki, daha mutlu olamam. Bir çocuğun oluyor o zaman anlıyorsun ki mutluluğun çok başka boyutları da varmış."
"Neden eve dönmek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum."
"Bir gün kendin de aşık olacaksın. O zaman daha iyi anlayacaksın."
Daha önce mutlu bir evliliğin var olabileceği düşüncesine sıcak bakmayan Atlas'ın fikri bu son konuşmayla değişmeye başlamıştı. Kim bilir, belki bir yerlerde, hayata onun gözleriyle bakacak biri vardı. Çok ileride bir yerlerde birbirlerini bulacakları zamanı bekliyordu...kim bilir.
"Hadi gidip şu ahmak babanı kurtaralım." dedi Timur. Atlas onu onayladı.
Yanlarına ekstra malzemeler alarak hazırlandılar. Kısa süre sonra, bir metre önlerini çok zor gördükleri bir fırtınanın içine, ölümcül sırta doğru yol aldılar. Yeni birikmiş kart kütlesi içerisinde yürümek çok zordu. Neredeyse yarı beline kadar batıyor, çıkıyor, tekrar batıyorlardı. Beş adım içerisinde Atlas su gibi terlediğini hissediyordu. Susamıştı da bu arada ama bu hava koşullarında yüzündeki korumayı çıkarıp su bile içemiyordu. Kenan'ı yüz metre ileride karların içerisinde yarı baygın halde buldular. Kıpırdayamıyordu ama yaşıyor olması herşeyden değerliydi. Timur ve Atlas, koskoca bir yetişkin ve oldukça ağır olan Kenan'ı bir şekilde sırtladılar. Canlarına okuna okuna geri getirip kar mağarasına ulaştırdılar.
Bu şekilde geri dönemezlerdi. Önce Kenan'ı kendine getirmeleri gerekiyordu. Bir gece daha kalacaklarını ana kampa bildirmek istediler ama Timur telsizi bulamıyordu, az önceki fırtınada düşürmüş olmalıydı.
Kenan'ı mağaraya getirdikten sonra üstündeki ıslak giysileri değiştirdiler. Ellerini ayaklarını sarıp sarmalayarak ısıtmaya çabaladılar. Sıcak çorba yaptılar içirdiler. İlaç verdiler. Elleri oldukça kötü durumdaydı ama şu aşamada yapabilecekleri bir şey yoktu. Kenan bütün gece yüksek ateşle savaşır ve sayıklarken başında beklediler.
Yeni günle birlikte Kenan uyandı. Aklı başındaydı ama çok bitkindi. Yeniden ilaçlarını içirdikten sonra zorunlu oldukları üzere geri dönüşe geçmeye karar verdiler. Bu irtifada daha fazla kalma lüksleri yoktu. Yakıtları yoktu, artık yiyecekleri de yoktu. Kar suyu eritip içiyorlardı ve Atlas'ın boğazındaki iltihap gittikçe kötüleşme eğilimdeydi. Öksürdüğünde boğazından kan gelmeye başlamıştı. Fiziksel dayanıklılık açısından iyi hissediyordu, hiç değilse bu da bir şeydi.
Kenan'a fazla yüklenmeden yardımlaşarak aşağı indirmeye karar verdiler. Hazırlıklarını tamamladılar. Hava hala berbattı ve inişin ilk aşaması çok ama çok zorlu olacaktı. Bir gece daha ekstradan kalmalarının bedeli olarak çok fazla kar birikmişti, yüksek çığ riski vardı. Emniyet alıp ipe bağlanarak, Kenan altta, Atlas ortada ve Timur en yukarıda olmak üzere inişe başladılar. Bastığın zeminin her an seni yutabilecek bir kütleyi tetikleyebileceğini bilmek, fakat yine de basmaya mecbur olmak her an ölümle göz göze gelip bu sefer değil bu sefer değil diye ona yalvarmak gibiydi. Atlas'ın kalbi küt küt atıyor, bu işin şakası olmadığını iliklerine kadar hissediyordu. Felaketin ne zaman geleceğini, gelip gelmeyeceğini, eğer ki gelirse bu kadar ağırlıkla, bir de hasta ve ağır bir adamla birlikte ne kadar şanslı olabileceklerini kestiremiyorlardı.
Batı Pobeda'dan henüz 100-150 metre kadar inebilmişlerdi ki, birdenbire altlarındaki kar yarıldı. Gözlerinin önünde koskoca bir kütle üzerinde taşıdıklarıyla birlikte 40-50 santim aşağı kayınca hepsi birden savruldular. Bir an için bırak nefes almayı, hayat durdu gibi geldi Atlas'a. Neredeydi, nereye savrulmuştu anlaması birkaç saniye sürdü. Hala gözünün önünde beyaz kütlenin korkunç sesine eşlik eden yarılışı varken aklını başına toplamaya çalıştı. Gözlerini kırptı. Gözlükleri buğulanmıştı. Temizlemek zorundaydı. Çok ağır hareket ederek buharı silmeye çabaladı. Aynı anda bir öksürük krizine yakalandı. Ciğerleri alev alev yanıyordu sanki. Kendi öksürük sesiyle birlikte birdenbire diğer sesler de kulağına ulaşmaya başladı. O ana kadar sesleri duymadığını bile farketmemişti.
"Atlas!"
"Atlas!"
"Bizi duyuyorsan sağ elini kaldır."
Atlas ağır ağır sağ elini yukarı kaldırdı. Eline bulaşan kanı gördü. Öksürünce bulaşmış olmalıydı. Ağır ağır hareket etmeye devam etti. Ağır ağır aşağı baktı, kopan ipin ucunda, çok tehlikeli bir halde ileri geri sallanan Timur'u gördü. Babası da aynı tekinsiz konumda tam ortalarındaydı. Yutkunmaya çalıştı. Sanki boğazı paramparçaydı. Ağır ağır hareket etmeye devam ederek kafasını yukarı kaldırdı. İki adet takozla tutunuyorlardı. Fakat çok ağırlardı.
"Bizi taşımayacak." diye bağırdı aşağıya. "İki takoz bizi taşıma-" Daha cümlesini bitiremeden takozlardan biri daha serbest kaldı ve serbest kalan iple birlikte birkaç metre daha düştüler.
"Kıpırdamayın! Gereksiz hareket etmeyin." diye bağırdı Timur.
"Allah kahretsin!" diye bağırdı Kenan.
"Bir şey yapmalıyız!" diye bağırdı Atlas ama kar gözlüğünün önünü kaplayan kan damlacıkları yüzünden net olarak göremiyordu. "Timur Amca! Baba!"
"Atlas!"
"Atlas sakin ol. Panik yapma." diyen Timur'un sesi göreceli olarak daha sakindi. "Şimdi senden kemerindeki takozlardan birini alıp, yavaşça ama çok yavaşça kayaya sabitlemeni istiyorum."
Atlas derin derin nefesler alarak belindeki kemere uzandı. Tek bir takoza tutunuyorlardı ve ikinciyi taksa bile yeterli olmayacaktı ama üçünün de ölmesi an meselesiyken o takozu hemen takmak zorundaydı. Bunu yapabilecek tek kişiydi. Diğer ikisi ipin ucunda boşlukta salınıyorlardı.
Karla kaplı kayada takozu saplayacak bölgeyi gözüne kestirdi. Ufak ufak salınarak yaklaşmaya çalıştı. Çok mesafe ve çok az zaman vardı.
"Hızlı sallanmak zorundayım. Yaklaşamıyorum." diye bağırdı.
"Hızlı sallanırsan o takoz bizi tutmaz. Üçümüz de öleceğiz." diye bağırdı Kenan.
"Atlas sakin ol! Yapabilirsin. Sakin ol. Çok az mesafe kaldı. Yetişebilirsin."
Atlas bir kez daha derin derin nefesler aldı. Sonra nefesini tuttu. Kayaya doğru uzandı, uzandı, uzandı. Çok az daha. Bir iki santim daha. Uzandı. Takozu sapladı. İpi sabitledi ve üstteki takoz o an serbest kaldı.
Bir kez daha düştüler.
Yeniden tek takoza tutunuyorlardı ve bu kez Atlas hala yukarıda olmakla beraber baş aşağı sallanıyordu. Aşağılarında yer alan yüzlerce metrelik uçuruma bakıyordu. Bembeyaz, pamuk bir örtü. Huzurlu olacak mı, diye geçirdi aklından. Çok acıtacak mıydı? Elbette çok acıtacaktı. Pamuk örtünün altı biçimsiz şekilli kayalarla kaplıydı. Muhtemelen düşer düşmez parçalanacaklardı.
Yeniden babasıyla Timur'un çığlıklarını duymaya başladı.
"Atlas!"
"Atlas!"
Fazla sallanmamaya çalışarak ipte doğruldu. Belinden yeni bir takoz aldı hiç bakmadan kayaya doğru uzandı. O anda gördü. Son düşüşleri esnasında tutundukları ip, birkaç metre yukarıda bir kayanın çıkıntısına takılmıştı. Çıkıntının etkisiyle ana kayadan metrelerce uzakta havada salınan üç silüettiler. Şu aşamada artık Atlas'ın kayaya ulaşma ihtimali yoktu. Yukarı tırmanma ihtimali hiç yoktu. Hiçbir umut yoktu. İşte tam da o anda ölümün soğuk bir nefes gibi ensesinde gezindiğini hissederek ürperdi.
"Ölüyoruz." dedi sadece.
Ölüyoruz. Ölüyoruz.
Kimse nasıl öldüğümüzü dahi bilemeyecek.
Cesedimiz bile bulunmayacak.
Ölüyoruz.
"Kimde çakı var?" diyen Timur'un sesini duydu.
"Ne için?" diye soran babasını duydu.
"Hayır hayır hayır!" diyen kendi sesini duydu.
"Atlas sende çakı var mı oğlum?" diye soran yine Timur'du.
"Hayır. Hayır. Hayır."
"Atlas çakıyı bana yolla."
"Hayır Timur amca."
"Atlas vakit yok görmüyor musun? Üçümüz de öleceğiz."
"Senin ipi kesmene izin vermeyeceğim. Bir yolunu bulacağız. Dünden beri bizden haber almıyorlar. Kurtarma ekibi gönderecekler. Hayır."
"Atlas yolu yok! Hiç yolu yok. Zaten düşüyoruz çakıyı ver."
"Ölürsün!" diye haykırdı Atlas. "İpini kesersen ölürsün."
"Oğlum. Sen daha çok gençsin. Yaşayacakların var. Bu senin kararın değil, bu benim kararım. Vicdanını rahat tut. Buna sen sebep olmadın. Baban ve sen yaşayacaksınız. Çakıyı ver."
"Üçümüz de ölelim o zaman!" diye bağırdı Atlas. "Vermeyeceğim!"
"Atlas!"
"Vermeyeceğim hayır!"
"Atlas!"
Bunca zaman boyunca hiç mecali yokmuş gibi salınan ve nadiren konuşan Kenan'ın sesi duyuldu.
"Atlas'ta çakı yok. Çakı bende."
Atlas en son ana kampta hazırlanırken çakıyı pantolonunun yan cebine koyduğunu hatırlıyordu. Bir daha da çıkarmamıştı çünkü lazım olmamıştı. Orada olduğunu biliyordu. Emindi. Pantolonuna doğru uzandığı an ip gerildi, tehlikeli bir şekilde birkaç santim daha kaydılar.
"Kıpırdama!"
Ama Atlas elini cebine kadar uzatmıştı çoktan. Boş olduğunu farkettiği an dehşete düştü. Pantolonunu kurutmak için değiştirdiğini hatırladı. O kururken çantasındaki diğer pantolonunu giymişti. Şuan üzerindeki o ikinci pantolonuydu ve çakıyı koyduğu pantolonu ise dün gece ıslak giysilerini değiştirip ısıtmaya çalıştıkları Kenan'a giydirmişlerdi.
Kısacası çakı Kenan'daydı.
"Baba sakın." dedi Atlas dehşet içinde fısıldarcasına. "Sakın."
"Ya hepimiz öleceğiz ya da ikimiz yaşayacağız. Mantıklı olanı yapmak zorundayız. Biraz daha zaman kaybedersek böyle bir şansımız da olmayacak." dedi Kenan.
Atlas kafasını iki yana salladı.
"Baba yapma. Bizi kurtarmaya gelirler. Yapma."
"Kurtarma olmayacak Atlas. Bunu sen de biliyorsun. Oylayalım."
"Yapma. Hayır. Yapma."
Timur dümdüz bir ifadeyle elini kaldırdı.
"Ben evet diyorum."
Babası da elini kaldırırken Atlas gözlerini kapadı. İp biraz daha aşağı kaydı. Kenan çok dikkatli hareketlerle cebe doğru uzandı. Fermuarı açtı. Elleri tutmuyordu. Parmak uçları iyice hislerini kaybetmişti. Çok yüksek ihtimalle çakıyı tutmayı beceremeyerek aşağı düşürecekti. Çok kısa bir an için bunun olmasını diledi Atlas. Çok kısa bir an için çakının düşüp gitmesini ardından da öleceklerse hep beraber ölmelerini diledi.
Çünkü aklı, kalbi, mantığı şuan gözlerinin içine bakan ve ona,
"Herşey iyi olacak. Üzülme oğlum. Atlas. Herşey iyi olacak." diyen Timur'un ölecek olmasını tümüyle reddediyordu.
"Hayır!" diye bağırarak ipi salladı. Avazı çıktığı kadar öyle bir haykırmıştı ki, gökte uçan avcı kartallarını, kayalıkların arasında gizlenen tüm yırtıcıları, sürüngenleri, hatta karıncaları bile ürküttü. Tüm doğa seyre durdu sanki. Rüzgar bile hız kesmiş, bu üçlünün birbirine bağlı kaderinin zamanla olan yarışını izler gibiydi.
İp sallanınca Kenan elindeki çakıyı düşürdü.
Timur hızlı bir refleksle düşen çakıyı yakaladı.
"Kızıma ve karıma onları çok sevdiğimi söyleyin." dedi ve ipi kesti.
Ardından düştü. Metrelerce metrelerce metrelerce aşağı düşüşünü, kar beyaz zemine çakılışını, öylece kolları iki yana ve gözleri göğe doğru açıkken bedeninden sızan kanın kar beyazını nasıl da kızıla boyadığını gördüler.
Atlas daha o anda bu anın, hayatı boyunca unutamayacağı şekilde aklına kazındığını biliyordu. Bu anın etkilerini bir ömür boyu taşıyacağını, bir daha asla eskisi gibi olamayacağını daha o anda bile biliyordu.
Bakışlarını kuşatan derin kederle babasına baktı.
"Mecburdum." dedi Kenan.
Atlas konuşamadı. Timur'un kısa ömrünün sonlarında, haftalar boyu sürecek bir dil tutulmasının ilk anlarında ve yıllar boyu sürecek bir yol ayrımının tam başlangıcındaydılar.
Hikayenin en büyük gizemi ve ilk sorusunun cevabı ortaya çıktı: Timur öldü :( hem de nasıl öldü...Atlas kendini suçluyor, farkettiniz değil mi Kenan suçlamıyor.
Ne kadar uzun bir bölüm oldu bu arada! Geçenki bölüme dedim, bu onu da geçti. Gelecek bölümde ne olur artık bilemem :)
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro