Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

KAÇIŞ


Hayatınız çok iyi giderken birdenbire her şeyin yokuş aşağı gittiğini fark ettiniz mi hiç? Aslında yaşadığınız her şeyin gerçek olmadığını hissettiniz mi? Bir an olsun hayal etmeye çalışın. En sevdiğiniz insanla aylardır birlikte olduğunuzu düşünün. Sonra birilerinin gelip yaşadıklarınızın hiçbirinin gerçek olmadığını söylediğini varsayın.

Başta karşı koyarsınız. Onlara yaşadıklarınızın gerçek olduğunu ispat etmeye çalışırsınız. Ama eğer onlar haklıysa yapacak bir şeyiniz kalmaz. Eninde sonunda köşeye sıkışırsınız. Bu berbat bir şeydir. Hayatınızın geri kalanından da şüpheye etmeye başlarsınız. Bütün yaşadıklarınızın gerçek olup olmadığını sorgularsınız. Çünkü insan bir kere beyninin ona yalan söylediğini, oyunlar oynadığını anlarsa hayatının geri kalan kısmında hep böyle olacağını düşünür.

Mert mahvolmuştu. Bütün yaşadıklarından şüphe ediyordu. Onca güzel anı, aylarca birlikte yaşadığı kızıl saçlı kız, lisede geceler boyunca çılgınlar gibi eğlendiği arkadaşları hepsi yalandı. Hepsi aslında hiç var olmamıştı. Bir insan böyle bir durumda ne yapmalıydı? Mert ağlamak istiyordu. Oturup saatlerce ağlamak istiyordu. Bu durumu nasıl atlatacaktı? Tekrar bir insana nasıl inanacaktı? Yaşadıklarının gerçek olup olmadığını nasıl bilecekti?

Mert o sırada içinden bir ses duydu. Konuşan beyniydi. "Belki de bu adamlar gerçek değildir." Dedi. Mert bunu anlamadı. Onun yerine iç ses konuştu "Ne demeye çalışıyorsun sen?" diye sordu. Beyni "Belki de bizim yaşadıklarımız gerçekti. Ama sadece şuanda bu adamlar gerçek değildir. Ya bu adamlar birer sanrıysa ve bu yaşadıklarımızda bir rüyaysa." Dedi. Mert bir an onun söylediklerini mantıklı buldu.

Sonra aslında köşeye sıkışmış bir yalancının son çare olarak yalanını ortaya çıkaran insanı suçlamasına benzetti bu durumu. Beyni başka çaresi kalmayınca yalan söyleyenin kendisi değil Filiz ve Mehmet hoca olduğunu söylüyordu. Ama Mert buna inanmadı. Yapacak bir şeyi kalmadı. Kabul etmek zorundaydı.

Yalvaran gözlerle Filiz'e baktı. "Bundan sonra ne olacak?" diye sordu. Filiz onun bu durumuna çok üzüldü. Tekrar ağlamaya başladı. Bütün bunların suçlusu olarak kendini görüyordu. Mert onun aşkı yüzünden bu hale düşmüştü. Eğer Mert'i reddetmeseydi bu hale düşmeyecekti. Ama bu düşüncesi çok uzun sürmedi. Çünkü Mert'in hastalığının doğuştan olduğunu hatırladı. Beyninin normal insanlar gibi olmadığını söylemişti Mehmet hoca. Öyleyse tüm bu yaşananlar kendisinin suçu olamazdı. O zaman artık rahatlayabilirdi. Bu durum kendisinin eseri değildi.

Filiz "Tedavi olmanı istiyorum. Bu durum beni korkutuyor. Kendine ya da bana zarar verebilirsin." Dedi. Mert tedavi olmaktan korkuyordu. Tedavinin içeriğini bilmiyordu ama eğer iyileşirse hayatında gerçek sandığı birçok şeyin aslında beyninin ona oynadığı oyunlardan ibaret olduğunu görecekti. Buna henüz hazır değildi. Bu kadar şeyi aynı günde kaldıramazdı. Ayağa kalktı ve kapıya gitti.

Mehmet hoca arkasından seslendi "Nereye gidiyorsun?". Mert olduğu yerde durdu ve arkasına dönmeden "Evime gidiyorum." Sonra biraz durdu ve "Tabi o da bir sanrı değilse." Dedi. Mehmet hoca ayağa kalktı ve yanına geldi. "Tedavi olmalısın." Dedi. Mert kafasını kaldırıp ona baktı. "Buna hazır değilim." Dedi. Mehmet hoca onun neler düşündüğünü anladı. Biraz zamana ihtiyacı vardı.

"Peki, şimdi git. Ama hazır olduğunda mutlaka beni bul." Dedi. Mert konuşmak yerine evet anlamında kafasını salladı. Filiz yanlarına gelmişti. Mert'in elinden tutarak "Hadi o zaman eve gidelim." Dedi. Mert elini onun elinden çekti. "Yalnız kalmak istiyorum." Dedi. Onun cevabını beklemeden evden çıktı.

Kendi evine geldiğinde şaşkınlıkla etrafa bakınıyordu. Önce vestiyere baktı. Kızıl saçlı kızın ayakkabıları yoktu. Sonra L koltuğun yanında duran tuvallere gitti. Tuvallerde hiçbir şey yoktu. Odasına gitti. Gardırobuna baktı. Kendi elbiseleri yarıya kadar çekilmişti. Geri kalan kısım ise boştu. Kızıl saçlı kızın kullanması için ayırdığı çekmecelerine baktı. Onlarda boştu. Onlar haklıydı. Mert'in yaşadıkları gerçek değildi.

Mert olduğu yere çöktü. Bir anda içinde büyük bir boşluk hissetti. Bu nasıl olabilirdi? Burada onunla birlikte yaşamıştı. Her şey gerçek gibiydi. Hatta ona dokunmuş, onu öpmüştü. Bütün bunlar nasıl hayal olabilirdi? Mert ağlamaya başladı. Kendisini çok güçsüz hissediyordu. Hayatında belki de bir sürü böyle gerçek olmayan şeyler vardı. Bir an içini bir korku kapladı. Yoksa ailesi de mi hayaldi? Onun bir ailesi de mi yoktu?

Hemen telefona sarıldı. Doğruca babasını aradı. Umarım ailem vardır diye düşündü. Bu kadarını da kaldıramazdı. Mert uzak kalıp özgür olmak için Trabzon'a geldiği ailesinin şimdi var olması içi dua ediyordu. Hayat böyle tuhaflıklarla doluydu işte. Elindeki değerlerin farkında olmayan insanları o değerlerin yokluğuyla terbiye ederdi hep. Telefon çalıyor ama açılmıyordu. Açılmadıkça Mert'in korkusu daha çok artıyordu.

Sonunda telefon açıldı. "Alo" sesi duyuldu. Bu babasının sesiydi. Mert daha önce babasının sesini duyduğuna hiç bu kadar sevinmemişti. "Nasılsın baba?" diye sordu. Babası onun ağladığını hemen fark etti. "Sen neden ağlıyorsun oğlum?" diye sordu. Mert "Hayır ağlamıyorum. Sana öyle gelmiştir." Dedi. Ağlamayı hemen kesti. Ailesinin hayal olmaması onu bir nebze sevindirmişti. "Bak oğlum eğer bir şey olduysa anlat." Dedi babası. Oldukça ciddi bir ses tonu vardı.

Mert "Bir şey olmadı baba. Sadece seni özlediğim için aradım." Dedi. Babası "Biz de seni özledik oğlum. Herkes tatile geldi. Sen gelmeyecek misin?" diye sordu. Mert bir an ailesini görmenin kendisine ne kadar iyi geleceğini düşündü. "En yakın zamanda geleceğim." Dedi. Babası "Tamam oğlum. Mutlaka gel. Annen de seni çok özledi." Dedi. Mert "Tamam baba en yakın zamanda geleceğim." Dedi. Babası "Ben şimdi kapatmak zorundayım oğlum. İş yerinde eskisi gibi telefonla konuşmaya izin vermiyorlar." Dedi.

Sesinde sitem vardı. Çünkü fabrikalar bir süredir daha çok para kazanmanın yollarını araştırıyorlardı. Daha çok para kazanmanın en etkili yolunun daha çok üretmek olduğunu anlamışlardı. Daha çok üretmek için de işçileri daha çok çalıştırmak gerekliydi. Ancak işçileri daha fazla çalıştırırlarsa yasalar gereği onlara daha çok para ödemeleri gerekecekti. Bunu yapmak istemiyorlardı.

Bunun yerine işçilerin işte oldukları süre içerisinde sadece işe odaklanmalarını sağlayacak formüller buldular. Yani onları çalışan köleler haline getirmenin yolları da denebilir. Önce işçilerin mola vermesi yasaklandı. Sonra yemek saati bir saatten yarım saate düşürüldü. Daha sonra sigara içmek ve telefonla konuşmak yasaklandı. Her geçen gün yeni bir kısıtlama getiriyorlardı. Çünkü işçiler o fabrika denen köle çalıştırma tezgâhlarında çalışmaya mahkûmdu.

Mert babasının "Orda mısın oğlum?" sorusuyla kendisine geldi. "Buradayım baba. O zaman ben seni çok meşgul etmeyeyim. Sen tekrar işinin başına dön. Kendine iyi bak. Anneme selam söyle." Dedi. Babası "Tamam oğlum. Sen de kendine iyi bak. Kafana taktığın şey her neyse unutma zamanla her şey düzelir." Dedi ve telefonu kapattı. Babasıyla konuşmak ona iyi gelmişti. Mert bu konuşmadan sonra ailesinin kendisine iyi geleceğinden emin oldu. Hemen eşyalarını topladı.

Akşam otobüse binmiş Gaziantep'e gidiyordu. Hasta olan her insan anne şefkatine ihtiyaç duyardı. Mert de en doğru yerin ailesinin yanı olduğuna kanaat getirmişti. Onlarla birlikte olmak ona tüm bu yaşadıklarını unutturabilirdi. En azından bir süre Trabzon'dan ve o evden uzaklaşmak kendisine iyi gelecekti.

Otobüsteyken rehberinde kayıtlı olmayan bir numara kendisini aradı. Mert telefonu açınca Filiz'in sesini duydu. Kızıl saçlı kızın her şeyi gibi numarası da hayaldi. Filiz ona nerede olduğunu soruyordu. Mert evine gittiğini söylediğinde Filiz sinirlenmişti. Ona tedavi olması gerektiğini söylemişti. Mert bunun için zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Filiz ise "Hiçbir şekilde kaçamazsın. Tedavi olman şart." Diyordu ısrarla.

Mert bunu hemen yapamayacağını söyledi. Filiz sonunda o kadar sinirlendi ki "Eğer tedavi olmasan seninle olamam." Dedi ve telefonu kapattı. Mert bu duruma çok bozuldu. Kendisine deli muamelesi yapmıştı. Onu bir süre aramamanın iyi olacağına karar verdi.

Baba evine geldiğinde ailesi onu büyük bir coşkuyla karşıladı. Özellikle annesi çok sevindi. Ona öyle sıkı sarıldı ki Mert'in nefesi kesildi. Onları çok özlemişti. Her birine ayrı ayrı sarıldı. Abisi Ceyhun'da tatile gelmişti. Onunla üniversiteye dair sohbet ettiler. Annesi Mert'e neden hiç aramadığını sordu. Mert yutkundu. İçinde bir ağırlık hissetti. Hiçbir cevap veremedi. Buradan giderken onlardan çok sıkıldığını ve bir daha hiç dönmeyi düşünmediğini söyleyecek cesareti bulamadı kendinde.

Bir ara hastalığından bahsetmek istedi. Ancak annesinin hastalık konusunda ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Hem Mehmet hoca kendisine hastalıktan bahsettiğinden beri beynindeki sesler kesilmişti. Artık kızıl saçlı kızı ve Asiye teyzeyi de görmüyordu. En iyisi ailesine hiçbir şeyden bahsetmemekti. Hem bahsetse bile onları üzmekten başka bir şeye yaramazdı.

Annesi onun kilo aldığını fark etti. Bunun nasıl olduğunu söyledi. Mert yine bir tuhaf oldu. Çünkü bu zamana kadar onun kilo almasını sağlayan şeyin kızıl saçlı kızın yemekleri olduğunu düşünüyordu. Bir an tereddüt etti. Eğer kızıl saçlı kız gerçekte yoksa ve o yemekleri hiç yapmadıysa Mert nasıl oldu da böyle kilo almıştı?

İnternetten bu durumu araştırdı. Bu durumunda şizofrenide olan bir durum olduğunu gördü. Yani aslında kendi yaptığı işleri bir başkası yapmış gibi görüyordu. O yemekleri yapan kendisiydi. Bunu denemek için hafızasını yokladı. Gözlerini kapattı ve kendisini zorladı. Kızıl saçlı kızın yaptığı şeyleri aslında kendisinin yaptığı gerçek halini göstermesi için beynine baskı yaptı. Beyni uzun bir uğraştan sonra pes etti ve ona yaşadıklarının gerçek halini gösterdi.

Bütün o yemekleri kendisi yapmıştı. Çiçeklere bakan, evi temizleyen de kendisiydi. Mert her şeyi olduğu gibi hatırlamaya başladı. Kızıl saçlı kız aslında hiç olmamıştı. Asiye teyze, babasının adamları, Oğuz'un e-mailleri ve yaşadıkları aslında hiç olmamıştı. Bütün bunlar okuduğu kitaplardan alınmış kesitlerdi. Beyni ona oyun oynamak için kitaplardaki sahneleri kullanmıştı.

Annesi Mert'i dürttü "Nereye daldın oğlum?" diye sordu yüzünde manalı bir gülümsemeyle. Mert'in üniversite kendisine bir kız bulduğunu düşünüyordu. Mert "Yemek yapmayı öğrendim." Dedi. Annesi şaşırdı. Çünkü Mert evde hiçbir işe karışmazdı. Hatta söylediklerine inanmadı. "Sen hayatta yemek yapamazsın. Kesin bir kız falan bulmuşsundur. O yapmıştır yemekleri." Dedi. Mert bir an için "Keşke öyle olsaydı." Dedi içinden. Sonra da "O zaman akşam yemeğini ben yapıyorum." Dedi annesine. Annesi "Tamam anlaştık." Dedi. Kardeşleri de şaşırmıştı bu duruma.

Mert bütün yaşananları Trabzon'da bırakıp ailesinin yanına gelmişti. Yaklaşık bir hafta Trabzon'a dair hiçbir şey düşünmemeye çalıştı. Ailesinin yanında olmasının keyfini çıkarıyordu. Her şey çok gidiyordu, ta ki Filiz mesaj atıncaya kadar.

YARIN FİNAL OLUYOR...

İnstagram:bzkrtmslm1

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro