Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

AİLE


Müdür "Yurt daha açılmadı. En fazla okuldan bir hafta öncesinde gelip kalmaya başlayabilir." Dedi ve ekledi "Ama okul açılana kadar yemek verilmeyecek.". Babası bunu duyunca gözleri fal taşı gibi açıldı. Ama şaşkınlıktan değildi elbette. Daha çok sinirlenmiş gibi bir hali vardı "Bu çocuklar nerede yemek yiyecekler peki?" diye sordu. O zaman müdür "Kendi cebinden yer içerler." Dedi. Babası bu cevabı hiç beğenmedi. Müdüre olan bütün samimiyetini kaybetmiş görünüyordu.

Müdürse yalan söylemiş gibiydi. Mert sevinçliydi. Ailesinden uzağa gelmek istiyordu ama ortalıkta hiçbir öğrenci yokken bu koca yurtta ne yapacaktı bir başına? Babası Mert'e ödeyeceği biletin ücretini düşünerek yurttan ayrıldı. O parayı cebinde kalacak diye hesaplamış sonra harcaması gerektiğini öğrenince adeta yıkılmıştı.

Yokuştan aşağı inerken Mert lise yolundaki yokuşu hatırladı. Ona küfür ediyordum şimdi daha kötüsü karşıma çıktı diye düşündü. Bu yokuş lise yolundakinden çok daha kötüydü. Üstelik sadece fakülteye çıkan yol da değildi. Şehrin sahil kısmı hariç, neredeyse hepsi böyle inişli çıkışlıydı. Mert bunu hiç sevmedi. Yokuştan aşağı doğru inmek bile yorucuydu onun için.

Yokuştan inmenin en güzel tarafı karşıda olanca güzelliğiyle duran, lacivert gülümseyen, beyaz köpüren denizdi. Denizin bu kadar yakında olmasına sevindi. Geldiği ilk günler mutlaka deniz kenarına gelecekti. Kayalıkların üstüne oturup denizin tuzlu kokusunu ve yosun kokusunu duymak istiyordu. Belki denize karşı otururken bir de bira biçerdi. Zira deniz kenarında içilebilecek en güzel içecekti.

Tekrar otobüse bindiler ve otogara doğru yol aldılar. Babası parayı bu kez direk muavine verdi. Muavin onlara iki bilet verdi. Babası "Bununla tekrar biniliyor mu acaba?" diye sordu. "Hayır, o tek kullanımlık bilet." Dedi Mert. Babasının her şeyi maddiyata bağlamasına sinir oluyordu. Açıkçası bundan çok sıkılmıştı. Bir süre sonra da tahammül edilemez bir hal alıyordu.

Her kuruşun hesabını yapmakla zengin olamayacağını birinin ona anlatması gerekiyordu. Aslında Mert bunu birkaç kez denemişti. Ama sonuç hep hayal kırıklığıydı. Babası bu konuda değişime duvar örmüştü. Para onun için çok değerliydi ve asla gelişigüzel harcanamazdı. Her kuruşu özenle ve hesabı yapılarak harcanmalıydı. Mert babasının paraya olan aşkını gördükten sonra bir daha bu konuyu açmak istemedi.

Otogara geldiklerinde saat altıda otobüs olduğunu ama tek kişilik yer kaldığını öğrendiler. Babası nedense Gaziantep'e giden başka firma yokmuş gibi hareket ediyordu. Bir türlü o firmanın önünden ayrılmıyordu. Sonunda adam "İsterseniz birinizi muavin koltuğuna alabiliriz." Dediğinde ise neredeyse adamın üstüne atlayacaktı. Mert'e sorma gereği bile duymadan "Tamam olur." Dedi heyecanla. Bu teklife neden bu kadar sıcak baktığını ise fiyat konusunda pazarlık yapınca anladı. "Zaten oğlumu muavin koltuğuna oturtacaksın bari indirim yap." Dedi. Normal bilet fiyatından on lira daha aşağısına anlaştı. Ama ona sorsanız binlerce lira kazanmış gibi bir havası vardı. Mert içinden küfürler ederek otobüse bindi.

Muavin kendi koltuğunu alacağını öğrenince Mert'e ters davranmaya başladı. Neyse ki şoför bunu fark etti. "Bütün yolculuk boyunca burada gidemezsin. Sana yolda boşalan bir yer varsa orayı yazsınlar." Dedi ve Mert'i tekrar firmanın yazıhanesine yolladı. Şoför dediğini duyunca hemen işlem yapmaya başladılar. Sivas'ta inecek bir yolcunun yerine geçebileceğini söylediler. O da babasından bir ön sıradaki koltuğa denk geliyordu. Mert'in asıl düşündüğü şey Sivas'a sekiz saatlik yolun olmasıydı. İnşallah sekiz saat boyunca o muavinle bir sorun yaşamam diye düşündü.

Durumu şoför ve muavine anlattı. İkisi de tamam anlamında kafa salladılar. Mert muavin koltuğunda oturarak seyahate başladı. Arka tarafta yanındaki yolcuyla sohbet eden babası keyifli görünüyordu. Çoktan Mert'i unutmuş gibiydi. Mert babasının her hareketinin kendisine batmaya başladığını fark etti. Onunla iki gün geçirmesi bile ondan soğuması için yeterli bir zamandı. Ancak tam anlamıyla soğumuştu denemezdi. Çünkü hala babasına olan öfkesi bir dakikadan uzun sürmüyordu.

Son derece rahatsız olmasına rağmen Mert muavin koltuğunda uyudu. Çünkü çok yorgundu. Sivas'a kadar durdukları her yerde muavin Mert'i uyandırdı. Çünkü muavin koltuğu kaldırılmadan ön kapıyı kullanamazlardı. Mert her uyandırıldığında içinden küfürler etti. Sonra da aşağı inip bir sigara yaktı. Aç karna sigara bile içemiyordu. Bir iki nefes çekip atıyordu. Babası yemeğe dair bir şeyler söylemiyordu. Gün boyunca Mert'e acıkıp acıkmadığını bile sormadı. Mert zaten çok yemek yiyen biri değildi ama gün boyu bir şey yemeyince de her normal insan gibi acıkmıştı.

Sivas'a geldiklerinde babası ona bir sürpriz yaptı. "Aç mısın?" diye sordu. Mert önce ne diyeceğini bilemese de sonra en doğrusunu söylemeye karar verdi. "Açlıktan midem sırtıma yapıştı." Dedi. Babası güldü "Hadi yemek yiyelim." Dedi. Mert üniversiteyi kazandığına bu kadar sevinmemişti. Midesi davullar zurnalar çalarak kutlamalara başladı. Bütün vücudu yeniden doğmuş gibi canlanmaya başladı. Karnında büyük bir boşluk olduğunu fark etti.

Restorandan içeri girince yemek kokularının hepsini aldı. Bütün yemekleri birbirinden ayırt edebildi. Galiba açlık koku duyusunu geliştiriyordu. Hemen babasıyla birlikte yemeklerin olduğu yere gittiler. Bütün dinlenme tesisleri gibi burası da self-servis idi. Birer tepsi aldılar ve yemeklere bakmaya başladılar. Babası tek tek bütün yemeklerin fiyatlarını sordu. Yine çorbaya niyetleniyordu ki ne olduysa vazgeçti. Galiba o da çok açtı. Çünkü iki gündür doğru düzgün bir şey yememişlerdi. Patates haşlamasına yöneldi. İki tabak patates haşlaması aldılar. Mert içindeki iri et parçasını görünce sevindi. Et yemeye bayılırdı.

Boş bir yer bulup oturduklarında babasının ilk dikkatini çeken şey masadaki küçük ekmek sepeti oldu. "İyi bari ekmek bedavaymış." Dedi. Bu onu çok sevindirmişe benziyordu. Hemen iri bir ekmek dilimini alıp tamamını ağzına attı. İştahla yemeğini yediği sırada Mert onun karşısında daha fazla duramadı. O da yemeğine adeta saldırdı. Babası ikide bir "Ekmek ye. Seni tok tutar." Diyordu. Mert bu kez ona hak veriyordu. Daha sekiz saatlik yolları vardı ve bu yol süresince bir daha yemek olmadığını bildiğinden yiyebildiği kadar yemeye çalışıyordu. Sonunda sepetteki bütün ekmekleri bitirdiler. Babası garsondan ekmek istemek yerine boş sepeti yandaki masanın dolu sepeti ile değiştirdi. Bunu yaparken öyle sırıtıyordu ki bu işten çok keyif aldığı belliydi.

Yemeklerini yedikten sonra babası birer tane de çay söyleyince Mert mest oldu. Karnı doymuştu. Artık mutluydu. Çayını içerken titrediğini fark etti. Aylardan Eylül idi ve havanın bu kadar soğuk olması şaşırtıcıydı. Saatine baktı ve gecenin üçü olduğunu gördü. Bir an burasının Sivas olduğunu hatırladı. Evet, belki daha kış mevsimine çok vardı ama buraların sonbahar ayazı da meşhurdu. Gaziantep'te ailesi hala damda yatıyordu. Burada böyle bir şey mümkün değildi.

Otobüse bindiklerinde Mert'in koltuğu hala boşalmamıştı. Sivas'a kadar idare etmesi gerekiyordu. Sivas'a kadar uyumadı. Çünkü muavin yarım saatlik yolun olduğunu söyledi. Uykusunun tekrar bölünmesini istemedi. Ancak her muavin gibi bu da yolu az söylemişti. Yaklaşık elli dakika sürdü yol. Yolcu iner inmez Mert koltuğuna geçti ve gözlerini kapattı. Arka koltukta uyuyan babasının horlaması duyuluyordu. Otobüste o kadar çok horlayan vardı ki kimse babasınınkini ayırt edemiyordu. Ama Mert uzun zamandır duyduğu bu sese aşinaydı. Kafasının içinde kamyon çalışıyor hissi vermesine rağmen Mert uykuya daldı. Çünkü gerçekten yorgun insanlar konforlu bir yatak ya da sessiz ortam arama telaşına düşmezler. Onlar için başlarını koyabilecekleri bir yer olması yeterlidir.

Mert sabahın yedisine kadar uyudu. Güneş tamamen doğup ışığıyla yeryüzünü aydınlatmasa daha da uyurdu. Ama aydınlıkta uyuyamıyordu. Mert'in yanındaki adam yoktu. Galiba yolda indi diye düşündü. Arka koltukta uyuyan babasına baktı. Babası uyanmıştı. Kulaklığı kulağına takmış, televizyonu açmaya uğraşıyordu. Mert'i görünce "Şunu bana açsana." Dedi televizyonu göstererek. Mert koltuğundan arkaya sarktı ve ona televizyonu açtı. Kanalları nasıl değiştirebileceğini gösterdi. Babası büyük bir keyifle televizyonunu izlemeye başladı. Televizyon izlemeye bayılırdı. Gününün beş altı saatini bu boş işe ayırdığını söylemek yanlış olmazdı. Tatil günlerinden daha fazla bile olabilirdi.

Kahramanmaraş'a geldiklerinde otobüs bir mola daha verdi. Babası bu kadar az kalmışken arabanın mola vermesine sinirlendi. Çünkü Maraş ve Gaziantep arası bir saatten bile az sürebiliyordu. Mert acıktığını hissediyordu ama babasının burada yemek yemeyeceğini de biliyordu. Dinlenme tesisinin dışındaki masalardan birine oturdu ve babasının neden bu kadar cimri olduğunu düşündü.

Belki de altı çocuğu olması onu bu kadar cimri olmaya itiyordu. Altı çocuk, iki ebeveyn ile birlikte toplamda sekiz kişilik bir aileyi geçindirmek kolay iş değildi. Hele de tek bir maaşla ve işçi maaşıyla bu çok zordu. Ama Mert babasının ek gelirleri olduğunu da biliyordu. Mesela evleri iki katlıydı ve alt kattan kira alıyorlardı. Mert'in dedesi mirasını daha ölmeden paylaştırmıştı. Babasının her sene fıstıktan iyi bir geliri olduğunu da biliyordu. Galiba babası cimriliği huy edinmişti.

Mert sonunda evine vardığında annesini ne kadar özlediğini fark etti. Sadece iki günlük bir yolculuktu ama annesini asırlardı görmemiş gibi hissediyordu. Aynı şekilde abisi Ceyhun ve diğer kardeşlerini de özlemişti. Evet, Mert özgürlüğü için il dışında üniversite okumayı istiyordu. Üniversitenin son sınıfında da Kpss ye çalışıp atanmayı planlıyordu. Bu şekilde bu eve bir daha dönmeyecekti. İstediğini yapabilecek, özgürce gezip dolaşabilecekti. Mert bunların hayallerini kurarken ailesini özleyeceğini hiç hesaplamamıştı.

Eve geç geldiği zamanlarda babasını kışkırtarak üzerine yollayan annesini iki günde bu kadar özlemişse aylar geçince mutlaka onu görmek için gelmek isteyecekti. Mert o zaman "Tatillerde gelirim." Diye yanıtladı kendi düşüncelerini. Birdenbire o kadar kopamazdı ailesinden. Mert o anda içi acıyarak fark etti ki özgürlük için ödemesi gereken ilk bedel buydu. Eğer özgür olmak istiyorsa ailesinin özlemine dayanmak zorundaydı.

Mert böyle bir tercih yapmak zorunda kaldığı için çok üzüldü. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen ailesini hala seviyordu. Ama o gençti ve bunlar onun en güzel yıllarıydı. Akşam saat sekizde eve geldiği için dayak yemek istemiyordu. Mert için zor bir seçimdi ama o üniversiteye kayıt yaptırarak bir bakıma kararını vermiş sayılırdı. Seçimini kafasında netleştirdi. Ailesinin kendisine kurduğu dünyada değil, kendi istediği gibi oluşturduğu dünyada yaşayacaktı ve bu yolda ilk bedeli ödemeye hazırdı. O artık burada ailesinin yanında misafirdi. Kendi hayatını kurmak için yalnızca iki hafta daha beklemek zorunda olan bir misafirdi. Tek istediği şey özgür olmak olan bir misafirdi.

İnstagram: bzkrtmslm1

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro