Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Kısım İki | Bölüm On Üç

Mahkemeye gerçekten de dilekçe yağıyordu; kimselerin duymadığı birtakım akrabalar ortaya çıkıyor, yaşlı kadının bıraktığı müthiş servete akbabaların leşe saldırdığı gibi saldırıyorlardı. Çiçikov'la ilgili ihbarlar, son vasiyetnamenin sahte olduğuyla ilgili ihbarlar, son vasiyetnamenin değil, asıl ilk vasiyetnamenin sahte olduğuyla ilgili ihbarlar, hırsızlık iddiaları, paraların bir bölümünün saklandığıyla ilgili iddialar... birbirini izliyordu. Çiçikov'un ölü canlar ticareti yaptığıyla ve gümrüklerde çalıştığı yıllarda kaçakçılık olaylarına karıştığıyla ilgili birtakım kanıtlar ortaya çıktı. O arada geçmişi didik edilmiş, önceki marifetleri öğrenilmişti. Bütün bunların kokusunu nasıl aldıklarını, bunca şeyi nasıl öğrendiklerini Tanrı bilirdi! Çiçikov'un aklından geçirdiği, kendisiyle dört duvardan başka kimseciklerin bilmediği tasarılarla ilgili olarak bile kanıtlar bulunmuştu. Tüm bunlar şimdilik yalnızca mahkemenin bildiği gizlerdi, Çiçikov'un hiçbir şeyden haberi yoktu; aslında hukuk danışmanından aldığı bir pusuladan anladığı kadarıyla işler karışmaya başlamıştı. Çok kısa bir pusulaydı bu: "Size işlerin berbat bir hal almaya başladığını söylemek zorundayım. Ama unutmayın: Telaşa kapılmak yok! Burada en önemli şey sizin sakin olmanız! Bu işin altından kalkacağız." Pusula içini rahatlattı Çiçikov'un, "Bu adam gerçek bir dâhi!" diye düşündü.

Keyfinin dört dörtlük olması için bir o eksikmiş gibi, terzi de diktiği yeni frakıyla çıkıp gelmesin mi! Kendini alevli duman rengi frakının içinde görmek için sabırsızlanan Çiçikov, hemen frakın pantolonunu giydi: Üzerine sıkıca oturuyordu; butları, baldırları gergince ortaya çıkmıştı; kumaşın özelliğinden olacak, gerginlik sanki bir kat daha artmış gibiydi. Pantolon askılarını bağlayınca göbeği davul gibi ortaya çıktı. Fırçayla göbeğine hafifçe vurup, "Aptal şey!" dedi. "Ama yine de güzelsin!" Frak sanki pantolondan da güzel dikilmiş gibiydi: Tek bir pot yoktu; üzerine tam oturuyordu. Çiçikov sağ koltuk altının biraz dar gibi olduğunu söyledi, ama bu durum belin oturuşunun güzelliğini daha bir ortaya çıkarıyordu. Zafer kazanmış bir kumandan edasıyla bir kenarda dikilen terzinin söylediği tek söz şu oldu: "Daha iyisini ancak Petersburglu terzilerin dikebileceğinden emin olabilirsiniz efendim." Terzi, Petersburgluydu ve tabelasında "Paris'ten ve Londra'dan Yabancı Terzi" diye yazıyordu. Şakadan hiç hoşlanmazdı: Bu iki kenti öne sürerek çıkabilecek bütün rakiplerinin bir çırpıda ellerini kollarını bağlamış ve bu kentlerin adlarının kullanılmasını engellemiş oluyordu. Kent mi yoktu: Onlar da Karlsruhe, Kopenhag gibi kentlerin adlarını alsınlardı!

Terzinin ücretini cömertçe ödeyen Çiçikov, aynada kendini estetik duygularla ve con amore[53] izleyen bir artist gibi, can sıkıntısından aynada kendine bakmaya başladı. Sanki işler daha bir yolunda gibiydi: Yanakları daha da güzelleşmiş, çenesi iyiden çekici bir hal almıştı; beyaz yakalığı yüzüne, mavi atlas kravatı beyaz yakalığına, yeni moda kırmalarla süslü plastronu atlas kravatına, göz alıcı kadife yeleği, plastronuna renk veriyordu; alevli duman rengi frakı ise, kıpkırmızı çakıntıları ve ipeksi ışıltılarıyla bütün hepsine renk veriyordu. Sağa döndü – güzel! Sola döndü – daha da güzel! Bir teşrifatçı hareketi yaptı – güzel! Pililer o kadar harikaydı ki gerçek bir Fransız'ı bile kıskandırabilecek şekilde Fransızlar gibi kaşınabilen, kızıp kendinden geçtiği zaman bile Rusça bir şeyler söyleyerek kendi kendini yerin dibine geçireceğinden korkan, hatta belki Rusça sövmeyi de beceremeyen, bu yüzden tepesini attıran kişiyi bile Fransız aksanıyla paylayan (Tanrım, ne büyük incelik!) bir beyin hareketlerini yaptığında bile frakı bana mısın demedi! Başını yana eğip son derece eğitimli, orta yaşlardan bir hanımı selamlama pozu aldı: Tek kelimeyle tablo gibiydi! Hey, ressam! Al fırçanı, göster hünerini! Keyfinden havaya sıçradı, antraşa'yı[54] andırır hafiflikte bir sıçramaydı bu, ama yine de komodin sallandı, üzerindeki kolonya şişesi yere düştü. Aldırmadı bile buna. Tam da ondan beklendiği gibi "Aptal şişe!" diye söylendi, sonra "Acaba kimden başlasam ziyaretlere?.." diye düşünmeye başlamıştı ki...

Birden ön tarafta mahmuz şakırtılarıyla karışık bir gürültü oldu ve son derece ürkünç, tepeden tırnağa silahlı bir jandarma ortaya çıkıverdi. "Derhal genel valinin huzuruna çıkmanız gerekiyor!" dedi jandarma. Çiçikov'un bir anda ağzı dili kurudu. Başında at kuyruğu, göğsünde çapraz kayışları, belinde upuzun süvari kılıcı, öbür yanında tüfek mi ne olduğu belirsiz bir başka silah asılıydı jandarmanın ve tek başına bir orduyu andırıyordu. Çiçikov itiraz makamından biraz hık mık eder gibi olunca, adam son derece kaba bir biçimde: "Bana hemen şu anda getireceksin diye emredildi!" dedi. Kapının gerisinde, sofada irikıyım bir başka silahlı adam daha görülüyordu. Camdan baktı: Dışarıda da bir araba bekliyordu. Yapabileceği bir şey yoktu. Gidecekti. Üstündeki ateşli duman rengi yepyeni frakıyla tir tir titreyerek arabaya binecek ve askerlerle birlikte genel valinin huzuruna çıkacaktı.

Valiliğe varınca kendini toparlamasına bile izin vermediler. "Çabuk olun, prensi bekletmeyin!" dediler. Çevresine bakındı, pek çok kurye, memur vardı; evraklar, paketler elden ele geçiyordu. Onu büyükçe bir salondan geçirirlerken aklında tek bir şey vardı: "Ellerindeyim artık... ne mahkeme ne bir şey, doğruca Sibirya'ya yollayacaklar! –Yüreği öyle bir atıyordu ki en kıskanç aşığın yürek atışı hiç kalırdı yanında! Sonunda kapılar açıldı ve çantalar, kitaplar, dolaplarla dolu geniş odaya girdi. Prens müthiş öfkeliydi.

"Mahvedecek beni!" diye düşündü Çiçikov. "Ruhumu yok edecek, kurdun kuzuyu parçalaması gibi parça parça edecek beni!

— Hapse atılmanız gerektiği halde acıdım size ve kentte kalmanıza izin verdim! Ama siz ne yaptınız: Yeniden onurunuzu ayaklar altına aldınız, kendinizi kimsenin hayaline bile gelmeyecek bir düzenbazlıkla yeniden beş paralık ettiniz!

Öfkesinden dudakları titriyordu prensin.

Bütün bedeni korkudan zangır zangır titreyen Çiçikov:

— Nasıl yani, efendimiz, düzenbazlık? –dedi.

Vali, birkaç adım yaklaşıp Çiçikov'un gözlerinin içine bakarak:

— Kendisine sahte vasiyetname yazdırdığınız kadın yakalandı, –dedi.– Sizinle yüzleştirilecek.

Çiçikov'un yüzü kireç gibi oldu.

— Efendimiz! Her şeyi açıklayacağım. Suçluyum. Gerçekten suçluyum. Ama bildiğiniz gibi değil. Düşmanları-mın oyununa geldim.

— Sizi kimse oyuna getiremez! Hiç kimse alçaklıkta elinize su dökemez! En müthiş düzenbaza bile pabucunu ters giydirirsiniz siz! Hayatınız boyunca dürüst tek bir iş yapmadığınızdan eminim. Elde ettiğiniz her kopeki onursuzca, çalıp çırparak elde ettiniz; kırbaçlanmanızı ve derhal Sibirya'ya sürülmenizi gerektirecek suçlar bunlar. Ama artık yeter. Hemen şimdi hapse atılacaksın ve orada en azılı haydutlarla birlikte alın yazının belirlenmesini bekleyeceksin. Aslında bu bile bir nimet sayılır senin için, çünkü sen oradaki adamların hepsinden daha alçaksın! Onlarda üst baş perişan, ama sende...

Vali, Çiçikov'un alevli duman rengi frakına baktı, sonra uzanıp çıngırağın ipini çekti.

— Efendimiz! Acıyın! –diye haykırdı Çiçikov.– Siz de bir aile babasısınız! Bana değil, yaşlı anacığıma acıyın!

— Yalan söyleme! –diye bağırdı öfkeyle prens.– Geçen sefer çocuklarım, ailem deyip aldatmıştın beni, şimdi de yaşlı anama acıyın diyorsun!

— Efendimiz! Ben dünyanın en alçak, en aşağılık insanıyım! Kabul ediyorum! –dedi Çiçikov ......... bir sesle.[55] Evet, gerçekten yalan söyledim: Ne çocuklarım ne de bir ailem var. Ama Tanrı şahidimdir, hep bir karım olsun istedim; bir insan ve yurttaş olarak üzerime düşenleri yerine getirmek, böylelikle büyüklerimizin ve yurttaşların sevgisini, saygısını kazanmak istedim. Ama hayat, koşullar bir lokma ekmeğin bedelini öyle ağır ödetti ki! Kan oldu bazen bu bedel! Öte yandan, attığı her adımda insanı ayartan, baştan çıkaran birileri, bir şeyler... düşmanlar, hırsızlar, uğursuzlar... Tüm hayatım fırtınalar arasında kalmış, kaderi rüzgârın elinde olan bir gemi gibi geçti. Ben de bir insanım efendimiz!

Birden sel gibi yaşlar boşandı gözlerinden. Olduğu gibi, üzerinde alevli duman rengi frakı, kadife yeleği, atlas kravatı, yeni pantolonu ve taranmış saçlarıyla, ardında kolonya kokuları bırakarak prensin ayaklarına attı kendini.

— Uzak dur benden! Asker çağırın, alıp götürsünler bunu buradan!

— Efendimiz! –diye haykırdı Çiçikov ve iki koluyla birden prensin çizmelerine sarıldı.

Prensin tüm bedeninde bir ürperti dolaştı.

Çizmelerini Çiçikov'un kollarından kurtarmaya çalışarak:

— Çekilin! Uzak durun benden! –diye bağırdı.

— Efendimiz! Bağışlandığımı duyuncaya kadar kalkmayacağım yerden! –diye bağırdı Çiçikov ve prensin çizmelerini sımsıkı kavrayan kollarını gevşetmediği için, prens bacaklarını çektikçe alevli duman rengi frakıyla yerde sürünmeye başladı.

— Bırakın diyorum size! –diyordu prens, iğrenç bir böceği üzerine basıp ezecek cesareti olmayanların yüz ifadesiyle. Sonra ayağını öyle bir silkeledi ki, Çiçikov burnunda, dudaklarında ve yuvarlak çenesinde darbeler hissetti; yine de çizmeleri bırakacağı yerde daha bir kuvvetle sarıldı. Sonunda çam yarması iki jandarma iki kolundan tutup onu yerden kaldırdılar, odadan çıkardılar. Yüzünde renk diye bir şey kalmamıştı; ölü gibiydi: Karşısında zebella gibi ölümün karartısını gören biri ancak böyle insan doğasına aykırı bir dehşete kapılabilirdi.

Merdiven başında Murazov'u gördü. Birden bir umut ışığı yandı içinde. Doğaüstü bir güçle jandarmaların elinden sıyrıldı, Murazov'a doğru koştu, yaşlı adamı şaşkınlık içinde bırakarak ayaklarına kapandı.

— Pavel İvanoviç... neyiniz var azizim? –diye sordu Murazov.

— Kurtarın! Hapse atacaklar! Öldürecekler!

Jandarmalar sözünü tamamlamasına fırsat vermeden çekip götürdüler.

Askerlerin keskin ayak kokusuyla dolu bodrumda ıslak, loş bir yere kapattılar onu; boyasız bir masa, iki iğrenç sandalye, parmaklıklı bir pencere, kendini ısıtmaktan aciz, deliklerinden duman salan, ahı gitmiş vahı kalmış bir çürük soba vardı içeride; alevli duman rengi yeni frakıyla tam insanların dikkatlerini çekmeye ve yaşamın tadını çıkarmaya başlamışken kahramanımız işte böyle bir yere kapatılmıştı. Zorunlu şeylerini, örneğin içinde paralarının da olduğu tahta kutusunu bile yanına almasına izin vermemişlerdi. Bütün belgeleri, ölü canların satış sözleşmeleri hepsi memurların elindeydi! Yere yığıldı, acının ve umutsuzluğun etobur kurdu, tümüyle korunmasız yüreğini artan bir iştahla kemirmeye başlamıştı. Çok değil, bunun gibi bir gün daha geçirse, belki Çiçikov diye biri kalmazdı dünyada. Ama işte acı çekenlere uzanan bir el çok geçmeden ona da uzandı. Bir saat kadar sonra hücresinin kapısı açıldı, Murazov girdi içeri.

Cehennemi bir sıcakta ağzı dili kurumuş, yüzü gözü toz toprak içinde yerde yarı baygın yatan bir yolcunun dudaklarından içeri serin pınar sularının dökülmesi bile o yolcuyu zavallı Çiçikov'un Murazov'u gördüğü anda canlandığı kadar canlandıramazdı.

— Kurtarıcım! –diye atıldı Çiçikov ve Murazov'un elini yakalayıp önce dudaklarına, sonra kalbine götürdü.– Bu bahtsızın ziyaretine geldiğiniz için Tanrı yüzünüze gülecektir!

Gözyaşlarına boğuldu.

Yaşlı adam ona derin bir keder ve acıyla baktı, sonra:

— Ah, Pavel İvanoviç, Pavel İvanoviç! Ne yaptınız?

— Evet, alçağım! Suçluyum! Suç işledim! Ama insaf edin, insaf edin, böyle mi davranılmalıydı bana? Bir soyluyum ben. Sorgusuz sualsiz hapse atıldım, varıma yoğuma el konuldu; eşyalarıma, tahta sandığıma: Param, servetim, varım yoğum her şeyim o sandıktaydı benim! Afanasiy Vasil-yeviç, o serveti dişimle tırnağımla, terime kanımı katarak yaptım ben!

Yaşadığı derin acı ve heyecana daha fazla dayanamayıp, hücrenin kalın duvarlarından geçerek ötelerde boğuk boğuk yankılanan hüngürtülerle ağlamaya başladı; atlas kravatını çekip kopardı, alevli duman rengi frakını yakasından tuttuğu gibi eteğine kadar yırttı.

— Pavel İvanoviç, ne fark eder! Siz artık servet gibi şeylerle, hatta dünyada var olan her şeyle vedalaşmalısınız. Siz insan elinden çıkmayan, acımasız bir yasanın pençesine düştünüz!

— Kendi kendimi mahvettim! Vaktinde durmayı bilemedim! İyi ama neden bu kadar ağır bir ceza Afanasiy Vasilyeviç! Eşkıya mıyım, haydut muyum, tek bir insan benim yüzümden zarara mı uğramış, mutsuz mu olmuş? Terime kanımı katarak, dişimle tırnağımla kazandım, sahip olduğum her kopeki! Peki neden kazandım o kopekleri? Ömrümün kalanını bolluk ve gönenç içinde geçirmek ve yurdumun esenliği adına, yurduma hizmet adına sahip olmayı düşündüğüm çocuklarıma bir şeyler bırakmak için! Bazen yoldan çıktığım oldu, inkâr etmiyorum: Yoldan çıktım! Ama yapabileceğim başka bir şey yoktu! Doğru yoldan gidersem bir yere varamayacağımı gördüm ve kestirme yola saptım! Ama çalıştım, eşek gibi çalıştım! Peki, bu alçaklar? Bu hazine yağmacıları? Cebinde meteliği olmayan insanları soyanlar? Afanasiy Vasilyeviç! Ben kaç kez sahip olduğum her şeyi kaybettim. Buna karşın kendimi içkiye vermedim. Benim yerimde başkası olsa meyhane köşelerinde ölür giderdi. Ben öyle yapmadım. Çok çalıştım, çok sabrettim! Sahip olduğum her kopekin diyetini en korkunç acılarla ödedim. Benim bütün hayatım mücadeleyle geçti: Dalgalar arasında savruldum durdum... ve kaybedildi Afanasiy Vasilyeviç, düşünebiliyor musunuz: Böylesine korkunç ve akıl almaz bir mücadeleyle kazanılan her şey... kaybedildi!..

Sözlerini tamamlayamadı, yüreğini sıkıştıran acıya daha fazla dayanamayıp böğürürcesine ağlamaya başladı, kendini bir sandalyeye bıraktı; üzerinden sarkan giysi parçalarını koparıp koparıp atmaya başladı; iki elini birden daldırıp, sağlamlıklarını daha önce de kontrol ettiği saçlarını koparırcasına çekiştirdi: Saçlarından yükselen acının içindeki derin acıyı az da olsa bastırması ona haz veriyordu.

Düne kadar ortalıkta itibarlı biri gibi dolaşan, şu anda ise karşısında yırtık frakı, düğmeleri açık pantolonu, kanlı elleriyle perişan bir şekilde duran Çiçikov'a kederli gözlerle bakıp başını acı acı sallayan Murazov:

— Ah, Pavel İvanoviç, Pavel İvanoviç! –dedi.– Düşünü-yorum da, bütün bu azim ve hırsınızı iyi amaçlar uğruna harcamış olsaydınız kim bilir neler olurdu! İyiliksever insanlarımız da keşke sevdikleri o iyilik uğruna, sizin kopek üstüne kopek koyabilmek için gösterdiğiniz olağanüstü çabaya benzer bir çaba gösterebilselerdi! Siz kopek üstüne kopek koyabilmek için kendinize nasıl acımadınızsa, onlar da kendilerine öyle acımasız davranıp iyilik uğruna özsaygılarından, kibirlerinden özveride bulunabilselerdi!

Murazov'un iki eline birden yapışan Çiçikov:

— Afanasiy Vasilyeviç! –dedi– Eğer şuradan kurtulabilirsem ve eğer servetim de bana geri verilirse, size ant içerim ki bambaşka bir hayata başlayacağım! Kurtarın beni ey iyiliksever insan, kurtarın!

— Bir şey gelmez ki elimden! Yasalarla savaşmam gerekir. Bunu göze alsam bile, prens adalet konusunda ödünsüzdür, tek adım geri atmaz!

— Velinimetim! Sizin elinizden her şey gelir! Beni korkutan yasalar değil. Yasalara karşı bir yol bulurum ben; ama suçsuz yere hapse atılmak, buralarda böyle köpek gibi ölüp gitmek, servetim, sözleşmelerim, kâğıtlarım, tahta sandığım... kurtarın!

Murazov'un ayaklarına kapandı, gözyaşlarıyla çizmelerini ıslattı.

— Ah, Pavel İvanoviç, Pavel İvanoviç! –dedi yaşlı adam, başını ağır ağır sallayarak.– Nasıl kör etti gözünüzü böyle bu para hırsı sizin? Bu yüzden içinizdeki sesi bile duymaz olmuşsunuz?

— Söz! İçimdeki sesi de duyacağım bundan sonra... ama önce kurtarın!

— Pavel İvanoviç, –dedi Murazov, biraz bekledi, sonra:– Sizi kurtarmak benim elimde olan bir şey değil, –dedi,– bunu siz de biliyorsunuz. Ama size biraz daha insaflı davranılması için elimden geleni yapacağım. Başarabilir miyim bilmiyorum, hiç umudum da yok, ama olur da salıverilmenizi sağlarsam, o zaman sizden bu çabamın karşılığını isterim: Mal mülk edinmek için bundan böyle yanlış yollara sapmayacaksınız! Ben eğer bütün servetimi kaybedecek olsaydım, ki benim servetim sizinkinden çok daha büyüktür, yemin ederim, tek damla gözyaşı dökmezdim. İnanın, elinizden alınabilir servet hiçbir şeydir! Kimsenin alamayacağı, çalamayacağı, el koyamayacağı servetinizdir asıl önemli olan! Yaşayaca-ğınız kadar yaşadınız şu dünyada... yaşamınızın dalgalar arasında savrulan bir gemiye benzediğini söylediniz. Artık ömrünüzün kalanını adayacağınız bir şeyiniz var. Yakınında kilise olan, temiz insanların yaşadığı bir köşe bulun kendinize, çoluk çocuğum da olsun diye şiddetli bir arzu duyuyorsanız, fazla varlıklı olmayan, ölçülü, basit yaşamı küçümsemeyen iyi bir kızla evlenin. Bu gürültülü, hareketli dünyayı ve onda sizin başınızı döndüren bütün o ayartıcı, gönül çelici, baştan çıkarıcı şeyleri unutun. Siz o ayartıcı dünyayı unutun, o da sizi unutsun. Çünkü o dünyada teselli bulamazsınız. Siz de görüyorsunuz: Düşmanlıklarla, hainliklerle, insanı baştan çıkaran şeylerle dolu bir dünya bu.

Çiçikov düşünceye daldı. Daha önce hiç bilmediği, açıklayamadığı, tuhaf birtakım duygularla doldu içi: Çocukluğundaki katı, baskıcı eğitim, yaşadığı evin tenhalığı, ailesiz, kimsesiz geçen çocukluğu, yoksulluk, kendisine hep tipinin taşıdığı karlarla örtülmüş asık yüzlü, soğuk bir kış penceresinden bakan alın yazısı... bu türden duyguların baskı altına aldığı bir şeyler uyanmak ister gibiydi içinde.

— Kurtarın beni Afanasiy Vasilyeviç! –dedi, çığlık atar gibi.– Öğütlerinizi tutacağım ve kendime bambaşka bir yaşam kuracağım! Size söz veriyorum!

— Bakın, sözünüzden dönmek yok Pavel İvanoviç! –dedi Murazov, uzanıp onun ellerini tutarak.

Zavallı Çiçikov derin bir göğüs geçirdikten sonra:

— Böylesine korkunç bir ders almamış olsaydım, belki dönebilirdim sözümden, –dedi.– Ama ders ağır oldu, çok ağır, çok, çok, çok ağır... Afanasiy Vasilyeviç!

— İyi ki ağır oldu. Bunun için Tanrıya şükretmelisiniz. Sizin için bir şeyler yapmaya çalışacağım. Ne yapabilirim ben de bilmiyorum, ama elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz.

Bunları söyledi ve çıktı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro