Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Kısım İki | Bölüm Dokuz

Çiçikov hayır işleriyle hiç ilgili değildi. Çerçöpten nasıl para kazanıldığı çekiyordu onun ilgisini. Ne var ki öfkesi tepesine sıçrayan Kostanjoglo kimseye söz fırsatı tanımadan konuşuyor da konuşuyordu:

— Bir başka Don Kişot'luğu da eğitim alanında görüyoruz. Adam tutup okul açıyor. İyi, güzel! Bir insanın okuma yazma bilmesinden daha güzel ne olabilir, değil mi? Fakat sonuç ne oluyor? Okul yaptırılan köyün köylüleri bana gelip, "Nedir bu başımıza gelen beyim!" diyorlar. "Çocuklarımız hepten elimizden kayıp gitti! Hiçbir işin ucundan tutmuyor, bize hiç yardım etmiyorlar. Hepsinin tek istediği kâtip olmak, oysa tek bir kâtibe ihtiyaç var!" İşte aklıevvellerin okullarının verdiği sonuç: Köye de yaramayan, kente de yaramayan insanlar yetiştirmek!

Çiçikov'un da umurunda değildi okul falan, ama bu kez de Platonov konuyu sürdürdü:

— Canım şimdi kâtibi kim ne yapsın!.. Belki daha sonranın işi onlar!.. Şimdilik, gelecek kuşaklar için çalışmak gerek!

— Kardeş, hiç değilse sen böyle konuşma! Hiç değilse senden akıllıca bir şeyler duyalım! Ne gelecek kuşakları yahu? Herkes kendini Büyük Petro sanıyor! Sen önce dön bir kendine bak, gelecek kuşakları sonra düşünürsün! Sen köylüye iş ver, aş ver, eli para görsün, varlığı artsın ve biraz boş zamanı kalsın, bak o zaman senin eline sopayı alıp "Oku!" demene gerek kalmadan, kendiliğinden nasıl okuyor! Şimdi olaya bir de şu açıdan bakın... –Kostanjoglo burada, söyleyeceklerini daha bir can kulağıyla dinlemesi için Çiçikov'a rampa etti, parmağını onun frakının iliğine soktu:– Şimdi, köylün var, değil mi? Ne yapman gerekir? Onun o köylü yaşamını kanatların altına alman, koruman gerekir! Köylü nasıl var olur? Yani köylünün uğraşı nedir? Ekmek, biçmek, yediğimiz ekmeği üretmek, değil mi? O halde yapılacak şey, onun toprağı iyi süren, iyi eken, iyi biçen biri olmasını sağlamaktır. Bu yeterince açık değil mi? Ama bazı aklıevveller çıkıyor ve "Köylüyü içinde bulunduğu bu durumdan çıkarmak gerek," diyorlar. "Köylünün hali hal değil... çok kaba, ilkel bir yaşam sürüyor; köylünün güzel, şık şeylerle tanışmasını sağlamak gerek," diyorlar. Oysa o güzel, şık dedikleri şeyler kendilerini insanlıktan çıkarıp, bir paçavraya çevirmiş, bundan haberleri yok! Bana bu takımdan on sekiz yaşında bir delikanlı gösterin ki binbir hastalıkla boğuşmamış olsun, ağzında dişleri tam olsun! Şimdi aynı şeyleri köylülere de bulaştırmak istiyorlar! Tanrıya şükürler olsun ki maymun iştahıyla böylesi heveslere kapılmamış sağlıklı bir sınıf var toplumumuzda! Bunun için gerçekten Tanrıya şükretmeliyiz. Benim gözümde, toprakla uğraşan, eken biçen insanlar herkesten daha saygındır. Tanrı herkese toprak adamı olmayı nasip etsin!

— Yani toprakla uğraşmaktan daha kazançlısı yoktur mu demek istiyorsunuz? –dedi Çiçikov.

— En kazançlı olan değil, en dürüstçe olan. "Alın terinle ıslatacaksın toprağı" denilmesi boşuna değildir. Yüzyılların deneyimlerinden görüyoruz ki toprakla uğraşan insanlar daha temiz, daha ahlaklıdır. Hangi toplumun temelinde toprakla uğraşanlar ağırlıklı yer tutuyorsa, o toplumda bolluk, bereket vardır. Yoksulluk yoktur, lüks, şık şeyler yoktur, ama bolluk, hoşnutluk vardır. Toprağı işle, çalış, çabala diyorsun insana. Burada ne kurnazlığı yapacaksın? Ben köylüye diyorum ki: "Kime çalışırsan çalış: İster bana çalış, ister kendine çalış, ister komşuna çalış... ama çalış! Çalışırsan senin en birinci yardımcın benim. Hayvanın mı yok, al sana at, inek! Al sana araba! Gerek duyduğun her şeyi vereceğim sana. Yeter ki çalış. Senin bağını bahçeni bakımsız, yıkık, viran görmek, benim için ölüm demektir. Avarelik en katlanamadığım şeydir. Tepende dikilmemin nedeni, çalışman içindir!" – "İyi ama," diyor kimileri, "fabrikalar kurarsak gelir artar." Yahu, sen önce topraklarındaki köylülerinin durumunu iyileştir, ellerinin para görmesini sağla, bak bakalım o zaman fabrikaya ya da birtakım aptallıklara yönelme gereği duyuluyor mu? Ben elbette tarım dışında bir şeyle uğraşılmasın demiyorum, ama asıl olan topraktır. Fabrika-lar insanların gereksinimlerine yönelik ve orada üretilmekte olan şeylerle ilgili olarak kendiliklerinden kurulurlar. Yoksa insanların ahlakını bozan, onları zayıf düşüren şeyler üreten fabrikalar değildir burada sözü edilen. Ben örneğin, sonuçta milyonlar kaybedeceğimi bilsem de, ne tütün ne de şeker işleyen fabrikalar kurarım! Eğer ahlak ille de bozulacaksa bu benim elimle olmasın!

— Ah, Konstantin Fyodoroviç, –dedi Çiçikov,– inanın, dinledikçe dinleyesi geliyor insanın sizi! Söyleyin saygıdeğer Konstantin Fyodoroviç, diyelim ki ben burada, sizin ilinizde çiftlik sahibi olmaya karar verdim, en çok neye dikkat etmem gerekir? Yurttaşlık görevlerimi bir an önce ve gereğince yerine getirebilmemi sağlayacak bir servete fazla uzun olmayacak bir sürede sahip olmamın yolu nedir?

— Zengin olmak için ne yapmanız mı gerekir? –dedi Kostanjoglo.– Şimdi, öncelikle dikkat etmeniz gereken şey...

Bu sırada yerinden kalkıp odanın ortasına ilerleyen ev sahibesi, üşüyen genç omuzlarını şalıyla sararken:

— Hadi artık yemeğe geçelim, –dedi.

Çiçikov bir asker çevikliğiyle yerinden fırladı, yüzünde yumuşacık bir gülümsemeyle kolunu büküp ev sahibesine doğru uzattı ve biraz da gösterişli, törensel bir edayla, başını hep hafifçe yana eğik tutarak yemek salonuna dek ona eşlik etti. Çorba çanağının kapağı açık olduğu için baharın taze otlarıyla ve körpecik köklerle pişen çorbanın nefis kokusu doldurmuştu odayı. Herkes yerine oturdu. Hizmetçiler çabucak öbür yemekleri de getirip koydular masaya, sonra da çıkıp gittiler. Kostanjoglo, yemek sırasında hizmetçilerin orada dikilip kendilerini izlemesinden hiç hoşlanmıyordu.

Çorba bittikten, üzerine de nefis birer kadeh likör yuvarladıktan sonra, Çiçikov ev sahibine dönerek:

— Saygıdeğer Konstantin Fyodoroviç, –dedi,– izin verirseniz deminki çok hoş konumuza döneceğim. Fazla uzun olmayan bir sürede zengin olabilmek için işe nereden başlamak... nasıl bir yol tutturmak...

.....................................................

— ...doğrusu o topraklara kırk bin ruble bile istese, hiç düşünmez, alırdım!

Çiçikov'u düşündürdü bu sözler.

— Hmm! O zaman siz neden almıyorsunuz?

— İnsanın sınırını bilmesi gerek. Şu anki topraklarımın bile işleriyle baş etmekte zorlanıyorum. Öte yandan, yöredeki tüm soyluların zaten boy hedefi olmuş durumdayım: Zor durumda olmalarından yararlanarak topraklarını yok pahasına ellerinden almakla suçluyorlar beni. Bıktım artık bu tür suçlamalardan!

— Şu soyluların da ağızlarından hiç iyi laf çıkmaz!.. –dedi Çiçikov.

— Hele bizim buralarda! Benim için neler dediklerini bir bilseniz! Ne açgözlülüğümü bırakıyorlar, ne cimriliğimi. Kendilerini ise sütten çıkma ak kaşık görüyorlar! "Evet, iflas ettim, çünkü yüksek standartta bir yaşam sürdüm. Çünkü bana kitaplar gerekti, lüks nesneler gerekti, sanayinin gelişmesini sağlamak için lüks yaşamam gerekti; elbette iflasla sonuçlanmayacak bir hayatınız da olabilir: Kostanjoglo örneği domuz gibi bir yaşam sürerseniz neden olmasın!" Söyledikleri, bu!

— Ah bir de ben böyle domuz gibi yaşayabilseydim! –dedi Çiçikov.

— Yemekler vermediğim, böyle şeylere para harcamadığım için domuz gibi yaşadığımı söylüyorlar. Yemek vermiyorum, çünkü böyle şeylerden müthiş sıkılıyorum; alışkın değilim. Evime isteyen buyursun, başımın üstünde yeri var; ben ne yiyorsam birlikte yiyelim! Kimseye borç da vermem, son derece saçma bir şey bu. Gerçekten ihtiyaç sahibi biri gelse ve benden aldığı parayla ne yapacağını ayrıntısıyla anlatsa, açıklamalarını inandırıcı bulur ve vereceğim paranın ona kazanç getireceğine aklım yatarsa, ona borç vereceğim gibi üstelik faiz de istemem.

"Bunu aklımızın bir köşesine yazalım," diye geçirdi içinden Çiçikov.

— Ama kim beni neyle suçlarsa suçlasın, paramı rüzgâra savuramam, –diye sürdürdü Kostanjoglo.– Adam benden aldığı borçla yosmasına gösteriş yapacak, ziyafetler verecek, şuna buna su gibi para harcayacak, evini saçma sapan mobilyalarla dolduracak... yağma yok!

Kostanjoglo tükürdü, az kalsın karısının önünde kötü bir söz çıkacaktı ağzından. Müthiş gerilmişti, yüzü morarmış, alnında derin kırışıklar ortaya çıkmıştı, içinin derin bir acıyla kavrulduğu belliydi.

Çiçikov pek beğendiği koyu kırmızı likörden bir kadeh daha içtikten sonra:

— İzninizle saygıdeğer Konstantin Fyodoroviç, –dedi,– yeniden yarım kalan konumuza dönmek istiyorum: Demin işaret buyurduğunuz çiftliği satın aldım diyelim; bu takdirde ne zaman zengin olabilirim, daha doğrusu, zengin olabileceğim en kısa süre nedir?

Hâlâ deminki konuşmanın heyecanı içinde olan Konstanjoglo, Çiçikov'un sözünü sertçe kesti:

— Hemen zengin olmak isterseniz, asla zengin olamazsınız; ama ne zaman zengin olacağınızı önemsemezseniz, hemen zengin olursunuz!

— Demek öyle?.. –dedi Çiçikov.

— Öyle ya! –dedi Kostanjoglo sertçe; sanki kızgınlığı Çiçikov'a yönelmişti.– Önce çalışma sevgisi olmalı insanda. Bu olmadı mı hiçbir şey olmaz. Toprağınızı, köyünüzü sevmelisiniz. İnanın o kadar sıkıcı bir şey değil bu. Köyde yaşamın sıkıcı olduğu söylenir hep. Oysa asıl ben kentte onlarınki gibi bir gün geçirsem herhalde sıkıntıdan ölürdüm. Toprak sahibinin canının sıkılmasına zamanı yoktur. Onun hayatında hiç boşluk yoktur, her zaman doludur toprakla uğraşan insanın hayatı. Yıl boyunca, değişen zamanlarda sürekli değişik işler yapması gerekir. Çeşitlilikleri bir yana, bunlar gerçekten ruhu da yücelten işlerdir. Doğayla, yılın mevsimleri, aylarıyla iç içe, olup biten her şeyin hem izleyicisi hem katılımcısı olarak yaşar insan. Daha ilkbahar gelmeden çalışmalar başlar: Yollar kapalı olduğu için taşınamayan şeyler getirilir, ambarlarda tohumlar hazırlanır, ölçülür, havalandırılır; tarlaları sürecek yeni hayvanlar belirlenir. Buzlar çözülüp ırmaklar akmaya başladı mı, işten başını kaşıyacak zamanın olmaz: Orada tekneler yüklenir, burada ormana göre fidan ayrımları yapılır, bahçe fidanları dikilir, toprakla boğuşma başlar. Bağda, bahçede, tarlada, bostanda çapalar, kürekler, tırmıklar, sabanlar çalışmaya başlar. Sonra ekimlere, dikimlere sıra gelir. Önemsiz işlermiş! Boş şeylermiş! Yarınki rızkını toprağın kollarına bırakıyorsun! Yaz geldi mi hasat işleri başlar. Çiftçinin bayram ettiği zaman! Önemsiz işler ha! Bir hasadı bir başkası izler. Çavdarı buğday, arpayı yulaf izler; beride kendir, kenevir sırasını beklemektedir. Ot tınazları, ekin tınazları derken, bir bakmışsınız ağustosu yarılamışsınız bile. Harman yerlerinde bir koşuşturmadır gider. Güz gelir, kışlık ekim yapılacaktır, tarlalarda yeniden koşuşturma başlar. Kaldırılan ürün için ambarlar, ahırlar, samanlıklar, kurutma yerleri, depolar onarılır, temizlenir, hazırlanır. Dibeklerde tokmaklar iner kalkar, değirmenlerin yolu tutulur. Sonra kış gelip kapıya dayanır. Ama işler hiç hız kesmez. Ürünlerin arabalara yüklenip kente taşınması, değirmenlerdeki koşuşturma, avludaki çalışmalar, ormanda inip kalkan baltalar, durmaksızın gidip gelen bıçkılar, ilkbaharda başlayacak yapım işleri için tuğlalar getirtilmesi... yirmi elin olsa yetişemezsin işlerin tümüne. O kadar çok ve çeşitli iş vardır. O kadar çok çeşitli şeyle ilgilenmek gerekir: Değirmen, avlu, işlikler, harman yerleri! Köylülerin çalışmalarının denetlenmesi... Önemsiz işler ha! Keserini hünerle kullanan bir dülgeri izlemek büyük bir zevktir benim için: Durup iki saat izleyebilirim onu. Çalışma, ruhumu şeneltir benim. Hele bir de bütün bu koşuşturmaların ne amaçla olduğunu, çevrende nelerin nasıl değiştiğini, çoğaldığını, arttığını, büyüdüğünü, sonuçta da sana yepyeni kazançlar olarak döndüğünü gördüğünde keyfine ölçü yoktur! Bunun ne büyük bir kıvanç olduğunu anlatmaya gücüm yetmez. Gelirinizi artırdığınız, para kazandığınız için değil –çünkü sonuçta para yalnızca paradır– bütün bunların sizin elinizden çıktığını, bütün bunlara sizin sebep olduğunuzu, bütün bunları bir büyücü gibi sizin yarattığınızı, her yana iyilik, bolluk, bereket yağdırdığınızı bilmekten kaynaklanan bir mutluluktur bu. Söyleyin bana, böylesi bir hazzı başka nerede bulabilirsiniz? –Bunu söylerken yüzünü yukarı kaldırdı; alnındaki kırışıklar kaybolmuştu. En kutlu gününü yaşayan, taç giyme törenindeki bir kraldı sanki, öyle ışımıştı yüzü.– Gerçekten, dünyanın altını üstüne getirseniz, buna eşdeğer bir haz daha bulamazsınız! İnsanın Tanrıya öykündüğü biricik alandır bu: Yaratmayı en yüce haz olarak kendine ayıran Tanrının insanoğlundan da talebi, onun esenlik yaratması, gönenç yaratmasıdır!.. Böyle bir şey nasıl sıkıcı bulunabilir?

Ev sahibinin kulağa cennet kuşlarının ezgileri kadar hoş gelen sözlerini arada bir usulca yutkunarak dinleyen Çiçikov kendinden geçmiş gibiydi: Gözleri süzülmüş, yüzünde tatlı bir anlam belirmişti. Konuşma sabaha kadar sürse, yine dinleyebilirdi.

Ev sahibesi iskemlesinden kalkarak:

— Konstantin! Artık salona geçelim! –dedi. Platonov'la Kostanjoglo da yerlerinden kalkınca, deminki konuşmayı sabaha dek dinlemeye hazır Çiçikov da istemeye istemeye yerinden kalktı ve koşup ev sahibesine salona dek eşlik etmek üzere kolunu uzattı. Ama bu kez başını her zamanki nezaketi ve sevecenliğiyle yana eğememişti; konuşmanın etkisiyle derin düşüncelere daldığı için daha önceki çevikliğinden de eser yoktu.

En arkadan gelen Platonov:

— Ne dersen de, her şey yine de son derece sıkıcı! –dedi.

"Bu konuk hiç de aptal birine benzemiyor," diye düşünüyordu Kostanjoglo da. "Az konuşuyor, ne dediğini biliyor." Böyle düşününce de neşesi büsbütün yerine geldi: Sonunda o akıllı öğütlerini can kulağıyla dinleyecek birini bulabilmişti!

Mumların aydınlattığı o sıcak, sevimli, küçük salona geçip de bahçeye bakan camlı balkon kapısının karşısına yerleştiklerinde Çiçikov içinin nicedir hiç duymadığı bir rahatlık, esenlik duygusuyla dolduğunu hissetti. Uzun yolculuklardan sonra nihayet sığınacağı yuvayı bulmuştu. Sonunda bütün o dolaşıp durmalar amacına ulaşmış ve o da her şeyi bir yana atıp göçebe hayatına bir nokta koymuştu: "Artık yeter!" Ev sahibinin yaptığı o çok akıllıca konuşma böylesi büyüleyici bir etki yaratmıştı ruhunda. Her insanın kendine daha yakın bulduğu bir konuşma türü vardır. İnsan hiç beklenmedik bir anda, ıssız, kimsesiz bir yerde biriyle karşılaşır ve onunla yaptığı iç ısıtan sıcacık söyleşi, yolculuklarında başından geçen bütün tatsızlıkları, geçit vermeyen yolları, geceyi geçirebileceği bir yerinin olmadığı anların tedirginliğini, insanların yalancılıklarını, düzenbazlıkları unutturuverir; o akşam o söyleşi bir daha hiç çıkmayacak biçimde zihnine kazınır. Sadakatli bellek o akşam olan her şeyi bütün ayrıntılarıyla saklar: Başka kimler vardı orada, kim nerede oturuyordu, o unutulmaz sözleri söyleyenin elinde ne vardı, odanın duvarları, köşeleri nasıldı... ve daha nice önemsiz ayrıntı.

Çiçikov için de bu gece öyleydi: Şu küçük, alabildiğine yalın döşenmiş oda, ev sahibinin yüzündeki samimi, sevecen anlatım, Platonov'un kehribar uçlu piposunu tüttürüşü ve köpeği Yarb'ın kocaman suratına doğru üflediği dumanlar, Yarb'ın rahatsız olması üzerine sevimli ev sahibesinin gülümseyerek, "Eziyet etmesen olmaz şu hayvana!" diye çıkışmaları, sıcak, sevimli mumlar, köşedeki çekirge, camlı kapı, bülbüllerin şakıyıp durduğu korulukta sanki ağaçların tepelerine kollarını dayamış onlara bakan bol yıldızlı ilkyaz gecesi... unutulacak gibi değildi.

— Saygıdeğer Konstantin Fyodoroviç, sözlerinizin bana ne büyük zevk verdiğini anlatamam, –dedi Çiçikov.– Koca Rusya'da sizin kadar akıllı birini daha görmedim.

Ev sahibi gülümsedi.

— Olur mu hiç Pavel İvanoviç, –dedi,– akıllı birini arıyorsanız, benim yanında hiç kalacağım, gerçekten "akıllı bir insan" var!

— Kim? –dedi Çiçikov merakla.

— Devlet adına bölgenin vergilerini toplayan mültezim Murazov.

— İkidir duyuyorum bu adı, –dedi Çiçikov.

— Çiftliğini çok iyi yönetmek bir yana, bütün devleti aynı başarıyla yönetebilir. Elimde yetki olsa, düşünmeden maliye bakanı yapardım onu!

— Akıl almaz bir serveti olduğunu duymuştum. On milyonun üzerinde olduğu söyleniyor servetinin...

— Ne onu! Kırk milyonu aşkındır! Bu gidişle yakında Rusya'nın yarısı onun eline geçer!..

Çiçikov küçük dilini yutacaktı:

— Ne diyorsunuz? –dedi çığlık atar gibi.

— Hiç kuşkunuz olmasın! Akıl almaz bir hızla büyüyor serveti. Bilinen şeydir: Yüz bin rublesi olan yavaş yavaş zenginleşir; ama milyonları olan için ölçüler farklıdır. Her yatırdığı iki üç kat fazlasıyla geri döner. Yatırım alanı sınırsızdır. Rakibi de yoktur. Kimse boy ölçüşemez onunla. Neye ne fiyat biçerse, onun fiyatı odur: Bunu değiştirmek kimsenin elinde değildir.

Çiçikov'un gözleri yuvalarından uğramış, ağzı açık kalmıştı. Soluk almakta zorlanıyor gibiydi. Bakışları Konstanjoglo'nun gözlerine çivilenmişti.

Biraz kendine gelir gibi olunca:

— Akıl alır gibi değil! –dedi.– İnsanın kafası duruyor, kavramakta zorlanıyor! Bilimin börtü böcek üzerine incelemelerini şaşırtıcı buluyor insanlar... bence bir ölümlünün elinde nasıl olup da bu kadar büyük bir servetin birikebildiğidir asıl şaşırtıcı olan! İzin verirseniz bir noktayı aydınlığa kavuşturmanızı rica edeceğim: Bu müthiş servetin temelinde hiç mi haksızlık, haram yok?

— Bundan hiç kuşkunuz olmasın! Hiçbir kirli yola başvurulmadan, yasalara ve ahlaka uygun bir şekilde kazanılmış bir servettir.

— Saygıdeğer Konstantin Fyodoroviç, özür dilerim ama benden buna inanmamı beklemeyin! Binlerle ifade edilen bir servetten söz ediyor olsaydık belki inanabilirdim, ama milyonlar... kusura bakmayın!

— Asıl binleri temiz yoldan, günahsız kazanmak zordur. Milyoncuklar söz konusu oldu mu eğri büğrü yollara girmeye hiç gerek yoktur. Dürüst, açık bir yola gir ve orada dümdüz yürü, önüne çıkanı da topla. Kimse seninle yarışamaz. Kimse sana karşı koyamaz.

— Akıl alır gibi değil! En anlaşılmaz olanı da işe sıfırdan başlanmış olması!

— Bunda şaşacak bir şey yok! –dedi Kostanjoglo.– Eşyanın doğası gereği bunun tam da böyle olması gerek Gözünü binlerin içinde açan, binlerin içinde yetişen biri bu serveti artıramaz: İstediği her şeye sahip olduğu için, yalnızca birtakım kaprislerin, saçma birtakım heveslerin ardından koşar. Bir işe ortasından başlanmaz; en başından başlanır. Böylece hayatı tanırsın, sonradan kendini sakınacağın insanları tanırsın. Her şeyi kendi üzerinde sınar, tek bir meteliğin bile ne ağır bedeller ödenerek kazanıldığını yaşayarak öğrenirsin. Adımlarını dikkatle atman, tökezlemeden ilerleyebilmen ancak bu çileli evreden sonra mümkündür. Sözlerimde hiçbir abartma olmadığına emin olabilirsiniz. Unutmayın: Başlayacaksanız, baştan başlayacaksınız; ortadan değil! "Bir yüz binim olsa hemen zengin olurum!" diyene asla inanmam. Kesinlikle başarısız olur. İşe her zaman en başından, kopeklerle başlamak gerek!

— O zaman ben de zengin olacağım demektir! –diye atıldı Çiçikov.– Çünkü her şeye bir bakıma sıfırdan başlıyorum.

Sahibi olduğu ölü canları –artık dünyamızdaki varlıkları bir sıfır olan canlarını– düşünerek söylemişti bunu.

— Konstantin! Yetmez mi artık! –dedi ev sahibesi.– Susmak bilmiyorsun! Pavel İvanoviç yorgundur, yakasını bırak da yatıp dinlensin!

Kostanjoglo karısını duymadı bile:

— Kesinlikle zengin olursunuz! –dedi.– Irmaklar gibi altın akacak, göreceksiniz! Paraları nereye koyacağınızı bilemeyeceksiniz!

Pavel İvanoviç'in başı dönüyordu. Irmaklar gibi akacak altınlar hayaliyle büyülenmişti sanki.

— Konstantin, lütfen! Bırakalım da uyusun Pavel İvanoviç!

— Canım sana ne oluyor? Çok istiyorsan sen git yat!

Ama ev sahibi yine de sustu, çünkü bir anda bütün odayı bir horultu kaplamıştı. Platonov bir yandan, köpeği Yarb bir yandan müthiş bir horultu tutturmuşlardı. Gece bekçisinin demir levhaya vurmasından yükselen sesler geliyordu uzaktan. Vakit gece yarısını geçmişti. Gerçekten de yatma saatinin çoktan gelmiş olduğunu anlayan Kostanjoglo, Platonov'a dönerek:

— Hey, yeter horladığın! –dedi.

Herkes birbirine iyi geceler diledi, odasına çekildi, yatıp uyudu.

Bir tek Çiçikov'u uyku tutmadı; bütün duyuları, düşünceleri ayakta, zihni müthiş bir çeviklik içindeydi. Kostanjoglo gibi bir çiftlik sahibi olmanın hayalleriyle doluydu. Ev sahibiyle şu konuşmasından sonra her şey zihninde açık, somut bir nitelik almış ve zengin olmak hiçbir zaman olmadığı kadar yakın bir olasılık olarak görünmüştü gözüne. Ağır çiftlik işlerini altından kolayca kalkabileceği kadar hafif, anlaşılır, tam kendine göre işler gibi görmeye başlamıştı. Bir çiftlik sahibi olmayı artık yalnızca hayal etmiyor, gerçekten istiyordu. Mülkiyetindeki hayali canları ipotek ederek sahip olacağı parayla, hiç de hayali olmayan, gerçek bir çiftlik edinecekti. Kendini tıpkı demin Kostanjoglo'nun anlattığı gibi çiftliğini yönetirken, çalışırken düşlüyordu. Dikkatli, özenli, her yeniliğin peşinden koşmayan, eskiye asla boş vermeyen, her işi kendi izleyen, gören, öğrenen; adamlarını çok iyi tanıyan, gereksiz her şeyden uzak duran, işinden başka bir şey düşünmeyen, çalışkan bir çiftlik sahibi! Saat gibi tıkır tıkır işleyen, her çarkın önceden tasarlandığı gibi birbirini döndürdüğü mükemmel bir çiftliğin vereceği büyük hazzı şimdiden yaşıyordu. Hızlı ve düzenli çalışan bir değirmende tanelerin una dönüşmesi gibi, onun çiftliğinde de çerçöp paraya dönüşecek, çil çil altın olacaktı. Olağanüstü bir insan olarak nitelediği ev sahibinin hayali gözünün önünden hiç gitmiyordu. Şu koca Rusya'da şahsen saygı duyduğu ilk ve tek insandı o.

Bugüne dek insanlara rütbeleri, unvanları, servetleri için saygı duymuştu; salt zekâsı için saygı duyduğu tek insan oydu. Bir ilkti Konstanjoglo. Böyle birine ölü canlardan falan bahsedemeyeceğini çok iyi anlıyordu Çiçikov; kesinlikle, kesinlikle açamazdı ona bu konuyu. Şimdi başka bir şey tasarlıyordu: Hlobuyev'in çiftliğini satın alacaktı. Elinde on bin rublesi vardı; ikinci on bin rubleyi Kostanjonglo'dan borç almayı düşünüyordu: Çünkü işinin gücünün başında alın teri döküp çalışarak zengin olmak isteyen herkese yardım edebileceğini kendi ağzıyla söylemişti. Üçüncü on bini ise daha sonra, elindeki canların ipoteği karşılığı sağlamak niyetindeydi. Elinde hiç toprak yokken satın aldığı ölü canların hepsini birden ipotek edemezdi; çünkü bu canların yerleştikleri bir de toprak göstermesi gerekti hazineye. Gerçi herkese Herson ilinde topraklarının olduğunu anlatıp duruyordu, ama gerçek olmaktan çok, hoş bir tasarıdan ibaretti şimdilik o topraklar.

Aslında Herson'da toprak edinme niyetinden hâlâ vazgeçmiş değildi, çünkü insanların gelip oralara yerleşmesini teşvik için toprak orada çok ucuzdu, hatta bedava veriliyordu. Yine de biraz daha kaçak ya da ölü can almakta acele etmesi gerekiyordu, çünkü çiftlik sahipleri topraklarını ipotek ettirmede neredeyse yarış halindeydiler ve böyle giderse bütün Rusya'da hazineye ipotek ettirilmemiş tek karış toprak bulmak olanaksızlaşacaktı. İşte kafasını hıncahınç dolduran bu ve benzeri düşünceler Pavel İvanoviç'in gözünü bile kırpmasına engel oluyordu. Neredeyse dört saattir bütün evi kolları arasına almış olan uykuya Çiçikov da daha fazla direnemedi ve sonunda o da kendini onun yumuşak kollarına bıraktı, her şeyin silinip gittiği deliksiz bir uykuya daldı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro