3. Bölüm
Ben bu çılgınlığın ortasında fırtınalı denizdeki bir kaya gibi soğuk ve kıpırtısız duruyordum ve o an neler hissetmiş olduğumu şimdi bile tam olarak söyleyebilirim. Elbette öncelikle bu tuhaf hareketlerin gülünçlüğü ve taşkınlığın bayağılığı karşısında duyduğum küçümseme vardı, ama kendime itiraf etmekten hiç hoşlanmadığım başka bir şey ise karşımda gördüğüm bu fanatizmdeki hayata yönelen hararetli tutkuyu, böylesi bir heyecanı kıskanmış olmamdı. Benim böyle bir heyecana kapılmam, bu ateşi hissetmem, hararetimin bu kadar yükselmesi, elimde olmadan sesimin değişmesi için ne olması gerekirdi acaba? Sahip olmanın beni bu kadar heyecanlandıracağı herhangi bir zenginlik, beni bu denli çekebilecek herhangi bir kadın düşünemiyordum, beni duygularımın donukluğundan kurtarıp böyle bir ateşe atacak hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı. Fakat şu an atlardan biri hedefe çok yaklaşmış olmalıydı, çünkü kalabalığın içinden gergin bir yay gibi yükselen binlerce sesi, giderek tizleşen ve bir anda sönüp dağılan tek bir çığlık halinde birleştiren tek bir isim duyuluyordu artık. Müzik başlamış, kalabalık birden dağılmıştı. Bir tur bitmiş, bir yarış sonuçlanmış, gerilim yerini dalgalanan gevşek bir hareketliliğe bırakmıştı. Daha az önce ateşli bir tutku yumağı halinde olan kitle, tek tek yürüyen, gülen, konuşan insanlar halinde çözülmüştü. Coşkunluğun çılgın maskesi düşmüş, ardından yine dingin yüzler ortaya çıkmıştı, yarışın insanları birkaç saniye boyunca tek bir kor kütlesi halinde birleştirmiş olan kargaşası bitmişti, herkes tekrar sosyalleşerek gruplar halinde bir araya geliyor veya dağılıyordu. Tanıdıklar selamlaşıyor, yabancı olanlar birbirlerini serinkanlı bir nezaketle izleyerek inceliyorlardı. Kadınlar birbirlerinin yeni tuvaletlerini gözden geçiriyor, erkekler hayranlıkla onları seyrediyordu; kayıtsız insanların asıl meşgalesi olan o sosyal ilgi tekrar yeşermeye başlamıştı; insanlar birbirlerini arıyor, geleni gelmeyeni ayırt etmeye, şıklık düzeylerini saptamaya çalışıyorlardı. Kapılmış oldukları sarhoşluk dağılır dağılmaz, bir araya gelmelerinin asıl nedeninin yarışların kendisi mi, yoksa aralardaki bu piyasaya çıkma hali mi olduğunu unutuvermişlerdi.
Ben de bu hoş karmaşanın içine karıştım, hal hatır sordum, soranlara teşekkür ettim, rengârenk kalabalığı sarmalayan parfüm ve zarafet kokusunu mutlulukla içime çektim –burası benim ortamımdı sonuçta-, Prater'in ağaçlıklarından ve yaz güneşinin ısıttığı ormandan ara sıra dalgalarını aramıza göndererek kadınların üzerindeki beyaz muslinlere şehvetle oynarcasına dokunan hafif meltemi hissetmekten daha da büyük bir mutluluk duydum. Birkaç tanıdık benimle sohbet etmek istedi, güzel oyuncu Diane bir locadan davetkârca el salladı, fakat hiçbirine karşılık vermedim. Bugün bu sosyetik insanlarla konuşmak hiç ilgimi çekmiyordu, bir ayna gibi bana kendimi yansıtmalarından sıkılıyordum, sadece bu gösteriyi, ilerleyen zamanı dolduran o şehvetli heyecanı izlemek istiyordum, çünkü kayıtsız kalan için başkalarının uyarılmışlığı en hoş izlencedir. Önümden birkaç güzel kadın geçti, ince kumaşın altında her adımda titreyen göğüslerine cüretkârca, fakat içten bir hayranlık duymadan bakarken kendilerini böyle küstahça çıplaklaştırılmış ve küçümsenmiş hissettiklerinde sergiledikleri sıkıntı ve haz karışımı utangaçlık karşısında içimden güldüm. Aslında onları çekici bulduğum yoktu, ama öyleymiş gibi yapmak, akıllarından geçirdikleriyle oynamak beni eğlendiriyor, bedenlerine dokunma duygusunun verdiği hazzı, gözlerindeki manyetik titreşimi hissetmek hoşuma gidiyordu, çünkü duygusal anlamda soğuk insanların tümünde olduğu gibi benim erotik hazzım da, aslında kendim heyecanlanmak yerine başkalarını heyecanlandırmaya, başkalarını uyarmaya bağlıydı. Gerçek anlamda arzulamayı değil, sadece kadınların varlığıyla oluşan o sıcak esintide şehveti hissetmeyi seviyordum; heyecanlanmayı değil, sadece ilhamını seviyordum. Böylece üzerime yönelen bakışları tenis topu rahatlığıyla geri göndererek, dokunmaksızın haz alarak, kadınlara hissetmeden dokunarak, içimde sadece bu oyunun verdiği belli belirsiz şehvet duygusunun sıcaklığını hissederek dolaşmaya devam ettim.
Fakat bir süre sonra bundan da sıkıldım. Karşılaştığım insanlar hep aynılarıydı; yüzlerini de, jestlerini de artık ezbere biliyordum. Yakınımda boş bir sandalye vardı. Oturdum. Etraftaki gruplarda yeni bir hareketlenme başladı, gelip geçenler daha bir telaşla kaynaşıyor, bazen çarpışıyorlardı; belli ki yeni bir yarış başlamak üzereydi. Ben yine rahatımı bozmadım, gevşek ve biraz da dalgın bir halde sigaramın dumanını savurarak oturmaya devam ettim, duman beyaz dönemeçlerle göğe doğru yükselirken seyrelip ilkbahar mavisinin içinde dağılıyordu. Hayatımı bugün bile hâlâ etkileyen o yegâne olay, o olağanüstü deneyim işte o sırada gerçekleşti. Saatini bile dakikası dakikasına söyleyebilirim, çünkü tesadüfen o sırada saate baktım. Bir an üst üste gelen akreple yelkovanın hareketini avare bir merakla izledim. 7 Haziran 1913 günü öğle sonrasında saat üçü on altı geçiyordu. Ben kendimi bu çocuksu ve gülünç gözleme kaptırmış, elimde sigaram saatin beyaz kadranına bakarken hemen arkamda bir kadının yüksek sesle güldüğünü duydum; kadınlarda çok sevdiğim, şehvetin ateşli bağrından heyecan ve hararetle kopan o taşkın ve çıngıraklı kahkahalardandı. İçgüdüsel olarak hemen o yana dönmek ve ışıltılı beyaz bir taşı bulanık, çamurlu bir havuza atar gibi şehvetini böylesine küstahça benim aylak düşlerimin ortasına savuran bu kadını görmek istemiştim ki, kendimi tuttum. Zihinde geçen oyunlardan; küçük, zararsız psikolojik deneylerden aldığım tuhaf haz beni durdurdu. Bu kahkahayı atan kadını hemen görmek istemiyordum, hazza bir tür hazırlık olarak hayal gücümü bu kadınla meşgul etmek, onu hayalimde canlandırmak, kahkahasının etrafına bir yüz, bir ağız, bir boyun ve göğüsler yerleştirmek, yaşayan, nefes alan bir kadın kurgulamak daha çekiciydi.
Arkamda, hemen yanı başımda durduğu belliydi. Kahkaha tekrar konuşmaya dönüşmüştü. Merakla kulak kabarttım. Hafif bir Macar aksanı, seslileri şarkı söyler gibi yayarak çok hızlı ve hareketli bir konuşma tarzı vardı. Şimdi bu sözcüklerin üzerine bir görüntü örmek ve bu hayali görüntüyü olabildiğince ayrıntılı tasarlamak çok hoşuma gidecekti. Ona koyu renk saçlar ve koyu renk gözler, şehvetli dolgun dudaklar, beyaz güçlü dişler, küçük, ince ama titreşen kanatları keskin hatlı bir burun verdim. Sol yanağına bir yapma ben, eline de gülerken hafif hafif baldırlarına dokundurduğu bir binici kamçısı yerleştirdim. Kadın konuşmaya devam ediyordu ve her sözcüğü hayalimde hızla oluşturduğum görüntüye yeni bir ayrıntı ekliyordu: Kız çocuğu gibi dar bir göğüs tahtası, koyu yeşil bir elbise, üzerinde eğik takılmış pırlantalı bir broş, beyaz şeritli açık renk bir şapka. Görüntü giderek belirginleşti, arkamda duran bu yabancı kadını artık gözbebeğimin içindeki ışıklı bir tabakada yansır gibi görüyordum. Fakat dönüp bakmak yerine bu düşsel oyunun heyecanını daha da yükseltmek istiyordum. Bu cüretkârca hayallerin içine hafif bir haz serpintisi de karıştı, arkama dönüp ona baktığımda karşıma çıkacak olan görüntünün zihnimde canlandırdığım görüntüyle çakışacağından duyduğum güvenle gözlerimi yumdum.
O anda öne doğru bir adım attı. Elimde olmadan gözlerimi açtım ve içimi bir öfke kapladı. Tamamen yanılmıştım, her şeyiyle farklıydı, hayalimde oluşturduğum görüntüyle taban tabana zıttı. Üzerinde yeşil değil, beyaz bir elbise vardı, ince değil dolgun ve geniş kalçalıydı, yuvarlak yanaklarının hiçbir yerinde hayal ettiğim beni göremedim, kask biçimli şapkasının altından da siyah değil, kızılımsı sarı saçlar ışıldıyordu. Benim hayal ettiğim özelliklerin hiçbirinin bu görüntüyle alakası yoktu; fakat ben psikolojik tahminlerimin boşa çıkması karşısında kapıldığım budalaca kibirle ne kadar görmezden gelsem de kadın güzeldi, meydan okurcasına güzeldi. Ona neredeyse düşmanlıkla baktım. Fakat hem diri hem de yumuşacık dolgunluğuyla talepkâr bir cazibesi olan bu kadından yayılan güçlü ve kösnül çekimi; baş döndürücü, hayvansı etkiyi, içimdeki direnen yan bile algılıyordu. Şimdi yüksek sesle gülüyordu yine, beyaz dişleri ortaya çıkmıştı ve ben bu ateşli, kösnül kahkahanın bedeninin dolgunluğuyla uyum içinde olduğunu kabul etmek zorunda kaldım; kadının her şeyi öylesine belirgin ve meydan okuyucuydu ki, göğüslerinin yuvarlaklığı, gülerken öne çıkan çenesi, delici bakışları, kemerli burnu, şemsiyesini sıkıca yere bastırışı. Burada dişilik unsuru, o ilksel güç, bilinçli, yoğun bir çağrı, ete kemiğe bürünmüş bir şehvet sinyali söz konusuydu. Kadının yanında onunla içine düşercesine konuşan şık, ama silik denebilecek bir subay vardı. Kadın onu dinliyor, gülümsüyor, kahkaha atıyor, karşı çıkıyordu, ama bütün bunların hepsi önemsizdi, çünkü aynı zamanda bakışlarıyla her yanı tarıyor, burun delikleri her yana doğru titreşiyor, kadın adeta her şeyi birden kavrıyordu. Gelip geçen herkesin ve oradaki erkek kitlesinin tümünün ilgisini, gülümseyişlerini, bakışlarını üzerine çekmekteydi. Bakışları sürekli etrafta dolaşıyordu, kâh tribünleri tararken birden bir tanıdık görüp seviniyor veya bir selama karşılık veriyordu, kâh bir yandan subaya sürekli gülümseyerek cilveyle onu dinlerken sağına soluna bakınıyordu. Subayın arkasında ve görüş alanının dışında kaldığım için henüz bakışlarının dokunmadığı bir tek ben kalmıştım. Buna öfkelendim. Ayağa kalktım, ama beni görmedi. Biraz daha yaklaştım, şimdi de bakışlarını tekrar tribünlere çevirmişti. O zaman kararlı bir şekilde yanına gittim, şapkamı hafifçe kaldırarak refakatçisini selamladım ve sandalyemi ona sundum. Şaşırarak bana baktı, gözlerinde bir ışıltı dolaştı, dudakları tatlı bir gülümseyişle büküldü. Sonra kısaca teşekkür ederek sandalyeyi aldı, ama oturmadı. Sadece bileğinin açıkta kaldığı dolgun kolunu rahatça sandalyenin arkalığına dayamakla yetinerek bedenine verdiği bu eğimle hatlarını daha belirgin olarak sergiledi.
Yanlış tahminlerim yüzünden duyduğum öfkeyi çoktan unutmuştum, o an sadece bu kadınla bir oyuna girmenin çekimini hissediyordum. Biraz geriye çekilerek tribünün duvarına yaslandım, buradan onu rahatça ve dikkat çekmeden görebiliyordum, bastonuma yaslanarak gözlerimi onun gözlerine diktim. Bunu fark etti, benim bulunduğum yere doğru tamamen rastlantıyla olmuş gibi davranarak hafifçe döndü, bana direnç göstermedi, bakışlarıma ara sıra karşılık verdi, ama gelişigüzel bir tavırla. Bakışları sürekli hareket halindeydi, her şeye dokunuyor, ama hiçbir şeyi sıkıca kavramıyorlardı – gözlerindeki kara ışıltılı gülücükler sadece bana mıydı, yoksa herkes için geçerli miydi? Bu anlaşılmıyordu ve beni uyaran da bu belirsizlikti. Bir işaret feneri gibi belli aralıklarla beni tarayan bakışları vaatlerle dolu gibiydi, fakat aynı çelik pırıltılı gözbebekleri, üzerlerine ilişen diğer bütün bakışları da hiçbir seçim yapmadan, sadece oyun sevinciyle, ama öncelikle de subayla sürdürdüğü sohbete olan ilgisini bir an olsun yitirmeden karşılıyordu. Bu tutkulu bakışlarda göz kamaştıran bir küstahlık, bir cilve ustalığı ya da taşkın bir kösnüllük vardı. Elimde olmadan ona doğru bir adım attım, onun soğukkanlı pervasızlığı bana da geçmişti. Artık gözlerine bakmıyor, onu uzmanca tepeden tırnağa yokluyor, bakışlarımla giysilerini parçalayıp çıplaklığını hissediyordum. Hiçbir huzursuzluk belirtisi göstermeden bakışlarımı izledi, dudaklarının kıyısında bir gülümsemeyle subayı dinliyordu, ama bu kendinden emin gülümsemeden benim niyetimi tartmakta olduğunu anladım. Tam beyaz elbisesinin altından görünen küçük ve zarif ayağına baktığım anda o da bakışlarını giysisini gözden geçirir gibi kayıtsızca bir edayla aşağıya doğru kaydırdı. Bir an sonra, sanki tesadüfen yapar gibi ayağını kaldırarak ona vermiş olduğum sandalyenin ilk basamağına dayadı, öyle ki dizlerine varıncaya kadar çorapları göründü, fakat aynı anda da sohbet arkadaşına yönelttiği gülümsemeye bir ironi veya bir sinsilik karışmaya başladı. Belli ki o da, aynı benim yaptığım gibi umursamazca benimle oynuyordu ve tekniğinin rafineliği karşısında nefret dolu bir hayranlık duymaktan kendimi alıkoyamadım; çünkü sahte bir gizlilikle bedeninin şehvetini sunarken aynı zamanda da gururunun okşandığını belli ederek kendini sohbet arkadaşının fısıltılarına veriyor ve oyunu ikili oynuyordu. Aslında öfkelenmiştim, çünkü kendi bilinçli duygusuzluğumla arasında bir kan kardeşliği hissettiğim için bu hesaplı ve kötücül şehveti başkalarında görmekten nefret ederdim. Fakat yine de, belki hayranlıktan çok nefret duymakla birlikte uyarılmıştım. Küstahça biraz daha yaklaştım, onu bakışlarımla kabaca sarmaladım. Açıkça sergilediğim bu tavırla ona, "Seni güzel yaratık, seni istiyorum," demekteydim ve elimde olmadan dudaklarım kıpırdamış olmalı, çünkü hafif bir küçümsemeyle başını çevirirken gülümsedi ve eteğini kapatarak ayağını örttü. Fakat bir an sonra ışıltılı kara gözbebekleri tekrar oradan oraya dolaşmaya başlamıştı. Aynı benim kadar kayıtsız ve bana denk olduğu, ikimizin de soğukkanlılıkla başkalarının tutkusuyla oynamaya alışkın olduğumuz ortadaydı, tutkumuz gerçek olmasa da seyretmek ve böyle yavan bir günde hararetli bir oyuna girmek güzeldi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro